Kürdistan tarihinde, önceki gün Diyarbakır’da bir ilk yaşandı. Kürdistan
sivil inisiyatifi Demokratik Toplum Kongresi, önceki gün Diyarbakır’da
altı saatlik çalışmadan sonra, “Kürt halkı olarak, Demokratik
Özerkliğimizi ilan ediyoruz“ içerikli bildirisini yayınlıyor, 850 delege
bildiriyi okuyan Kongre eş Başkanı Van Milletvekili Aysel Tuğluk’u,
ayakta alkışlıyordu.
Her kesimden delegenin katılımıyla Kürdistan halk birliğini temsil eden Kongre üst sivil inisiyatifi olarak dün, yayımladığı bildiriyle “inkarcı, soykırımcı rejimden vermeyi beklemiyor, hakkımı alıyoruz” diyordu.
Aysel Tuğluk’un okuduğu ve içeriğini yan sütunlarda okuyacağınız bildirinin ayrıntılarına girmeyeceğim. Fakat, Kürdistan isyanın irade beyanı olarak tarihi önemde, ileri bir adım olduğu gerçektir. Asıl önemli olan ise bildirinin ruhudur. “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin” diyen ruhu...
Kürdistan, özgürlük sevdası uğrunda 40 bin can, 4 bin köy feda etmiştir. 4 milyon insanı mültecidir. Kongre bildirisi, Kürdistan’ın kayıplarıyla, cehennem köprülerini geride bırakıp, korku çemberini yardığını anlatıyor, anlayabilene.
Nitekim, zindan bekçileri zaman kaybetmeden ertesi gün harekete geçmişlerdir. Kürdistan, karşı karşıya bulunduğu zorluk da budur:
Muhatabının dünyayı anlayıp, algılama akılı, mantık ile anlama yeteneğinden yoksun, çareyi yok edici, korkutup, sindirici terörde araması...
Oysa kanın durması için, Kürdistan’ın sunabileceği asgari öneridir, bu. Üstüne atlamaları gerekirken, hala sopa gösteriyorlar.
Öte yandan, İspanya’da Bask ülkesi, Kanada’da Qebek, İrlanda, İzlanda, hatta Afrika’daki Darfur örnektir ki, çağımız el altında kalmış son halkların kurtuluş sürecidir. Yok etmenin ayak sesi soykırımlar, cinayet ve zindanlar, özgürlüğe susamış halkların mücadelesini kıramadı, durduramıyor. Kürdistan’ın bunlardan aşağı olmadığını anlamak için, daha ne kadar kan akıtacaklar bilemiyorum.
TC, Amerikanın “koç başı” olarak dünün “dost ve kardeş” Libya ile Suriye rejimleri kapısında, bugün “özgürlük havarisi”dir. Ama aynı TC, esir Kürtlerin tepesinde bombacı...
Utanma duygusu, insanlık vicdanı hangi dağda otluyor, bilemiyorum, ama Kürdistan gerilla gücü, saldırmazlık kararıyla suskun, buna karşılık Türk ordusu genel taarruzda.
En son, Silvan dağlarına saldırdılar. Karşılık görünce, adeta insan öldürüp kan görme sevinciyle uçak ve helikoptere taarruz veriliyor, sonra yanmış 13 asker cesedi, yedi yaralı taşınıyor, cinayetin yükü de gerillaya yükleniyordu.
Çünkü, Türk Genelkurmayının açıklamasına göre, gerilla el bombası atmış, yangın çıkmış ve 13 asker anında yanıp ölmüş, yedi tanesi de yaralanmıştı. Türk televizyonları, bunun üzerine, ölüm dansı havasına geçmiş, şurada, burada ücreti mukabilinde istihdam edilen “paralı Kürt entelektüelleri”ni de ekranlarda dolaştırarak, Kürt gerilla güçlerini durup dururken, asker öldüren kara emelli göstermeye başlamışlardı.
Bu arada Kürt güçlerini, “ileri demokrat”, dahası Anayasayı değiştirmeyi düşünen iktidarı zor durumda bırakmakla suçluyorlardı. Sanki gerilla, Türk ordusu yok edici azimle dağı, taşı sarmamış da, onu yok yere kışlasında kıstırmış gibi...
Kimse, ordunun taarruzundan bahsetmediği gibi, ağız birliğiyle, “kendi askerlerini yangın bombasına tutan ordu” olgusunu da yalanla sıvıyorlardı. Çok bilmişlerden hiçbiri, bir el bombasının onca insanı öldüren yangına sebebiyet veremeyeceğini düşünemiyor, düşünen varsa bile buyuran efendinin sözü üstüne söz söyleyemiyor, tanık korucunun “uçak ve helikopterler, kendi askerlerine yangın bombaları yağdırdı” anlatımını duymuyordu.
CNN muhabiri Ferit Demir’in dün ekrana çıkardığı başka bir tanık da, “altı tane helikopterin bomba hücumuyla yangın çıktı” dediği halde Türk devletinin entelektüel korucuları yalanlarını tekrarlıyorlardı.
Ayrıca Türk ordu birliklerinin, birbiriyle savaşmaya dair ilk sabıkası değildi bu. Akdeniz’de, kendi gemisini batırması bir yana, iki yıl önce, mayın döşediği araziye askerlerini sürüp yedi tanesini bir arada öldürtmüştü. Gece karanlığında, karşılıklı mevzilenip, birbirine kurşun yağdırmaları, ayrı mesele...
Nitekim İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin de, Kürdistan gerillalarının yemek yiyen askerlerin üstüne el bombası atıp, 13 askeri öldürdü yalanını doğrulamıyordu. Bakan, tersine kendi askerini bombalayan ordu olgusunu dolaylı bir dille doğrulayarak, şöyle diyordu:
“Yangın çıkmıştır, yangının sebepleri şu anda çıkmış olan yangını geri getirecek değildir. Yanan ağaçlar orada kaybolan canları geri getirecek değil.”
Ölümlerin her türlüsü kötü, insanlık belasıdır. Ama “terörist öldürüldü” sevinç naraları atan, Türk medyasının “göz yaşları sel oldu, aktı” demeye hakkı var mıdır, bilemiyorum. Türk ordusu dün, baştan başa bütün Kürdistan’da taarruz halindeydi. Hiç biri, “sen orada ne yapıyorsun?” demiyordu.
Ölüm seferleriyle kanın durduğu görülmemiştir, çünkü. Kanı durduracak olgu insanlığın dilidir. Ne yazık ki, o da bunlarda yok. Çok yazık...
akahraman61@hotmail.com
Her kesimden delegenin katılımıyla Kürdistan halk birliğini temsil eden Kongre üst sivil inisiyatifi olarak dün, yayımladığı bildiriyle “inkarcı, soykırımcı rejimden vermeyi beklemiyor, hakkımı alıyoruz” diyordu.
Aysel Tuğluk’un okuduğu ve içeriğini yan sütunlarda okuyacağınız bildirinin ayrıntılarına girmeyeceğim. Fakat, Kürdistan isyanın irade beyanı olarak tarihi önemde, ileri bir adım olduğu gerçektir. Asıl önemli olan ise bildirinin ruhudur. “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin” diyen ruhu...
Kürdistan, özgürlük sevdası uğrunda 40 bin can, 4 bin köy feda etmiştir. 4 milyon insanı mültecidir. Kongre bildirisi, Kürdistan’ın kayıplarıyla, cehennem köprülerini geride bırakıp, korku çemberini yardığını anlatıyor, anlayabilene.
Nitekim, zindan bekçileri zaman kaybetmeden ertesi gün harekete geçmişlerdir. Kürdistan, karşı karşıya bulunduğu zorluk da budur:
Muhatabının dünyayı anlayıp, algılama akılı, mantık ile anlama yeteneğinden yoksun, çareyi yok edici, korkutup, sindirici terörde araması...
Oysa kanın durması için, Kürdistan’ın sunabileceği asgari öneridir, bu. Üstüne atlamaları gerekirken, hala sopa gösteriyorlar.
Öte yandan, İspanya’da Bask ülkesi, Kanada’da Qebek, İrlanda, İzlanda, hatta Afrika’daki Darfur örnektir ki, çağımız el altında kalmış son halkların kurtuluş sürecidir. Yok etmenin ayak sesi soykırımlar, cinayet ve zindanlar, özgürlüğe susamış halkların mücadelesini kıramadı, durduramıyor. Kürdistan’ın bunlardan aşağı olmadığını anlamak için, daha ne kadar kan akıtacaklar bilemiyorum.
TC, Amerikanın “koç başı” olarak dünün “dost ve kardeş” Libya ile Suriye rejimleri kapısında, bugün “özgürlük havarisi”dir. Ama aynı TC, esir Kürtlerin tepesinde bombacı...
Utanma duygusu, insanlık vicdanı hangi dağda otluyor, bilemiyorum, ama Kürdistan gerilla gücü, saldırmazlık kararıyla suskun, buna karşılık Türk ordusu genel taarruzda.
En son, Silvan dağlarına saldırdılar. Karşılık görünce, adeta insan öldürüp kan görme sevinciyle uçak ve helikoptere taarruz veriliyor, sonra yanmış 13 asker cesedi, yedi yaralı taşınıyor, cinayetin yükü de gerillaya yükleniyordu.
Çünkü, Türk Genelkurmayının açıklamasına göre, gerilla el bombası atmış, yangın çıkmış ve 13 asker anında yanıp ölmüş, yedi tanesi de yaralanmıştı. Türk televizyonları, bunun üzerine, ölüm dansı havasına geçmiş, şurada, burada ücreti mukabilinde istihdam edilen “paralı Kürt entelektüelleri”ni de ekranlarda dolaştırarak, Kürt gerilla güçlerini durup dururken, asker öldüren kara emelli göstermeye başlamışlardı.
Bu arada Kürt güçlerini, “ileri demokrat”, dahası Anayasayı değiştirmeyi düşünen iktidarı zor durumda bırakmakla suçluyorlardı. Sanki gerilla, Türk ordusu yok edici azimle dağı, taşı sarmamış da, onu yok yere kışlasında kıstırmış gibi...
Kimse, ordunun taarruzundan bahsetmediği gibi, ağız birliğiyle, “kendi askerlerini yangın bombasına tutan ordu” olgusunu da yalanla sıvıyorlardı. Çok bilmişlerden hiçbiri, bir el bombasının onca insanı öldüren yangına sebebiyet veremeyeceğini düşünemiyor, düşünen varsa bile buyuran efendinin sözü üstüne söz söyleyemiyor, tanık korucunun “uçak ve helikopterler, kendi askerlerine yangın bombaları yağdırdı” anlatımını duymuyordu.
CNN muhabiri Ferit Demir’in dün ekrana çıkardığı başka bir tanık da, “altı tane helikopterin bomba hücumuyla yangın çıktı” dediği halde Türk devletinin entelektüel korucuları yalanlarını tekrarlıyorlardı.
Ayrıca Türk ordu birliklerinin, birbiriyle savaşmaya dair ilk sabıkası değildi bu. Akdeniz’de, kendi gemisini batırması bir yana, iki yıl önce, mayın döşediği araziye askerlerini sürüp yedi tanesini bir arada öldürtmüştü. Gece karanlığında, karşılıklı mevzilenip, birbirine kurşun yağdırmaları, ayrı mesele...
Nitekim İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin de, Kürdistan gerillalarının yemek yiyen askerlerin üstüne el bombası atıp, 13 askeri öldürdü yalanını doğrulamıyordu. Bakan, tersine kendi askerini bombalayan ordu olgusunu dolaylı bir dille doğrulayarak, şöyle diyordu:
“Yangın çıkmıştır, yangının sebepleri şu anda çıkmış olan yangını geri getirecek değildir. Yanan ağaçlar orada kaybolan canları geri getirecek değil.”
Ölümlerin her türlüsü kötü, insanlık belasıdır. Ama “terörist öldürüldü” sevinç naraları atan, Türk medyasının “göz yaşları sel oldu, aktı” demeye hakkı var mıdır, bilemiyorum. Türk ordusu dün, baştan başa bütün Kürdistan’da taarruz halindeydi. Hiç biri, “sen orada ne yapıyorsun?” demiyordu.
Ölüm seferleriyle kanın durduğu görülmemiştir, çünkü. Kanı durduracak olgu insanlığın dilidir. Ne yazık ki, o da bunlarda yok. Çok yazık...
akahraman61@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder