9 yıldır Türkiye’yi yöneten AKP iktidarı devletin bütün kurumlarına yerleşerek devletleşti.
AKP iktidarı geçtiğimiz 9 yıllık süreçte Fethullah Gülen cemaati ile yaptığı koalisyonla daha önce polis, yargı, devlet bürokrasisi, eğitim, medya ve ekonomi alanındaki bütün devlet kurumlarına yerleşti. Bu yılki 30 Ağustos törenleri öncesinde 2007 Nisanı’ndaki e- muhtıra bildirisi Türk Genelkurmayı’nın sitesinden kaldırıldı. Abdullah Gül ise ilk kez “Başkomutanlık” görevi ile 30 Ağustos kabullerini Genelkurmay’da gerçekleştirdi.
Böylelikle AKP ordu içinde de hakimiyetini sağlamış oldu. Bu hakimiyeti, AKP’nin Ergenekon’la da uzlaştığı ya da AKP’nin kendi Ergenekonu’nu yarattığı şeklinde de okuyabiliriz.
Ancak AKP’nin bu hegemonyası Kürtlerin direnişi nedeni ile geçersiz durumdadır. Türkiye toplumunu ekonomiden medyaya; polisten orduya kadar her alanda kontrol eden AKP, Kürtleri ise istediği gibi kontrol edemiyor. Kürtleri kontrol edemeyen AKP bu nedenle Kürtlere karşı topyekün savaş konsepti oluşturarak saldırma kararı aldı. AKP oluşturduğu savaş konseptinin “yeni” olduğunu söylese de uyguladığı yöntemlerin de yeni olmadığı ortaya çıkan uygulamalarla kanıtlanmış durumda. Uçak bombardımanları, valilelere verilen özel yetkiler, Genelkurmay’ın yalan yanlış açıklamaları, medyadaki psikolojik savaş haberleri, katledilen siviller, yakılan ormanlar bunun için yeterli örneği oluşturuyor.
AKP’nin yürüttüğü bu Kürt politikasını anlamak için de AKP’nin hangi koşullarda nasıl oluşturulduğuna bakmakta fayda var. Çünkü AKP gerçeği incelendiğinde günümüzde yürütülen Kürt politikaları daha iyi anlaşılabilir. Bu konuda gazetemizin yazarı Adil Bayram hafta başında çok güzel bir AKP analiz yaptı.
“AKP’yi vareden güçlerden birincisi 12 Eylül 1980’de yapılan Askeri Faşist Darbesidir. İkinci güç ise ABD’nin Ortadoğu çıkarlarıdır” belirlemesini yapan yazar Adil Bayram, AKP’yi yaratan iki gücün bu iktidarın önüne koyduğu görevi ise şu cümleler ile özetliyor: “AKP de kendisini yaratan bu iki gücün çıkarlarına göre hareket etmektedir. Bu temelde 12 Eylül darbe rejiminin başlattığı Türk-İslam sentezciliğini ideoloji olarak benimsemekte ve ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi temelinde siyaset yapmaktadır.”
AKP’nin Irak savaşı sonrası bölgede izlediği politikaların karakterine baktığımızda ABD’nin bölgeye yerleşmesi için izlediği yöntemler göze çarpar. Irak, İran ve Suriye ile ilişkilerinde bu ülkeleri ABD’nin müdahelesine açık hale getirmek Erdoğan’ın temel hedefidir. İsrail’e karşı çıkışlar yapsa da bütün bunların büyük bir oyunun parçası olduğu, yakın geçmişte Tunus, Mısır, Libya ve Suriye başta olmak üzere bu ülkelerde yaşananlara karşı AKP’nin aldığı tavırda açıkça görülmektedir. Erdoğan AKP’sinin PKK’ye karşı küresel güç dengeleri içinde ABD’den yana taraf olması ve bu güç ilişkelerinden topladığını PKK’yi ve Kürtleri ezmek için kullanması da bu nedenledir. Ancak AKP bu konuda hiç de şanslı değil. Çünkü AKP, 9 yıllık iktidarı boyunca PKK’ye karşı çeşitli tasfiye ve “entegre stratejileri” yürüttü. Ancak bunların hiçbirinden de sonuç alamadı. Askeri alanlarda daha da derinleşen ve genişleyen PKK gerçeğini artık herkes kabul ediyor. Gerillanın teknik donanım ve zengin taktiklerle sahip olduğu harekat kabiliyetine karşı başarısız ve dağınık hale gelmiş Türk ordu gerçekliği de herkesin kabul ettiği bir durum. AKP’nin içine girdiği anti-PKK merkezli diplomatik ilişkiler de sağlam bir zemine oturmuş durumda değil. Bu ilişkiler karşılıklı güvensizlik ve çıkar politikaları içerdiği için “tahterevalli” özelliği taşımaktadır. Yani AKP, kırılgan ve dengesiz ilişkiler içindedir.
Toplumsal olarak da PKK’nin tabanı 9 yıl boyunca daha da genişlemiş, PKK’nin etkilediği siyasal çizgi girdiği seçimlerde oylarını ve bileşenlerini daha da artırmıştır. Bölgesel gelişmelere karşı tavır ve politika oluşturulmasında da PKK, Tayyip Erdoğan’ın öncülüğündeki AKP’den çok daha iyi durumdadır. Sonuç olarak AKP sosyolojisinin, izlediği siyaset ve Özel Harp Cemaati’nden icazetli akıl hocaları ile PKK ve Kürtler karşısında yol alması mümkün değildir.
Baki GÜL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder