AKP hükümetinin Kürtlere karşı uyguladığı soykırım politikasına ilişkin
başbakan yardımcısı Beşir Atalay’dan sonra, bir itirafta kirli savaşın
mimarlarından ve Erdoğan’ın akıl hocası AKP milletvekili Yalçın
Akdoğan’dan geldi.
AKP’nin gayri resmi yayın organı Yeni Şafak, başbakan Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı olarak sunduğu Akdoğan da, tıpkı Beşir Atalay gibi her alanda Kürtlere karşı yürütülen kirli savaşın daha önce tartışıldığını, kararların alındığını, plan yapıldığını ve buna uygun adımlar atıldığını itiraf etti.
En önemlisi de, Yalçın Akdoğan Kürtlere karşı yürütülen soykırım operasyonlarının koordine bakanı Beşir Atalay’ın itiraflarına ek olarak, Erdoğan hükümeti adına katliamları, cinayetleri üstlendi. Kürdistan özgürlük hareketini tasfiye etmek, en azından sınırlandırmak için bundan sonra da katliam ve cinayet işleyeceklerini itiraf etti.
Akdoğan’ın bu kanlı ve kirli itiraflarını Yeni Şafak ‘Kandilcikler yok ediliyor’ diye manşete çekmiş. AKP tetikçisi Yeni Şafak gazetesinin manşete çektiği bu üç kelime dahi, örneğin 22 Ekim günü Kazan vadisinde uluslararası sözleşmelerde yasaklanmış silahlarla 36 gerillanın katledildiğinin itirafıdır.
Akdoğan’a göre ‘kırsaldaki nokta operasyonlar, kötü arazi şartlarında oluşan Kandilcikleri ortadan kaldırıyor.’ Bunun anlamı şudur: Türk ordusu karadan ulaşamadığı gerilla üstlerine havadan kimyasal silah ve fosfor bombaları kullanarak imhaya yöneliyor. Katliam yapıyor.
İlk başta ‘Kürt Açılımı’, daha sonra ‘demokratik açılım’ ve daha sonra da ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ olarak sunulan, ama giderekten Kürtlere karşı tam bir kırıma dönüşen politikanın da mimarlarından olan, hatta baş mimarı olduğu söylenen Yalçın Akdoğan bu kirli ve kanlı işin eşgüdüm içinde yürütüldüğünü de itiraf ediyor.
Kürt hareketini ‘dağda HPG ile şehirde ise KCK yapılanmasıyla ayrı bir devlet’ kurmak istediğini iddia eden Akdoğan açıktan ‘KCK operasyonlarını’ da savunarak "bunların hepsi devletin güvenlik politikalarıyla boşa çıkarıldı" diyor.
Bu ‘güvenlik politikalarının’ gerillaya karşı kimyasal silah, suikast, pusu ve nokta operasyonları, halka karşı ise binlerce insanın tutuklanması, rehin alınması olduğunu itiraf ediyor. Akdoğan tıpkı başbakanı gibi İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ağır tecrit koşullarında tutulmasının ve görüşmelerin kesilmesinin de bu güvenlik politikasının bir sonucu olduğunu bir kez daha itiraf ediyor.
Atalay gibi Akdoğan’da görüşme ve diyalog ‘masası’nı bilerek, planlayarak devirdiklerini itiraf ediyor. Akdoğan istemeyerekte olsa süreci kanlı ve kirli bir savaşa dönüştürenin PKK değil, kendilerinin olduğunu kabul ediyor. Bu konudaki propagandanın aslında ‘halkla ilişkiler’ çalışması olarak yürütüldüğünü tıpkı Atalay gibi deşifre ediyor.
Akdoğan 21 Ağustos’ta Güney Kürdistan’ın Kortek kasabasında aralarında altı aylık Solin bebeğinde olduğu 7 Kürt sivilin nokta atışıyla öldürülmesini, Kazan vadisinde gerillalara karşı kimyasal silah kullanılmasını ‘Kandilcikler Yok ediliyor’ diyerek açıktan üstleniyor.
Akdoğan Kürtlere karşı devletin tüm birimlerinin Genelkurmay, emniyet teşkilatı, polis ve istihbarat yapısının eşgüdüm içinde hareket ettiğini, elde edilen istihbaratında anlık operasyonlara dönüştürüldüğünü itiraf ediyor. Yani bir halka karşı soykırımın eşgüdüm içinde yapıldığından kıvanç duyuyor. İnsan olmanın onurunu, soykırımcı olmanın kibirine tercih ediyor.
Akdoğan ‘ABD, AB ve bölge ülkeleri Türkiye'nin haklılığı konusunda daha açık bir tavır takınıyor ve teröre karşı işbirliği daha somut boyutlara ulaşıyor" diyerek aslında Türk devletinin içine düştüğü çaresizliği bir anlamda itiraf ediyor. Akdoğan bitirdiği, tükettiği ve sözüm ona artık hiçbir yerde rahat olamayan bir örgüte karşı neden bu kadar dış desteğe ihtiyaç duyduklarını ise açıklamıyor.
Akdoğan tam bir psikolojik savaş uzmanı gibi ‘Devlet hem psikolojik hem fiziki hâkimiyeti daha güçlü bir şekilde tesis etmiş durumda. PKK için artık at oynatacağı güvenli alan yok" diyerek, geceleyin mezarlıkta yürürken, ne olur ne olmaz diye korkaklar gibi ıslık çalmayı da ihmal etmiyor. Hayali ‘psikolojik ve fiziki hakimiyet’ kuruyor. Veya kurulduğuna inanıyor.
Akdoğan aslında bununla gerillaya karşı gayri nizami harpın, yani kimyasal silahlarda dahil her türlü aracın kullanılacağını ve ‘KCK’ adı altında siyasi soykırım operasyonlarının devam edeceğini söylüyor. Kirli savaş itiraflarında BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ı da hedef gösteren Akdoğan ‘KCK operasyonlarının’ parlamentodaki Kürt milletvekillerini de içine alacak şekilde genişleyeceğinin sinyallerini veriyor.
Ve Türk başbakanının baş danışmanı Akdoğan bütün bu kirli ve kanlı itiraflarını ‘hukuka uygun’ diyerek gizlemeye çalışıyor.
Akdoğan her dönemin vazgeçilmez demagojisi olan "asker ve polisin operasyonlarının insani, hukuki ve nizami olduğu’ söylemini tekrarlama ihtiyacı duyuyor. Akdoğan üstlendiği cinayetleri, kirli savaşı nizamı kalıplara sokmaya çalışıyor. Ama olmuyor. Kanlı mızrak Türk hukuk çuvalına sığmıyor.
AKP’nin gayri resmi yayın organı Yeni Şafak, başbakan Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı olarak sunduğu Akdoğan da, tıpkı Beşir Atalay gibi her alanda Kürtlere karşı yürütülen kirli savaşın daha önce tartışıldığını, kararların alındığını, plan yapıldığını ve buna uygun adımlar atıldığını itiraf etti.
En önemlisi de, Yalçın Akdoğan Kürtlere karşı yürütülen soykırım operasyonlarının koordine bakanı Beşir Atalay’ın itiraflarına ek olarak, Erdoğan hükümeti adına katliamları, cinayetleri üstlendi. Kürdistan özgürlük hareketini tasfiye etmek, en azından sınırlandırmak için bundan sonra da katliam ve cinayet işleyeceklerini itiraf etti.
Akdoğan’ın bu kanlı ve kirli itiraflarını Yeni Şafak ‘Kandilcikler yok ediliyor’ diye manşete çekmiş. AKP tetikçisi Yeni Şafak gazetesinin manşete çektiği bu üç kelime dahi, örneğin 22 Ekim günü Kazan vadisinde uluslararası sözleşmelerde yasaklanmış silahlarla 36 gerillanın katledildiğinin itirafıdır.
Akdoğan’a göre ‘kırsaldaki nokta operasyonlar, kötü arazi şartlarında oluşan Kandilcikleri ortadan kaldırıyor.’ Bunun anlamı şudur: Türk ordusu karadan ulaşamadığı gerilla üstlerine havadan kimyasal silah ve fosfor bombaları kullanarak imhaya yöneliyor. Katliam yapıyor.
İlk başta ‘Kürt Açılımı’, daha sonra ‘demokratik açılım’ ve daha sonra da ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ olarak sunulan, ama giderekten Kürtlere karşı tam bir kırıma dönüşen politikanın da mimarlarından olan, hatta baş mimarı olduğu söylenen Yalçın Akdoğan bu kirli ve kanlı işin eşgüdüm içinde yürütüldüğünü de itiraf ediyor.
Kürt hareketini ‘dağda HPG ile şehirde ise KCK yapılanmasıyla ayrı bir devlet’ kurmak istediğini iddia eden Akdoğan açıktan ‘KCK operasyonlarını’ da savunarak "bunların hepsi devletin güvenlik politikalarıyla boşa çıkarıldı" diyor.
Bu ‘güvenlik politikalarının’ gerillaya karşı kimyasal silah, suikast, pusu ve nokta operasyonları, halka karşı ise binlerce insanın tutuklanması, rehin alınması olduğunu itiraf ediyor. Akdoğan tıpkı başbakanı gibi İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ağır tecrit koşullarında tutulmasının ve görüşmelerin kesilmesinin de bu güvenlik politikasının bir sonucu olduğunu bir kez daha itiraf ediyor.
Atalay gibi Akdoğan’da görüşme ve diyalog ‘masası’nı bilerek, planlayarak devirdiklerini itiraf ediyor. Akdoğan istemeyerekte olsa süreci kanlı ve kirli bir savaşa dönüştürenin PKK değil, kendilerinin olduğunu kabul ediyor. Bu konudaki propagandanın aslında ‘halkla ilişkiler’ çalışması olarak yürütüldüğünü tıpkı Atalay gibi deşifre ediyor.
Akdoğan 21 Ağustos’ta Güney Kürdistan’ın Kortek kasabasında aralarında altı aylık Solin bebeğinde olduğu 7 Kürt sivilin nokta atışıyla öldürülmesini, Kazan vadisinde gerillalara karşı kimyasal silah kullanılmasını ‘Kandilcikler Yok ediliyor’ diyerek açıktan üstleniyor.
Akdoğan Kürtlere karşı devletin tüm birimlerinin Genelkurmay, emniyet teşkilatı, polis ve istihbarat yapısının eşgüdüm içinde hareket ettiğini, elde edilen istihbaratında anlık operasyonlara dönüştürüldüğünü itiraf ediyor. Yani bir halka karşı soykırımın eşgüdüm içinde yapıldığından kıvanç duyuyor. İnsan olmanın onurunu, soykırımcı olmanın kibirine tercih ediyor.
Akdoğan ‘ABD, AB ve bölge ülkeleri Türkiye'nin haklılığı konusunda daha açık bir tavır takınıyor ve teröre karşı işbirliği daha somut boyutlara ulaşıyor" diyerek aslında Türk devletinin içine düştüğü çaresizliği bir anlamda itiraf ediyor. Akdoğan bitirdiği, tükettiği ve sözüm ona artık hiçbir yerde rahat olamayan bir örgüte karşı neden bu kadar dış desteğe ihtiyaç duyduklarını ise açıklamıyor.
Akdoğan tam bir psikolojik savaş uzmanı gibi ‘Devlet hem psikolojik hem fiziki hâkimiyeti daha güçlü bir şekilde tesis etmiş durumda. PKK için artık at oynatacağı güvenli alan yok" diyerek, geceleyin mezarlıkta yürürken, ne olur ne olmaz diye korkaklar gibi ıslık çalmayı da ihmal etmiyor. Hayali ‘psikolojik ve fiziki hakimiyet’ kuruyor. Veya kurulduğuna inanıyor.
Akdoğan aslında bununla gerillaya karşı gayri nizami harpın, yani kimyasal silahlarda dahil her türlü aracın kullanılacağını ve ‘KCK’ adı altında siyasi soykırım operasyonlarının devam edeceğini söylüyor. Kirli savaş itiraflarında BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ı da hedef gösteren Akdoğan ‘KCK operasyonlarının’ parlamentodaki Kürt milletvekillerini de içine alacak şekilde genişleyeceğinin sinyallerini veriyor.
Ve Türk başbakanının baş danışmanı Akdoğan bütün bu kirli ve kanlı itiraflarını ‘hukuka uygun’ diyerek gizlemeye çalışıyor.
Akdoğan her dönemin vazgeçilmez demagojisi olan "asker ve polisin operasyonlarının insani, hukuki ve nizami olduğu’ söylemini tekrarlama ihtiyacı duyuyor. Akdoğan üstlendiği cinayetleri, kirli savaşı nizamı kalıplara sokmaya çalışıyor. Ama olmuyor. Kanlı mızrak Türk hukuk çuvalına sığmıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder