Başlıktaki ‘fenomenal’ sözcüğünü özel olarak seçtim. Türkçe karşılığını değil, Latincesini kullandım. Latincisini seçmemin birinci nedeni, Kızıldere eyleminin sadece bir devrimci dayanışma eylemi değil, fenomenal sözcüğünün Türkçe karşıtı olan, ‘emsalsiz, benzeri olmayan’ bir eylem olmasıdır. İkinci nedeni ise, Kızıldere eylemini bu sözcük temelinde kavramlaştırmak istememdir. Kavramlaştırmaktaki amacım, eylemin Kemalizm adına oluşturulmuş olan milliyetçi, şoven, faşizm karması bir ideolojinin egemen kılındığı devlet yapısında yaratmış olduğu bir dönüm noktasını ve Türkiye devrim mücadelesinin Kızıldere öğretisini, şimdiye kadar yaptığım ideolojik, teorik, politik ve örgütsel yapılanma çalışmasını derinleştirerek, somutlaştırmaktır.
Nerede hata yaptık?
Eylemin fenomenal bir olgu olduğuna bizzat mücadele hayatımda tanık oldum. Nurhak’taki yenilgiden sonra büyük bir sarsıntı yaşadım. Önceleri yenilgiyi asla kabul etmedim. Süreç içerisinde kabul etsem de, geri durmayı düşünmedim. Önüme koymuş olduğum tek seçenek, ne pahasına olursa olsun mücadeleye devam etmekti. O nedenle, acaba nerede yanlış yaptık, nasıl yapmak gerekirdi, başka ülkelerde neleri nasıl yapmışlar düşüncesiyle diğer ülkelerin devrim mücadelelerini derin bir ilgi ile izledim. Bu amaçla çok enternasyonal ilişki geliştirdim. Birçok ülke örgütleri ile tanışma, ilişkiye girme, dayanışmada bulunma olanağı buldum. Gelmiş geçmiş bütün devrim mücadelelerinin tarihini okudum, inceledim.
Kızıldere eyleminin farkı
Amacım, nerde yanlış yaptığımızı anlamak, yanlışı aşmak, daha doğru olanı yaparak, yola devam etmekti. Enternasyonal ilişkilerde, yapmış olduğum fiili görüşmelerde ve okuyarak yapmış olduğum araştırmalarda, Mahir’in öncülüğünde gerçekleştirilmiş olan Kızıldere eyleminin benzerine rastlamadım. Kendi örgütü, kendi yoldaşları için eylem yapmış çok örgüt eylemi vardı. Başka ülkelerin devrim mücadelesine katkı yapmak, devrimci dayanışmada bulunmak için, savaşmış, şehit düşmüş olanlar da vardı. Bizim yoldaşlarımız da Filistin’de şehit düştü. Biz kendimiz de orda mücadele ediyorduk. Elbette bunlar da çok önemlidir. Kendi örgütü, kendi yoldaşlarını kurtarmak için de olsa, ölümü göze alarak eylem yapmak halisane bir duygu ve devrimci bir davranıştır.
Başka bir ülkenin devrim mücadelesine, katkı yapmak, devrimci dayanışmada bulunmak, bu uğurda şehit olmak, yüce bir değerdir. Bizim de, Teğmen Ali, Mustafa ve İmam yoldaşlarımız Filistin’de şehit oldular (Ben mücadelede düşenlere ölümsüzler diyorum ama Filistinliler şehit dediği için o kavramı kullanıyorum). Mahir’in öncülüğünde gerçekleşmiş olan Kızıldere eylemini fenomenal olarak nitelemem bunları asla değersiz kılmaz. Onlar bizim yüce değerlerimizdir. Bu uğurda düşenlerin anıları önünde her zaman saygı ile eğilirim. Mahir’in öncülüğünde gerçekleşen eylemin emsalsizliği, onlardan daha üstün olmasından değil, onlardan farklı anlam ve değer taşımasından kaynaklanıyor.
Kızıldere eylemi evrensel boyutu ile olduğu gibi, kendi özgünlüğü içinde de fenomenal bir nitelik taşıyordu. Bilindiği gibi Ömer Ayna ile Cihan Alptekin THKO’lulardı, yoldaşlarımızdı. Ömer Ayna ile irtibat halindeydik. Denizleri kurtarmak amacı ile onlarla görüşmek, belli planlar yapmak için, ikisini de yurtdışına, Ortadoğu’ya çıkartmaya çalışıyorduk. Bu çalışmalar sırasında, Ömer Ayna, bize Mahir Çayan’ın Denizleri kurtarmak için öneri getirdiğini ve kendisinin olumlu baktığını bildirdi. Deniz ile Mahir’in ilişkilerinin sıcak olmadığını biliyordum. Mahir’inde bunu bildiğini sanıyordum. O nedenle Ömer’e, Mahir’e tekrar sormasını önerdim. Ömer Mahir’in çok kararlı olduğunu, kararının kesin olduğunu net bir dille ifade etti. O zaman katkımızın ne olabileceğini sorduk ve bizden istenenleri en kısa sürede yerine getirdik.
Sosyalist ideolojiye balans ayarı
Elbette Mahir’in öncülüğündeki eylemin içeriğinde, devrimci dayanışma da vardı. Ama sadece devrimci dayanışmadan ibaret değildi. Örgütünün bütün kurmaylarını yanına alarak, Denizleri faşizmin elinden kurtarma girişimi;
1. Örgütü amaç olmaktan çıkartıp, araç haline getiriyordu.
2. 20’nci yüzyılın kalıplaştırılmış ve kadroları esir almış sınıf ideolojisinin yanına insani değerler bütününü koyarak, sınıfı gerçek değerleri ile buluşturuyordu.
3. Bu bileşenleri birbirine eklemleyerek, yeni bir bileşenler manzumesi ve yeni ideolojik bir zemin yaratıyordu.
4. Kızıldere eylemi ile, işbirlikçilerin ne kadar emperyalizmin uşakları olduğunu göstererek, ‘’emperyalizmin, dış olgu değil iç olgu” olduğu teorisini, mücadelenin mihenk taşı olan pratiği ile ispatladı.
5. Kapitalizmin tarım, ticaret, sanayi sektörlerini birleştirip, bir oligarşik yapı yarattığını, dolaysıyla da 20. yüzyılın devrimlerinin temel ittifak gücü olan işçi-köylü ittifakının nesnel zeminini ortadan kalktığını tespit edip, onun yerine insani değerler bileşenini koyarak, insanı devrimin ve sosyalist sistemin öznesi yaptı.
6. Yine 20. yüzyıl devrimlerinin örgüt adına, sınıf ideolojisi kadar kemikleştirdikleri, fraksiyoncu, manipülasyoncu ideoloji yerine, rakip örgütler de dahil, bütün devrimci demokrat örgütlerle eylem birliği yapmak, ittifaklar oluşturmak, sistem karşıtı bütün güçlerin birliğini sağlamak gibi, fevkalade önemli yeni bir örgüt anlayışı ve örgüt ideolojisinin temelini attı.br>
Üretilmiş olan bu devrimci değerler, bir toplumsal devrimin temel taşlarını örecek nitelikte önem taşıyan değerlerdir. Biz, bu değerleri doğru algılayıp, hayata uyarlayamadık.
Mahir de benzersizdir!
Sadece söz konusu eylem değil, benim ölçülerime göre Mahir de bir fenomenal kişiliktir. Mücadele tarihimizde, birçok ülkede devrim yapan liderlerde oldu ama kendini, örgütünün yönetim kadrosu ile birlikte, rakip bir örgütün liderlerini, faşizmin pençesinden kurtaracak, insani bir değer için riske atan olmadı. Bu olgu da dünyada bir ilktir ve eşi benzeri olmayan bir olgudur. O dönemde, henüz tartışma konusu bile yapılmamışken, „emperyalizm dış olgu değil bir iç olgudur“ diyerek, global kapitalizmin bu özel ve tüzel kişiliğine o zaman işaret etti. Söz konusu olguya nereden ve nasıl bakılırsa bakılsın, ne Kızıldere eylemi ne de Mahir, sadece her sene „unutmadık, unutmayacağız“ denilerek anması yapılacak bir olgu değildir. Mahirin şahsında Kızıldere eylemi, üzerine teori, ideoloji, politika, örgüt anlayışı ve mücadele perspektifi üretilecek bir olgudur.
20. yüzyılın devrimleri, sınıf mücadelesi temelinde, işçi sınıfının ideolojik, politik, örgütsel öncülüğünde gerçekleşmiştir. Çin gibi henüz işçi sınıfının olmadığı ülkelerde bile gerçekleşen devrim böyle nitelenmiştir. Hiç birisinde, insani değerler yer almamış ve insan özne olarak görülmemiştir. O nedenle de çöküp gitmişlerdir. Birçoğumuz bu devrimlerden hangisinden yana (Çin, Sovyetler, Arnavutluk vb.) olduğumuzun kavgasını vererek, birbirimize girerken, Mahir örgütünün kurmayları ile birlikte canını ortaya koyarak, devrim mücadelesine insani değerleri katıp, farklı bir bileşen yaratmıştır. Söz konusu bileşen 21. yüzyıl devrim mücadelelerinde daha net görülmektedir. 20. yüzyıl devrim mücadelelerindeki formülasyon, 21. yüzyıl devrim mücadelelerinde geçerliliğini kaybetmiştir.
Mahirlerin mirasına sahip çıkmak
İşçi sınıfı, 21. yüzyıl devrim mücadelesinin dinamiklerinden bir tanesidir ama biricik olanı değildir. Kadın, çocuk, gençlik gibi katmanlar, insan hakları, demokrasi, özgürlükler, doğayı koruma vb. gibi insani değerlerde sınıf mücadelesinin eşit bileşenleri olarak mücadeledeki yerlerini almışlardır. Hem gelişmiş kapitalist-emperyalist ülkelerde, hem de Tunus, Mısır gibi geri kalmış ülkelerde, toplumsal ilerleme süreci, bu bileşenlerle birlikte ilerliyor. Söz konusu bileşenlerin oluşturmuş olduğu toplumsal doku özelliği, gelecekte kurulacak olan sosyalizmin, proletaryanın ya da başka her hangi bir katmanın ‘diktatörlüğü’ değil, hümaniter, insancıl, sevecen, adil, ahlak ve adalet sahibi bir sosyalizm olacağına işaret ediyor.
Kızldere olgusunun yaratıcısı Mahir Çayan, kırk yıl önce, mücadelemize insani değer bütünü ile birlikte, sistemin, Denizleri uyduruk bir hukuka dayanarak, katletmesini önlemek için göğsünü siper yapıp evrensel hukuku kanıyla yazarak geride kalanlara büyük bir miras bıraktı. Bu miras: bir dizi etiksel değerler yanında, sosyalizme evrensel hukuku da katarak, 20. yüzyılın ‘proletarya diktatörlüğü’ olarak anılan sosyalizmine önemli bir balans ayarı yapmış olan bir mirastır. Bu mirasa, Mahir’in isminin etrafında fraksiyon yaratarak, bencil kariyer yaparak, sistem karşıtı güçlerin birlikteliğine engel olarak sahip çıkılamaz. Söz konusu mirasa, Mahir Çayan ve yoldaşlarının birlikte ürettiği değerler bütününü kollamak, korumak, günün koşullarına denk bir şekilde geliştirip, hayata uyarlamakla sahip çıkılabilir. Evet, bu mirasa ancak böyle sahip çıkılır, böyle korunur, geliştirilir. Dibe vurmuş olan Türkiye solu ve sosyalistlerinin yeniden boy atıp gelişmelerine katılım sağlayacak bir ideoloji, teori, örgütlenme ve mücadele perspektifi ancak, Mahir’in bu öğretisi temelinde oluşturulabilir.
Kızıldere dönüm noktası oldu
Türkiye sosyalist hareketi, Kürt Özgürlük Hareketi ile sağlıklı bir zeminde buluşup, ortak ülke, eşit yurttaşlık temelinde birleşik bir yapılanma oluşturabilirse, Türkiye ve Türkiye halklarının kurtuluşuna katkı yapabilir. Kökü bir geçmişi bir başka bir söylemle, tek bir dinamizmin ürünü olan toplumsal hareketler, bu tarihsel geçmişlerine denk bir seyir izlemezlerse, gerçek potansiyel güçlerine ulaşamazlar. Bu bakımdan, Apo’nun, Özgürlük Hareketi’nin, Mahirlerin, Denizlerin mirasının bir devamı olduğu şeklindeki tespitinin önemsenmesi gerekir. O nedenle, Türkiye ve Türkiye halklarının kurtuluşu, dünya devrim sürecine ciddi katkıların yapılması, ancak bu miras temelinde, bir platform içinde birleşmesi ile mümkün olacaktır. Aksi halde, Özgürlük Hareketi de bir yerde eksik kalacaktır, Türkiye sosyalist hareketi ise, amipler gibi parçalandıkça parçalanmaya, irtifa kaybetmeye devam edecektir.
Kuşkusuz Marks’tan, Marksizmden öğrenmek, diğer ülkelerin devrim mücadelelerinden dersler çıkartmak kaçınılmazdır. Mücadelenin ülkesel boyutu kadar enternasyonal değerler de önemlidir. Onlar da bizim değerlerimizdir. Ama temel öğrenme alanımız kendi ülkemizin birikim ve değerleridir. Latin Amerika ülkelerinin tümünün devrim mücadelelerinin Simon Bolivar’ı hala kendi ülkelerinin ve örgütlerinin birinci lideri olarak görüp değerlendirmeleri boşuna değil (ciddi bir gözle, bir kendi halimize bir de onlara bakarsak, nedenini daha kolay anlayacağımızı sanıyorum). Latin Amerika’nın hemen, hemen bütün ülkelerinde yetmişli yılların devrimci örgütleri iktidarların ortağı durumundadırlar. Türkiye’de ise sol, çıkış yolu bulamıyor.
Latin Amerika ülkelerinin deneyimlerine bakıp, enternasyonal bir ders çıkartacak olursak; solun çıkış kılavuzu, Kızıldere’nin mimarı olan Mahir’dedir. Kızıldere o dönemin egemen ideolojisi ve onlara karşı mücadele eden solcular için bir dönüm noktası oldu. Mahir Çayan ve yoldaşlarını Kızıldere’de katledenler ve onların ideolojik yoldaşları şimdi Silivri Cezaevi’ndeler. Kızıldere öğretisini mücadelenin kılavuzu haline getirmemiş olan sol ise, perişan halde. Doğa kanunu, o dönemin sağcı, dinci ve faşistlerine karşı, solcuları, sosyalistleri üretmişti. O zaman devlete egemen olan sözde Kemalist ama özde işbirlikçi yöneticileri ve ABD emperyalizminin oluşturmuş olduğu Gladyocular, solu imha ettiler. Doğa boşluk tanımadı. Doğa boşluk tanımadığı için, o boşluğa dincileri ikame etti. Dinciler, Kemalist geçinen işbirlikçilerinden daha yetenekli işbirlikçi olduklarını kanıtlayarak, emperyalizmin gözdesi haline gelerek, Kemalistlerin yerine geçtiler. Emperyalizmin desteği ile söz konusu Kemalistleri, Silivri’ye yeteri kadar büyük bir mahpushane yaparak oraya tıkadılar. Doğa her zamanki gibi yapması gerekeni yaptı. Kemalistler, o dönemin toplumunun içine girmiş olduğu dokusal ayrışma yapılanmasında, solcularla iş birliği yapacaklarına, emperyalizmin telkini ile yanlış ata oynayarak, sağcılarla, dincilerle işbirliği yaptılar. O nedenle şimdi Silivri’deler.
Kemalizmle Sol’un bağı Kızıldere’de koptu
Kemalizm in solla, solun ise Kemalizm ile Kurtuluş savaşından kalma bir gönül bağı vardı. Bu bağ Kızıldere de koptu. Kemalistler, emperyalizmin güdümüne girip, onun telkini ile dincilerle zımni ittifak yapmasalar, emperyalizmin isteğine uyarak Kızıldere ölümsüzlerini imha etmeselerdi, eski gönül bağı devam etseydi, sol bugün Latin Amerika’da olduğu gibi, belki iktidara bir yerlerde ortak olabilirdi. Belki Kemalistlerle belli bir hesaplaşmaya da girilebilirdi ama Kemalistler bugün Silivri’de olmazlardı.
Olmazlardı çünkü, sistem bugünkü konumda olmaz, Latin Amerika’dakiler gibi daha bağımsız, daha demokratik, daha ilerici bir konumda olurdu. Kemalistlerin, emperyalizmle işbirliğine girmelerine, dinci gericiler ve faşistlerle zımni ittifak yapmış olmalarına rağmen, biz solcular; Kızıldere olayının önümüze koymuş olduğu değerler etrafında birleşip, bütün o değerleri kendimize rehber edinerek yeni ve döneme denk bir perspektif üretip, Kürt Özgürlük Hareketi ile dayanışma içinde, Türkiye’de bir mücadele yürütebilseydik, bugün, milli maneviyatçılardan, milliyetçilerden sonra üçüncü bir güç durumunda olurduk. Böyle bir yöntem izlemediğimiz için dibe vurduk. Mahirlerin, İnanların üretmiş olduğu değerlerin yaratmış olduğu potansiyel belli bir dönem için solun, sosyalistlerin gelişmesine, kitleselleşmesine önemli ivme kattı. Hem 12 Eylül faşizminin vurduğu ağır darbe hem de solun Kızıldere değerlerini kılavuz edinip geliştirmemesi, fraksiyoncu ideolojiye esir düşmesi sonucu çöküş yaşadı ve yaşamaya devam ediyor.
Ortak mücadele platformu
Bu belirleme, „olsa ile bulsa, bir araya gelse“ bağlamında bir komplo teorisi değildir. Tarihsel materyalizm ışığında, geçmiş ve mevcut verilerin toplamından çıkartılan hipotetik bir sentezdir. Bütün bunların toplamına bakarak, bugün ne yapılması konusunda bir belirlemede bulunacak olursak; sınıf mücadelesi ve ideolojisinin yanına, insani değerleri koyarak, ‘insanı özne yapan’, örgütü amaç değil araç olarak gören, eşitlikçi, özgürlükçü sosyalizmi amaç edinen, fraksiyoncu zihniyetin yerine, ezilen, horlanan, sistem karşıtı ve emekten yana olanları, sistemin dışladığı bütün inanç sahiplerini, Alevileri, Özgürlük Hareketi’ni, bir mücadele platformu içinde toplayıp, „geçmişi olmayanın geleceği olmaz, geçmişimizin birikimleri, geleceğimizin meşalesidir“ bilinci ve ruhuyla, mücadeleyi Kızıldere mirasının üzerine oturtacak bir girişime gereksinim olduğunu söyleyebiliriz.
TESLİM TÖRE
Nerede hata yaptık?
Eylemin fenomenal bir olgu olduğuna bizzat mücadele hayatımda tanık oldum. Nurhak’taki yenilgiden sonra büyük bir sarsıntı yaşadım. Önceleri yenilgiyi asla kabul etmedim. Süreç içerisinde kabul etsem de, geri durmayı düşünmedim. Önüme koymuş olduğum tek seçenek, ne pahasına olursa olsun mücadeleye devam etmekti. O nedenle, acaba nerede yanlış yaptık, nasıl yapmak gerekirdi, başka ülkelerde neleri nasıl yapmışlar düşüncesiyle diğer ülkelerin devrim mücadelelerini derin bir ilgi ile izledim. Bu amaçla çok enternasyonal ilişki geliştirdim. Birçok ülke örgütleri ile tanışma, ilişkiye girme, dayanışmada bulunma olanağı buldum. Gelmiş geçmiş bütün devrim mücadelelerinin tarihini okudum, inceledim.
Kızıldere eyleminin farkı
Amacım, nerde yanlış yaptığımızı anlamak, yanlışı aşmak, daha doğru olanı yaparak, yola devam etmekti. Enternasyonal ilişkilerde, yapmış olduğum fiili görüşmelerde ve okuyarak yapmış olduğum araştırmalarda, Mahir’in öncülüğünde gerçekleştirilmiş olan Kızıldere eyleminin benzerine rastlamadım. Kendi örgütü, kendi yoldaşları için eylem yapmış çok örgüt eylemi vardı. Başka ülkelerin devrim mücadelesine katkı yapmak, devrimci dayanışmada bulunmak için, savaşmış, şehit düşmüş olanlar da vardı. Bizim yoldaşlarımız da Filistin’de şehit düştü. Biz kendimiz de orda mücadele ediyorduk. Elbette bunlar da çok önemlidir. Kendi örgütü, kendi yoldaşlarını kurtarmak için de olsa, ölümü göze alarak eylem yapmak halisane bir duygu ve devrimci bir davranıştır.
Başka bir ülkenin devrim mücadelesine, katkı yapmak, devrimci dayanışmada bulunmak, bu uğurda şehit olmak, yüce bir değerdir. Bizim de, Teğmen Ali, Mustafa ve İmam yoldaşlarımız Filistin’de şehit oldular (Ben mücadelede düşenlere ölümsüzler diyorum ama Filistinliler şehit dediği için o kavramı kullanıyorum). Mahir’in öncülüğünde gerçekleşmiş olan Kızıldere eylemini fenomenal olarak nitelemem bunları asla değersiz kılmaz. Onlar bizim yüce değerlerimizdir. Bu uğurda düşenlerin anıları önünde her zaman saygı ile eğilirim. Mahir’in öncülüğünde gerçekleşen eylemin emsalsizliği, onlardan daha üstün olmasından değil, onlardan farklı anlam ve değer taşımasından kaynaklanıyor.
Kızıldere eylemi evrensel boyutu ile olduğu gibi, kendi özgünlüğü içinde de fenomenal bir nitelik taşıyordu. Bilindiği gibi Ömer Ayna ile Cihan Alptekin THKO’lulardı, yoldaşlarımızdı. Ömer Ayna ile irtibat halindeydik. Denizleri kurtarmak amacı ile onlarla görüşmek, belli planlar yapmak için, ikisini de yurtdışına, Ortadoğu’ya çıkartmaya çalışıyorduk. Bu çalışmalar sırasında, Ömer Ayna, bize Mahir Çayan’ın Denizleri kurtarmak için öneri getirdiğini ve kendisinin olumlu baktığını bildirdi. Deniz ile Mahir’in ilişkilerinin sıcak olmadığını biliyordum. Mahir’inde bunu bildiğini sanıyordum. O nedenle Ömer’e, Mahir’e tekrar sormasını önerdim. Ömer Mahir’in çok kararlı olduğunu, kararının kesin olduğunu net bir dille ifade etti. O zaman katkımızın ne olabileceğini sorduk ve bizden istenenleri en kısa sürede yerine getirdik.
Sosyalist ideolojiye balans ayarı
Elbette Mahir’in öncülüğündeki eylemin içeriğinde, devrimci dayanışma da vardı. Ama sadece devrimci dayanışmadan ibaret değildi. Örgütünün bütün kurmaylarını yanına alarak, Denizleri faşizmin elinden kurtarma girişimi;
1. Örgütü amaç olmaktan çıkartıp, araç haline getiriyordu.
2. 20’nci yüzyılın kalıplaştırılmış ve kadroları esir almış sınıf ideolojisinin yanına insani değerler bütününü koyarak, sınıfı gerçek değerleri ile buluşturuyordu.
3. Bu bileşenleri birbirine eklemleyerek, yeni bir bileşenler manzumesi ve yeni ideolojik bir zemin yaratıyordu.
4. Kızıldere eylemi ile, işbirlikçilerin ne kadar emperyalizmin uşakları olduğunu göstererek, ‘’emperyalizmin, dış olgu değil iç olgu” olduğu teorisini, mücadelenin mihenk taşı olan pratiği ile ispatladı.
5. Kapitalizmin tarım, ticaret, sanayi sektörlerini birleştirip, bir oligarşik yapı yarattığını, dolaysıyla da 20. yüzyılın devrimlerinin temel ittifak gücü olan işçi-köylü ittifakının nesnel zeminini ortadan kalktığını tespit edip, onun yerine insani değerler bileşenini koyarak, insanı devrimin ve sosyalist sistemin öznesi yaptı.
6. Yine 20. yüzyıl devrimlerinin örgüt adına, sınıf ideolojisi kadar kemikleştirdikleri, fraksiyoncu, manipülasyoncu ideoloji yerine, rakip örgütler de dahil, bütün devrimci demokrat örgütlerle eylem birliği yapmak, ittifaklar oluşturmak, sistem karşıtı bütün güçlerin birliğini sağlamak gibi, fevkalade önemli yeni bir örgüt anlayışı ve örgüt ideolojisinin temelini attı.br>
Üretilmiş olan bu devrimci değerler, bir toplumsal devrimin temel taşlarını örecek nitelikte önem taşıyan değerlerdir. Biz, bu değerleri doğru algılayıp, hayata uyarlayamadık.
Mahir de benzersizdir!
Sadece söz konusu eylem değil, benim ölçülerime göre Mahir de bir fenomenal kişiliktir. Mücadele tarihimizde, birçok ülkede devrim yapan liderlerde oldu ama kendini, örgütünün yönetim kadrosu ile birlikte, rakip bir örgütün liderlerini, faşizmin pençesinden kurtaracak, insani bir değer için riske atan olmadı. Bu olgu da dünyada bir ilktir ve eşi benzeri olmayan bir olgudur. O dönemde, henüz tartışma konusu bile yapılmamışken, „emperyalizm dış olgu değil bir iç olgudur“ diyerek, global kapitalizmin bu özel ve tüzel kişiliğine o zaman işaret etti. Söz konusu olguya nereden ve nasıl bakılırsa bakılsın, ne Kızıldere eylemi ne de Mahir, sadece her sene „unutmadık, unutmayacağız“ denilerek anması yapılacak bir olgu değildir. Mahirin şahsında Kızıldere eylemi, üzerine teori, ideoloji, politika, örgüt anlayışı ve mücadele perspektifi üretilecek bir olgudur.
20. yüzyılın devrimleri, sınıf mücadelesi temelinde, işçi sınıfının ideolojik, politik, örgütsel öncülüğünde gerçekleşmiştir. Çin gibi henüz işçi sınıfının olmadığı ülkelerde bile gerçekleşen devrim böyle nitelenmiştir. Hiç birisinde, insani değerler yer almamış ve insan özne olarak görülmemiştir. O nedenle de çöküp gitmişlerdir. Birçoğumuz bu devrimlerden hangisinden yana (Çin, Sovyetler, Arnavutluk vb.) olduğumuzun kavgasını vererek, birbirimize girerken, Mahir örgütünün kurmayları ile birlikte canını ortaya koyarak, devrim mücadelesine insani değerleri katıp, farklı bir bileşen yaratmıştır. Söz konusu bileşen 21. yüzyıl devrim mücadelelerinde daha net görülmektedir. 20. yüzyıl devrim mücadelelerindeki formülasyon, 21. yüzyıl devrim mücadelelerinde geçerliliğini kaybetmiştir.
Mahirlerin mirasına sahip çıkmak
İşçi sınıfı, 21. yüzyıl devrim mücadelesinin dinamiklerinden bir tanesidir ama biricik olanı değildir. Kadın, çocuk, gençlik gibi katmanlar, insan hakları, demokrasi, özgürlükler, doğayı koruma vb. gibi insani değerlerde sınıf mücadelesinin eşit bileşenleri olarak mücadeledeki yerlerini almışlardır. Hem gelişmiş kapitalist-emperyalist ülkelerde, hem de Tunus, Mısır gibi geri kalmış ülkelerde, toplumsal ilerleme süreci, bu bileşenlerle birlikte ilerliyor. Söz konusu bileşenlerin oluşturmuş olduğu toplumsal doku özelliği, gelecekte kurulacak olan sosyalizmin, proletaryanın ya da başka her hangi bir katmanın ‘diktatörlüğü’ değil, hümaniter, insancıl, sevecen, adil, ahlak ve adalet sahibi bir sosyalizm olacağına işaret ediyor.
Kızldere olgusunun yaratıcısı Mahir Çayan, kırk yıl önce, mücadelemize insani değer bütünü ile birlikte, sistemin, Denizleri uyduruk bir hukuka dayanarak, katletmesini önlemek için göğsünü siper yapıp evrensel hukuku kanıyla yazarak geride kalanlara büyük bir miras bıraktı. Bu miras: bir dizi etiksel değerler yanında, sosyalizme evrensel hukuku da katarak, 20. yüzyılın ‘proletarya diktatörlüğü’ olarak anılan sosyalizmine önemli bir balans ayarı yapmış olan bir mirastır. Bu mirasa, Mahir’in isminin etrafında fraksiyon yaratarak, bencil kariyer yaparak, sistem karşıtı güçlerin birlikteliğine engel olarak sahip çıkılamaz. Söz konusu mirasa, Mahir Çayan ve yoldaşlarının birlikte ürettiği değerler bütününü kollamak, korumak, günün koşullarına denk bir şekilde geliştirip, hayata uyarlamakla sahip çıkılabilir. Evet, bu mirasa ancak böyle sahip çıkılır, böyle korunur, geliştirilir. Dibe vurmuş olan Türkiye solu ve sosyalistlerinin yeniden boy atıp gelişmelerine katılım sağlayacak bir ideoloji, teori, örgütlenme ve mücadele perspektifi ancak, Mahir’in bu öğretisi temelinde oluşturulabilir.
Kızıldere dönüm noktası oldu
Türkiye sosyalist hareketi, Kürt Özgürlük Hareketi ile sağlıklı bir zeminde buluşup, ortak ülke, eşit yurttaşlık temelinde birleşik bir yapılanma oluşturabilirse, Türkiye ve Türkiye halklarının kurtuluşuna katkı yapabilir. Kökü bir geçmişi bir başka bir söylemle, tek bir dinamizmin ürünü olan toplumsal hareketler, bu tarihsel geçmişlerine denk bir seyir izlemezlerse, gerçek potansiyel güçlerine ulaşamazlar. Bu bakımdan, Apo’nun, Özgürlük Hareketi’nin, Mahirlerin, Denizlerin mirasının bir devamı olduğu şeklindeki tespitinin önemsenmesi gerekir. O nedenle, Türkiye ve Türkiye halklarının kurtuluşu, dünya devrim sürecine ciddi katkıların yapılması, ancak bu miras temelinde, bir platform içinde birleşmesi ile mümkün olacaktır. Aksi halde, Özgürlük Hareketi de bir yerde eksik kalacaktır, Türkiye sosyalist hareketi ise, amipler gibi parçalandıkça parçalanmaya, irtifa kaybetmeye devam edecektir.
Kuşkusuz Marks’tan, Marksizmden öğrenmek, diğer ülkelerin devrim mücadelelerinden dersler çıkartmak kaçınılmazdır. Mücadelenin ülkesel boyutu kadar enternasyonal değerler de önemlidir. Onlar da bizim değerlerimizdir. Ama temel öğrenme alanımız kendi ülkemizin birikim ve değerleridir. Latin Amerika ülkelerinin tümünün devrim mücadelelerinin Simon Bolivar’ı hala kendi ülkelerinin ve örgütlerinin birinci lideri olarak görüp değerlendirmeleri boşuna değil (ciddi bir gözle, bir kendi halimize bir de onlara bakarsak, nedenini daha kolay anlayacağımızı sanıyorum). Latin Amerika’nın hemen, hemen bütün ülkelerinde yetmişli yılların devrimci örgütleri iktidarların ortağı durumundadırlar. Türkiye’de ise sol, çıkış yolu bulamıyor.
Latin Amerika ülkelerinin deneyimlerine bakıp, enternasyonal bir ders çıkartacak olursak; solun çıkış kılavuzu, Kızıldere’nin mimarı olan Mahir’dedir. Kızıldere o dönemin egemen ideolojisi ve onlara karşı mücadele eden solcular için bir dönüm noktası oldu. Mahir Çayan ve yoldaşlarını Kızıldere’de katledenler ve onların ideolojik yoldaşları şimdi Silivri Cezaevi’ndeler. Kızıldere öğretisini mücadelenin kılavuzu haline getirmemiş olan sol ise, perişan halde. Doğa kanunu, o dönemin sağcı, dinci ve faşistlerine karşı, solcuları, sosyalistleri üretmişti. O zaman devlete egemen olan sözde Kemalist ama özde işbirlikçi yöneticileri ve ABD emperyalizminin oluşturmuş olduğu Gladyocular, solu imha ettiler. Doğa boşluk tanımadı. Doğa boşluk tanımadığı için, o boşluğa dincileri ikame etti. Dinciler, Kemalist geçinen işbirlikçilerinden daha yetenekli işbirlikçi olduklarını kanıtlayarak, emperyalizmin gözdesi haline gelerek, Kemalistlerin yerine geçtiler. Emperyalizmin desteği ile söz konusu Kemalistleri, Silivri’ye yeteri kadar büyük bir mahpushane yaparak oraya tıkadılar. Doğa her zamanki gibi yapması gerekeni yaptı. Kemalistler, o dönemin toplumunun içine girmiş olduğu dokusal ayrışma yapılanmasında, solcularla iş birliği yapacaklarına, emperyalizmin telkini ile yanlış ata oynayarak, sağcılarla, dincilerle işbirliği yaptılar. O nedenle şimdi Silivri’deler.
Kemalizmle Sol’un bağı Kızıldere’de koptu
Kemalizm in solla, solun ise Kemalizm ile Kurtuluş savaşından kalma bir gönül bağı vardı. Bu bağ Kızıldere de koptu. Kemalistler, emperyalizmin güdümüne girip, onun telkini ile dincilerle zımni ittifak yapmasalar, emperyalizmin isteğine uyarak Kızıldere ölümsüzlerini imha etmeselerdi, eski gönül bağı devam etseydi, sol bugün Latin Amerika’da olduğu gibi, belki iktidara bir yerlerde ortak olabilirdi. Belki Kemalistlerle belli bir hesaplaşmaya da girilebilirdi ama Kemalistler bugün Silivri’de olmazlardı.
Olmazlardı çünkü, sistem bugünkü konumda olmaz, Latin Amerika’dakiler gibi daha bağımsız, daha demokratik, daha ilerici bir konumda olurdu. Kemalistlerin, emperyalizmle işbirliğine girmelerine, dinci gericiler ve faşistlerle zımni ittifak yapmış olmalarına rağmen, biz solcular; Kızıldere olayının önümüze koymuş olduğu değerler etrafında birleşip, bütün o değerleri kendimize rehber edinerek yeni ve döneme denk bir perspektif üretip, Kürt Özgürlük Hareketi ile dayanışma içinde, Türkiye’de bir mücadele yürütebilseydik, bugün, milli maneviyatçılardan, milliyetçilerden sonra üçüncü bir güç durumunda olurduk. Böyle bir yöntem izlemediğimiz için dibe vurduk. Mahirlerin, İnanların üretmiş olduğu değerlerin yaratmış olduğu potansiyel belli bir dönem için solun, sosyalistlerin gelişmesine, kitleselleşmesine önemli ivme kattı. Hem 12 Eylül faşizminin vurduğu ağır darbe hem de solun Kızıldere değerlerini kılavuz edinip geliştirmemesi, fraksiyoncu ideolojiye esir düşmesi sonucu çöküş yaşadı ve yaşamaya devam ediyor.
Ortak mücadele platformu
Bu belirleme, „olsa ile bulsa, bir araya gelse“ bağlamında bir komplo teorisi değildir. Tarihsel materyalizm ışığında, geçmiş ve mevcut verilerin toplamından çıkartılan hipotetik bir sentezdir. Bütün bunların toplamına bakarak, bugün ne yapılması konusunda bir belirlemede bulunacak olursak; sınıf mücadelesi ve ideolojisinin yanına, insani değerleri koyarak, ‘insanı özne yapan’, örgütü amaç değil araç olarak gören, eşitlikçi, özgürlükçü sosyalizmi amaç edinen, fraksiyoncu zihniyetin yerine, ezilen, horlanan, sistem karşıtı ve emekten yana olanları, sistemin dışladığı bütün inanç sahiplerini, Alevileri, Özgürlük Hareketi’ni, bir mücadele platformu içinde toplayıp, „geçmişi olmayanın geleceği olmaz, geçmişimizin birikimleri, geleceğimizin meşalesidir“ bilinci ve ruhuyla, mücadeleyi Kızıldere mirasının üzerine oturtacak bir girişime gereksinim olduğunu söyleyebiliriz.
TESLİM TÖRE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder