Ulusal örgütlenmelere mücadele ve egemenlik anlayışı noktasında ileri düzeyde katkı sunan “dost-düşman”
kavramlarıdır. “Siyasi”, politik, ekonomik ve egemenliğe dayalı tüm
yapısallar bu eksende şekillenerek, sömürgeci egemen otoritenin
meşruluğunu reddeden karşı bir duruşu simgeler. Toprağa ve bu bağlamda
egemen siyasal özne olma konusunda baskın, etkin bir iradeye ayarlı ulusal örgütlenmelerin; egemen siyasal sömürge düzenini, “iyi” ve tarafsızlık ilkesiyle tanımlama istemi, sömürge kimliğin etnik egemen varlığını meşrulaştırma amacına yönelik olur. İster
kamusal ister siyasal ve ister sivil alanda olsun egemen siyasal gücün
tüm yönleriyle kendini var kıldığı, tüm araç ve gereçlerin de “dost-düşman”
diyalektiğinde tasavvur edilmesi zorunludur. Aksi takdirde meşruiyeti
kısmen de olsa onanmış en küçük bir kabul ciddi sorunlar yaratır.
Ezilen,
yurtlarından çıkarılan, siyasal, politik ve toplumsal egemenliğine son
verilmiş Kürtlerin, bu perspektifte varlık göstermeleri ve bu kavramlar
çerçevesinde, ulusal epistemolojik norm ve dinamiklerini
belirlemeleri ve bu noktada bir savunma, yeniden varlık bulma algısı
içinde hareket etmeleri önemli bir başlangıç olacaktır. Kuşkusuz “dost-düşman”
diyalektiği kavramsal ve içerik olarak ne yalnızca savaş halini
yansıtır ne etnik bir çatışmanın kaçınılmazlığını ileri sürer ne de
kendi dışında bir öteki yaratmaya çalışır. Kısacası öc alma duygusuna
tandanslı herhangi bir amacı taşımamaktadır.
Kendi
siyasal, egemenlik varlığını inşa etmek her milletin-ulusun hakkı
olduğu gibi Kürtlerin de hakkıdır. Bu haklılık aynı siyasal sistem
içinde demokratik eşitlik
temelinde varlık bulabilir mi? Ya da etnik karşıtlıkların eşitlik,
adalet, ortak bilinç, ortak karar, ortak irade şeklindeki yansıması
formunda, siyasal karşıtlık
karşısında nasıl bir tutum takınacağı gibi sorular sormamızı zorunlu
kılar. Ulus-devletlerde -özellikle Kürdistan’ı parçalayan- demokratik
anlayış, birlikte yaşam, eşitlik ve adalet gibi kavramların
“dost-düşman” ekseninde tasavvur edilmeyeceğine inanmak Kürtler
açısından safdilliktir. Egemen siyasal anlayış üst-yapı ve alt-yapı
çerçevesinde konumlandırdığı hukuki anlayışını “koruma” adı altında
muhafaza eder. Dolayısıyla Kürtlerin egemen-sömürgeci siyasal düşünce
ile ilişkileri ast-üst kavramsalında yer edinmek zorunda kalır. Bu
ilişki, sömürgeci zihniyetin Kürdistan’da gelişimini sağlayarak sivil, askeri ve devletsel bir hegemonyanın varlığını devam niteliği taşıma görevini üstlenir. Öyleyse Kürdistan’a yönelik her egemen bakış, “dost-düşman” diyalektiğinde kavramsallaştırma olarak çıkar karşımıza.
Kuşkusuz
Kürtlerin bu kavramları kendi ulusal mücadeleleri kapsamında
geliştirmeleri, egemen siyasal iktidarın reddi ile mümkündür. Red, inkâr
ve demokratik egemen söylem üzerine kurulu ulus-devletlere karşı, “dost-düşman”
diyalektiğinin felsefi ve teorik alt-yapısının temellendirilmesi,
şüphesiz Kürt aydın ve entelektüellerin görevidir. Toplumsal
dinamiklerin, siyasal, politik ve ulusal konjonktörün bu noktada önemli
olacağı yönünde akademik ve güncel çalışmaların yapılması zaruridir.
Zira felsefi, teorik alt-yapıdan yoksun düşüncelerin alanı sınırlı, bir o
kadarda polemik ve paradokslarla iç içedir.
Ulusal örgütlenmelerde tarafsızlık ilkesi ve egemen siyasal sistemin demokratikleşmesi üzerinden sürdürülen politik, siyasal mücadele, “dost-düşman”
diyalektiğine yönelik savunma gücünü boşa çıkarır ve Kürtlerin
self-determinasyon istemini uluslararası zeminde etkisiz kılar. Nitekim
Kürtlerin bugün sistem içi çözüm arayışları ve self-determinasyon
momentinin siyasal, ulusal ve milli bir hak olarak gündeme taşınmaması
konusundaki ölçüsüzlükleri, önemli bir eksikliğin varlığını gösterir.
“İktidarın kaynağı” olarak belirtilen egemenlik ilkesinin Kürt siyaseti
tarafından ıskalanması ve yerine egemenin iradesini benimseyen çözüm
üzerinde yoğunlaşması, söz konusu ölçüsüzlüklerin sadece bir yönüdür. Bu
da günümüzde rasyonel siyasetin “siyasal alan”a ilişkin olanaklarının
kullanılmaması anlamına gelir. Halbuki bu alana özgül bir yaklaşımda
bulunmuş olmanın daha evrensel ve kitlesel devinimlere yol açacağı
apaçıktır.
Egemen sömürgeci ulus-devletlerin mutlak hakimiyet otoritesini parçalayan ve onları yeniden dizayn etmeye zorlayan “dost-düşman”
diyalektiğidir. Doğası gereği bu kavramlar başta Kürtler olmak üzere
tüm sömürge toplumlar için köklü dönüşümü sağlayan üst noktasal bir
düşünce akımı yaratır. Bu diyalektik; egemen ulus-devletlerin, Kürtlerin
geleceğine ilişkin kararlar almasını ve egemen etnik kimliğe dayalı
siyasal bir üst-yapı içerisinde alt-kimlik formelliğinde/
biçimselliğinde konumlandırılmalarının yeni bir sömürge ve hegemonya
olduğu bilgisini yansıtır.
Kürtlerin
siyasal ve sosyal birlik paradigmasını bölen, parçalayan egemen
ulus-devletler, siyasal ve etnik egemen kimliklerinden kaynaklı egemen
merkezi anlayış çerçevesinde, Kürtlere karşı devlet olarak istedikleri
her türlü müdahale hakkına sahip oldukları düşüncesini ileri sürerler.
Bunun en açık örneği “tek devlet, tek dil, tek bayrak ve tek vatan” gibi
kavramlara yönelik her türlü reddediştir. Kürtlerin siyasal, ulusal
taleplerini bastırmaya, egemen ulus-devletin yetkin olduğunu nihayetinde
ise egemenin her halükarda nihai karar verici olduğu mantığı yolunda
bir anlayış benimsenir. Kuşkusuz
bu noktada Kürtlerin kendi egemenlik paradigmalarını “dost-düşman”
diyalektiğinde yeniden inşa etme zorunluluğu kaçınılmaz olur.
“Dost-düşman”
kavramsalında temellendirmeye çalıştığımız bu çalışma, Kürtlerin kendi
sorunlarına karşı ne yapmaları, nasıl hareket etmeleri, siyasal
epistemolojilerini hangi kavramsal çerçevede temellendirmeleri ve bu
temellendirmenin hangi perspektifte olması gerektiği noktasının ne
olduğu konusunda yeterli düzeyde bilgilendirilmeye ihtiyaç duymaktadır.
Elbette “dost-düşman”
diyalektiği ekseninde formüle etmeye çalıştığımız yöntem, bilimsel bir
gerçeklik taşımakla birlikte, Kürtleri siyasal, politik, ekonomik ve
kültürel egemenliğe yönlendirici önemli normlar içermektedir. Bunların
en başında sömürgeci siyasal paradigmanın karşısında olma ve
self-determinasyon gerçekliğiyle kendine özgü bakışı yansıtan siyasal
bir duruşun belirginleşmesidir. Bu vesileyle Kürtler, egemen sömürge
ulus-devlete ilişkin alanın dışında, kendi siyasal, sosyal, politik ve
ekonomik egemenliğine bir adım daha yaklaşmış ve uzun soluklu da olsa
amaçlarına ulaşmış olacaklardır.
Kürtlerin “dost-düşman” diyalektiğinde siyasal ve toplumsal bir algı çerçevesinde örgütlenmeleri ve kendilerini egemenlik düzeyinde yönetmek istemleri,
çoğulcu demokrasilerde bir haktır. Ve Kürtlerin bu haklarını
kullanmaları kendi rızalarına dayandıkça; egemen otoritenin karşı
çıkışları, baskıları, terör gibi nitelemelerinin uluslararası hukuka
aykırı olduğu gerçeği anlaşılacaktır.
Tüm bunlar, öncelikle Kürtlerin taraf olarak öteki sömürgeci zihniyeti “dost-düşman” diyalektiğiyle tanımlamasıyla gerçekleşebilir. Çünkü muhatabınızı
dost olarak kabul etmeniz durumunda onunla aranızda her türlü
ilişkinin-sömürge olarak yaşamayı, sizi yönetmesini ve nihai egemenliğin
ona aidiyetini vb.- meşruiyetini kabul etmiş sayılırsınız.
İrfan BURULDAY
kurdistan-aktuel.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder