Haber Merkezi -
Acımasız bir şekilde 19’u çocuk toplam 35 sivil katledildi. Sadece 3
kişi kurtulabildi. İnsan hakları raporlarına “kolektif katliam” ve
“kasıtlı”, BDP’ye göre “Ankara’da planlandı”. Başbakan Erdoğan’ın
açıklamaları da bunu doğrular nitelikte; özür dilemek ve hesap vermek
yerine bir zamanlar karşı olduğu ordusunu kutladı. Ona göre tek suçlu,
BDP, muhalifler ve gazeteciler.
AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana 35’i 2011’de olmak üzere en az 171 Kürt çocuğu güvenlik güçleri, bombalar veya askeri patlayıcılar tarafından katledildi. 28 Aralık’ta Roboski’deki saldırıda katledilenler arasında 19 çocuk vardı. Bunlar sınır ticareti yapıyorlardı, diğer bir ifadeyle devletin gözetimi ve gayrı resmi izniyle sigara kaçakçılığı. İki insan hakları örgütü, İHD ve Mazlum-Der, ön raporlarında “yargısız infaz” ve “kolektif katliam” sonucuna ulaştı. Bir başka raporda 13 yaralının helikopter ve ambulansın gelmemesi nedeniyle köylülerin sırtında yaşamlarını yitirdiği belirtildi.
Katliam gecesi olay yerinde olan BDP, “soykırım” ve “planlı katliam” ifadesini kullandı. Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş, 3 Ocak günü Başbakan Erdoğan’ın katliama açıklama getirmek yerine kendilerini suçlamasına sert yanıt verdi: "Biz senin meşruiyetini, Başbakanlığını tanımıyoruz. Sen kendini ne zannediyorsun. Bu halkın çocuklarını katledeceksin kanlı ellerinle de, BDP'den hesap soracaksın. Haddini bileceksin. Sen hesap vereceksin. Çıkıp bu çocukları katlettiğin için hesap vereceksin. Sen bizden hesap soramazsın.”
Hassas ordunun katliamları…
Öncesinde Başbakan, katliama inandırıcı açıklama yapmak veya özür dilemek bir yana dursun BDP ve gazetecileri suçladı, orduyu “hassasiyetinden ötürü” kutladı. Öylesine hassas bir ordu ki, 21 Ağustos 2011 tarihinde Kandil’in Kortek ilçesine düzenlediği hava saldırısında aynı aileden 3’ü çocuk biri bebek 7 sivili katletti. Öylesine hassas ki, 2000 yılında Güney Kürdistan’ın Kendakole bölgesine düzenlediği hava saldırısında çoğu çocuk ve kadın 40 kişiyi katletti. 1994’de Şırnak’ın iki köyünü güpegündüz bombaladı, 38 kişiyi yok etti. Bu ordunun hassasiyeti 1994 ile 2011 arasında gerçekleştirdiği 40 operasyonda kimyasal silahlarla 470’i aşkın gerillayı katletti. Ordunun “hassasiyeti” ülkeyi toplu mezara çevirdi: İHD’ye göre şu an 253 toplu mezarda 3248 cenaze bulunuyor. Bu ordu bugün AKP ve ortağı Fethullah Gülen’in hakimiyetinde.
Erdoğan katliamı gerekçelendirmek için molotof kokteylli eylemleri örnek göstermekten de çekinmedi. Buna tepkisi ise Molotofları silah sayacak yeni bir teklif hazırlığı içinde olduklarını belirtmek oldu. Bu da molotofa karşı polisin silah kullanacağı anlamına geliyor. En son 6 Aralık’ta Adana savcılığı 15 yaşındaki bir gence polise molotof attığı gerekçesiyle 24 yıl hapis cezası istemişti. Erdoğan’ın açıklaması ile daha kötüsünü mü beklemek gerekiyor?
Resmi yalanlar ve gerçekler
Hükümeti katliam için “kaza” derken, Genelkurmay Başkanlığı bölgenin PKK’lilerin geçiş noktası olduğu ve üslerinin bulunduğu gerekçesiyle bombalandığını savundu. Hiçbiri gerçeği yansıtmıyor. Ne görgü tanıkları, ne bölge sakinleri ve ne de devletin kendi pratikleri bu gerekçeleri doğrulamıyor. HPG komutanlarından Bahoz Erdal, 1999’dan katliam bölgesinde herhangi bir çatışma yaşanmadığını, gerillanın ne hareketliliği ve ne de üssünün bulunmadığını, sözkonusu alanın Genelkurmay’ca yasaklı bölge kapsamına alınmadığını söyledi. Erdal, bölgedeki her köyde birer taburluk asker olduğunu ve kaçakçılık faaliyetinin devletin gözetiminde ve bilgisi dahilinde yapıldığını da sözlerine ekledi. Erdal’a göre eğer üç kişi kurtulmasaydı, katliam PKK’nin üzerine yıkılacaktı. BDP milletvekili Hasip Kaplan, katliamın Ankara’da planlandığını belirterek “Bu bir insanlık suçu” dedi ve katliamı uluslararası yargı kurumlarına taşıyacaklarını ifade etti.
Gerçek baronlar…
Yoksulluktan kaynaklı sınır ticareti ne bölge halkı ne de devlet için bir sır değil. Tamamen yerel otoritelerin gözetimi ve izni ile yapılıyor. İHD ve MazlumDer’in hazırladığı rapor da bunu doğruluyor. Bu sınır ticaretinde çocuklar ve gençler hayatları pahasına cep harçlıkları ya da eğitimlerini finanse edebilmek için yer alıyorlar. Bunlar bombalanırken, gerçek baronlara, yani uyuşturucu taciri kıyafetliler ve onların işbirlikçilerine ise dokunulmuyor.
Özgürlük düşmanı ‘hassas’ faaliyetler
Bir yandan Erdoğan’ın “hassas ordusu” katliam yaparken, “hassas” polisi Kürt ve muhalif avında, “hassas” hükümeti ise halkına karşı suç örgütleyen kararlar almakla meşgul. “Kadın da olsa çocuk da olsa öldürmeyi emreden”, “eleştireni tutuklayan”, “düşünmeyi suç sayan” yasalar çıkarıyor. Erdoğan’ın hükümetin özgürlük düşmanı icraatlarını gizlemek ve rahat bir şekilde yürütmek için gazetecileri tehdit etmediği gün yok gibi. En son katliamdan sonra 3 Ocak günü yine gazetecileri hedef aldı, aynı gün hükümeti eleştirmeye cesaret eden nadir Türk gazetecilerden Ece Temelkuran’ın HaberTürk’teki işine son verildi. Temelkuran, son yazısında katledilen çocuklara dikkat çekmiş ve Erdoğan’ın açıklamalarını sert eleştirmişti.
Demirtaş, katliamdan sonraki gün yaptığı açıklamada “Katliamı gizlemek insanlık suçudur” diyordu. Erdoğan hükümetinin şu anda yaptığı tam da bu işte.
Düşünmeyen toplum yaratmak…
Ana akım medya bugün Türk hükümetinin denetiminde bulunuyor. Çok sayıda gazeteci, Banu Güven ve Can Dündar gibi, ekranlardan uzaklaştırıldı. Bir çoğu da tehdit edildi, Nuray Mert gibi. Sindirilenlerin sayısını tutmak zor. Sindirilemeyen ve meydan okuyan gazeteciler ise hükümetin birinci hedefindeler. En az 96 gazeteci bugün cezaevlerinde bulunuyor. Bunların büyük çoğunluğu Kürt. Bu da “hassas” hükümetin “ileri demokrasi” icraatları. Amaç ise Erdoğan’ın kendi ifadesinde gizli: “Düşünmezsen yoktur”. Yaratılmak istenen de düşünmeyen, 35 kişinin öldürüldüğü toplu katliamları bile yok sayan, görmeyen bir toplum yaratmak.
ANF NEWS AGENCY
AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana 35’i 2011’de olmak üzere en az 171 Kürt çocuğu güvenlik güçleri, bombalar veya askeri patlayıcılar tarafından katledildi. 28 Aralık’ta Roboski’deki saldırıda katledilenler arasında 19 çocuk vardı. Bunlar sınır ticareti yapıyorlardı, diğer bir ifadeyle devletin gözetimi ve gayrı resmi izniyle sigara kaçakçılığı. İki insan hakları örgütü, İHD ve Mazlum-Der, ön raporlarında “yargısız infaz” ve “kolektif katliam” sonucuna ulaştı. Bir başka raporda 13 yaralının helikopter ve ambulansın gelmemesi nedeniyle köylülerin sırtında yaşamlarını yitirdiği belirtildi.
Katliam gecesi olay yerinde olan BDP, “soykırım” ve “planlı katliam” ifadesini kullandı. Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş, 3 Ocak günü Başbakan Erdoğan’ın katliama açıklama getirmek yerine kendilerini suçlamasına sert yanıt verdi: "Biz senin meşruiyetini, Başbakanlığını tanımıyoruz. Sen kendini ne zannediyorsun. Bu halkın çocuklarını katledeceksin kanlı ellerinle de, BDP'den hesap soracaksın. Haddini bileceksin. Sen hesap vereceksin. Çıkıp bu çocukları katlettiğin için hesap vereceksin. Sen bizden hesap soramazsın.”
Hassas ordunun katliamları…
Öncesinde Başbakan, katliama inandırıcı açıklama yapmak veya özür dilemek bir yana dursun BDP ve gazetecileri suçladı, orduyu “hassasiyetinden ötürü” kutladı. Öylesine hassas bir ordu ki, 21 Ağustos 2011 tarihinde Kandil’in Kortek ilçesine düzenlediği hava saldırısında aynı aileden 3’ü çocuk biri bebek 7 sivili katletti. Öylesine hassas ki, 2000 yılında Güney Kürdistan’ın Kendakole bölgesine düzenlediği hava saldırısında çoğu çocuk ve kadın 40 kişiyi katletti. 1994’de Şırnak’ın iki köyünü güpegündüz bombaladı, 38 kişiyi yok etti. Bu ordunun hassasiyeti 1994 ile 2011 arasında gerçekleştirdiği 40 operasyonda kimyasal silahlarla 470’i aşkın gerillayı katletti. Ordunun “hassasiyeti” ülkeyi toplu mezara çevirdi: İHD’ye göre şu an 253 toplu mezarda 3248 cenaze bulunuyor. Bu ordu bugün AKP ve ortağı Fethullah Gülen’in hakimiyetinde.
Erdoğan katliamı gerekçelendirmek için molotof kokteylli eylemleri örnek göstermekten de çekinmedi. Buna tepkisi ise Molotofları silah sayacak yeni bir teklif hazırlığı içinde olduklarını belirtmek oldu. Bu da molotofa karşı polisin silah kullanacağı anlamına geliyor. En son 6 Aralık’ta Adana savcılığı 15 yaşındaki bir gence polise molotof attığı gerekçesiyle 24 yıl hapis cezası istemişti. Erdoğan’ın açıklaması ile daha kötüsünü mü beklemek gerekiyor?
Resmi yalanlar ve gerçekler
Hükümeti katliam için “kaza” derken, Genelkurmay Başkanlığı bölgenin PKK’lilerin geçiş noktası olduğu ve üslerinin bulunduğu gerekçesiyle bombalandığını savundu. Hiçbiri gerçeği yansıtmıyor. Ne görgü tanıkları, ne bölge sakinleri ve ne de devletin kendi pratikleri bu gerekçeleri doğrulamıyor. HPG komutanlarından Bahoz Erdal, 1999’dan katliam bölgesinde herhangi bir çatışma yaşanmadığını, gerillanın ne hareketliliği ve ne de üssünün bulunmadığını, sözkonusu alanın Genelkurmay’ca yasaklı bölge kapsamına alınmadığını söyledi. Erdal, bölgedeki her köyde birer taburluk asker olduğunu ve kaçakçılık faaliyetinin devletin gözetiminde ve bilgisi dahilinde yapıldığını da sözlerine ekledi. Erdal’a göre eğer üç kişi kurtulmasaydı, katliam PKK’nin üzerine yıkılacaktı. BDP milletvekili Hasip Kaplan, katliamın Ankara’da planlandığını belirterek “Bu bir insanlık suçu” dedi ve katliamı uluslararası yargı kurumlarına taşıyacaklarını ifade etti.
Gerçek baronlar…
Yoksulluktan kaynaklı sınır ticareti ne bölge halkı ne de devlet için bir sır değil. Tamamen yerel otoritelerin gözetimi ve izni ile yapılıyor. İHD ve MazlumDer’in hazırladığı rapor da bunu doğruluyor. Bu sınır ticaretinde çocuklar ve gençler hayatları pahasına cep harçlıkları ya da eğitimlerini finanse edebilmek için yer alıyorlar. Bunlar bombalanırken, gerçek baronlara, yani uyuşturucu taciri kıyafetliler ve onların işbirlikçilerine ise dokunulmuyor.
Özgürlük düşmanı ‘hassas’ faaliyetler
Bir yandan Erdoğan’ın “hassas ordusu” katliam yaparken, “hassas” polisi Kürt ve muhalif avında, “hassas” hükümeti ise halkına karşı suç örgütleyen kararlar almakla meşgul. “Kadın da olsa çocuk da olsa öldürmeyi emreden”, “eleştireni tutuklayan”, “düşünmeyi suç sayan” yasalar çıkarıyor. Erdoğan’ın hükümetin özgürlük düşmanı icraatlarını gizlemek ve rahat bir şekilde yürütmek için gazetecileri tehdit etmediği gün yok gibi. En son katliamdan sonra 3 Ocak günü yine gazetecileri hedef aldı, aynı gün hükümeti eleştirmeye cesaret eden nadir Türk gazetecilerden Ece Temelkuran’ın HaberTürk’teki işine son verildi. Temelkuran, son yazısında katledilen çocuklara dikkat çekmiş ve Erdoğan’ın açıklamalarını sert eleştirmişti.
Demirtaş, katliamdan sonraki gün yaptığı açıklamada “Katliamı gizlemek insanlık suçudur” diyordu. Erdoğan hükümetinin şu anda yaptığı tam da bu işte.
Düşünmeyen toplum yaratmak…
Ana akım medya bugün Türk hükümetinin denetiminde bulunuyor. Çok sayıda gazeteci, Banu Güven ve Can Dündar gibi, ekranlardan uzaklaştırıldı. Bir çoğu da tehdit edildi, Nuray Mert gibi. Sindirilenlerin sayısını tutmak zor. Sindirilemeyen ve meydan okuyan gazeteciler ise hükümetin birinci hedefindeler. En az 96 gazeteci bugün cezaevlerinde bulunuyor. Bunların büyük çoğunluğu Kürt. Bu da “hassas” hükümetin “ileri demokrasi” icraatları. Amaç ise Erdoğan’ın kendi ifadesinde gizli: “Düşünmezsen yoktur”. Yaratılmak istenen de düşünmeyen, 35 kişinin öldürüldüğü toplu katliamları bile yok sayan, görmeyen bir toplum yaratmak.
ANF NEWS AGENCY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder