Kanal 7’de her hafta yayınlanan ‘hayır programı’ ve program üzerinden kurulan dernek (Deniz Feneri) etrafındaki tartışmalara artık noktayı koyalım! Bu memlekette işini ciddiye alan savcılar
varsa, burada yazacaklarım tartışmayı bitirmelerini sağlayacak yeterli
bilgiyi barındırıyor… Ayrıca, Almanya’da kurulu olan ve Türkiye’deki
Deniz Feneri Derneği ile hiçbir bağlantısı olmadığı söylenen Deniz
Feneri e.V. işlerini soruşturan Alman savcılar da bu yazacaklarımdan yararlanabilir.
Savcılar
önce bazı köylere gitmeli. Bu köylerden biri, ancak bozuk bir patikadan
geçerek ulaşılabilen, Çanakkale’nin Bayramiç ilçesine bağlı Aşağışapçı Köyü.
2001 Ocak ayında, Deniz Feneri programı için çekim yapılan köydeki pek
çok kişinin adına düzenlenmiş olan 200’er milyonluk nakit yardım
makbuzları, derneğin evrakları arasında saklanıyor olmalı. İşte o
makbuzların karşılığı olan paralar, Aşağışapçı köylülerine hiç ulaşmadı.
Üzerinde köylülerin imzası olduğu iddia edilen 200’er milyon liralık yardım makbuzları köylüler hiç görmemişti bile!..
Ben o köye gittim ve köylülerle konuştum. Köylüler kendilerine sadece kuru erzak ve bir kaç parça giyecek
dağıtıldığını, sadece Sefer Kabadayı adlı köylüye 10 milyon lira para
verildiğini söyledi. Sefer Kabadayı adına düzenlenmiş 200 milyonluk
makbuz olduğunu öğrendiğinde, "Gelsinler o 10 milyonu da geri alsınlar," dedi bana!.. Ayrıca o dönemde programa ‘sponsor’ olan ve adını çatır çatır duyuran ‘Sultan Hospital’,
programda tedavilerini yapmaya söz verdiği yaşlı köylülerin hiçbirinin
tedavisini gerçekleştirmedi! O dönemde köy muhtarı olan Zeki Öner,
sadece bir çocuğu tedavi için İstanbul’a götürdüklerini anlattı;
köylülerin söylediklerini teyit ederek, "Muhtarlığa da bilgisayar
gönderme sözü verdiler ama ortada bilgisayar falan yok!" dedi.
Evet, bu makbuzlar çok işi çözer.
Adres bellidir. Program yapılan köyler, mahalleler bellidir. O
programların çekildiği yerlerdeki kişiler adına kesilen makbuzlar
arşivlerdedir. Bağış verildiği iddia edilen ve adına makbuz kesilen
kişilerin, bağış alıp almadıklarını tek tek karşılaştırarak gerçeğe
ulaşmak gayet mümkündür. Aynı makbuzlardan Almanya’da kurulu Deniz
Feneri e.V.’nin de arşivinde olsa gerektir. Alman
savcı, burada bol bol kesilen o makbuzları, üzerinde yazılı miktarın
verildiği iddia edilen kişilere sorduğu takdirde, gerçeğe hızla
ulaşabilir…
Ha,
Almanya’daki ve Türkiye’deki Deniz Feneri dernekleri arasında isim
benzerliği dışında hiçbir ilişki olmadığı yönündeki komik iddia da
böylelikle çürütülebilir. Çünkü Deniz Feneri programının yapıldığı o
ücra köylerdeki kişiler adına, hem Almanya Deniz Feneri e.V. tarafından
döviz cinsinden, hem de Deniz Feneri Derneği tarafından Türk Lirası
cinsinden beraberce makbuz kesilmiştir.
İki dernek için kesilen makbuzları karşılaştırmak yeterlidir. Alman
savcılar, Türkiye’de mukim savcılarla bir işbirliği geliştirirse, bu
gerçek de ortaya çıkacaktır.
Hadi, savcılara biraz daha yardımcı olalım… Zamanında Deniz Feneri programının bir bölümünün çekildiği o ücra köylerden biri de Eskişehir’in Han ilçesine bağlı Başara Köyü. Programın çekildiği tarihte muhtar olan Hilmi Beyaz, Deniz Feneri görevlilerinin kendisine, "Yoksullara yardım yapacağız. Senin de tasdikin gerekli,"
dediklerini ve boş yardım makbuzlarına mühür bastırıp, imza
attırdıklarını söyledi bana. Derneğin resmi olmayan Almanya şubesine ait
bu makbuzlara daha sonra Alman Markı cinsinden nakit yardım miktarları
yazıldı. Oysa Muhtar Hilmi Beyaz’ın ifadesine göre, köyde sadece iki kişiye, o da küçük miktarlarda
yardım yapılmıştı. Alman savcılar pekala bu makbuzları alıp,
Eskişehir’e bilirkişi yollayıp, yeminli tercümanlar aracılığıyla tanık
ifadesi alabilir. Fena mı olur? Hem de iki derneğin bir programda nasıl
buluştuklarını program yapımcılarına ve dernek yöneticilerine bir güzel
sorabilirler… Güzel hareket olur! Yüzyılın iyilik hareketi ha!..
Savcıların işini biraz daha kolaylaştırıyorum… Deniz Feneri programı çekimi yapılan Mardin merkeze bağlı Avcılar Köyü’nde
o dönemde muhtarlık yapan Servet Sokan, "Köyümüze ‘Bu köyü
kurtaracağız’ diye geldiler. Köye su getirme sözü verdiler. Aradan iki
yıl geçti, suyu hâlâ hayvan sırtında taşıyoruz," diye anlattı vaziyeti.
Deniz Feneri görevlilerinin köyde 3 milyar lira dağıtıldığını
söylediklerini anlatan Servet Sokan, "Gerçekte dağıtılan paranın 1
milyar liradan bile az olduğunu tespit ettik," dedi.
Servet Sokan’ın
anlatımıyla hadise şöyledir:
"Belki
de kendi kayıtlarında, dağıtılan parayı daha da fazla göstermişlerdir.
‘Avrupa’daki dinine bağlı işadamlarından para getireceğiz, bu köyü
kurtaracağız,’ diye geldiler, küçük koliler içinde makarna, mercimek, nohut dağıtıp gittiler. Kolilerin üzerinde sucuk, salam da yazıyordu ama içinden onlar bile çıkmadı.
Köye su getirme sözü verdiler, programdan sonra Vali ilgilendi bir kuyu
açtırdı, ama sonra öyle kaldı. Deniz Feneri’nden ise hiç kimse ne
arayıp ne sordu. Hâlâ suyu 1.5 kilometre uzaktaki çeşmeden hayvan
sırtında getiriyoruz."
Servet Sokan bana bunları anlattığında sene 2002’ydi. Zamanın ‘first lady’lerinden Berna Yılmaz, yani Mesut Yılmaz’ın eşi olan hanım da program aracılığıyla yardım sözü
vermişti Mardin’deki o köye. Belki de yardımı yaptı ama o yardım köye
ulaşmadı… Kim bilir?.. Belki bunu bize Berna Hanım açıklar…
Servet Sokan, programın o dönemdeki yapımcısı Uğur Arslan’a
ulaşmaya, hatta Deniz Feneri’nin canlı yayınlarına bağlanmaya
çalıştığını, ancak Uğur Arslan’ın telefonlarına dahi çıkmadığını da
söyledi bana… Evet, ‘Karagümrük yanıyor’ falan gibi afili delikanlı pozlarıyla alemlere dalan Uğur Aslan her şeyi biliyor. Kendisine ‘yedirilmeyen’
o program vasıtasıyla dönen bütün dolapların tanığı… Çok delikanlı bir
arkadaş ya, savcılar kendisini bir sorgulasın, neler anlatabileceğini
bir görsünler… Öyle dizilerde delikanlılık, evlilik programlarında ‘sevimli sunuculuk’ yapmaya benziyor mu gerçek hayat, hep beraber biz de görelim…
Evet, Deniz Feneri Derneği kurucu üyesi Uğur Arslan çok şey biliyor!
Hatta Uğur Arslan çok kritik bir isim. Kanal 7’de kendi halinde bir
sunucu iken, 1996’nın ramazan ayında ‘Şehir ve Ramazan’ adlı bir
programı İbrahim Uğurlu ile hazırlayıp sunmaya başladı. Yardıma
muhtaçları gösteriyor, onlara yardım etmek isteyen hayırseverler
buluyorlardı televizyon aracılığıyla. Deniz Feneri fikri böyle doğdu.
Giderek daha acıklı manzaraların gösterildiği program, Deniz Feneri
adını aldı ve ramazanı aşıp haftalık yayınlanmaya başladı. Su gibi
yardım akıyordu. Elbette bunlar denetlenemiyordu. Kanal 7 yöneticileri,
programa akan yardım değirmenini ‘ıslah etmeye’ karar verdi ve Deniz
Feneri Derneği kurularak, işler Uğur Arslan’ın elinden alındı.
Kurucu üyeler olarak Uğur Arslan, Nurettin Karataş, Nurettin Ertemel,
Mahmut Sarıçiçek, Turgut Durmuş, Engin Yılmaz ve Mustafa Yılmaz’ın adı
geçiyor. Bu isimler arasında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı İSMEK ihalesini daimi surette alan şirket(ler)in ortakları da var. Ne tesadüf!
Milyonlarca dolarlık İSMEK ihaleleri, kiminizin malumudur, ancak tek
şirketin girebildiği, esasen aranan koşulların tek şirkette bulunduğu, bir tuhaf ihaledir!.. Ne ilginçtir ki, Almanya’da kurulu Deniz Feneri e.V.’nin davasında adı geçen RTÜK Başkanı Zahid Akman da, bu İSMEK ihalesi alan şirket(ler)in ‘eski’ ortağıdır.
RTÜK başkanlığından sonra bu ortaklıkları bırakıp ‘başka boyut’a geçmiş
bulunmaktadır. (Zamanında bu enteresan ihale işini, ‘Ali Dibo’nun
babası İstanbul’da görüldü’ başlığıyla Radikal’de yazmıştım. Meraklıları için: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=190875)
Birbiriyle tamamen ‘alakasız’ Almanya Deniz Feneri ve Türkiye Deniz Feneri’nin yöneticileri, nedense aynı programda ve aynı ihalelerde ‘ortak’ olarak karşımıza çıkıveriyor. Eh, hem Alman mahkemeleri, hem de biz Türkiye’deki sakinler ahmağız ya, her “Alakamız yok,” diyene inanıyoruz!..
Neyse, biraz da maziye dönelim… 2002’de Türkiye’deki Deniz Feneri Derneği Başkanı Yusuf Atalay’dı ve Kanal 7’nin Hukuk Müşaviri olarak görev yapmaktaydı! Bugünün başkanı, o günün Yönetim Kurulu Üyesi Engin Yılmaz Kanal 7 İnsan Kaynakları ve İdari İşler Daire Başkanı olarak vazifeliydi! Yine o dönem Yönetim Kurulu Üyesi Harun Kapıyoldaş, Kanal 7 Mali İşler Daire Başkanı
olarak görev yapıyordu! Diğer bir Yönetim Kurulu Üyesi İbrahim Altan
ise, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki görevini bırakıp
dernek ‘yönetimi’ ile ilgilenmeye başlamıştı. Dernek Genel Müdürü olan
Osman Acun ise, müteahhitlik işini bırakıp kendini ‘hayır işleri’ne
vermişti...
Doğrusunu
isterseniz, bu arkadaşlar, yani Deniz Feneri’ni yöneten isimler,
basbayağı Kanal 7’yi de yönetiyordu! Harun Kapıyoldaş hâlâ Kanal 7 Mali
İşler Daire Başkanı. Eski Başkan Yusuf Atalay hâlâ Kanal 7’nin Hukuk
Müşaviri. Bugünkü Dernek Başkanı Engin Yılmaz, o günkü Kanal 7 İnsan
Kaynakları ve İdari İşler Daire Başkanlığı görevini İlker Yılmaz’a
–muhtemelen akrabası- devretmiş, derneğe bakıyor artık…
1996’da
yayına başlayan program ve 1998’de kurulan dernek eliyle, işte bu
adamların elinden milyonlarca dolar geçti. Belki de milyar dolar!.. Her
programda zavallı insanların en trajik görüntülerini, yufka yürekli izleyicilerin
gözüne gözüne soktular ve yaptıkları duygu sömürüsüyle devasa miktarda
yardım topladılar. Ve Deniz Feneri Derneği, Bakanlar Kurulu kararıyla kamu yararına çalışan ve izin almadan yardım toplayabilen dernek yapılarak, üzerindeki denetim de kaldırıldı.
Evet, büyük kentlerin varoşlarından, yolların bittiği yerlerdeki köylere kadar pek çok mekandan yoksulluk görüntülerini ve iç parçalayıcı insan öykülerini
ekrana aktaran program, izleyenlerini gözyaşına boğuyordu. Yurtdışında
da izlenebilen ‘Deniz Feneri’ne, yoksullara ve zor durumdaki insanlara
ulaştırılmak üzere yardım yağıyordu. Şimdi, hem Türkiye hem de
Almanya’da kurulu bu derneklerden yoksul kişiler adına kesilen tüm
‘nakit yardım makbuzları’savcılar tarafından derhal incelemeye
alınmalıdır. Özellikle ücra köylerde yapılan programlarda, köydeki
kişilerin isimleri alınarak, adlarına sahte makbuzların düzenlenip düzenlenmediği
titizlikle araştırılmalıdır. Ayrıca program esnasında vaat edilenlerin
de sadece programda kaldığı dikkate alınarak, sponsorluk reklamları,
“Yanlış, yanıltıcı ve rakibi sömürücü karşılaştırıcı reklamlar ile abartılı reklamlar,” olarak değerlendirilmeli, sponsorlara da, “Reklamlar haksız rekabete yol açan halkı aldatıcı, yanıltıcı mesajlar içeremez; bu suretle tüketicinin çıkarlarına zarar veremez,” düzenlemesinden hareketle soruşturma açılmalıdır…
Yarattıkları sadaka toplumunun kaymağını yemek o kadar kolay olmamalı…
Bağımsız, dürüst, yürekli ve cesaretli olduğunu düşünen savcılara sesleniyorum. Size
son bir tüyo daha vereceğim. Özellikle 2001-2002 dönemini iyi
inceleyin. Çoğu Kanal 7’de de üst düzey yönetici olan Deniz Feneri
Derneği yöneticileri, kendi yakınları ve personellerine de ‘yardıma
muhtaç’ muamelesi yaparak para ve eşya aktardılar mı, lütfen araştırın.
Örneğin, derneğin Genel Müdürü Osman Acun’un sekreteri Sema Kapıyoldaş’a
–yönetici Harun Kapıyoldaş’ın nesi oluyordur acaba?-ve derneğin
muhasebe şefi Mehmet Uygurer’e yoksul ve muhtaçlara bağış yapılmış gibi
‘bağış’ yapıldığını söyleseler, inanır mıydınız? 2002 Şubat ayında ise,
Genel Müdür Acun’un yakını olan Mehmet Memük adlı şahısın evi dernek
tarafından döşendi deseler, ne derdiniz?.. Değerli savcılar, birazcık
araştırmayla, bunlara benzer dünya kadar örnek bulabilirsiniz…
Ha,
AKP’nin yayın organı gibi görev yapan televizyon kanalına, dünürlü
gazeteye bu kadar içli dışlı oldukları dernekten ve yöneticilerinden
para aktarıldı mı, aktarılmadı mı, Tayyip Erdoğan paraları bizzat elledi mi, ellemedi mi, o konular tamamen sizin araştırmalarınızla aydınlanacaktır. Hesaplar dökülsün ortaya da, hepimiz aydınlanalım…
Benden bu kadar!..
HAKAN GÜLSEVEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder