İngiltere derin ekonomik krizini aşabilmek için savaş ekonomisi güdüyor. Arka bahçesi Kuzey Afrika’da hegemonyasını yitiren Fransa ise ‘eğitimli mösyö’ raconunun ne kadar sahte olduğunu hem Tunus’ta hem de Libya’da çok iyi gösterdi.
Arapların devrimlerine batılıların dolaysız müdahelesi gerçekleşti. Bir devrimin yenilgiden de beter başına gelebilecek en kötü şey dost görünümlü manipülatör dış müdaheledir ve Libya’da tam da bu oluyor. Bu yazıda bunu ele almaya çalışacağım. Bahreyn’e Suudi ordusunun devrim karşıtı güç olarak gitmesi 1848’de Prusya ordularının Paris’e yollanmasına benziyor. Devrim Bahreyn’de yenilecek midir, ayrı bir konu. Bekleyip görmek lazım.
Libya’ya müdahele konusunda en çarpıcı olay Fransa’nın yangından mal kaçırır gibi gerçekleşen saldırısı oldu. Çok belli ki Fransa saldırısını gerçekleştirdiğinde ittifak içerisinde olduğu ABD, İngiltere ve diğerlerinden bağımsız, fevri bir şey yaptı. Bu analizi geliştirecek olursak, Tunus’da olandan korkan Fransa’nın Kuzey Afrika sömürge sahasını kaybetmemek veya başka emperyal güçlere kaptırmamak için böyle davrandığını söyleyebiliriz.
ABD – İngiltere ikilisi Mısır hariç Kuzey Afrika sahasında yenidirler. Libya İtalya’ya bırakılmış; Cezayir, Tunus ve Fas Fransa’ya adeta tapulanmıştı. Tunus’ta kukla eli ile elinde tuttuğu iktidarı isyan halindeki halka kaybeden Fransa kuşkusuz bu kaybın genişleyeceğini düşünmüş olmalı ki durumu nasıl kurtaracağına dair panik haline girmiştir. Agresiftir. Çaresizliğinin işaretidir.
Libya’da gerçekleşen ayaklanmanın seyri Tunus veya Mısır’dan çok farklı bir görüntü verdi. Bin Ali ve Mübarek iktidarlarının akibetine giden yoldan ders alan Kaddafi, uzlaşma yerine isyanla başetmenin formülü olarak spekülasyonu ve devamı olarak şiddeti seçti. Kendi örgütlü iktidarına karşı örgütsüz isyancıların pek fazla şansı olmadığını hesaplamış olmalı.
Amerika ve müttefikleri de aynı şekilde düşünüyor olmalılar. Kendi kontrolleri dışında gelişen bu devrimleri kontrolleri altına almak istiyorlar ve bunun için uğraşıyorlar.
Gelişen Arap devrimlerinin en önemli karakteristiği Arap toplumunun kendi kendini yönetme isteği. Böylesi bir devrimin en son isteyeceği şey herhalde vesayet altına alınmak olur. Ve lakin, isyana liderlik edenlerin zor zamanlarda içine girebilecekleri “devrimin yenileceği” korkusu devrimin karakterine zıt, günü kurtarıcı kararlar almalarına sebep olabilir. Öylesi kriz durumların bilinçli bir şekilde yaratıldığını düşünün. İşte Amerika ve müttefiklerinin Libya’da devrim liderlerini o ruh haline soktuklarını ve zaman ilerledikçe her fırsatta da sokacaklarını; buna oynadıklarını düşünüyorum.
“Devrimciler ayaklansınlar, hatta gaza gelip / getirilip Kaddafi’nin üzerine yürüsünler, yenilsinler ama tam ezilmelerinden önce bizi ülkelerine, dolayısıyla devrimlerine davet etsinler”. Bu oldu. Daha da çok oldurmaya çalışacaklar.
Ne ki ABD ve müttefikleri kendi içlerinde tam bir uyum içerisinde değiller ve bunun işaretlerini şimdiden görebiliyoruz. ABD yönetiminin değişik kademelerinden değişik sesler çıkıyor, NATO’da tam bir uyum yakalanamıyor; Almanya bir türlü karar alamadı; Çin ve Rusya kazanılamadı, vs. Hatta Bulgaristan bile çatlak ses verdi konuyla ilgisiz olmasına rağmen.
Fransa Libya konusunda hep bir adım önde olma politikası güttü. Kimseyi beklemeden isyan hükümetini tanıdı, kimseyi beklemeden henüz devrilmemiş Kaddafi’yi tu kaka ilan etti, vs. Yukarıda değindik, öyle görünüyor ki kimseyi dinlemeden de saldırdı. Bunda pastadan en büyük payı kapma, veya diğerlerine pay kaptırmama telaşı olduğu belli.
Genel olarak batının tavrı ise pek acemice. Hazırlıksızlıklarına vermek lazım: uyguladıkları senaryo Saddam’a uyguladıklarına pek benziyor. Uçuşa yasak bölge ilan edilecek, diktatöre belli bir bölgeyi elinde tutması imkanı verilerek sanki bir iktidarı varmış görüntüsü yaratılacak, sonra her diktatörde şişkin olan yüksek ego kabartılarak meydan okuması durumları yaratılacak ve bunların toplamı olarak ellerinde tuttukları global medya ve yerel uzantılarıyla kendi meşruiyetlerini oluşturacaklar. Bu senaryonun Libya’ya uymayan kısmı, Saddam’ı gayrimeşru yapan Kürd ve Şii benzeri grupların yokluğu.
Diğer yandan, Libya’daki isyanın “destekçi” yabancı müdaheleyi benimseyeceğine dair şüpheliyim. En azından isyanın başını çekenler kriminal dosyası kütüphane raflarını dolduracak kadar çok olan ‘batılı dostların’ yardımlarına karşı çekimser kalacaklardır. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte batılılar Kaddafi’yi değil de devrim liderlerini kuşatma stratejisi güdeceklerdir. İzletildiğiniz haberleri bir de bu yaklaşımla takip edin.
Her koşulda İngiltere ve Fransa’yı not edelim derim. Eski emperyal zamanlarının ihtişam ve zenginliğini unutmayan İngiltere bugün en agresif global güç ve saldırılabilecek neresi varsa saldırıyor. Derin ekonomik krizini başka türlü aşabilmesine zaten imkan yok. Savaş ekonomisi gütmektedir. Arka bahçesi Kuzey Afrika’da Tunus’la beraber hegemonyasını kaybeden Fransa’nın ‘eğitimli mösyö’ raconunun ne kadar sahte olduğunu da hem Tunus’ta hem de Libya’da çok iyi gördük.
Amerika’nın Libya’da Fransa’nın fevriliğine karşı izlediği politika “boka girmesine müsaade etmek” olacak gibi görünüyor. Fevri hareket etmesinin cezasını Fransa’ya şu ya da bu şekilde ödetecektir. Sonuçta iktidar sahibinin paylaşmayacağı şey güçtür ve ABD Fransa’ya hizmetsiz pay vermeye yanaşmayacaktır. Gelişmeleri beraber izleriz. Buradan bir ittifak çatırtısı çıkacağını sanmıyorum. Batı halen yek paredir. Amerika halen yeterden fazla güçlüdür. Yine de bu pürüz not edilmelidir.
Mehmed Husedin
mhusedin@yahoo.com
Arapların devrimlerine batılıların dolaysız müdahelesi gerçekleşti. Bir devrimin yenilgiden de beter başına gelebilecek en kötü şey dost görünümlü manipülatör dış müdaheledir ve Libya’da tam da bu oluyor. Bu yazıda bunu ele almaya çalışacağım. Bahreyn’e Suudi ordusunun devrim karşıtı güç olarak gitmesi 1848’de Prusya ordularının Paris’e yollanmasına benziyor. Devrim Bahreyn’de yenilecek midir, ayrı bir konu. Bekleyip görmek lazım.
Libya’ya müdahele konusunda en çarpıcı olay Fransa’nın yangından mal kaçırır gibi gerçekleşen saldırısı oldu. Çok belli ki Fransa saldırısını gerçekleştirdiğinde ittifak içerisinde olduğu ABD, İngiltere ve diğerlerinden bağımsız, fevri bir şey yaptı. Bu analizi geliştirecek olursak, Tunus’da olandan korkan Fransa’nın Kuzey Afrika sömürge sahasını kaybetmemek veya başka emperyal güçlere kaptırmamak için böyle davrandığını söyleyebiliriz.
ABD – İngiltere ikilisi Mısır hariç Kuzey Afrika sahasında yenidirler. Libya İtalya’ya bırakılmış; Cezayir, Tunus ve Fas Fransa’ya adeta tapulanmıştı. Tunus’ta kukla eli ile elinde tuttuğu iktidarı isyan halindeki halka kaybeden Fransa kuşkusuz bu kaybın genişleyeceğini düşünmüş olmalı ki durumu nasıl kurtaracağına dair panik haline girmiştir. Agresiftir. Çaresizliğinin işaretidir.
Libya’da gerçekleşen ayaklanmanın seyri Tunus veya Mısır’dan çok farklı bir görüntü verdi. Bin Ali ve Mübarek iktidarlarının akibetine giden yoldan ders alan Kaddafi, uzlaşma yerine isyanla başetmenin formülü olarak spekülasyonu ve devamı olarak şiddeti seçti. Kendi örgütlü iktidarına karşı örgütsüz isyancıların pek fazla şansı olmadığını hesaplamış olmalı.
Amerika ve müttefikleri de aynı şekilde düşünüyor olmalılar. Kendi kontrolleri dışında gelişen bu devrimleri kontrolleri altına almak istiyorlar ve bunun için uğraşıyorlar.
Gelişen Arap devrimlerinin en önemli karakteristiği Arap toplumunun kendi kendini yönetme isteği. Böylesi bir devrimin en son isteyeceği şey herhalde vesayet altına alınmak olur. Ve lakin, isyana liderlik edenlerin zor zamanlarda içine girebilecekleri “devrimin yenileceği” korkusu devrimin karakterine zıt, günü kurtarıcı kararlar almalarına sebep olabilir. Öylesi kriz durumların bilinçli bir şekilde yaratıldığını düşünün. İşte Amerika ve müttefiklerinin Libya’da devrim liderlerini o ruh haline soktuklarını ve zaman ilerledikçe her fırsatta da sokacaklarını; buna oynadıklarını düşünüyorum.
“Devrimciler ayaklansınlar, hatta gaza gelip / getirilip Kaddafi’nin üzerine yürüsünler, yenilsinler ama tam ezilmelerinden önce bizi ülkelerine, dolayısıyla devrimlerine davet etsinler”. Bu oldu. Daha da çok oldurmaya çalışacaklar.
Ne ki ABD ve müttefikleri kendi içlerinde tam bir uyum içerisinde değiller ve bunun işaretlerini şimdiden görebiliyoruz. ABD yönetiminin değişik kademelerinden değişik sesler çıkıyor, NATO’da tam bir uyum yakalanamıyor; Almanya bir türlü karar alamadı; Çin ve Rusya kazanılamadı, vs. Hatta Bulgaristan bile çatlak ses verdi konuyla ilgisiz olmasına rağmen.
Fransa Libya konusunda hep bir adım önde olma politikası güttü. Kimseyi beklemeden isyan hükümetini tanıdı, kimseyi beklemeden henüz devrilmemiş Kaddafi’yi tu kaka ilan etti, vs. Yukarıda değindik, öyle görünüyor ki kimseyi dinlemeden de saldırdı. Bunda pastadan en büyük payı kapma, veya diğerlerine pay kaptırmama telaşı olduğu belli.
Genel olarak batının tavrı ise pek acemice. Hazırlıksızlıklarına vermek lazım: uyguladıkları senaryo Saddam’a uyguladıklarına pek benziyor. Uçuşa yasak bölge ilan edilecek, diktatöre belli bir bölgeyi elinde tutması imkanı verilerek sanki bir iktidarı varmış görüntüsü yaratılacak, sonra her diktatörde şişkin olan yüksek ego kabartılarak meydan okuması durumları yaratılacak ve bunların toplamı olarak ellerinde tuttukları global medya ve yerel uzantılarıyla kendi meşruiyetlerini oluşturacaklar. Bu senaryonun Libya’ya uymayan kısmı, Saddam’ı gayrimeşru yapan Kürd ve Şii benzeri grupların yokluğu.
Diğer yandan, Libya’daki isyanın “destekçi” yabancı müdaheleyi benimseyeceğine dair şüpheliyim. En azından isyanın başını çekenler kriminal dosyası kütüphane raflarını dolduracak kadar çok olan ‘batılı dostların’ yardımlarına karşı çekimser kalacaklardır. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte batılılar Kaddafi’yi değil de devrim liderlerini kuşatma stratejisi güdeceklerdir. İzletildiğiniz haberleri bir de bu yaklaşımla takip edin.
Her koşulda İngiltere ve Fransa’yı not edelim derim. Eski emperyal zamanlarının ihtişam ve zenginliğini unutmayan İngiltere bugün en agresif global güç ve saldırılabilecek neresi varsa saldırıyor. Derin ekonomik krizini başka türlü aşabilmesine zaten imkan yok. Savaş ekonomisi gütmektedir. Arka bahçesi Kuzey Afrika’da Tunus’la beraber hegemonyasını kaybeden Fransa’nın ‘eğitimli mösyö’ raconunun ne kadar sahte olduğunu da hem Tunus’ta hem de Libya’da çok iyi gördük.
Amerika’nın Libya’da Fransa’nın fevriliğine karşı izlediği politika “boka girmesine müsaade etmek” olacak gibi görünüyor. Fevri hareket etmesinin cezasını Fransa’ya şu ya da bu şekilde ödetecektir. Sonuçta iktidar sahibinin paylaşmayacağı şey güçtür ve ABD Fransa’ya hizmetsiz pay vermeye yanaşmayacaktır. Gelişmeleri beraber izleriz. Buradan bir ittifak çatırtısı çıkacağını sanmıyorum. Batı halen yek paredir. Amerika halen yeterden fazla güçlüdür. Yine de bu pürüz not edilmelidir.
Mehmed Husedin
mhusedin@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder