Türkiye’de herkes Fethullahçıların önemli bir politik güç olduklarını biliyor ve bunu kabullenmiş durumda. Dini referanslı bir cemaatin politikayla bu kadar iç içe olması ne kadar gerekli ve doğrudur? Milli eğitim ve polis teşkilatında ve diğer kurumlarda bu kadar örgütlenmeleri neyi ifade eder? Açık ki, bu ülkenin yönetimine ve politik yaşamına direkt bir giriş ve müdahaledir.
Dini bir çevrenin politikaya bu kadar angaje olması ve devletin içine girerek kadrolaşması her açıdan tartışılmaya ve değerlendirilmeye değer bir konudur. Bu konu Türkiye’de yeterli biçimde tartışılmadı. Şimdi iktidar partisinde ve devlet yönetiminde etkili olmfları nedeniyle birçok çevre de hedef olmamak için tartışmadan uzak durmayı tercih ediyor. Fethullahçı çevreler eğitim ve hayır vb işlerle sınırlı kalmadılar. Güçlü bir basın da oluşturdular ve Türk siyasal hareketine ağırlık koydular. Kendilerinden olmayan güçleri hedeflediler. Polisi ve istihbaratı kullanarak rakip gördüklerini etkisizleştirmeye ve devre dışı bırakmaya çalıştılar.
Bu aşırı politika sevdası onları din ve hayır işlerinin ötesine, politik oyun ve en kirlisinden psikolojik savaş yöntemlerine taşıdı. İslam’ın gereği olarak barışı ve iyiliği esas almaları gerekiyordu. Şerden ve fesattan uzak durmalıydılar. Savaş kışkırtıcılığı yapmamalıydılar. Ancak belirttiklerimizin tersi ne varsa Fethullahçı çevreler tarafından yapıldı.
Hüseyin Gülerce’nin Zaman’da yazdığı makale tam bir savaş manifestosu durumunda. Bu şahıs böyle bir yazıyı kendi başına yazamaz. Sorumlulukları ağır olan bir tutum hükümetten bağımsız olarak da öyle bir yazı yazamaz. Anlaşılan cemaat ve hükümet arasında bu konuda bir mütabakat var.
H. Gülerce’nin yazısı kendine aşırı güvenin ve kibirin de bir numunesi gibi. Ve çokça karşı olduklarını söyledikleri Ergenekoncuların ve aşırı milliyetçilerin bütün hastalıklarından müzdarip. Aynı dili ve referansları esas almış. Oldukça ırkçı ve milliyetçi bir söyleme sahip. Kürtleri ne kadar küçük gördüklerini ve bir fatih edasıyla Kürtlerin kendilerini yönetemeyeceklerini, devlet ve hükümetin çizidiği sınırların dışında çıkamayacaklarını belirtmektedir.
Dil tamamen sorunlu. “Bir tarafta millet bir tarafta da millet düşmanları var“ diyor. Bu dilde bir yenilik var mı? Bu dil ve söyleme Türkiye yabancı değil. Irkçı ve inkarcı Türk egemen sistemi içeride demokratik muhalefeti ezmek için hep “devlet ve millet düşmanları” söylemini kullanmıştır. Şimdi H. Gülerce de aynısını yapıyor. Onlar millet ve devlet, Kürtler ve muhalefet edenler de millet ve devlet düşmanları! Millet ve devlet düşmanlarına ne yapılır? Kahredilmeleri için gerekenler yapılır.
H. Gülerce Kürt muhalefetini nasıl ezeceklerini ve kahredeceklerini de açıkça ilan etmekte bir sakınca görmemiştir. Doğan Güreş ve Tansu Çiller’in bolca kullandıkları artık demode olmuş “belini kıracağız“ söylemine geri dönmüştür. Dikkat edilirse, askeri yetkililer bile bu söylemi artık terketmişlerdi. Ama H. Gülerce onları da aşarak bu söylemi kullanmaktan sakınca görmemektedir. Şimdi artık yetki sivil hükümette ve polisi, jandarmayı ve özel kuvvetleri kullanarak Kürt direniş hareketini tasfiye edeceklerini belirtmektedir.
H. Gülerce herhangi bir analiz ve yorum yapmamaktadır. Açıkça bir savaş stratejisi açıklamaktadır. Dikkat edilirse hükümet kanadından ve yandaş medyadan bu yazıya herhangi bir tepki ve farklı görüş gelmemiştir. Ortak bir görüş ve hareket planı olduğu açıktır.
H. Gülerce yüzde elli oya ve devleti istedikleri gibi dizayn etmeye fazla güvenmiş. Artık 14 Temmuz’un Kürtler için bir millad olduğunu ve onlara gününü göstereceklerini ilan etmiştir.
Fethullahçılar açıkça meydana indiler. Bu meydan barış meydanı değil, şer meydanıdır. Buna söylenecek er meydanına hoş geldiniz. Şimdiye kadar başkalarının arkasına sığınarak olanakları ele geçirdiniz. Artık palazlandınız ve kendinize güven kazandınız ve meydana iniyorsunuz. Ama bu iniş zalimlerin inişi ve dilidir. Kürtler mazlum bir halktır. Hala dilini bile okullarında kullanamamaktadır. Kimsenin özgürlüğünü elinden almamışlar ve herhangi bir ülkeyi işgal etmemişlerdir. Kürtlerin toprakları başkaları tarafından yönetilmektedir. Kendilerini yönetme istemlerine niye en kaba işgalcinin tahammüsüzlüğüyle karşılık veriyorsunuz.
Kürtleri açıkça tehdit ediyorsunuz. Dört bin köyün yakılması, elli binden fazla insanın ölmesi ve onbinlerce insanın hapislerde hayatlarının harcanmasına doymadınız. Bu yıkımlar yetmedi. Şimdi Fethullahçılar savaşı yeniden organize ederek Kürtlere gününü göstereceklerini ilan ediyorlar.
Anlaşılan İran’ın da Kürtlere saldırmasını fırsat bilerek bu ortaklığın Türkiye ayağını da tamamlamak istiyorlar. Kürtler Fethullahçılara ve AKP Hükümeti’ne teslim olacak mı? Onların tehdit ve kara propagandalarına papuç bırakacak mı? Bunu kimse beklemesin. H. Gülerce gibilerine söylenecek şudur: Aklınızı başınıza toplayın. Siz çocuklarınızı savaşa ve ölüme göndermezsiniz. Yoksulların çocuklarının kanı üzerinde siyaset yapmaktan vazgeçin. Savaşın ve şerin tarafında olmayın. Barışın ve iyiliğin dilini kullanın. Bunu yapmazsanız bundan sonra artık sarumluluğu başkasına yükleyemezsiniz. Yaptıklarınızın ve söylediklerinizin sonuçlarına da ortak olursunuz.
MUZAFFER AYATA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder