Faysal DAĞLI
Son dönemin en ilginç
gelişmelerinden biri Kürdistan'ı çevreleyen kolonyal jeostratejik
eksendeki kaymadır. Bu hattaki kırılmanın ilk dalgaları yeni konjonktürü
okuyamayan Ankara'yı vurmuştur. Kürtlerin güçlü direnişlerinin
çözülmesinde etkili olduğu Kemalist paradigmanın iflası ardından rejimin
devamı için girişilen istikrarsız iktidar oyunları ülkenin dokusunu
daha da bozmuştur. Sonuçta statükonun bir diğer mağduru
muhafazakar/islami odak rejimin can simidi olmuştur.
Ordu merkezli rakip odağın ağırlığını kontrol edilir seviyeye çeken AKP iktidara yerleştikten sonra Başbakan Erdoğan'ın kişisel tarzı ile de örtüşen, içerde ve dışarda labil 'regional power/bölgesel güç' siyaset uygulamaya başlamıştır. Bunun sonucunda Türkiye'nin geleneksel iç ve dış dengeleri sarsılarak kaçınılmaz çöküş hızlanmıştır. Gelinen aşamada ne sanıldığı ve yansıtılmak istendiği gibi Türk devleti içerde Kürt direnişini bastırabilecek ne de dışarda Ortadoğu'ya model parti ve ülke olabilecektir, ne yeni Osmanlı fantazileri hayat bulacak, ne de Türkiye ABD'nin gözdesi olarak eski pozisyonunu koruyabilecektir.
Ordu merkezli rakip odağın ağırlığını kontrol edilir seviyeye çeken AKP iktidara yerleştikten sonra Başbakan Erdoğan'ın kişisel tarzı ile de örtüşen, içerde ve dışarda labil 'regional power/bölgesel güç' siyaset uygulamaya başlamıştır. Bunun sonucunda Türkiye'nin geleneksel iç ve dış dengeleri sarsılarak kaçınılmaz çöküş hızlanmıştır. Gelinen aşamada ne sanıldığı ve yansıtılmak istendiği gibi Türk devleti içerde Kürt direnişini bastırabilecek ne de dışarda Ortadoğu'ya model parti ve ülke olabilecektir, ne yeni Osmanlı fantazileri hayat bulacak, ne de Türkiye ABD'nin gözdesi olarak eski pozisyonunu koruyabilecektir.
İkinci milenyumun ilk çeyreğinde Türkiye
siyasal, sosyal ve kültürel kriterleri ile değil ancak olabileceği gibi
dizi film ihracıyla, yani virtuel kültür sektöründe Ortadoğu'da lider
ülke olmuştur! Elbett Mısır sineması toparlanıncaya dek! El Cezire
televizyonunda AKP yanlısı Türk gazetecilerle tartışan Arap
meslektaşları; 'Türkiye'yi model olarak istemiyoruz kardeşim, siz gidip
kendi sorunlarınızı çözün önce. Biz kendimize gerekli modeli yaratırız'
demekten yorulup, model olmakta ısrar eden Türk gazeteciler ile alay
etmektedir! Mısır'ın Müslüman Kardeşleri İsrail ile komşu olmanın
dayanılmaz hafif kıldığı iktidarın laik ve yumuşak koltuklarına
kuruluverdiklerinde, Türkiye'nin en fazla Etopya'ya daha çok gazeteci
tutuklama konusunda model olmaktan başka şansı kalmayacaktır!
Başkan Obama'nın geçtiğimiz hafta
Washington'u ziyaret eden Irak Başbakanı Maliki'ye söyledikleri, ABD'nin
şimdiye dek AKP ile oynadığı 'model ülke' oyunundan çalınan replikler
olması açısından ilginçtir: ''Irak'ı bölgede bir demokrasi modeli
haline getirme hedefindeyiz. Başarılı, demokratik bir Irak'ın, tüm bölge
için bir model teşkil edebileceğini düşünüyoruz. Kapsayıcı nitelikte ve
ulus inşasında Sünni, Şii, Kürd, toplumun her kesimini bir araya
getirebilen bir Irak'ın, bölgede demokrasi yaratma arzusundaki diğerleri
için de bir model olabileceği düşüncesindeyiz."
Türk siyasi eliti bu sözlerden ne anlar bilemem ancak Obama'ya göre ''kapsayıcı nitelikte ve ulus inşasında Sünni, Şii (Alevi), Kürd, toplumun her kesimini bir araya getirebilen bir ülke'' ancak model olabilecektir! Görünüşe göre bu tanım asla Türkiye'yi ifade etmemektedir.
Sıfırlı siyasetin sefaleti!
Dönemin en çarpıcı diğer gelişmesi de
büyük resimde göze çarpan çatışma olgusudur. Sözünü ettiğimiz kolonyal
jeostratejik ittifağın parçalanması, bu halkayı oluşturan ülkeler
arasında bir ucu çatışmaya giden ciddi krizlerin doğmasına yol açmıştır.
Türk devletini şimdiye dek tüm politik ve stratejik ayrışma ve farklı
bloklardaki angajmanların yarattığı ağırlığa rağmen Kürdistan
konfliktinin yönetilmesi ve Kürt direnişinin bastırılması ekseninde
birarda durabildiği Suriye, İran ve Irak ile karşı karşıya getiren durum
da aynı sorundan kaynaklanmaktadır.
Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında
karşılıklı savaş tehditlerini de içeren yeni bir konjonktür oluşmuştur.
Ankara'nın, Suriye'de rejimin çökmesine karar verilince olunca 'komşuluk
hakkı' icabınca Şam'ın pastasına alelacele uzanması Tahran ve dolayısı
ile Bağdat ile de karşı karşıya gelmesine neden olmuştur. Ankara
pastanın ilk parçasının yani Batı Kürdistan'ın kendi payı olmasında
ısrar etmektedir.
AKP hükümeti iktidarda kalma ve
'modellik yapma' ödülleri karşılığında, Washington'un desteği ve teşviği
ile Şam, Bağdat ve hatta Tahran'da dizayn edeceği yeni rejimler ile
yeni bir bölgesel jeostratejik denge oluşturmak gibi ancak filmlere konu
olabilecek bir serüvene girişmiştir. Sonuçta 'sıfır problem' siyaseti
Ortadoğu'nun tarih yutan vakumuna kaptırılmış, AKP 'sıfır dost'
realitesine çarpmıştır!
Osmanlı-Safevi rekabetine dönüş mü?
Suriye çelişkisinin yanısıra Ortadoğu'da
ABD'nin Tahran'a yönelik giriştiği ağır ve derin kuşatma İran sınırına
dayanınca, Ankara da idareci tutumdan vazgeçmiş, İsrail'e yönelecek
Şahap füzelerini Malatya'dan vuracak kalkana kılıç olmak zorunda
kalmıştır! Elbette Tahran'ın Şii dünyasına sirayet etmesi, ABD işgali
sonrası Bağdat üzerindeki hakimiyeti, nükleer silah üretme kapasitesinin
artması gibi gelişmeler Türk yetkilileri İran konusunda geleneksel
Osmanlı-Sefevi rekabetinin psikozuna sokmuştur.
Ancak, Şam'da İsrail ile iyi geçinen
yeni bir komşu rejimin bulunmasından, Lübnan ve Filistin'de Hamas ile
Hizbullah'ın da ıslah edilip silahsızlandırılmasının ardından Tahran
rejiminin mevcut durumunu sürdüreceğini düşünmek için güçlü nedenler
kalmayacaktır. Sıra kaçınılmaz olarak Tahran'ın niteliksel değişimine
gelecektir. Mola rejimi ya ABD ve İsrail ile uzlaşacak veya çatışmaya
girmek zorunda kalacaktır. Bu çatışma tüm dünyaya ciddi ekonomik
zararlar verme ve uzun sürme potansiyeline sahiptir ve kaçınılmazdır.
Bir diğer kaçınılmazlık da Türkiye'nin bu çatışmanın içine
yuvarlanacağıdır!
Bu olası gelişmeler belki de nükleer bir
saldırıya uğrama endişesi olan İsrail kadar Kürtleri de ilgilendiren
boyutlara sahiptir! İran'ı hedef alacak bir saldırı halinde kesinlikle
Malatya'daki füze kalkanı sistemini vuracaklarını' söyleyen İran Meclisi
Dış Politika ve Ulusal Güvenlik Komisyonu Başkanvekili Hüseyin
İbrahimi, Türkiye ve İran arasında gelinen aşamayı da net ifade
etmiştir. 3 ay öncesine dek Sadabad ve Dolmabahçe saraylarında Kandil'i
birbirlerine ikram ederek kolkola pozlar veren Türk ve Fars siyasetçiler
bugün birbirlerini tehdit eder hale gelmiştir.
Yanlış hesap ve Bağdat!
Türkiye'nin Suriye'nin içine çomak
sokması, İran dışında, Irak'ı da oldukça rahatsız etmektedir. İran'a
yakın duran Şii ağırlıklı Maliki hükümeti, AKP'nin neo-Osmanlıcı
siyasetinden en rahatsız olan liderlerin başında gelmektedir. Maliki, 12
Aralık'ta yaptığı Washington ziyareti öncesi Wall Street Journal ile
yaptığı söyleşide Türkiye'nin Irak'ın içişlerine karıştığına dikkat
çekmiştir: "Türkiye, bazı siyasi şahsiyetleri ve blokları
destekleyerek Irak'ın içişlerine karışıyor, siyasi konularda kabul
edilemez biçimde karışıyorlar." Maliki, bu sözlerin mürekkebi kurumadan
Erdoğan'ın ''sıfır sorun'' siyasetine duyduğu 'sıfır saygıyı' da ifade etmiştir.
Dönemin ilginç gelişmelerinden biri de
Obama'nın Washington ziyaretinde Irak Başbakanı Maliki'ye çektiği
'Irak'ın modelliği' söylevinden sonra Irak Başbakanının Sünni Lider
Tarık Haşimi'yi tasfiye etmesidir. Maliki, Bağdat'a döner dönmez
Türklerin 'Ankara'nın stratejik dostu' olarak adlandırdığı Irak
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi'yi çizmiş ve hakkında 'terörist
faaliyetlerden dolayı' tutuklama kararı çıkartmıştır. Tarihin garip
cilvesi Sünni Irak İslam Partisi Lideri Haşimi, Irak'ta tarih boyuna
Sünni rejimlerin ezdiği Kürdistan'a sığınmıştır. Bağdat'ta gelişen Şii
zorbalığına karşı bu kez Kürtler ile Sünniler aynı safa geçmek durumunda
kalmıştır.
Irak'ın, Suriye üzeri yapılan transit karayolu taşımacılığını Irak'a kaydırmak isteyen Ankara'yı redetmesi ile birlikte düşünülünce iki ülke arasında Kürtlerin duvar olacağı bir gerginliğin başladığı söylenebilir.
Irak'ın, Suriye üzeri yapılan transit karayolu taşımacılığını Irak'a kaydırmak isteyen Ankara'yı redetmesi ile birlikte düşünülünce iki ülke arasında Kürtlerin duvar olacağı bir gerginliğin başladığı söylenebilir.
Kürtler için son asırdaki tarihlerinde
ortaya çıkan bu altın fırsattan yararlanmaları; kimi sahalarda güven
sorunu duymadan ortak hareket etme kültürü yaratabilmelerine, küçük
hesaplar yapmayı aşmalarına ve ilişkilerinde demokratik tutumlar
geliştirmelerine bağlıdır.
Türkiye Avrupalı mı Asyalı mı?
Ankara'nın dış siyasetinde yaşanan
deprem sadece bu ülkenin doğu sınırlarını etkilemekle kalmamış, Türkiye,
AKP iktidarı ile yeni bir politik kimlik bunalımına da sürüklenmiştir.
Avrupa standartlarına yükselmek yerine Avrupa'yı kendi düşük profiline
çekmeyi esas alan ve gazeteci hapsetmede Habeşistan'ın da gerisine düşen
AKP hükümeti AB vizyonunu da yitirmiştir. Başbakan'ın son zamanlardaki
tek dış başarısı İsrail'e kaptırdığı Heronlar yerine PKK'ye karşı
ABD'den aldığı 4 predatör uçak ve 3 süper kobra helikopteri ile
Ukrayna'ya Türk vatandaşların vizesiz girebilme anlaşmasıdır!
Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde
geldiği aşamayı da Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy geçtiğimiz
günlerde Le Monde gazetesinde yorumlamıştır. Sarkozy borç krizi
sonrasında iki Avrupa'nın ortaya çıktığını söyleyip, ''Türkiye'nin ne
yeni, ne de 27'ler AB'sinde yerinin olmadığını'' net olarak ifade
etmiştir. Bu konuda ortağı Alman Başbakanı Angela Merkel'in de
düşüncelerini dile getiren Sarkozy, Türkiye ile AB ilişkilerini kısa ve
acımasızca şöyle değerlendirmiştir: "AB her şeyden önce Avrupa
kıtası içindir. Bildiğim kadarıyla, büyük güç, büyük ulus olan Türk
dostlarımız esasen Küçük Asya'dalar." Bu ifadeler ile de Erdoğan'a Asyalı ''barbarlığı'' konusunda ince göndermeler yapmıştır.
Sarkozy ile Erdoğan arasındaki gerilim
yansıtılmak istendiği gibi Şam'ın şekerini Esad'ın elinden kapma yarışı
veya Fransa'daki Ermeni ve Türk oylarını manipüle etme çabası değildir.
Bu gerginliğin temel nedeni Avrupa'nın Erdoğan'a verdiği 'Türkiye'yi
klasik statükodan çıkarıp liberalize ederek Avrupa'ya yaklaştırma'
hedefinden sapmasına duyulan tepkidir. Ve Sarkozy esasında Erdoğan'a
hitap ederken tüm Avrupa adına konuşmaktadır!
Öte yandan Ermeni soykırımının inkar
edilmesine ceza öngören yeni yasanın Fransa parlamentosu tarafından
kabul edilmesi sürecinde takındığı saldırgan tavır, geçtiğimiz gün 36
Kürt gazetecisinin tutuklanması olayında Türk polisinin uyguladığı 'Asya
tipi barbarlık' AKP'nin en samimi Avrupalı dostlarının bile tepkisine
yol açmıştır. Örneğin Alman Yeşiller Partisi'nin biri Türk (Cem Özdemir
ile Claudia Roth) iki eş genel başkanı Türk hükümetine Kürt
gazetecilerin tutuklanması konusunda alışılmadık sert bir tepki
göstermiştir.
Erdoğan mı engel?
Avrupa hedefinden geri düşen, komşuları
ile savaş noktasına gelen ve iç çelişkiler ile yeni bir siyasi krizin
eşiğine dayanan AKP'nin Kürtlerle ilişkilerinde de çok daha ciddi hatalar
yapması kaçınılmazdır. Erdoğan, Avrupa'da imaj ve dost yitirdikçe
Kürtlere karşı daha da agresifleşmektedir. Gülen cemaati ile ilişkisinin
soğuması da Başbakan'ın belirlenen hedeflerden sapılmasındaki kişisel
sorumluluğundan kaynaklanmaktadır.
Öte yandan Erdoğan bir yandan
yardımcıları Beşir Atalay ve Bülent Arınç'ın ağzını kullanarak 'iyi
şeyler olacak, Kürtlerin hakkını vereceğiz' beklentileri yayarken, diğer
yandan da İçişleri Bakanı İdris Şahin aracılığıyla 'BDP, PKK'nin
uzantısıdır' diyerek bu partiyi kapatma ve yeni saldırıların
işaretlerini vermesi, Başbakan'a duyulan güvensizliği pekiştirecektir.
Yeni anayasa hedefinden vazgeçmesi, vahşi askeri saldırıların ve
kitlesel tutuklamaların talimatlarını vermesi de Erdoğan'ın aslında
demokratikleşme perspektifini yitirdiği anlamına gelmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder