Bireysel tarih, kültür ancak bu evrensellik içinde anlam bulabilir. Birey derken bir şahıstan bir ulusa kadar geniş bir yelpaze içindeki tikellikleri kast ediyorum. Bireyde tarihi çözümlemek potansiyeli her zaman vardır. Birey tarihin ürünüdür. Tarihin somut halidir. Yaşıyorsa güncelidir. Tarih derken elbette tarihsel-toplum anlamındadır. Tanımlamaya çalıştığım bu tarihten çıkardığım ilk ve en önemli sonuç, bir klan düzeyinde bile olsa hem dar hem geniş anlamda mensubu olduğun toplumu çözmeden, anlamadan insan haline gelinemeyeceğidir. İnkâr, zoraki asimilasyon toplumda sürekli işbaşındadır. Bu da anlam yitiminin dayanağı, kaynağıdır. Olsa olsa bu süreçlerden geçen birey ve topluluklara negatif birey ve topluluklar denebilir. Sanırım insan demek zordur.
Gerçeğin toplumsal olduğuna dair kanılarım giderek güçlenmektedir. Bir kişi, bilmenin en üst sınırına ancak gerçeğin toplumsal kaynağına anlam vererek erişebilir. Bu nedenle toplumdan kaçmak; anlamdan, bilgelikten kaçmaktır. Liberalizmin ısrarla toplumdan kaçışı hem gerçeğe yüzeysel yaklaşımını hem de bunun kapitalizmin doğasındaki gerçekliğiyle, onun ideolojik ifadesi olmayla bağlantılıdır. Kapitalizm ve hegemonyasındaki toplumun gittikçe reklama, yalana daha çok başvurması yine gerçekliğin bu yönünü vurgular.
Bireysel olduğu kadar toplumsal bir yürüyüş
Hem teorik gelişmem, hem pratik-siyasi gelişmemdeki rolüm, savunma gerçekliğini her geçen süre içinde daha aydınlatıcı kılmaktadır. Mahkumiyet koşullarımın kolay olmadığı, geçmediği iyi bilinmektedir. Veya bilinmek durumundadır. Nasıl katlanabildiğime ilişkin soruya verebileceğim ilk yanıt yine bir deyiş niteliğindedir: Toplumsal gerçekliğimin mahkumiyetini yaşıyorum sadece. İstesem de, önümde cennet bahçeleri de olsa özgür yaşayamayacağımın tamamen farkındayım. Yaşadığını idea edenler en hafif deyimle kendilerini yanılttıklarına emin olmalılar. Tabi toplumsal mahkumiyetin tarihsel-güncel nedenleri uzun bir diyalektik anlatımdır. Önemli olan bu anlama varmadır. Ancak buna vardıktan sonra zaman ve mekan içinde özgürlük yürüyüşüne geçebilirsin. İçsel olduğu kadar dışsal; bireysel olduğu kadar, toplumsal bir yürüyüştür bu.
Tarihi anlamak, almak ve vermek
Birey ve toplum olarak Ortadoğu’nun beşiğinde, merkezi uygarlık beşiği Mezopotamya’da varlık kazanmışız. Tıpkı Fırat gibi akan bu uygarlık yürüyüşü ilgimi hep arttırarak kendine yöneltmektedir. Yönelmekten bıkmıyorum, sıkılmıyorum. Jeolojisi, bitkisi, hayvanıyla olağanüstü bütünleşmiş insanı ve toplumu açık ki tüm gerçeklerin kaynağı durumundadır. Sadece kendimi bu gerçeklerle anlamlandırmayacağım. Tüm insanı, evrensel insanı da en yetkin konumda ve zamanlarda tanımlamış, anlamış olacağım. Firavun ve Nemrutların yanlarından kaçan, geriye dönüp direnen, Musalara, İsa ve Muhammedilere yaklaşmak; mesajlarının özünü anlamak, almak ve vermek az önemli ve heyecanlı serüvenler olmasa gerek.
İbrahim’le Nemrut’un öyküsünü güncellemek önemlidir
Halen aynı merkezi uygarlığın büyük takibi altında ve tutuklusuyum. Hem kaçıyor hem direniyorum. Hemşehrim İbrahim’in Nemrutla olan öyküsünü güncellemek önemlidir. Dinin de saygı duyulacak en önemli özelliğidir. Avrupa uygarlık aşamasından kaynaklı soykırım, savaş da gerçeğin diğer bir yanıdır. Ulus-devlet, endüstriyalizm ve kapitalizmin doğa ve toplumu Ortadoğu’da adeta intiharın eşiğinde tutarak sömürüyor.
Bir bütün olarak Ortadoğu ulusallıklarının hakikat ölçülerinin son derece özden yoksun, tarihsel temelden kopuk inşa edildiğini kavramak önemli. Ulus-devletin Ortadoğu biçimlenişleri sadece kapitalist hegemonya (Avrupa’nın) imalatı olmaktan da öteye toplumsal tarihin keskin çarpıtmaları dolayısıyla gerçeğin büyük kısmının inkarını sağlamak anlamına da gelmektedir.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.
Okunma: 607
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder