* Karşımda oturan güleryüzlü ve tatlı kadının başına gelen
felaketi anlatmak için kara mizahtan başka aleti edevatı yok.
Kullanıyor, pek de başarılı. ‘İyi ki’ diyor, ‘Afili bir
gecelikle değil de pijamayla yatmışım. Yoksa sabah 5’te kapımıza
dayanan polisleri layıkıyla karşılayamazdım...’ Kadın Gülfer
Akkaya, Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) üyesi ve Devrimci
Karargah davası tutuklusu Tuncay Yılmaz’ın sevgilisi.
* 21 Eylül 2010 saat 5’te polisler (TÖP) ve Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) üyeleri, Red Dergisi, Bilim ve Gelecek dergisi çalışanlarının da aralarında bulunduğu 17 kişinin evi eşzamanlı olarak bastı. Hepsi tutuklandı. Tuncay Yılmaz elleri kelepçeli vaziyette mahallelinin önünde bekletildikten sonra götürülürken ardında bıraktığı Gülfer’e ‘Meraklanma bir-iki güne dönerim’ demişti. 11 ay oldu, Tekirdağ 1 Nolu F tip Cezaevi’nde.
* İlginç bir olay... Tuncay Yılmaz götürüldükten sonra polis 1-2 saat kadar evde kalmış. Gülfer ise yaklaşık 5 saattir talep ettiği ‘avukatını arama’ hakkını kullanmak konusunda diretiyor. Fakat telefonlara el konulduğu için bu haklı talebine karşılık bulamıyor. Sonunda telefonuna ulaştığında herkesi arayabiliyor, bir tek avukat düşmüyor. Hayret bir şey! Sonunda anlaşılıyor ki, avukatın kayıtlı numarası değişmiş. Her rakamın arasına # işareti konmuş. E düşmez tabii o numara!
* Başka ilginç olaylar silsilesi... İnsan diyor ki, doğal olarak, yeri yurdu belli olan ama bu biçimde gözaltına alınıp sonra tutuklanan bu insanlar acaba neyle suçlanıyor? Devrimci Karargah adı verilen bu örgütle acaba nasıl bir bağlantıları var? Bu noktada sanık ifadelerine başvurmak ve sizlere oradan alıntılar yapmak isterdim ama 11 aydır tutuklu bulunan bu kişiler henüz tek kelime savunma yapamadı. O bakımdan şey... Yani zor.
* 140 sayfalık iddianameye baktığımda, örneğin Tuncay Yılmaz’ın Devrimci Karargah üyesi olduğuna dair tek somut delilin 19 siyasi parti ve platformun Orhan Yılmazkaya’nın infazını protesto ettiği bir basın toplantısına katılması ve orada konuşması olduğunu gördüm. Ha tabii onun dışında 2 yıl süren teknik takip sonucu Yılmaz’ın TEKEL işçilerinin direnişine destek verdiği sırada Mahir Sayın’la yaptığı ‘Neredesin?’ ‘Maydonoz’da’ ‘Ha öyle mi’ ‘He burası Devrimci Karargah gibi’ şeklindeki esprili konuşmasının şifreli kabul edilmesi gibi küçük detaylar var. Maydonoz dediği, Maydonoz Cafe’dir. Belirteyim. Devrimci Karargah lafı da solcular toplanmış manasında bir espri. Ayrıca belirteyim.
* İnsan yine mantıken soruyor, ne var 10 bin sayfalık dava dosyasında öyleyse? Valla şöyle: Tutuklu kişilerin 1 Mayıs, nükleer santral ve HES’lere karşı yapılan mitinglere, 12 yaşında bir havan mermisiyle paramparça olan Ceylan Önkol’a, 12 Eylül askeri darbesinde idam edilen Necdet Adalı’ya ilişkin anmalara katılmış olduğunu gösteren dokümanlar.
* Tuncay Yılmaz cezaevinden yazdığı mektupta ‘yetmez ama evet’ diyor bir bakıma. Evet biz bunlara katıldık ama az söylemişsiniz, dahası var: ‘Ben sadece dosyada belirtilen bu eylem ve etkinliklere değil, gençlerin “parasız, bilimsel, anadilde eğitim” için yaptıkları açıklamalara, homofobiye karşı yürüyen eşcinsellerle “Onur Haftası” yürüyüşlerine, Davutpaşa’da, Tuzla’da yaşanan iş cinayetlerine karşı yapılan mitinglere, Madımak Oteli’nin Utanç Müzesi olması için düzenlenen 2 Temmuz etkinliklerine, Kürt sorununun demokratik çözümü için yapılan gösterilere katıldım, feministlerin kadın kurtuluşu için düzenledikleri faaliyetleri de destekledim.’
* Hikayeyi buraya kadar anlattığım bir arkadaşım, ‘Olur mu canım, saçmalama’ dedi, ‘İddianamede başka şeyler de vardır...’ Ben sayayım başka neler var diye de saçmalayan kişi ben olmayayım: SDP’nin Devrimci Karargah örgütüyla ilişkisine kanıt olarak gösterilen dijital dokümanlar arasında SDP İstanbul il örgütünde bulunan 1982’de ölen devrimci Mustafa Asım Hayrullahoğlu ile ilgili video görüntüleri, Dev-Lis tarafından Denizli’de yapılan Kızıldere anmasında çekilen fotoğraflar, Deniz Gezmiş anmasında çekilen fotoğraflar, 1 Mayıs 2008 ve 1 Mayıs 1977’ye dair görüntüler. Mahir Sayın’ın örgüt üyesi olduğunun dijital kanıtı ise 2010 yılı Şubat ayında Ankara’da TEKEL işçileri ile dayanışma amacıyla gerçekleştirilen mitingdeki görüntüleri.
* Her çarşamba sevdiği adamı görmek için binbir engel atlayan Gülfer anlatıyor: ‘Ölümü gösterip sıtmaya alıştırmak buymuş meğer. Hiçbir tutuklu yakınına haber vermeden Tuncayları bir anda Tekirdağ Cezaevi’ne naklettiler. Silivri iyiydi, iki otobüs bileti atıp gidiyorduk. Şimdi ne badireler, ne yollar...’
* Latince bir deyim olarak Modus Operandi’den bahsetmek isterim. Bir kişinin ya da kurumun, çalışma, işlev görme alışkanlığı... Ne idüğü belirsiz ‘onurlu’ bir ihbar mektubuyla başlayan gözaltılar, sanıklardan önce basına sızdırılan ‘dijital deliller’, medeni bir hukuk devletinde şaka olarak bile kabul görmeyecek deliller ve telefon konuşma kayıtları ve sonsuzluğa uzanan tutukluluk süreleri Balyoz, Askeri Casusluk, KCK, Devrimci Karargah davalarının ve en son şike operasyonunun ortak noktasıdır. Yani aynı Modus Operandi. Öyleyse...
* Madem ki bu Türkiye yenisidir, Kafka’nın değil, gerçekten tüm milletin kaleminden çıksın diyorum ben. Çıksın ki bu ‘Dava’lar sonunda, bir sabah bir ‘Böcek’ olarak uyanmayalım. Hep beraber, top yekün.
* NOT 1: Devrimci Karargah’ın ikinci ve belki de ilk gerçek duruşması 11-12 Ağustos’ta görülecek. Ülkenin demokrat insanları bu dava için ‘maydonoz’da değil, Beşiktaş Adliyesi’nde buluşsun. Saat 10.00’da.
* NOT 2: Devrimci Karargah davasının detaylarına inmek isteyenlere İsmail Saymaz’ın ‘Hanefi Yoldaş’ adlı kitabını şiddetle öneririm.
* 21 Eylül 2010 saat 5’te polisler (TÖP) ve Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) üyeleri, Red Dergisi, Bilim ve Gelecek dergisi çalışanlarının da aralarında bulunduğu 17 kişinin evi eşzamanlı olarak bastı. Hepsi tutuklandı. Tuncay Yılmaz elleri kelepçeli vaziyette mahallelinin önünde bekletildikten sonra götürülürken ardında bıraktığı Gülfer’e ‘Meraklanma bir-iki güne dönerim’ demişti. 11 ay oldu, Tekirdağ 1 Nolu F tip Cezaevi’nde.
* İlginç bir olay... Tuncay Yılmaz götürüldükten sonra polis 1-2 saat kadar evde kalmış. Gülfer ise yaklaşık 5 saattir talep ettiği ‘avukatını arama’ hakkını kullanmak konusunda diretiyor. Fakat telefonlara el konulduğu için bu haklı talebine karşılık bulamıyor. Sonunda telefonuna ulaştığında herkesi arayabiliyor, bir tek avukat düşmüyor. Hayret bir şey! Sonunda anlaşılıyor ki, avukatın kayıtlı numarası değişmiş. Her rakamın arasına # işareti konmuş. E düşmez tabii o numara!
* Başka ilginç olaylar silsilesi... İnsan diyor ki, doğal olarak, yeri yurdu belli olan ama bu biçimde gözaltına alınıp sonra tutuklanan bu insanlar acaba neyle suçlanıyor? Devrimci Karargah adı verilen bu örgütle acaba nasıl bir bağlantıları var? Bu noktada sanık ifadelerine başvurmak ve sizlere oradan alıntılar yapmak isterdim ama 11 aydır tutuklu bulunan bu kişiler henüz tek kelime savunma yapamadı. O bakımdan şey... Yani zor.
* 140 sayfalık iddianameye baktığımda, örneğin Tuncay Yılmaz’ın Devrimci Karargah üyesi olduğuna dair tek somut delilin 19 siyasi parti ve platformun Orhan Yılmazkaya’nın infazını protesto ettiği bir basın toplantısına katılması ve orada konuşması olduğunu gördüm. Ha tabii onun dışında 2 yıl süren teknik takip sonucu Yılmaz’ın TEKEL işçilerinin direnişine destek verdiği sırada Mahir Sayın’la yaptığı ‘Neredesin?’ ‘Maydonoz’da’ ‘Ha öyle mi’ ‘He burası Devrimci Karargah gibi’ şeklindeki esprili konuşmasının şifreli kabul edilmesi gibi küçük detaylar var. Maydonoz dediği, Maydonoz Cafe’dir. Belirteyim. Devrimci Karargah lafı da solcular toplanmış manasında bir espri. Ayrıca belirteyim.
* İnsan yine mantıken soruyor, ne var 10 bin sayfalık dava dosyasında öyleyse? Valla şöyle: Tutuklu kişilerin 1 Mayıs, nükleer santral ve HES’lere karşı yapılan mitinglere, 12 yaşında bir havan mermisiyle paramparça olan Ceylan Önkol’a, 12 Eylül askeri darbesinde idam edilen Necdet Adalı’ya ilişkin anmalara katılmış olduğunu gösteren dokümanlar.
* Tuncay Yılmaz cezaevinden yazdığı mektupta ‘yetmez ama evet’ diyor bir bakıma. Evet biz bunlara katıldık ama az söylemişsiniz, dahası var: ‘Ben sadece dosyada belirtilen bu eylem ve etkinliklere değil, gençlerin “parasız, bilimsel, anadilde eğitim” için yaptıkları açıklamalara, homofobiye karşı yürüyen eşcinsellerle “Onur Haftası” yürüyüşlerine, Davutpaşa’da, Tuzla’da yaşanan iş cinayetlerine karşı yapılan mitinglere, Madımak Oteli’nin Utanç Müzesi olması için düzenlenen 2 Temmuz etkinliklerine, Kürt sorununun demokratik çözümü için yapılan gösterilere katıldım, feministlerin kadın kurtuluşu için düzenledikleri faaliyetleri de destekledim.’
* Hikayeyi buraya kadar anlattığım bir arkadaşım, ‘Olur mu canım, saçmalama’ dedi, ‘İddianamede başka şeyler de vardır...’ Ben sayayım başka neler var diye de saçmalayan kişi ben olmayayım: SDP’nin Devrimci Karargah örgütüyla ilişkisine kanıt olarak gösterilen dijital dokümanlar arasında SDP İstanbul il örgütünde bulunan 1982’de ölen devrimci Mustafa Asım Hayrullahoğlu ile ilgili video görüntüleri, Dev-Lis tarafından Denizli’de yapılan Kızıldere anmasında çekilen fotoğraflar, Deniz Gezmiş anmasında çekilen fotoğraflar, 1 Mayıs 2008 ve 1 Mayıs 1977’ye dair görüntüler. Mahir Sayın’ın örgüt üyesi olduğunun dijital kanıtı ise 2010 yılı Şubat ayında Ankara’da TEKEL işçileri ile dayanışma amacıyla gerçekleştirilen mitingdeki görüntüleri.
* Her çarşamba sevdiği adamı görmek için binbir engel atlayan Gülfer anlatıyor: ‘Ölümü gösterip sıtmaya alıştırmak buymuş meğer. Hiçbir tutuklu yakınına haber vermeden Tuncayları bir anda Tekirdağ Cezaevi’ne naklettiler. Silivri iyiydi, iki otobüs bileti atıp gidiyorduk. Şimdi ne badireler, ne yollar...’
* Latince bir deyim olarak Modus Operandi’den bahsetmek isterim. Bir kişinin ya da kurumun, çalışma, işlev görme alışkanlığı... Ne idüğü belirsiz ‘onurlu’ bir ihbar mektubuyla başlayan gözaltılar, sanıklardan önce basına sızdırılan ‘dijital deliller’, medeni bir hukuk devletinde şaka olarak bile kabul görmeyecek deliller ve telefon konuşma kayıtları ve sonsuzluğa uzanan tutukluluk süreleri Balyoz, Askeri Casusluk, KCK, Devrimci Karargah davalarının ve en son şike operasyonunun ortak noktasıdır. Yani aynı Modus Operandi. Öyleyse...
* Madem ki bu Türkiye yenisidir, Kafka’nın değil, gerçekten tüm milletin kaleminden çıksın diyorum ben. Çıksın ki bu ‘Dava’lar sonunda, bir sabah bir ‘Böcek’ olarak uyanmayalım. Hep beraber, top yekün.
* NOT 1: Devrimci Karargah’ın ikinci ve belki de ilk gerçek duruşması 11-12 Ağustos’ta görülecek. Ülkenin demokrat insanları bu dava için ‘maydonoz’da değil, Beşiktaş Adliyesi’nde buluşsun. Saat 10.00’da.
* NOT 2: Devrimci Karargah davasının detaylarına inmek isteyenlere İsmail Saymaz’ın ‘Hanefi Yoldaş’ adlı kitabını şiddetle öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder