14 Nisan 2011 Perşembe

Milliyetçiliğin Yeni Dönem Sloganı: Avrupa Türkçülüğü

Göçmenleri Türk devletinin çıkarlarına bağlamaya çalışan çevreler, onların artık bu ülkede kalıcı olduğunu görünce politikalarını da buna göre yenilemeye başladılar. ‘Alman ol Türk kal’ biçiminde özetlenecek bu yaklaşımın sonucu olarak bir süredir ‘Avrupa Türkleri’ gibi bir kavram kullanılıyor.

Almanya’da Türkiyeli göçmenlerin haklarını savunan, onların sorunlarına çözüm arama amacıyla oluşturulan kuruluşların başında Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF) geliyor. 6 Aralık 1980 yılında kurulan Federasyon, 26 yıldır bu doğrultuda çalışmalar yürütüyor. DİDF Genel Başkanı Hüseyin Avgan, Avrupa’da yaşayan Türkiyeli göçmenlerin, gerici çevreler tarafından her zaman kullanılma gayretinde olduğunu söyledi. “Hem ekonomik hem de siyasi olarak büyük bir pazar olarak gördükleri ‘gurbetçi pazarını’ değerlendirmek için her yola başvuruyorlar. Sonuçta içinde yaşanılan ülkeyi ve buradaki sosyal, siyasal, kültürel gelişmeleri anlama konusunda zorluklar getiriyor” diyen Avgan, entegrasyon sorununun alternatifinin ‘gettolaşma’ ya da ‘milliyetçilik’ olamayacağını söyledi.

3. Kuşağın entegrasyon sorunu var mıdır? İki kültür arasında kaldığı söylenebilir mi?


Sayıları bir milyona yaklaşan göçmen kökenli çocuk ve genç, bugün 3. ve 4. kuşak olarak anılıyor. Burada doğup büyüyen, burada eğitim gören bu gençler, elbette ilk kuşaklardan ve onların Türkiye’de yetişmiş çocukları olan 2. kuşaktan birçok bakımdan ayrı özellikler taşıyor. Birincisi, 3. kuşağın büyük bölümü kendini Almanca ifade ediyor ve bu sayede yerli toplumla daha fazla alışveriş şansına sahip. İkincisi, bu kuşak, öncekilere göre kendini daha fazla bu ülkeye ait görüyor ve Türkiye’ye geri dönme gibi bir alternatifi bulunmuyor. Ancak şu noktayı unutmamak gerekir: 3. Kuşak’tan söz ettiğinizde bütünü için tek bir değerlendirme yapmak mümkün değil. Burada doğup büyümelerine rağmen, kendi arasında farklı eğilim ve özellikler taşıdığını da görmek gerekiyor.

Diğer taraftan 3. kuşağın entegre olup olmamasını belirleyen sadece bu gençlerin eğilimleri ve istekleri değildir. Asıl belirleyici olan, onların içinde bulunduğu sosyal ve siyasal koşullardır. 3. kuşak gençlerin, 2. kuşağa göre daha zor şartlara sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca son 10-15 yılda çalışma hayatı ve eğitim koşullarında yaşanan sorunları göz önüne aldığımızda da, göçmenlerin entegrasyonu daha sancılı hale gelmiş bulunmaktadır.

Sizce kuşaklar arası bir çatışma mümkün mü, mümkünse bunun nedenleri ne olabilir?


Almanya’ya ilk gelen göçmenlerle sonraki kuşaklar arasında dünya görüşü, yaşam tarzı, davranış biçimleri, güyüm kuşam-yeme içme alışkanlıkları vb. birçok konuda farklılıklar sözkonusu. Benzerliklerin, henüz kaybolmamış değer ve özelliklerin olduğu gibi. Ama bu farklılıkları ve değişim sürecini, kuşaklar arası bir çatışma olarak görmek doğru olmaz. Türk ve Kürt toplumu için de.

Birinci kuşak göçmenler genellikle Türkiye’de köy kültürüyle yetişip, değerler kazandılar. Üçüncü kuşak gençler ise, Avrupa’nın en modern sosyal ve ekonomik ilişkileri içinde doğup büyüyorlar ve sanayi toplumunun değerleriyle karşı karşıyalar. Burada çatışma konusu olan, din ve yarı feodal geleneklerin ağır bastığı değerlerle, sanayi toplumunun liberal, bireyci değerleridir aslında. Eski ile yeni arasındaki bu çatışmadan kaçınmak neredeyse imkansızdır. Ama tabii bu, eski olan tüm değerler gericidir veya modern toplumun tüm değerleri yozlaşmıştır anlamına da gelmiyor.

Özellikle son dönemlerde bazı örgütler tarafından ‘Avrupa Türkçülüğü’ adı altında politikalar yapılıyor. Bu, gençlerin entegrasyonunu nasıl etkiler?

Dini ve milli değerleri kullanarak politik ve ekonomik çıkar sağlamaya çalışan gerici çevreler, ta başından beri buradaki göçmen emekçileri kullanma gayretinde oldular. Göçmenleri Türkiye’ye ve Türk devletinin çıkarlarına bağlamaya çalışan bu çevreler, onların artık bu ülkede kalıcı olduğunu görünce politikalarını da buna göre yenilemeye başladılar. “Alman ol Türk kal“ biçiminde özetlenecek bu yaklaşımın bir sonucu olarak da bir dönemdir “Avrupa Türkleri“ gibi bir kavram kullanılıyor. Yaşadığı ülkedeki sorunlar ve entegrasyon konusundaki zorluklar nedeniyle kendini tam bulamayan göçmen gençlerin bir bölümü için bir cazibe yaratabileceği söylenebilir. Bu kavram ve onun arkasındaki niyetlerin, entegrasyona değil bölünmeye ve milliyetçiliğe hizmet edeceği açıktır. Göçmen kökenli olmaktan kaynaklanan sorunlar ve iş, eğitim vb. sıkıntılar nedeniyle gelecek problemi yaşayan gençlerin alternatifi ‘gettolaşmak’ veya ‘milliyetçilik’ olmamalıdır.

Eğitimde yaşanan başarısızlığın faturasının göçmenlere kesilmesi ne kadar doğru bir politika?


Bu konuyu kullanan çevreler aslında, eğitimdeki sorunların gerçek nedenlerinin üstünü örtmek istiyorlar. Son yıllarda yapılan araştırmalar, Almanya’nın eğitim alanında ciddi bir başarısızlık ve sıkıntı içinde olduğunu ortaya koyuyor. Eğitime ayrılan bütçedeki kısıtlamalar, eşitsizliğe ve elemeye dayalı eğitim sistemi nedeniyle öğretmenler, veliler ve öğrenciler açısından çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Gelir düzeyi düşük ailelerin çocuklarının çok ciddi bir gelecek sorunu var. Ve bunları görmezden gelen hükümetler, sermayeden yana politikalara devam etmek istiyorlar. Evet, göçmen kökenli çocukların eğitimdeki durumu içler acısıdır. Çok az bir bölümü gelecek güvencesi yaratacak bir eğitim şansına sahip bulunuyor. Ama bunun sorumlusu ne bu çocuklar ne de onların aileleridir. Yoksul Alman ailelerin çocukları için de aynı sorunlar sözkonusudur. Okullarda yaşanan şiddet vb. olaylar da sadece göçmenlere malediliyor. Ama bütün bunlar aslında birer sonuçtur. Eğitime yeterince bütçe ayırmaz, göçmen gençleri teşvik için çaba harcamaz, gençlere insanca yaşayacak bir gelecek sunmayı görev edinmezseniz, bu gibi sorunlar daha da artacaktır doğal olarak.

3500 km uzakta olan Türkiye`nin gündemini Avrupa’da özelde Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli insanların gündemine getirmek sizce uyum konusunda ne kadar sağlıklı olabilir?

Bunun sağlıklı olmadığı apaçık ortada. Sadece uyum konusu açısından değil, çocukların kişilik ve sosyal gelişimi açısından da aslında ciddi sorunlar doğuruyor bu durum. İçinde yaşanan ülkenin, toplumun gündeminden uzaklaşmak her bakımdan göçmenlerin yaşamındaki güçlükleri arttıyor. Elbette bunun arkasındaki nedenlere bakmak gerekir. Politik ve ekonomik kazanç sağlama derdinde olan çevrelerin çabalarının önemli rol oynadığını görmekteyiz. Bunların arasında Türkiye merkezli politika yapan çeşitli kurum, dernek ve partilerin yanısıra, medya kuruluşları, şirketler vb. yer alıyor. Hem ekonomik hem de siyasi olarak büyük bir pazar olarak gördükleri “gurbetçi pazarını” değerlendirmek için her yola başvuruyorlar. Sonuçta içinde yaşanılan ülkeyi ve buradaki sosyal, siyasal, kültürel gelişmeleri anlama konusunda zorluklar getiriyor. Türkiye’yle ve ordan taşınan sosyal, kültürel değerlerle ister istemez ilişki içinde bulunulduğu ve bunların bugünden yarına hemen ortadan kalkmayacağı açıktır. Ama yaşadığımız ve geleceğimizi bağladığımız bu ülkedeki sosyal ve siyasal hayata ne kadar aktif katılırsak sorunlarımızı da o ölçüde değiştirme şansına sahip olduğumuz unutulmamalıdır.

Özellikle göçmen kökenli ve Türkiye’den gelen insanlarda yoğun bir işsizlik var. Bunu neye bağlamak gerekiyor?


Büyük sermaye sahipleri daha fazla kar sağlamak için çalışma hayatını istedikleri gibi düzenlemeye çalışıyorlar. Bunun sonucu olarak da, ücretler aşağı çekiliyor, işten atmalar, fabrika kapatmalar çoğalıyor, esnek çalıştırma yaygınlaşıyor, sendikal haklar kısıtlanıyor. Gençler için güvenli bir iş bulma, meslek eğitimi görme imkanları ortadan kalkıyor vb. Ne kadar çok işsiz olursa çalışanlar üzerinde o derece baskı yapabileceğini bilen sermaye sahipleri, işsizliğin artmasından rahatsızlık duymuyor tabii ki. Sonuçta emeğini satarak geçinen insanlar, kötü koşulların ya da işsizliğin kucağına itiliyor. Büyük bölümü işçi, emekçi olan Türkiye kökenli göçmenler de haliyle bu durumdan en çok etkilenen kesimler arasında bulunuyor. Türkiye’den gelenler arasında sermaye sahibi olanlar belki 60’lı, 70’li yıllara göre daha artmış durumda ama hala büyük bölümünü, ancak çalışarak geçinebilen kesimler oluşturuyor.

Devam edecek

Hazırlayan: ERDAL ALIÇPINAR

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Hiç yorum yok: