Taraf tarzı gazeteciliğin işlevi –işlev, sürecin manipülatif biçimde bilinçli örgütlendiği anlamına gelmemektedir; öyle olsa bile bu polemikçiyi ilgilendirmez- Kürt
Sorunu’nda gelinmiş olan bilinçlilik düzeyini geri çekecek bir konuşma
ve tartışma uzamı yaratmak amacıyla sorunun çeperleri içinde yer alan
argümanları söylem üretecek biçimde örgütlemektir
.
Bir mesele üzerine polemiğe girmek oldukça ciddi bir iştir; sadece kendi kelamınızın değil aynı zamanda hasmınızın da sözünün gücünü ölçmek zorundasınızdır. Onun düşünme evreninin çeperleri, akıl yürütmesinin üzerinde işlediği –ve de görmezden gelinip işlemediği- argümanları ve tüm bunların nasıl bir konumlanma noktasından doğru bir araya getirilip örgütlendiği, polemiği başlatma arzusunu taşıyanın masasında yer almalıdır. Keza polemikte amaç, ileri sürülmüş herhangi bir yargıya yönelik tersi bir konumdan farklı bir yargı ileri sürerek karşılıklı mevziler kazmak değil, ileri sürülmüş olan yargının etrafında örgütlenmiş olan kavramsal haznenin dağıtılmasıdır. Çünkü söylem konuşmanın sonucunda ileri sürülen fikirlerin biriktirilmesiyle değil o fikri üreten konuşma sürecinin örgütlenmesini sağlayan öncüllerin ve yan argümanların bir tartışma evreni yaratmasıyla oluşur. Taraf tarzı gazeteciliğin işlevi -işlev, sürecin manipülatif biçimde bilinçli örgütlendiği anlamına gelmemektedir; öyle olsa bile bu polemikçiyi ilgilendirmez- Kürt Sorunu’nda gelinmiş olan bilinçlilik düzeyini geri çekecek bir konuşma ve tartışma uzamı yaratmak amacıyla sorunun çeperleri içinde yer alan argümanları söylem üretecek biçimde örgütlemektir.
Burada ciddi ve güçlü bir polemiğin üzerinde taşıması gereken ikinci sorumluluk ortaya çıkar: polemikçi karşısına almış olduğu söylemin üreticilerini bir ‘proje’nin bilinçli aktörleri olarak gören, zayıf düşüncenin suçlayıcı üslubuna başvurmaz. Söz konusu söylemi belirli bir perspektife yerleşmiş olup mevcut sorun hakkında tartışan samimi aktörlerin ürünü olarak görür ve sözü tartışır; sözün sahibini değil.
Tartışma zorunlu olarak dil ve düşünme arasındaki ilişkinin farkındalığını öncül olarak gerektirir. Dilde kullanılan sözcükler ve onların içerikli biçimde örgütlenmiş hali olan kavramlar, düşünmenin, kendisini üzerine kurduğu temeller/düşünmeyi varlığa getiren araçlardır. Çok uzun zamanların yükünü taşıyor olsalar da günümüz enformasyon akışının iletişim aygıtlarının gelişimi aracılığıyla takip edilemez hızı dili günlük müdahalelerin ve bu müdahaleleri yapma olanaklarına sahip olanların öznel zorlamalarına, manipülasyonlarına açık hale getirir. Bu süreç sözcüğün –ya da nitelikli bir tartışma uzamı örülebildiği oranda kavramın- taşımış olduğu yüklerin içeri alınması ve dışarıya çıkarılması (yani bir seçme işlemi) aracılığıyla işler. Bu seçme işleminin sonucunda duyulabilir/görülebilir hale gelen kavramın ne tür bir seçme sonucu ortaya çıktığı, içinde yer aldığı söylemin bütünü tarafından belirlenir. Örnek vermek gerekirse; anadil sözcüğünün –ve elbette onun bir kavram olarak işlenmiş halinin- etnik kimliğin bir göstergesi ya da günlük konuşmada anlaşmanın koşulu olarak gören bir söylem içindeki anlamıyla, anadilin bir halkın kolektif bilincinin niteliğini ve dolayısıyla da dünyayı görme/değerlendirme gücünü oluşturan temel olduğunu bilince çıkarmış bir söylem içindeki anlamı, bu iki farklı söylem içinde aynı sözcüğü kullansalar da, birbirinden oldukça farklı iki politik tavır, iki politik talep doğurur. Birincisi, dile sıradan bir araç muamelesi yapan ve verili toplumsal yapının –meşruluğu kabul edilmiş- formu içinde devletle yurttaş arasında geciktirilmiş bir hakkın iadesi sınırlarında gezinirken, ikincisi devlet yurttaş ilişkisinin görev ve sorumluluklar retoriğini oldukça aşan bir biçimde ulus inşa süreci içinde devletin mevcut formuna dair zorlayıcı, devleti yapısal olarak dönüştürme arzusunda bir siyasal alan içinde iş görmektedir. Taraf gazeteciliği birincinin lehine ikinci tavrın ufkunu daraltma işlevi görürken bütün bir siyasal alanın dilinin taşıdığı yüklere dair de bir eksiltme, kavramları içeriksizleştirme, dolayısıyla da siyasetin dilini niteliksizleştirme gibi sonuçlar üretmektedir.
Yukarıdaki öncüller eşliğinde bakıldığında, benim iddiam, dilin yapısal gücünün mevcut azalmışlığında kavram üretim sürecinin düşünmenin zayıf bir formu aracılığıyla gerçekleştirilmesinin mekânı haline gelen Taraf gazeteciliği, Kürt Sorunu’nda, Kürt siyasi hareketinin ve Türkiye emek hareketinin çok zor zamanların içinden geçerek üretmiş olduğu bir söylemin düzeyini düşürmek ve kavramların içeriklerini daraltmak suretiyle, şiddeti çözüm olarak öne çıkaran yeni (aslında eski) konsepte meşruluk sağlamaktadır. Meşruluk sağlamadan kasıt, açıkça operasyonların ya da şiddet odaklı çözümün desteklenmesi değildir, fakat Kürt Siyasal Hareketlerinin pratiklerinin manipülatif ve ‘sınırlı bir hayalgücü’ üzerinden kritiği, devlet söyleminin ve uygulamalarının kabul edilebilirlik derecesini arttırmaktadır.
Kabul edilebilirliğin artmasının diğer bir nedeni ise Taraf gazetesinin sorunu tartışma biçimi aracılığıyla görünüşe gelmektedir. Reel politik dengelerin ya da gündelik hesapların soyutlama düzeylerindeki bir zayıflıkla oldukça kısıtlı bir zaman dilimi içinde ve de dar bir yapısal düzlem üzerinden yapılan değerlendirmeler sorunun merkezlerini bulanıklaştırmakta hatta görünmez kılmaktadır. Mevcut eylemlilikler ve yapılar arası ilişkilere dair ileri sürülen komplo teorileri bir yandan meselenin özünü söylem alanından çekmekte, bu vesileyle de hükümet politikalarının odağını oluşturan kriminalize etme politikasının argümanları sorunun tek zeminiymiş gibi sunulmaktadır.
Böyle bir gazetecilik ve yeni köşe yazarları tiplemesinin hangi gereklilikler ile ortaya çıktığı elbette oldukça uzun bir başka tartışmayı gerektiriyor. Aynı derecede uzun ve bu metnin sınırlarını aşan bir diğer tartışma da söz konusu gazetenin liberal olarak adlandırılması. Sosyalist solun önemli bir kısmının söz konusu gazeteyle ilgili olarak bu sıfatı tercih etmesi genellik düzeyi oldukça yüksek bir soyutlamanın kullanıldığına işaret ediyor. Söz konusu sıfat gazete yazarlarının ve gazetenin genel politikasını işaret etmekten çok, kavramın negatif çağrışımlarına referans veriyor. Fakat söz konusu negatiflik gazetenin ortak yargılarının derli toplu ekonomi-politik bir değerlendirmesinden köklenmiyor; değerlendiricinin kaynağa inmeyişinin yanı sıra gazetenin böyle bir omurgasının olup olmadığı da bir başka sorun. Klasik muhafazakar siyasetin kabullerinin mevcut post-muhafazakarlık tarafından ilkeler bazında tasfiyesi nasıl ki bu siyasal yapıyı her türlü iktisadi yapıya eklemlenebilir hale getirdiyse liberal iktisadın da ayrım gözetmeden her türlü politik tavra sızabilme yeteneği liberal düşüncenin bu zamana kadar biriktirmiş olduğu tüm ilkelerin nötrleşmesi anlamına geliyor. Taraf gazetesi tam da bu merkezsizleşme ve –kavramın değer içeriksiz kullanılışında- omurgasızlaşmanın iki zeminin ortasında yer alıyor.
Böyle bir konuma iki açıdan dikkat etmek gerekiyor. Günümüz liberalizmini tanımlayan iki öğeye bakıldığında karşımıza çıkan sermaye ve -eski liberalin aksine(!)- devlettir. Türkiye’de sermayenin –hem istanbul hem de AKP çevresinde yoğunlaşmış olan sermayenin- Kürt Sorunu’nda isteği şiddet odaklı çözümden ya da PKK’nin imha edimesi politikasından yanadır. Örgütsüzleştirilmiş Kürt, yeni ve krizli dönemler için güvencesizlik ve emek gücünün değersizleştirilmesine odaklı emek denetim stratejilerinin uygulanabileceği ideal bir zemindir. Devlet açısından baktığımızda da, verili dünyadaki mevcut uygulamaların yönetmeye dair otoriterleşme eğilimleri –yeni bir toplumsal yaşam ufku da bulunan- Kürd’ü örgütsüzleştirmeyi temel hedef olarak belirler. Peki Taraf gazetesi Kürd’ü örgütsüzleştirmenin sermaye ve AKP tarafından üretilmiş bir projesi midir? Ya da malum cemaatle ilişkilerinin sorunsuz olmasından hareketle cemaatin Kürdü, mevcut konumundan, içeri alarak dışarıda bırakma hamlesi ile daha geri bir pozisyona çekmesi projesi midir?
Nitelikli bir tartışma bu tür soruların peşine düşmez; önemli olan metnin başlarında tartıştığımız, Kürt Sorunu’nda Taraf gazetesi tarafından üretilen ve devletin şiddet odaklı çözümüne meşruluk sağlayan söylemle yukarıdaki dinamiklerin kavramsal haznelerinin yapısal olarak niçin ve nasıl örtüştüğünü analiz edebilmektir. Taraf gazetesi için, bir proje olmaktan daha kötü olan, tarihsel bilgisizlikleri ve teorik yetersizlikleri yüzünden, kendilerinin bile farkında olmadığı (!), şiddet odaklı söylemin üretilme sürecinin bileşenlerinden biri haline nasıl geldiklerinin açığa çıkarılmasıdır.
Yapılmış olan tartışma daveti bu açığa çıkarmanın kavramlarının üretilmesi ve zayıf ama etkili Taraf gazetesi söyleminin –büyük ve tehlikeli sonuçlar vereceğinden açıkça söylüyorum- itibarsızlaştırılması için yapılmıştır.
* Ersin Vedat Elgür
Dicle Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Görevlisi
Bir mesele üzerine polemiğe girmek oldukça ciddi bir iştir; sadece kendi kelamınızın değil aynı zamanda hasmınızın da sözünün gücünü ölçmek zorundasınızdır. Onun düşünme evreninin çeperleri, akıl yürütmesinin üzerinde işlediği –ve de görmezden gelinip işlemediği- argümanları ve tüm bunların nasıl bir konumlanma noktasından doğru bir araya getirilip örgütlendiği, polemiği başlatma arzusunu taşıyanın masasında yer almalıdır. Keza polemikte amaç, ileri sürülmüş herhangi bir yargıya yönelik tersi bir konumdan farklı bir yargı ileri sürerek karşılıklı mevziler kazmak değil, ileri sürülmüş olan yargının etrafında örgütlenmiş olan kavramsal haznenin dağıtılmasıdır. Çünkü söylem konuşmanın sonucunda ileri sürülen fikirlerin biriktirilmesiyle değil o fikri üreten konuşma sürecinin örgütlenmesini sağlayan öncüllerin ve yan argümanların bir tartışma evreni yaratmasıyla oluşur. Taraf tarzı gazeteciliğin işlevi -işlev, sürecin manipülatif biçimde bilinçli örgütlendiği anlamına gelmemektedir; öyle olsa bile bu polemikçiyi ilgilendirmez- Kürt Sorunu’nda gelinmiş olan bilinçlilik düzeyini geri çekecek bir konuşma ve tartışma uzamı yaratmak amacıyla sorunun çeperleri içinde yer alan argümanları söylem üretecek biçimde örgütlemektir.
Burada ciddi ve güçlü bir polemiğin üzerinde taşıması gereken ikinci sorumluluk ortaya çıkar: polemikçi karşısına almış olduğu söylemin üreticilerini bir ‘proje’nin bilinçli aktörleri olarak gören, zayıf düşüncenin suçlayıcı üslubuna başvurmaz. Söz konusu söylemi belirli bir perspektife yerleşmiş olup mevcut sorun hakkında tartışan samimi aktörlerin ürünü olarak görür ve sözü tartışır; sözün sahibini değil.
Tartışma zorunlu olarak dil ve düşünme arasındaki ilişkinin farkındalığını öncül olarak gerektirir. Dilde kullanılan sözcükler ve onların içerikli biçimde örgütlenmiş hali olan kavramlar, düşünmenin, kendisini üzerine kurduğu temeller/düşünmeyi varlığa getiren araçlardır. Çok uzun zamanların yükünü taşıyor olsalar da günümüz enformasyon akışının iletişim aygıtlarının gelişimi aracılığıyla takip edilemez hızı dili günlük müdahalelerin ve bu müdahaleleri yapma olanaklarına sahip olanların öznel zorlamalarına, manipülasyonlarına açık hale getirir. Bu süreç sözcüğün –ya da nitelikli bir tartışma uzamı örülebildiği oranda kavramın- taşımış olduğu yüklerin içeri alınması ve dışarıya çıkarılması (yani bir seçme işlemi) aracılığıyla işler. Bu seçme işleminin sonucunda duyulabilir/görülebilir hale gelen kavramın ne tür bir seçme sonucu ortaya çıktığı, içinde yer aldığı söylemin bütünü tarafından belirlenir. Örnek vermek gerekirse; anadil sözcüğünün –ve elbette onun bir kavram olarak işlenmiş halinin- etnik kimliğin bir göstergesi ya da günlük konuşmada anlaşmanın koşulu olarak gören bir söylem içindeki anlamıyla, anadilin bir halkın kolektif bilincinin niteliğini ve dolayısıyla da dünyayı görme/değerlendirme gücünü oluşturan temel olduğunu bilince çıkarmış bir söylem içindeki anlamı, bu iki farklı söylem içinde aynı sözcüğü kullansalar da, birbirinden oldukça farklı iki politik tavır, iki politik talep doğurur. Birincisi, dile sıradan bir araç muamelesi yapan ve verili toplumsal yapının –meşruluğu kabul edilmiş- formu içinde devletle yurttaş arasında geciktirilmiş bir hakkın iadesi sınırlarında gezinirken, ikincisi devlet yurttaş ilişkisinin görev ve sorumluluklar retoriğini oldukça aşan bir biçimde ulus inşa süreci içinde devletin mevcut formuna dair zorlayıcı, devleti yapısal olarak dönüştürme arzusunda bir siyasal alan içinde iş görmektedir. Taraf gazeteciliği birincinin lehine ikinci tavrın ufkunu daraltma işlevi görürken bütün bir siyasal alanın dilinin taşıdığı yüklere dair de bir eksiltme, kavramları içeriksizleştirme, dolayısıyla da siyasetin dilini niteliksizleştirme gibi sonuçlar üretmektedir.
Yukarıdaki öncüller eşliğinde bakıldığında, benim iddiam, dilin yapısal gücünün mevcut azalmışlığında kavram üretim sürecinin düşünmenin zayıf bir formu aracılığıyla gerçekleştirilmesinin mekânı haline gelen Taraf gazeteciliği, Kürt Sorunu’nda, Kürt siyasi hareketinin ve Türkiye emek hareketinin çok zor zamanların içinden geçerek üretmiş olduğu bir söylemin düzeyini düşürmek ve kavramların içeriklerini daraltmak suretiyle, şiddeti çözüm olarak öne çıkaran yeni (aslında eski) konsepte meşruluk sağlamaktadır. Meşruluk sağlamadan kasıt, açıkça operasyonların ya da şiddet odaklı çözümün desteklenmesi değildir, fakat Kürt Siyasal Hareketlerinin pratiklerinin manipülatif ve ‘sınırlı bir hayalgücü’ üzerinden kritiği, devlet söyleminin ve uygulamalarının kabul edilebilirlik derecesini arttırmaktadır.
Kabul edilebilirliğin artmasının diğer bir nedeni ise Taraf gazetesinin sorunu tartışma biçimi aracılığıyla görünüşe gelmektedir. Reel politik dengelerin ya da gündelik hesapların soyutlama düzeylerindeki bir zayıflıkla oldukça kısıtlı bir zaman dilimi içinde ve de dar bir yapısal düzlem üzerinden yapılan değerlendirmeler sorunun merkezlerini bulanıklaştırmakta hatta görünmez kılmaktadır. Mevcut eylemlilikler ve yapılar arası ilişkilere dair ileri sürülen komplo teorileri bir yandan meselenin özünü söylem alanından çekmekte, bu vesileyle de hükümet politikalarının odağını oluşturan kriminalize etme politikasının argümanları sorunun tek zeminiymiş gibi sunulmaktadır.
Böyle bir gazetecilik ve yeni köşe yazarları tiplemesinin hangi gereklilikler ile ortaya çıktığı elbette oldukça uzun bir başka tartışmayı gerektiriyor. Aynı derecede uzun ve bu metnin sınırlarını aşan bir diğer tartışma da söz konusu gazetenin liberal olarak adlandırılması. Sosyalist solun önemli bir kısmının söz konusu gazeteyle ilgili olarak bu sıfatı tercih etmesi genellik düzeyi oldukça yüksek bir soyutlamanın kullanıldığına işaret ediyor. Söz konusu sıfat gazete yazarlarının ve gazetenin genel politikasını işaret etmekten çok, kavramın negatif çağrışımlarına referans veriyor. Fakat söz konusu negatiflik gazetenin ortak yargılarının derli toplu ekonomi-politik bir değerlendirmesinden köklenmiyor; değerlendiricinin kaynağa inmeyişinin yanı sıra gazetenin böyle bir omurgasının olup olmadığı da bir başka sorun. Klasik muhafazakar siyasetin kabullerinin mevcut post-muhafazakarlık tarafından ilkeler bazında tasfiyesi nasıl ki bu siyasal yapıyı her türlü iktisadi yapıya eklemlenebilir hale getirdiyse liberal iktisadın da ayrım gözetmeden her türlü politik tavra sızabilme yeteneği liberal düşüncenin bu zamana kadar biriktirmiş olduğu tüm ilkelerin nötrleşmesi anlamına geliyor. Taraf gazetesi tam da bu merkezsizleşme ve –kavramın değer içeriksiz kullanılışında- omurgasızlaşmanın iki zeminin ortasında yer alıyor.
Böyle bir konuma iki açıdan dikkat etmek gerekiyor. Günümüz liberalizmini tanımlayan iki öğeye bakıldığında karşımıza çıkan sermaye ve -eski liberalin aksine(!)- devlettir. Türkiye’de sermayenin –hem istanbul hem de AKP çevresinde yoğunlaşmış olan sermayenin- Kürt Sorunu’nda isteği şiddet odaklı çözümden ya da PKK’nin imha edimesi politikasından yanadır. Örgütsüzleştirilmiş Kürt, yeni ve krizli dönemler için güvencesizlik ve emek gücünün değersizleştirilmesine odaklı emek denetim stratejilerinin uygulanabileceği ideal bir zemindir. Devlet açısından baktığımızda da, verili dünyadaki mevcut uygulamaların yönetmeye dair otoriterleşme eğilimleri –yeni bir toplumsal yaşam ufku da bulunan- Kürd’ü örgütsüzleştirmeyi temel hedef olarak belirler. Peki Taraf gazetesi Kürd’ü örgütsüzleştirmenin sermaye ve AKP tarafından üretilmiş bir projesi midir? Ya da malum cemaatle ilişkilerinin sorunsuz olmasından hareketle cemaatin Kürdü, mevcut konumundan, içeri alarak dışarıda bırakma hamlesi ile daha geri bir pozisyona çekmesi projesi midir?
Nitelikli bir tartışma bu tür soruların peşine düşmez; önemli olan metnin başlarında tartıştığımız, Kürt Sorunu’nda Taraf gazetesi tarafından üretilen ve devletin şiddet odaklı çözümüne meşruluk sağlayan söylemle yukarıdaki dinamiklerin kavramsal haznelerinin yapısal olarak niçin ve nasıl örtüştüğünü analiz edebilmektir. Taraf gazetesi için, bir proje olmaktan daha kötü olan, tarihsel bilgisizlikleri ve teorik yetersizlikleri yüzünden, kendilerinin bile farkında olmadığı (!), şiddet odaklı söylemin üretilme sürecinin bileşenlerinden biri haline nasıl geldiklerinin açığa çıkarılmasıdır.
Yapılmış olan tartışma daveti bu açığa çıkarmanın kavramlarının üretilmesi ve zayıf ama etkili Taraf gazetesi söyleminin –büyük ve tehlikeli sonuçlar vereceğinden açıkça söylüyorum- itibarsızlaştırılması için yapılmıştır.
* Ersin Vedat Elgür
Dicle Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Görevlisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder