31 Temmuz 2011 Pazar

Kürt’ün Biatı Türk’ün Egosunu Besliyor

Kürtlerde sıkça görülen, ezene, ezen ulus üyelerine biat davranışı da aslında narsizmin bir davranış biçimidir. Biat ederek egosunun daha fazla kırılmamasını sağlıyor. Son 25 yılda PKK’nin başlattığı direniş ve isyan, biat davranışının hızla dönüşümüne neden oldu. Ancak bu narsizmin iyileştiği anlamına gelmiyor.

Kürt tarafanın gerek politikada gerekse basında Türk toplumunun hassasiyetlerini gözetirken gösterdiği bazı davranış biçimlerinin, çok spontane bir biçimde Türk toplumundaki nasyonal narsist yapıyı beslediğine Zap zaferini –direnişini örnek verdim.

Sokak linçleri: Nasyonal narsist egonun doyum zirvesi

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bir Kürt politikacısının, devlet ile olan görüşmelerde ilerleme sağlaması için, oldukça fazla iyi niyetle söylenmiş “faili meçhul-belli olan 17.000 kişiyi unutmaya hazırız” demesi, barış görüşmelerini bir adım ilerletmezdi. Nitekim öyle de oldu. Türk tarafanın nasyonal üst benliği güçlendi, narsist egosu da tatmin oldu. Doyumsuz olan narsist ego yeni doyum arayışı içine girecektir. Bunun için de çıtayı yükseltecektir. Yeni doyum alanları bulmak için. Bu ve buna benzer söylem ve davranışlar, amacı ve niyeti ne olursa olsun her iki tarafada öz olarak zarar veren davranışlardır. Çözümsüzlüğü ve çelişkileri derinleştirmekten başka bir işlevi de olmaz.

 
Türk medyasını en çok mutlu eden, yazılı ve görsel medyaya baktığınız da nerdeyse orgazm çığlıklarının atılmasına neden olan, bir davranış biçimi de, Kürt politikacılarının, Kürdistan’da söyledikleri bazı sözlerini, geri almaları, ya da “yalnış anlaşıldım” deyip, dolaylı bir özür sunmaları.

 
Son bir örnek de, KCK’den dolayı tutuklanan seçilmiş Kürt politikacılarının kelepçeli hallerinin, ince bir titizlikle resmedilip, polis ve içişleri bakanlığı tarafından medyaya servis edilmesi. Bunu bir kaç defa yazdığım için ayrıntısına girmeyeceğim. Ancak özel olarak servis edilmiş bu resmin Kürt medyası tarafından sürekli kullanılması da, sadece imkansızlık diye açıklanamaz. Ben KCK davasına gittim ve izledim. O salondan, o fotoğrafı boşa çıkaracak binlerce çizgi foto çıkabilirdi. Ancak çıkmadı. Kolay olan tercih edildi.

Baydemir’in ‘has...tir’ söylemi


Kısacası PKK, terörist olarak tanımlandığı sürece, Abdullah Öcalan İmralı adasında esir –hükümlü statüsünde bulunduğu sürece, KCK davası ile seçilmiş Kürt politikacıları hukusuz bir şekilde tutuklu kaldıkları sürece, Kürt medyasının ve politikacılarının, kişilik yapılarının yaptıkları işe yansıması bilinçli bir biçimde değiştirilmediği sürece, Türk toplumunun nasyonal-narsist yapısı beslenecektir ve daha çok doyum isteyecektir.

 
Tersi bir örnek de Osman Baydemir’in, “has…tir” söylemi. Her ne kadar Osman Baydemir’in de narsist egoları okşayacak konuşmaları oldu ise de, ”has…tir” karşı tarafta tam bir şok etkisi yarattı. Ne oldu sonra?.. Hiç anlaşılmayan bir nedenle Osman Baydemir’i bir koro olarak savunmaya başladılar. Hem de çok ironik. Amed Belediye Başkanı’nı, Kürt Özgürlük Harketi’ne karşı korumaya aldılar. Bunun tercümesi şudur; “Siz bakmayın bize has…tir çekti ama, bizdendir, biz onu koruyoruz, olur böyle şeyler, falan filan, yoksa bir Kürt bize has..tir çekemez”…

 
Tam da burda psikopat örneğini vermek istiyorum. Her psikopat aynı zamanda bir narsisttir. Bir psikopatın sadistik duygularını tatmin etmek için seçtiği kurbanlar kesinlikle tesadüf değildir, ve genellikle yalnış kurban seçmezler. Ve seçim konusunda hisleri korkunç gelişmiştir. Bir psikopat, yolda yürürken, karşıdan gelenlerin hangisinin kurban olarak seçilmesi gerektiğini hemen hisseder. Seçeceği kurbanın, ona yalvarıp yakarması, ağlaması gerekir ki, onun egosu tatmin olsun. Bunu yapmayacak güçlü birini kurban olarak seçmezler.

 
Osman Baydemir örneğine geri dönersek, onun bu sözü ve belki de daha gelecek sözleri, nasyonal narsist yapıyı, tatmin etmeyeceği ve beslemeyeceği için, hiç de cazip biri değil. Türk medyası ya da politikası ona ne yapar, zaman gösterecek.

 
Kürt medyası ve politikası üzerine yazılacak eleştiriler, öyle bir kaç yazıya sığdırılacak cinsden değil. Şimdilik bu örnekler ile yetinelim. Ancak bu doyum, daha çok doyum, daha şiddetli doyum sarmalı nasıl yıkılabilir asıl sorun budur ve taraflar ne yapmalı?

 
Sokak linçleri, şiddetli bir doyum isteğidir, doyum isteğinin doruğa ulaşmasıdır. Zirvesidir. Ve kaçınılmaz olandır.

 
Burada belirtmem gerekiyor ki; narsist kişilik bozukluğu, çok büyük bir ihtimal ile Psikyatri’de 2013’de yapılacak uluslararası yeni clasifikasyon sisteminden çıkarılacak. Yani 2013’den sonra narsist kişilik bozukluğu tanısı konulamayacak. narsizm daha çok psikopat, hysteric, borderline ve paranoid kişilik bozukluğu içinde ele alınacak. Ben Nasyonal-Narsist tanımımı nasıl değiştiririm, zaman gösterecek.

Empati

DTK’nin 4 Temmuz 2011’de Amed’de ilan ettiği Demokratik Özerk Kürdistan üzerine yapılan eleştiriler, tehditler ve aşağılamaların boyutu öyle bir düzeye geldi ki, ben de acaba zamanlaması çok mu yalnıştı diye düşünmeye başladım. Türkiye’deki Kürt dost-düşmanı yazar takımı, poltikacısı öyle bir söylem tutturdular ki, hani derler ya “eteğindeki bütün tasları DÖKtü”diye. Bunlar da söyleyecekleri her seyi söylediler. Hiç bir şey kalmadı. Yarın savaş daha derinleşirse ne diyecekler? Küfürler, lanetler, beddualar ya da kahrolsunlarla başlayan cümleler mi kuracaklar. Ya da süreç barışa evrilirse Kürtler’in yüzüne nasıl bakacaklar?

 
Son bir örnek de Nazlı Ilıcak’tan. Kürtler’e empati yapmayı öğrenmelerini öneriyor. Bu yazının ilk kısmında, empatinin sınırını zorlayan ve aşan bazı Kürt politikacıların Türklere ne kadar zarar verdiğini, onlardaki nasyonal narsist yapıyı nasıl beslediğinin örnekleri var.

 
Narsist yapılarda empati gelişkin değildir hatta yoktur, tipki psikopatlardaki gibi. Ancak empatiyi tersten işleterek belki bazı soru işaretleri yaratılabilinir. Örneğin bazı ara başlıklar ile tersten empati örnekleri vermeye çalışayım.

Ahmet Altan’ın edepsizliği


Ahmet Altan bir zamanlar Demokratik Toplum Partisi eşgenel başkanı Selahattin Demirtaş’a bunu söylemişti. Edep, bireyin içinde bulunduğu grubun kurallarına uymayan davranış biçimi gösterenler için kullanılır. Altan, bunu söylerken kendi bireysel edebini mi referans aldı, yoksa toplumsal edebi mi referans aldı bilemiyorum. Toplumsal edep egemen olan, özünü ırkçılık, dayatmacılık, toleranssızlığın (Türk-İslam sentezi) oluşturduğu nasyonal - narsist bir toplumsal yapının edebi, Selahattin Demirtaş’ın edebine uymuyor. Yani haklı. Eğer kendi biryesel edebini referans aldıysa, sanıyorum yine haklı.

 
Şimdi bu “edepsiz” Ahmet Altan, bir de Kürtlerden Neşe Düzel ile söyleşi yapabilecek bilgili-kaliteli birini arıyormuş. Eksik bir arama. Bir de Altan’ın bireysel ve toplumsal ahlak referansına uygun olmalı. Ahlaki ve edebi de uygun olmalı. Ancak bulamayacağı birini arıyor. Bir de üstelik DÖK’ün nasıl somut bir proje olduğunu anlatabilmeliymiş.

 
Oysa Ahmet Altan’ın öncellikle Kürtleri peşine takmak istediği AKP’nin somut projelerini anlatması gerekiyor… Varsa barış projesini, yoksa savaş konseptini vs..vs… ayrıca anlatması da yetmez, bir de Kürtçe anlatması lazım, yoksa Kürtler nasıl anlar…

Cengiz Çandar Londra’da müsamerede

Cengiz Çandar, AKP ve BDP’li vekiller ve bazı akedemisyenlerle Londra’da, İskoçya’da barış süreci ile ilgili eğitim alıyormuş. Habire köşesinde laf salatası yapıyor. Ona bir tavsiye, bu kadar uzaklara gitmesine gerek yok. Gidip DÖK’e iltica edip vatandaşlık hakkı talep etsin ve orda çalışsın. Çok daha effectif olmaz mı?..

 
Bir de 21. yüzyılda, pozitif ayrımcılığın ne olduğunu ve nerelerde kullanıldığını bilmeyenlere Avrupa’da aptal değil ahmak gözü ile bakılır. Türkiye’de nasıl bakıldığını bilmiyorum. Ancak Türk medyasına bir öneri ne olduğunu ve nasıl uygulandığını öğrenmeye çalışsınlar. Hele bir kadın bunu bilmiyorsa çok ayıp… Ahmet Altan’ın Neşe Düzel’i işten çıkarması gerek.

Türk aydını kendisini ve toplumu kurtarabilecek mi?

Buraya kadar yazdıklarım tersten empatiye örneklerdi.
Bir DÖK ilanı insanları ne hale getirdi. İşte psikyatride narsist kırılma buna denir. Kısacası Freud’un terapisindeki ayna DÖK’ün ilanı ile kırıldı. Ancak Freud terapisindeki aynayı, hasta kendisi kırıyor. Bu nedenle de Freud, verimli bir terapinin başlayabileceğini düşünüyordu.

 
Oysa Türkiye’de toplumsal narsizmi, DÖK ilanı yıktı, kırılmayı o sağladı. Hastalıklı olan toplum kendisi bir kırılma yapmadı. Doğru olan aydınların, bu hastalıklı yapıyı kırmalarıydı, tıpkı Sartre’nin yaptığı gibi, Fanon’un yaptığı gibi, bugünlere gelmeden, 17.000 kişi asit kuyularına atıldığı zaman yapılmalıydı. Amed Cezaevi’nde insanlık çiğnendiğinde yapılmalıydı, 5000 köy boşaltıldığında yapılmalıydı. Ve hatta Dersim Katliamı’nda yapılmalıydı… Zîlan’da, Ağrı’da yapılmalıydı… Çok gecikti. Ve üstelik bu patalojik yapı hala  sürekli olarak medya ve aydınlar tarafından besleniyor.
Açıkcası Türk aydını da zor bir süreçten geçiyor. Kendini kurtarabilecek mi? Halkını kurtarabilecek mi? 

 
Aydındaki narsist kırılma kalemine yansır. 

 
Kalemdeki kırılma sokağa yansır. Türkiye bunun örnekleri ile dolu. Bunun teorisini yapanlar bile oldu. Ertuğrul Özkök, Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ı böyle savundu.

 
Bu da narsizmdeki (oto)destruktif davranışın doruk noktasıdır.
Türk aydını aydın olmanın gereklerini yerine geitrebilecek mi? Yoksa kalemi ile linç kültürünün gelişmesine katkı mı sunacak. Sokaktaki linç ile kendi kırılan egosunu mu mastürbe edecek.

 
Süreç bundan sonra nasıl gelişir doğrusu iyi bir tahmin de bulunmak zor. Bu süreçi en iyi aydınlar götürebilirdi, ancak göründüğü kadarı ile en çok kırılan onlar.

Kürtlerde Narsizm

Psikyatride egosu kırılan narsist genellikle çok tehlikelidir. Öncelikle çevrelerine sonra da kendilerine zarar vermeye ve bu zararı çevreleri ile birlikte bitiş noktasına kadar götürmeye çalışırlar.

 
Daha da ürkütücü olan, Kürtlerin de büyük oranda narsist bir yapıya sahip olmaları. Kürt erkeklerinin (özellikle erkekler, kadınlar aynı konumda değiller) de içinde doğup büyüyüp yetiştikleri ortamın, narsist bir yapının oluşması için gereken bütün olumsuzlukları (şiddet ve istikrarsızlık) taşıyor. Ancak üst benlikte nasyonalizmin oluşmasını sağlayacak şartlar da yok. Kürtlerin nasyonalist olmamasının en büyük kanıtı da uluslaşma sürecinde devlet kurma isteklerinin yakıcı olmaması. Ve bir ulus devlet kurmamaları. Bu negatif mi, pozitif mi ayrı bir yazı konusu.  

 
Ayrıca Kürtlerde sıkça görülen, ezene, ezen ulus üyelerine biat davranışı da aslında narsizmin bir davranış biçimidir. Biat ederek egosunun daha fazla kırılmamasını sağlıyor. Son 25 yılda PKK’nin başlattığı direniş ve isyan, biat davranışının hızla dönüşümüne neden oldu. Ancak bu narsizmin iyileştiği anlamına gelmiyor.

 
Kürtlerin bir avantajı, Kürt politikasında kadınların çokça ve etkin olmaları. Genellikle narsizm dalaşında kadınların oldukça pozitif etkileri vardır. Kürt kadın politikacılarına büyük görevler düşüyor.
Türk aydınlarının yaptığı, üstencilik, aşağılayıcı ve yok sayan, davranışları karşısında, biatcı bir davranış sergilemek nasıl onların narsist egolarını güçlendiriyorsa ve ikinci bir tatminin yolunu açıyorsa, tersi de (provoke olan irrite eder, irrite olan provoke eder) - sürekli ve gereksiz bir tartışma ile çözümü olmayan bir kördüğüm sarmalı olur. Psikyatride buna horoz dalaşı denir.

 
İki taraf da birbirinin narsizmini beslememeli.

 
Biat, inat, inkar, irritasyon, provakasyon, üstencilik, hakaret, aşağılamak, şovenizm, nihilizm bütün bunlar narsizmin hanesine yazılı.

 
Barışmayı beceremesek bile, çocuklarımızın ölmemesi için, aynalarımızı kıralım.

BİTTİ

DR. IŞIK İŞCANLI

Hiç yorum yok: