Kimi yorumcular, doğada yaşanan olaylar, var olan tüm gelişmeler ve mucizeler için; Tüm bu yaşananlar bir Tanrı müdahalesiyle oluyor ve Tanrı kendi yarattığı doğanın dengesiyle de oynamış olmuyor derken, diğer bir görüş de; Tanrı, doğayı yarattıktan sonra hiçbir gelişmeye karışmıyor ve müdahale etmiyor, diyor. Bir farklı görüş var ki tamda Kuantumsal yaşamı özetliyor; Tüm yaşanan gelişmeler, bir yerde sömürgeci dayatmayla oluyorken, diğer yerde ‘toplumsal pratikle’ gelişiyor, değişiyor ve yeni halini alıyor, diyor.
Tunus’ta işportacı gencin kendini yakmasıyla patlak veren ve kısa sürede 23 yıllık Tunus lideri Zeynel Abidin Bin Ali’nin devrilmesiyle sonuçlanıp Mısır’a sıçrayan halk isyanları, Mübarak’in de yönetimi devretmesiyle sonuçlandı. Tunus ve Mısır’da sömürgecilerin bir müdahalesi olmazken halk isyanlarının sıçradığı bir diğer ülke olan Libya’da, BM’nin karar alması sonucu ülke ve halk ateş altına alındı. Buradaki amacın Kaddafi’nin yönetimi devretmesi ve halkın refah seviyesiyle özgürleşmesinin önünün açılması olmadığını çok iyi bilmekteyiz. Sömürgecilerin gözü yine, -tıpkı bu güne kadar olduğu gibi- ülkenin petrolü ve diğer zenginliklerindedir. Görünüşte sahada halk olmasına rağmen, arka plandaki ABD ve batılı devletler, bugün Libya’da halka bomba yağdırıyorlar. Bombardımana neden olarak ta Kaddafi’nin 42 yıllık iktidarı ve diktatörlüğü gösteriliyor. Öyle ya, Tunus ve Mısır yönetimleri bu nedenlerden dolayı devrilmişti! Buna göre, tüm diktatörlükler ve krallıklar bir bir devrilmeli.
Esasında bir domino veya kartopu etkisi yapması gereken isyanlar, neden o zaman belli yerleri teğet geçti? diye bir soru sorulabilir.
Bu teğet geçen ülkelerden bir tanesi var ki, oldukça ilginç ve teğetliğin nedenini de bizlere açıklıyor. Bu ülke Suudi Arabistan, yani Müslümanlarca inanılan Kâbe’nin ülkesi... Sömürgecilerin Tunus, Mısır ve Libya ülkelerine müdahale nedeni, onlarca yıl ülkeyi yöneten diktatör ve krallıkların sonucu nedeniyleydi, denildi.
Peki Suudi Arabistan krallığı kaç yıldır iktidar da ve neden müdahale edilmiyor?
Bunun için tek başına, Kâbe’nin varlığı gösterilemez.
‘Tanrı’-İngiltere ve ABD istese, yarattığı ülkelerine her an müdahale edebilir! Ama elbette diğer taraftan, bir dur diyen ve kabul edilir zihniyet de çıkabilir! Tunus ve Mısır halk isyanları gerçekleşirken Suudi Arabistan kralının kesenin ağzını açması düşündürmüyor değildi. Zira bu halk isyanlarının Suudi’ye sıçramasından da çekiniliyordu. Neden Suudi’ye sıçramadı sorusuna karşılık; ABD-Suudi ‘silah anlaşması’ cevabı verilebilir. ABD’nin, Suudi’yle yaptığı silah anlaşması sonuçlanacakken, Tunus, Mısır ve Libya’da böyle isyanların çıkması da ayrıca cevaplanması gereken bir diğer sorudur. Kendimce buna verebileceğim cevap; ‘Tanrı’ İngiltere ve ABD, Tunus, Mısır ve Libya’daki ‘sağanak yağış ve dolu’ olaylarını çıkartıp kendi lehine sonuçlandırır ve ‘Teist’lerin’ ‘doğa’ yorumunu desteklerken, diğer taraftan ise Suudi’de, ‘Deist’ yorumlamayı güçlendirdi. Elbette kırk-elli yıllık iktidarlar halkların başına bela olmuş ve bezdirmişti. Ancak bu bela ve zorba iktidarlar sadece Tunus, Mısır ve Libya’dan ibaret değildi. Dünya’da bunlara benzer daha birçok diktatör ve krallıklar var. Her ne hikmetse Suudi kuruldu kuruları süren krallık, bugüne kadar Tunus ve Mısır gibi halk isyanlarıyla karşılaşmadı, dahası Libya gibi bombardımana tutulmadı.
Doğadaki ontolojik belirsizliklere müdahale eden ‘Tanrı’, (İngiltere ve ABD) neden Suudi Arabistan’daki yönetimi devirmeyip savaş açmadı?
Suudi’ye ne gibi bir rol verildi bilinmez ama ürkütücü içeriğe sahip olan silah anlaşması pek hayra alamet değil. Neticelenmiş veya kısa zaman zarfında imzalanacak olan 60 milyar dolarlık silah anlaşmasında, 84 adet F-15 savaş uçağı, 70’e yakın ‘jet uçağı’ modernizasyonu, 200’e yakın helikopter alımı, lazer güdümlü füze ve bombalar ile radar sistemleri alımı var. Ayrıca bununla yetinilmeyeceği ve Suudi Kara Kuvvetlerinin daha sonra, 30 milyar dolarlık anlaşmasının da gündemde olduğu biliniyor. Bu savaş araçlarıyla donanan Suudi’nin ikinci bir İsrail olabileceği ihtimali de pek uzak bir görüş değil.
Peki ABD-Suudi silah anlaşmasıyla Türkiye’nin ne bağlantısı var ya da Türk Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Suudi yönetiminin anlaşmasının içeriğinde neler var?
Bilindiği üzere 1932’de Hicaz Kral’lı Suudi Arabistan’ı resmen ilk tanıyan ülke Türkiye’dir. İlginçtir, İsrail’i de ilk tanıyan ülke Türkiye’ydi. Doksanlı yıllara kadar yine Türkiye ve Suudi’yle yapılan anlaşma sayısı 14 iken, 2000 yılında yapılan anlaşma 1 ve 2003 yılından sonra yani AKP hükümetiyle yapılan anlaşma sayısı 17’dir. Yine ilginçtir, Türkiye-Suudi anlaşması 24.Mayıs.2010’da imzalanmış ve ABD ile Suudi silah anlaşması da aynı tarihler de görüşmeye başlanmıştır. Yine en son Ahmet Davutoğlu ve Recep Tayip Erdoğan’ın Suudi Arabistan’a ziyaretleri, ileride Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da Türkiye ve Suudi Arabistan’ın kilit konumda olacağını göstermektedir. Burada yine ince bir ayrıntıyı dikkatlerinize sunmak istiyorum. 24.Mayıs.2010 yılındaki Türkiye-Suudi anlaşması sırasında, zamanın Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ şöyle diyordu; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suudi Arabistan Krallığı Hükümeti arasındaki askeri alanda eğitim, teknik ve bilimsel işbirliği anlaşmasının ‘halen olumsuz gelişmeler yaşanan Orta Doğu bölgesinde’ barışa ve istikrara katkı sağlayacağına inanıyorum. Bu çerçeve anlaşması aynı zamanda kardeşlik, karşılıklı anlayış ve işbirliğine dayalı dostane ilişkilerimizin daha da geliştirilmesini sağlayacaktır…
Öyle anlaşılıyor ki Tunus, Mısır, Libya ve diğer ülkelerdeki halk isyanları daha geçen seneden planlanmıştı. Türkiye ve Suudi devletlerinin birbirleriyle ve ABD ile olan anlaşmaları da gösteriyor ki, yakın gelecek bu güçler etrafında şekillenecek ve göstermelik halk isyanlarının sonucu yine göstermelik Suudi’de ilk defa yapılan seçim sonucu gibi olacak.
Sömürgeci güçler ne yaparlarsa yapsınlar, dünya barışı, mevcut zihniyetleriyle rayına oturmayacak. Çünkü tek düşünülen şey, o’nların yarattıkları teklik ve toplumu bencil-bireysel yaşama itici politikalar ile durmaksızın ‘sömürücü zihniyetlerinden’ başka bir şey değil. Tek yol devrim denilen devrimin de, böyle Önder, Örgüt ve İdeolojisiz olamayacağı, ancak ve ancak hakikatli komünal toplumu yaratmakla mümkün olacağı bilinmektedir. Bu hakikatin yolu da öncelikle komünal toplumun doğasını çözmek ile başlar ve sonrasındaki gelişmeler de buna göre ele alınabilir. Aksi yönde toplum kök yapısı içinde komünal topluluk kavranılmadan, toplumsal olgu çeşitliliği anlamlandırılmaya çalışılırsa, bir asır daha toplumlar özünden uzaklaşmaya ve daha bir robotlaşmaya doğru yol alırlar.
Şimdi kim çıkacaksa bu işin içinden çıksın ve söylesin. Tüm doğa olayları yorumlamalarına agnostik kalan yorumcular gibi, bir gecede stratejist kesilenler de Tunus, Mısır ve Libya isyan ve bombardımanlarıyla Türkiye-Suudi ve Suudi-ABD anlaşmalarına da agnostik kalacaklar mı? Ya da değil agnostik, hakikat yönünde ses verebilecek ve sömürgecilerin planlarını deşifre edebilecekler mi? Bekleyip göreceğiz.
24.03.2010
mehmet_serhat_polatsoy@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder