22 Aralık 2011 Perşembe

Geceler Kısalır, Gündüzler Uzarken...

Veysi SARISÖZEN
Bu yazı, yılın “en uzun gecesinde” yani 21 Aralık’ta yazıldı.

En uzun, en karanlık gün...


Ama siz bu yazıyı artık “karanlıkların” azalmaya, “aydınlıkların” uzamaya başladığı 22 Aralık’ta okuyorsunuz.


Aydınlık günler ağır ağır uzayacak. Bulutlar ağır ağır dağılacak...


Siz şimdi bakmayın AKP-Cemaat-polis-yargı ittifakının üzerimize bütün güçleriyle yürümesine...


Yürüsünler...


Napolyon’un Moskova yürüyüşü gibi... Yürüdü, yürüdü ve yolunu yitirdi ve yenildi...


Şimdi “karanlıkların” uzun olduğu şu günlerde acele ediyorlar... İşlerini “karanlıkta” görmeye çalışıyorlar. Çünkü uçakları karanlıkta uçabiliyor. Tankları karanlıkta yollarını görüyor. Topları karanlıkta hedefini vuruyor. Polisleri gazetemizi basıyor, ajanslarımızı dağıtıyor, gazetecilerimizi tutukluyor.


Ama bahar artık yaklaşıyor. 21 Aralık’ta, onlar karanlıktan istifade Kürt özgür medyasına saldırdıkları günün ertesinde, artık gündüzler uzamaya başladı. İlk dakikaları kazanıyoruz. Ağır, ağır, yavaş yavaş, güneş doğudan daha erken doğmakta...


Bahar yaklaşmakta... Hergün saniye saniye... Dakika dakika... Saat saat...


İşte Aralık bitti. Ocağı hayırlısıyla devireceğiz. Cüce Şubat çabucak geride kalacak. Önümüz Mart. Kürt halkı için, onun dostları için, bütün barış severler için Mart demek Newroz demek.


Ama aynı Mart Erdoğan-Fethullah tayfasına “kapıdan baktıracak”, sonra “kazma kürek yaktıracak.”


Nisan dedin mi, Kürt dağlarından yaşam fışkıracak. Yanmış meşeler fışkın verecek. Toprak kendi evladını koruyan muazzam bir yeşillik haline alacak.


Ve bu kısacık zaman diliminde daha pek çok şey olacak.


Bölge’de dengeler büyük bir hızla değişecek. ABD Irak’tan çekildi. Daha şimdiden Şii liderlik, Sünni liderliğin altını oymaya başladı. İran gözünü Irak’a dikti. Türk militarizmi pençesini Musul-Kerkük’e doğru uzatıyor.


Bunun anlamı ne?


Bunun anlamı, Türk-İran rekabetinin kızışmasıdır.


AKP-Cemaat koalisyonunun başı Fransa ile derde girmiştir. İsrailíle sürtüşmeler sürmekte. Bu iki kafadar Suriyeíye bulaştıkları anda karşılarında Rusyaíyı da bulacak.


PKK’yi ezmek, bu yolla Federe Kürdistan’ı teslim almak ve Irak üzerinde nüfuz elde etmek için kafalarının dikine gitmeye devam ederlerse, bu iki kafadar, kafalarını ekonominin şakaya gelmez duvarına vuracak. Bataklık üstüne inşa edilen Türk ekonomik “şatosu” iskambil kağıdından yapılmış gibi o anda çökecek.


Bu kadar da değil.


AKP’nin dayandığı sosyo-politik güçler arasında, bugün için zayıf bir eğilim olsa da, ayrışma yavaş yavaş gelişiyor. Cemaat şefleri, “muhafazakar-demokratlarla, liberal-demokratlar” arasındaki ittifakı sona erdirdi. Bakın, izleyin ve görün: Düne kadar AB üyeliği adına AKP hükümetinin Kürt sorununda izlediği kanlı yola destek verenler, şimdi AKP’ye ağız dolusu hakaret ediyorlar.


Bu böyle olunca, gözler yeniden “orduya” çevrilmekte. Daha şimdiden AKP’ye akıl hocalığı edenler, “acaba Hükümet tökezlerse” yeniden geriye dönüş olur mu? ABD kritik bir anda yeniden orduya dayalı bir otoriter rejime ihtiyaç duyar mı?” demeye başladı. Kimisi bu korkuyu, AKP’den hızla uzaklaşan “vesayet karşıtı” çevreleri yeniden kazanmak için abartıyor olsa da, bu tehlikeli bir oyun. Korku, temeli zayıf olsa bile, bir kere yayılınca, onun önünü olmak zor olur. Üstelik kaderlerini AKP’ye bağlayanlar için korkunun temeli var.


Çünkü “Başbakan hasta”. Ve AKP’nin binbir çıkar ortaklıklarıyla bir araya gelmiş öbeklerini Erdoğan dışıda birleştirebilecek bir kişi yok. Korku bacayı sardı. AKP’nin içinde, Başbakan hayattayken, onun koltuğuna kimin oturacağına dair kirli, rezil bir tartışma, bu partinin mütedeyyin, namuslu, yoksul taraftarları arasında büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor. Ahlaki bir krize yol açıyor. Erbakan ekolünden gelenlerle Fethullah Gülenciler; Erdoğan ile Gül arasındaki sürtüşmeler artık basına yansıyor; esrarengiz gazeteci Baransu, “Gül’ün Erdoğan sonrasına hazırlık” yaptığı hakkında bir hayli “karanlık” laflar etmeye başladı bile...


AKP artık gelecekten emin değildir.


İşte o nedenle, “bahar” gelmeden, henüz “geceler gündüzlerden uzunken”, “hava karanlıkken”, “pusluyken” demokratik muhalefete umutsuzca ve bütün gücüyle saldırıyor. Her biri bir tonluk Kazan bombalarıyla, suratı boyalı özel harekatçılarıyla kan döküyor, tutukluyor.


Ama zaman daralıyor. Her 24 saatte bir gündüzler uzuyor, geceler kısalıyor.


Bu zulmün ömrünün kısalmasıdır.


Bahar yaklaşıyor.


Dağlar yemyeşil olacak; karlar eriyecek, güneş ısıtacak...


Üç ay!..


Fırat, Dicle boyları, Newroz’a var güçle hazırlanacak... Karayılan’ın dediği gibi, öyle “pasif” protestolara değil, milyonların haykırışına hazırlanacak...


Üç ay!..


Büyük hazırlık... Büyük inisiyatif... Newroz uyanışının örgütlenmesi için bir “komite”, o tutuklanacağı için, “yüz de yedek komite”... Halkın kendisi komite. Halk tutuklamayla biter mi?


Ne demiş Tevfik Fikret: “Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa-Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır-Göz yumma güneşten ne kadar nuru kararsa-Sönmez ebedi, her gecenin gündüzü vardır.”

Hiç yorum yok: