Söylediklerinin gereğini pratikte her zaman yerine getirmese de, yine de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bazen doğruya yakın şeyler söylüyor. Örneğin geçmişte "Demokrasinin standartlarının yükseltilmesi gereği"nden söz etmişti. Meclisi açış konuşmasında, Kürt sorunu için "Biz çözmezsek başkaları çözer" demişti. Bazen da "İyi şeyler olacak" deyip topluma umut vermeye çalışıyor.
Uzun süren İran gezisi dönüşünde yine benzer bir söz etti. "İran'da olanlarının benzerinin başka yerlerde de olduğunu" söyledi. "Ülkemizde de benzer olaylar oluyor" dedi. Böylece Arap aleminde yaşanan halk hareketlerinin bir benzerinin İran'da ve Türkiye'de de yaşanmakta olduğunu ifade etmiş oldu. Böylece Kürt halkının demokrasi mücadelesini, Diyarbakır'da, Hakkari'de halkın geliştirdiği eylemlerin demokratik halk mücadelesi olduğunu kabul etmiş bulundu.
Elbette Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bu sözleri önemli ve gerçekçidir. Yirmidört saat "Terör olayları" diye topluma lanse edilen bu eylemleri Cumhurbaşkanı'nın meşru ve demokratik görmesi elbette anlamlıdır. Gelecek açısından biraz umut vadeden de bu olmaktadır.
Peki kendine "özgürlük kuvveti" diyen basın-yayın organları, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün gösterdiği bu tutumu gösterebilmekte midir? Neredee?!.. Onların ekranından ‰deta kan akıyor, kalemlerinden kan damlıyor, ağızlarından küfür ve hakaret çıkıyor. Özellikle Kürt halkı ve Kürt sorunu sözkonusu olduğunda bu tür söz ve davranışlar çok açık bir biçimde görülüyor.
Tabi basın özgürlüğüne bağlı, demokratik tutum sahibi çok değerli basın-yayın organları, yazar ve çizer kesimleri de var. Böylelerine bir şey demiyor, her zaman dayanışma içinde olduğumuzu belirtiyoruz. Bu kesimler genelde olduğu gibi Kürt halkının demokrasi mücadelesiyle de dostturlar, her zaman dostluk ve destek dayanışması içinde oluyorlar.
Fakat ne yazık ki "Türk medyası" denen kesim içinde böylelerinin sayısı çok az. Bunlar ciddî bir azınlığı oluşturuyorlar. Medyanın büyük çoğunluğu ise kraldan daha çok kralcı, yönetimden daha çok yönetici. Tam bir özel savaş basını konumunda. Bu konuda Tayyip Erdoğan'ın, Beşir Atalay'ın Genelkurmay Başkanlığının öğüt ve uyarılarına harfiyle uyuyorlar. Kürtlere karşı planlı psikolojik savaş neyi gerektiriyorsa öyle davranıyorlar. Kısaca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kadar bile olamıyorlar.
Örneğin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Kürt halkının demokratik direnişini görmezden gelmiyor, bu direnişi Ortadoğu'daki benzerleriyle birlikte değerlendirdiğini ifade ediyor. Fakat "özgürlük kuvveti" olduğu söylenen, ama gerçekte özel savaş kuvveti olan medyada böyle bir yaklaşımın izi bile yok. Onlar ya susuyor, görmezden geliyorlar, ya da Kürt halkının mücadelesinin "Terör olayları" olduğunu yirmidört saat vaaz ediyorlar.
Herkes biliyor ki, Kürt halkı tam yirmibir yıldır ayakta. Özgürlük ve demokrasi için büyük bir cesaret ve fedakarlıkla mücadele ediyor. Sadece kendi özgürlüğü mü? Hayır, Türkiye'de yaşayan herkesin özgürlüğü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi için. Bu uğurda yüzlerce şehit vermiş, binlerce yaralısı var, onbinlerce insanı zindanlara girmiş.
En son PKK'nin "Eylemsizlik" il‰n ettiği 13 Ağustos 2010'dan beri gece-gündüz demeden demokratik kitlesel eylemliliğini yürütüyor. 12 Eylül referandumunda "Boykot" kampanyası yürüttü. Referandumdan bugüne kadar da Kürt sorununun barışçıl-siyasî çözümü için eylemlilik içinde oluyor. Haftalardır PKK Lideri şahsında kendine yöneltilmiş olan uluslararası komploya karşı protesto eylemleri geliştiriyor. Diyarbakır'da, Van'da, Şırnak'ta, Hakkari'de meydanlar sürekli insan dolu. Binler, onbinler, yüzbinler, bazen de milyonlar bu meydanları dolduruyor, bu kentlerin sokaklarında yürüyor.
Fakat özel savaş basını dediğimiz bu medya organlarının ekran ve sayfalarında bütün bunların izi bile yok. Görmedik ve duymadığı oynuyorlar. Her gün Gazze'de, Batı Şeria'da olup bitenleri ekranlarına taşıyorlar. Kahire'de, Tunus'ta, Yemen'de, Libya'da, İran'da ve hatta Irak'ta olup bitenlerle bültenlerini dolduruyorlar. Buralardaki rejimlerin baskı ve zulmünden sözediyorlar. Gençlerin, kadınların, çocukların zulme karşı direnişlerine övgüyle yer veriyorlar. Ancak sıra Kürtlere gelince suspus oluyorlar. Gözlerini ve kulaklarını kapıyorlar.
Peki Diyarbakır'da, Van'da, Hakkari'de yaşananlar Ortadoğu'nun diğer ülke ve şehirlerinde yaşananlardan çok mu farklı? Kürt halkının isyanı özgürlük ve demokrasi için değil mi? Kürt gençlerinin, kadınlarının, çocuklarının direnişleri zulme karşı değil mi?
Kuşkusuz bu soruların doğru cevabını onlar da biliyorlar. Ortadoğu'nun başka ülkelerinde yaşananlardan kat kat fazla bilgiyi Kürt şehirlerinden alıyorlar. Bu şehir ve kasabalarda yaşanan polis terörünü her gün gözleriyle görüyorlar. Fakat tüm bunlara rağmen, ekran ve sayfalarını bu bilgilere kapatıyorlar. Sanki bunlar yokmuş gibi suspus oluyorlar. Kürt halkının yaşadığı zulmü ve gösterdiği direnişi Türkiye toplumundan gizliyorlar. Yer verdiklerinde de "Terör olayları" diye verip Türk ve Kürt toplumlarını birbirine karşı tahrik ediyorlar.
Tarih ve günümüz dünyası herhalde Türkiye'deki bu özel savaş medyası kadar çifte standartlı bir tutuma tanık olmamıştır. Mısır'dan Yemen'e, Tunus'a, Libya'ya, İran'a kadar bölgede ve dünyada yaşanan olayları görüyor, ama yanı başında Kürt illerinde yaşanan benzer olayları görmüyor. Mısır'da, Tunus'ta, başka yerde devletin ve polisin halka saldırısı "baskı ve zulüm" oluyor, ama Diyarbakır ve Hakkari'deki polis saldırıları "Güvenlik olayları" olarak ifade ediliyor. Kahire ve Bingazi'deki halk isyanları "zulme karşı direniş" oluyor, Diyarbakır ve Hakkari'deki halk direnişleri ise "Terör olayları" diye kayda geçiyor. İşte bu basının yaşadığı çelişki böyle ve bu düzeydedir.
Peki bu neden böyledir? Elbette bunda şoven-milliyetçi zihniyetin çok önemli bir payı var. Sözkonusu medya çalışanları faşist denecek kadar şoven-milliyetçi, Kürt karşıtı durumda. Fakat hepsi böyle de değil. İşin bir de psikolojik savaş boyutu var. Başbakan ve İçişleri Bakanı bu medya mensuplarıyla toplantılar yaparak psikolojik savaş kapsamında dikkat edecekleri sınırları belirlediler. Onlar da şimdi buna göre hareket ediyorlar. Yani devlet yönetiminin verdiği emre göre çalışıp görev yerine getiriyorlar.
O halde bu medya özgür olabilir mi? Bu kadar devlet emrine bağlı bir medyaya "özgürlük kuvveti" denebilir mi? Belli ki denemez. Peki bu medya, bazı mensupları tutuklanınca tepki gösterebilir mi? Besbelli ki gösteremez. Hem de ABD elçisi kadar bile bunu yapamaz!..
Uzun süren İran gezisi dönüşünde yine benzer bir söz etti. "İran'da olanlarının benzerinin başka yerlerde de olduğunu" söyledi. "Ülkemizde de benzer olaylar oluyor" dedi. Böylece Arap aleminde yaşanan halk hareketlerinin bir benzerinin İran'da ve Türkiye'de de yaşanmakta olduğunu ifade etmiş oldu. Böylece Kürt halkının demokrasi mücadelesini, Diyarbakır'da, Hakkari'de halkın geliştirdiği eylemlerin demokratik halk mücadelesi olduğunu kabul etmiş bulundu.
Elbette Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bu sözleri önemli ve gerçekçidir. Yirmidört saat "Terör olayları" diye topluma lanse edilen bu eylemleri Cumhurbaşkanı'nın meşru ve demokratik görmesi elbette anlamlıdır. Gelecek açısından biraz umut vadeden de bu olmaktadır.
Peki kendine "özgürlük kuvveti" diyen basın-yayın organları, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün gösterdiği bu tutumu gösterebilmekte midir? Neredee?!.. Onların ekranından ‰deta kan akıyor, kalemlerinden kan damlıyor, ağızlarından küfür ve hakaret çıkıyor. Özellikle Kürt halkı ve Kürt sorunu sözkonusu olduğunda bu tür söz ve davranışlar çok açık bir biçimde görülüyor.
Tabi basın özgürlüğüne bağlı, demokratik tutum sahibi çok değerli basın-yayın organları, yazar ve çizer kesimleri de var. Böylelerine bir şey demiyor, her zaman dayanışma içinde olduğumuzu belirtiyoruz. Bu kesimler genelde olduğu gibi Kürt halkının demokrasi mücadelesiyle de dostturlar, her zaman dostluk ve destek dayanışması içinde oluyorlar.
Fakat ne yazık ki "Türk medyası" denen kesim içinde böylelerinin sayısı çok az. Bunlar ciddî bir azınlığı oluşturuyorlar. Medyanın büyük çoğunluğu ise kraldan daha çok kralcı, yönetimden daha çok yönetici. Tam bir özel savaş basını konumunda. Bu konuda Tayyip Erdoğan'ın, Beşir Atalay'ın Genelkurmay Başkanlığının öğüt ve uyarılarına harfiyle uyuyorlar. Kürtlere karşı planlı psikolojik savaş neyi gerektiriyorsa öyle davranıyorlar. Kısaca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kadar bile olamıyorlar.
Örneğin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Kürt halkının demokratik direnişini görmezden gelmiyor, bu direnişi Ortadoğu'daki benzerleriyle birlikte değerlendirdiğini ifade ediyor. Fakat "özgürlük kuvveti" olduğu söylenen, ama gerçekte özel savaş kuvveti olan medyada böyle bir yaklaşımın izi bile yok. Onlar ya susuyor, görmezden geliyorlar, ya da Kürt halkının mücadelesinin "Terör olayları" olduğunu yirmidört saat vaaz ediyorlar.
Herkes biliyor ki, Kürt halkı tam yirmibir yıldır ayakta. Özgürlük ve demokrasi için büyük bir cesaret ve fedakarlıkla mücadele ediyor. Sadece kendi özgürlüğü mü? Hayır, Türkiye'de yaşayan herkesin özgürlüğü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi için. Bu uğurda yüzlerce şehit vermiş, binlerce yaralısı var, onbinlerce insanı zindanlara girmiş.
En son PKK'nin "Eylemsizlik" il‰n ettiği 13 Ağustos 2010'dan beri gece-gündüz demeden demokratik kitlesel eylemliliğini yürütüyor. 12 Eylül referandumunda "Boykot" kampanyası yürüttü. Referandumdan bugüne kadar da Kürt sorununun barışçıl-siyasî çözümü için eylemlilik içinde oluyor. Haftalardır PKK Lideri şahsında kendine yöneltilmiş olan uluslararası komploya karşı protesto eylemleri geliştiriyor. Diyarbakır'da, Van'da, Şırnak'ta, Hakkari'de meydanlar sürekli insan dolu. Binler, onbinler, yüzbinler, bazen de milyonlar bu meydanları dolduruyor, bu kentlerin sokaklarında yürüyor.
Fakat özel savaş basını dediğimiz bu medya organlarının ekran ve sayfalarında bütün bunların izi bile yok. Görmedik ve duymadığı oynuyorlar. Her gün Gazze'de, Batı Şeria'da olup bitenleri ekranlarına taşıyorlar. Kahire'de, Tunus'ta, Yemen'de, Libya'da, İran'da ve hatta Irak'ta olup bitenlerle bültenlerini dolduruyorlar. Buralardaki rejimlerin baskı ve zulmünden sözediyorlar. Gençlerin, kadınların, çocukların zulme karşı direnişlerine övgüyle yer veriyorlar. Ancak sıra Kürtlere gelince suspus oluyorlar. Gözlerini ve kulaklarını kapıyorlar.
Peki Diyarbakır'da, Van'da, Hakkari'de yaşananlar Ortadoğu'nun diğer ülke ve şehirlerinde yaşananlardan çok mu farklı? Kürt halkının isyanı özgürlük ve demokrasi için değil mi? Kürt gençlerinin, kadınlarının, çocuklarının direnişleri zulme karşı değil mi?
Kuşkusuz bu soruların doğru cevabını onlar da biliyorlar. Ortadoğu'nun başka ülkelerinde yaşananlardan kat kat fazla bilgiyi Kürt şehirlerinden alıyorlar. Bu şehir ve kasabalarda yaşanan polis terörünü her gün gözleriyle görüyorlar. Fakat tüm bunlara rağmen, ekran ve sayfalarını bu bilgilere kapatıyorlar. Sanki bunlar yokmuş gibi suspus oluyorlar. Kürt halkının yaşadığı zulmü ve gösterdiği direnişi Türkiye toplumundan gizliyorlar. Yer verdiklerinde de "Terör olayları" diye verip Türk ve Kürt toplumlarını birbirine karşı tahrik ediyorlar.
Tarih ve günümüz dünyası herhalde Türkiye'deki bu özel savaş medyası kadar çifte standartlı bir tutuma tanık olmamıştır. Mısır'dan Yemen'e, Tunus'a, Libya'ya, İran'a kadar bölgede ve dünyada yaşanan olayları görüyor, ama yanı başında Kürt illerinde yaşanan benzer olayları görmüyor. Mısır'da, Tunus'ta, başka yerde devletin ve polisin halka saldırısı "baskı ve zulüm" oluyor, ama Diyarbakır ve Hakkari'deki polis saldırıları "Güvenlik olayları" olarak ifade ediliyor. Kahire ve Bingazi'deki halk isyanları "zulme karşı direniş" oluyor, Diyarbakır ve Hakkari'deki halk direnişleri ise "Terör olayları" diye kayda geçiyor. İşte bu basının yaşadığı çelişki böyle ve bu düzeydedir.
Peki bu neden böyledir? Elbette bunda şoven-milliyetçi zihniyetin çok önemli bir payı var. Sözkonusu medya çalışanları faşist denecek kadar şoven-milliyetçi, Kürt karşıtı durumda. Fakat hepsi böyle de değil. İşin bir de psikolojik savaş boyutu var. Başbakan ve İçişleri Bakanı bu medya mensuplarıyla toplantılar yaparak psikolojik savaş kapsamında dikkat edecekleri sınırları belirlediler. Onlar da şimdi buna göre hareket ediyorlar. Yani devlet yönetiminin verdiği emre göre çalışıp görev yerine getiriyorlar.
O halde bu medya özgür olabilir mi? Bu kadar devlet emrine bağlı bir medyaya "özgürlük kuvveti" denebilir mi? Belli ki denemez. Peki bu medya, bazı mensupları tutuklanınca tepki gösterebilir mi? Besbelli ki gösteremez. Hem de ABD elçisi kadar bile bunu yapamaz!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder