II - Sosyalist mekan yaratma mücadelesi
İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu adlı eserinde Engels'in yaptığı saptamayı, o kentlerin varoşlarında bir toplumsal devrimin patlayacağı iyimser duyguları ile sürmekteydi. Aradan çok uzun yıllar geçse de sistemi yıkacak bir patlamanın henüz meydana gelmemiş olması, bu konudaki görüşleri yeniden ele almayı zorunlu kılmaktadır. Düzeltilmeye ihtiyaç olan bu tespitleri daha sonra ele alan kişi Lefebvre olmuştur. Çelişkiler varoşlarda daha fazla hissedilse de bir şey bu çelişkilerin bir kalkışmaya dönüşümünü engellemektedir. Lefebvre'e göre bunun nedeni burjuvazinin "mekanları işgal etmesi ve mekan üretmesi"dir. Lefebvre'e göre mekan kapitalist üretimin yapıldığı bir yer olmanın ötesine geçmiş ve mekanın kendisi kapitalistler tarafından keşfedilmiş ve metalaştırılmıştır.
Lefebvre'e göre kapitalist için önemli olan kentin soyut değeridir. Yani, değişim değeridir. Bu durumda tarihsel, siyasal, kültürel olarak önemi olan kentin (somut-kullanım değeri olan kentin) yalnızca değişimden kaynaklanan değeri öne çıkar. Kentin somut yanına dair, kullanımına dair değerler ise ancak değişim değerine dönüştürülebildiğinde anlamı vardır. Bu nedenle kapitalist açısından kentin tümü değişim değeri yaratan bir endüstridir. Merkezi alanlar, tarihi ve sanatsal yapılar turizmin hizmetindedir. Önceki yıllarda işçi sınıfının yerleştiği fakat daha sonra kentin merkezine yakın olan alanlar türlü yöntemlerle işçilerden ve yoksullardan alınmakta ve yoksullar daha çevre alanlara sürülmektedir. Yoksullar böylece kolonileştirilmektedir. Bu açıdan Lefebvre'e göre yaşam alanlarında verilen mücadele her ne kadar tek başına sistemi parçalamaya yetmese de, esas çelişki ile birlikte ele alındığında kapitalizme karşı önemli bir mücadele mevzisi oluşturulmuş olacaktır. Mekan eksenli mücadele, soyut mekan anlayışını ortadan kaldırmayı amaçlamalıdır. Soyut mekan anlayışı o mekanın diğer tüm özelliklerini görmezden gelir ve orayı yalnızca, üzerinden k‰r elde edilecek alan olarak tanımlar. Buna karşı olmak, o mekanın k‰r için kullanımına karşı olmak, emekçiler için kullanımına taraf olmak anlamına gelecektir. Lefebvre'e göre bu mücadele sosyalist mekan yaratma mücadelesi olarak görülmelidir. Kapitalist özel mülkiyete karşı ve kapitalizmin tek tipleştiriciliğine karşı farklılıkları içeren, farklılıkların bir arada yaşamasını sağlayan bir mekan olmalıdır sosyalist mekan anlayışı. Bu hedef için mücadele üretim alanlarına hapsolmayan, aynı zamanda mekansallığa yani yaşam alanlarına önem veren bir perspektifi gerekli kılmaktadır. Bu nedenle, metropollere özgü bir Demokratik Özerklik modelinin oluşturulabilmesi için kapitalist mekan anlayışının reddi esas alınmalıdır. Kenti yalnızca parası olanın kullanabileceği bir değişim değeri olmaktan çıkararak kenti içinde yaşayan tüm yurttaşların, dil, din, ırk, kültür, etnisite vb. farkı gözetilmeksizin kullanımına açık bir kullanım değeri (tarihi, kültürel, doğal dokusundan ve mekanlarından özgürce yararlanılabilecek) haline dönüştürmek hedeflenmelidir. Böyle bir hedefe ulaşmanın yolu, yaşam alanlarında verilen mücadele ile üretim alanlarında verilen mücadelenin iç içe geçirilmesinden geçmektedir.
Kentin özgün çelişkilerinden kaynak alan kentsel hareketler
Lefebvre'i belirli noktalarda eleştirmiş olsa da yapısalcı bir marksist olan Castells, Lefebvre'den etkilenmişti. Castells kent ve sınıf meselesine Althusserci bir çerçeveden yaklaşmaktadır. Kapitalist sistemi oluşturan ekonomik, siyasal ve ideolojik alt sistemlerin, kentte bazı mekansallıklarla temsil edildiğini söylemektedir. Kent mekanlarının yönetsel yapıları siyasal fonksiyonu, anıtlar, mabetler ideolojik fonksiyonu temsil etmektedirler. Bu fonksiyonlar ekonomik kerteye tabidirler. Kentlerin özgünlüğünü de yaratan esas kerte budur. Kapitalizm emek-gücünün üretim finansmanının belli bir kısmını kendi karşılamakta ve bu gider kalemini azaltmaya çalışmaktadır. Bu bir yandan emek-gücünün yeniden-üretimi için gerekli iken bir yandan da yeni çelişki alanları olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çelişki alanlarından kentsel toplumsal hareketler köken almaktadır. Bu hareketlerin işçi sınıfı hareketiyle olan ilişkisi Castells açısından önem taşır. Bu hareketler birebir sınıf hareketi olmamakla birlikte sınıfsallıktan bağımsız da değildir. Kapitalizmin temel çelişkisi üzerinde var olmazlar, onların kendi alanlarına dair öznel çelişkileri vardır. Ancak bu öznel çelişkilerin varlığı, sonuç olarak kapitalizmin temel çelişkisinden kaynaklanmaktadır. Castells bu iki düzey arasındaki ilişkiyi "göreli özerklik" kavramıyla ifade eder. Castells'e göre kentsel toplumsal hareketler, sınıf hareketinden görece özerk bir içerik taşırlar. Sınıf hareketi ile belirli bir ilişki kurabildiklerinde gelişme potansiyeline sahiptirler. Bu durum hasıl olduğunda, kentsel hareketler toplumsal hareket halini alır ve değiştirici, dönüştürücü bir biçim kazanır. Bu hareketler sınıf mücadelesinin direk görünür kılamadığı çelişkileri yaşam alanlarından kalkarak görünür kılar ve o alanlarda yaşayanların siyasal bilince ulaşmalarına olanak sağlar.
Bu nedenle metropollerde Demokratik Özerkliğin itici gücü olarak, kentin özgün çelişkilerinden kaynak alan kentsel hareketler ile sınıf hareketinin özgün bileşiminden doğan potansiyel dönüştürücü gücü açığa çıkarmak gerekmektedir.
Üretim ve yeniden-üretim süreçlerinde ortaya çıkan mücadeleler arasındaki ilişkinin önemini vurgulamasına rağmen Lefebvre gibi Castells de tatmin edici bir çerçevece geliştirememiş, Lefebvre fazla felsefi kalırken, Castells ise fazla soyut kalmıştır.
Sermayenin ve bilincin 'Kentleşmesi'
David Harvey, meseleyi biraz daha farklı biçimde ele alır. Ona göre kentleşme olgusu kapitalist sistemde sermeye birikiminden bağımsız ele alınamaz. Harvey bu konuda şöyle bir denklem kurar: Kapitalist mal üretir ve bunu satar. Sonuçta elinde ilk durumda olduğundan daha fazla para kalmıştır. Bu kapitalistin k‰rıdır. Ancak k‰r etmeye devam edebilmesi için bu k‰rın bir kısmını tekrar yatırıma yönlendirmesi gerekmektedir. Kapitalist tekrar yatırım yapmak durumundadır. Çeşitli nedenlerle yatırım yapma olanağı olmayınca bu çevrimde biriken sermeyenin bir başka alanda kullanılması, ikinci bir çevrime aktarılması gerekecektir. Bu durumun sağlanamaması, kapitalist sistemde bunalımlara yol açabilir. Kentsel alana yönlendirilen birikim (sermaye), aşırı birikim sorununu çözer ve yeni istihdam alanları yaratarak krizin çözümüne olanak sağlar. Demek ki kentsel süreçlerle sermaye birikim süreçleri birbirinden bağımsız ele alınamaz. Bununla birlikte Harvey'in tezinin daha ilginç kısmı "sermayenin kentleşmesi"nin yanında "bilincin de kentleşmesi" olgusudur. Sermayenin meta üretimine katıldığı düzey çıplak biçimiyle sınıfsal düzeydir. Bu düzey kendine uygun bir bilinç şekillenmesini ortaya çıkarır. Bu fabrikada işçinin ürettiği artı-değere kapitalistin el koymasından kaynaklanan bir bilinç durumudur. Bilincin kentleşmesi durumunda ise bu esas bilinç durumunu ortadan kaldırmasa dahi üzerini örtecek, emek sermeye çelişkisini gözlerden saklayacak bir yanılsama yaratılmaktadır. İşçi mahallelerinin kentin en ücra bölgelerinde yer alması, birçok altyapı yatırımının yapılmamış olması, şehrin genişlemesine paralel olarak varoşların da daha dışa doğru itilmesinin nedenlerini emek sermaye arasındaki çelişkinin özgül bir yansısı olarak görmeyi engelleyen bir bilinç durumu ortaya çıkar. Yoksul bölgelerdeki işsizliğin, çeteciliğin, kumar vb'nin gerçek nedeninin sınıfsal çelişkiler olduğu gerçeğini kentleşmiş bilince sahip olan kitleler göremeyeceklerdir. Harvey'e göre esas bilinç kaynağı sınıf olmakla birlikte, birey, topluluk, aile, devlet diğer bilinç odaklarıdır. Bu biçimiyle varoşlarda aynı etnik gruba dahil olanlar ya da hemşeriler, sınıfsal dayanışmanın yerine bir hemşeri dayanışmasını kolayca ikame edebilmektedirler. Bu durum bir biçimde gerçekliği algılama biçimini etkilemekte ve sistemle olan çelişkinin, farklı kulvarlardaki çelişkilerce perdelenmesi sonucunu yaratmaktadır. (Aynı etnik gruba dahil olanlar arasındaki dayanışmanın, ulusal sorununu çözememiş bizim gibi ülkelerde ilerici bir niteliğe sahip olabileceği ya da anıldığı gibi bir perde görevi görmeyebileceği söylenebilir.) Harvey 1850'li yıllarda 3. Napolyon'un Paris kentini yapılandırmak için görev verdiği Haussmann'ı örneklemektedir. Paris kenti yeniden yapılandırılırken sermeyenin içine düştüğü sıkıntı ortadan kaldırılmış, estetik olarak yeni bir form verilen kentten işçiler, yoksullar dışarılara doğru yönlendirilmiş, Paris kentinin sınıfsal görüntüsü keskinleştirilmiştir. Daha önceleri aynı apartmanda yaşamakta (burjuvalar üst katta, işçiler ve yoksullar bodrumda) olan farklı sınıfın üyeleri birbirinden ayrılmıştır. Yoksullar şehrin dış mahallelerine gönderilirken yoksulların kente dair bilinç durumları da bozulmuş, ciddi bir yabancılaşma insanları sarmıştır.
Bu durum işçi sınıfının örgütlülüğünü ve sınıf bilincini önemli ölçüde geriletecektir. İşçi sınıfının emek/sermaye karşıtlığı üzerinden oluşması gereken bilinci, aynı bölgede oturmak, aynı kökene sahip olmak, diğer bölgelerde oturanlara düşmanlaşmak gibi bir yanılsama ile perdelenmektedir. Buna karşın Harvey, kentsel süreçler ve siyaset ilişkisini şu biçimde ele almaktadır:
"Gelişmiş kapitalist ülkelerde kendisini kentsel süreçlerin kalbine yerleştirmeyen her siyasal hareket başarısızlığa mahkumdur. Kentsel süreçler içinde kendi iktidarını gerçekleştirmeyen bir hareket uzun süre yaşayamaz. Çağdaş kentsel yaşamın çoklu yabancılaşmalarına karşı bir çıkış noktası gösteremeyen herhangi bir hareket kapitalizmin devrimci dönüşümü için kitle desteği sağlayamaz."(5)
Özgün bir Demokratik Özerklik modelinin oluşturulabilmesi için Harvey'in deyişiyle "bilinçlerin kentleşmesi" olgusuna yani sınıf bilincinin başka bilinç biçimleriyle perdelenmesine mani olmak gerekmektedir. Ancak Kürt ulusal bilincinin, metropollerde sınıf bilincinin gelişiminde oynadığı rol göz önüne alınarak, bu iki bilinç biçiminin bir sinerji oluşturacak şekilde birlikte ele alınmasını hedefleyecek modeller üretilmelidir.
NOTLAR
(5) Aktaran H. Tarık Şengül, Sınıf Mücadeleleri ve Kent Mekanı.
(6) Aktaran H. Tarık Şengül, Sınıf Mücadeleleri ve Kent Mekanı.
YARIN:
İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu adlı eserinde Engels'in yaptığı saptamayı, o kentlerin varoşlarında bir toplumsal devrimin patlayacağı iyimser duyguları ile sürmekteydi. Aradan çok uzun yıllar geçse de sistemi yıkacak bir patlamanın henüz meydana gelmemiş olması, bu konudaki görüşleri yeniden ele almayı zorunlu kılmaktadır. Düzeltilmeye ihtiyaç olan bu tespitleri daha sonra ele alan kişi Lefebvre olmuştur. Çelişkiler varoşlarda daha fazla hissedilse de bir şey bu çelişkilerin bir kalkışmaya dönüşümünü engellemektedir. Lefebvre'e göre bunun nedeni burjuvazinin "mekanları işgal etmesi ve mekan üretmesi"dir. Lefebvre'e göre mekan kapitalist üretimin yapıldığı bir yer olmanın ötesine geçmiş ve mekanın kendisi kapitalistler tarafından keşfedilmiş ve metalaştırılmıştır.
Lefebvre'e göre kapitalist için önemli olan kentin soyut değeridir. Yani, değişim değeridir. Bu durumda tarihsel, siyasal, kültürel olarak önemi olan kentin (somut-kullanım değeri olan kentin) yalnızca değişimden kaynaklanan değeri öne çıkar. Kentin somut yanına dair, kullanımına dair değerler ise ancak değişim değerine dönüştürülebildiğinde anlamı vardır. Bu nedenle kapitalist açısından kentin tümü değişim değeri yaratan bir endüstridir. Merkezi alanlar, tarihi ve sanatsal yapılar turizmin hizmetindedir. Önceki yıllarda işçi sınıfının yerleştiği fakat daha sonra kentin merkezine yakın olan alanlar türlü yöntemlerle işçilerden ve yoksullardan alınmakta ve yoksullar daha çevre alanlara sürülmektedir. Yoksullar böylece kolonileştirilmektedir. Bu açıdan Lefebvre'e göre yaşam alanlarında verilen mücadele her ne kadar tek başına sistemi parçalamaya yetmese de, esas çelişki ile birlikte ele alındığında kapitalizme karşı önemli bir mücadele mevzisi oluşturulmuş olacaktır. Mekan eksenli mücadele, soyut mekan anlayışını ortadan kaldırmayı amaçlamalıdır. Soyut mekan anlayışı o mekanın diğer tüm özelliklerini görmezden gelir ve orayı yalnızca, üzerinden k‰r elde edilecek alan olarak tanımlar. Buna karşı olmak, o mekanın k‰r için kullanımına karşı olmak, emekçiler için kullanımına taraf olmak anlamına gelecektir. Lefebvre'e göre bu mücadele sosyalist mekan yaratma mücadelesi olarak görülmelidir. Kapitalist özel mülkiyete karşı ve kapitalizmin tek tipleştiriciliğine karşı farklılıkları içeren, farklılıkların bir arada yaşamasını sağlayan bir mekan olmalıdır sosyalist mekan anlayışı. Bu hedef için mücadele üretim alanlarına hapsolmayan, aynı zamanda mekansallığa yani yaşam alanlarına önem veren bir perspektifi gerekli kılmaktadır. Bu nedenle, metropollere özgü bir Demokratik Özerklik modelinin oluşturulabilmesi için kapitalist mekan anlayışının reddi esas alınmalıdır. Kenti yalnızca parası olanın kullanabileceği bir değişim değeri olmaktan çıkararak kenti içinde yaşayan tüm yurttaşların, dil, din, ırk, kültür, etnisite vb. farkı gözetilmeksizin kullanımına açık bir kullanım değeri (tarihi, kültürel, doğal dokusundan ve mekanlarından özgürce yararlanılabilecek) haline dönüştürmek hedeflenmelidir. Böyle bir hedefe ulaşmanın yolu, yaşam alanlarında verilen mücadele ile üretim alanlarında verilen mücadelenin iç içe geçirilmesinden geçmektedir.
Kentin özgün çelişkilerinden kaynak alan kentsel hareketler
Lefebvre'i belirli noktalarda eleştirmiş olsa da yapısalcı bir marksist olan Castells, Lefebvre'den etkilenmişti. Castells kent ve sınıf meselesine Althusserci bir çerçeveden yaklaşmaktadır. Kapitalist sistemi oluşturan ekonomik, siyasal ve ideolojik alt sistemlerin, kentte bazı mekansallıklarla temsil edildiğini söylemektedir. Kent mekanlarının yönetsel yapıları siyasal fonksiyonu, anıtlar, mabetler ideolojik fonksiyonu temsil etmektedirler. Bu fonksiyonlar ekonomik kerteye tabidirler. Kentlerin özgünlüğünü de yaratan esas kerte budur. Kapitalizm emek-gücünün üretim finansmanının belli bir kısmını kendi karşılamakta ve bu gider kalemini azaltmaya çalışmaktadır. Bu bir yandan emek-gücünün yeniden-üretimi için gerekli iken bir yandan da yeni çelişki alanları olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çelişki alanlarından kentsel toplumsal hareketler köken almaktadır. Bu hareketlerin işçi sınıfı hareketiyle olan ilişkisi Castells açısından önem taşır. Bu hareketler birebir sınıf hareketi olmamakla birlikte sınıfsallıktan bağımsız da değildir. Kapitalizmin temel çelişkisi üzerinde var olmazlar, onların kendi alanlarına dair öznel çelişkileri vardır. Ancak bu öznel çelişkilerin varlığı, sonuç olarak kapitalizmin temel çelişkisinden kaynaklanmaktadır. Castells bu iki düzey arasındaki ilişkiyi "göreli özerklik" kavramıyla ifade eder. Castells'e göre kentsel toplumsal hareketler, sınıf hareketinden görece özerk bir içerik taşırlar. Sınıf hareketi ile belirli bir ilişki kurabildiklerinde gelişme potansiyeline sahiptirler. Bu durum hasıl olduğunda, kentsel hareketler toplumsal hareket halini alır ve değiştirici, dönüştürücü bir biçim kazanır. Bu hareketler sınıf mücadelesinin direk görünür kılamadığı çelişkileri yaşam alanlarından kalkarak görünür kılar ve o alanlarda yaşayanların siyasal bilince ulaşmalarına olanak sağlar.
Bu nedenle metropollerde Demokratik Özerkliğin itici gücü olarak, kentin özgün çelişkilerinden kaynak alan kentsel hareketler ile sınıf hareketinin özgün bileşiminden doğan potansiyel dönüştürücü gücü açığa çıkarmak gerekmektedir.
Üretim ve yeniden-üretim süreçlerinde ortaya çıkan mücadeleler arasındaki ilişkinin önemini vurgulamasına rağmen Lefebvre gibi Castells de tatmin edici bir çerçevece geliştirememiş, Lefebvre fazla felsefi kalırken, Castells ise fazla soyut kalmıştır.
Sermayenin ve bilincin 'Kentleşmesi'
David Harvey, meseleyi biraz daha farklı biçimde ele alır. Ona göre kentleşme olgusu kapitalist sistemde sermeye birikiminden bağımsız ele alınamaz. Harvey bu konuda şöyle bir denklem kurar: Kapitalist mal üretir ve bunu satar. Sonuçta elinde ilk durumda olduğundan daha fazla para kalmıştır. Bu kapitalistin k‰rıdır. Ancak k‰r etmeye devam edebilmesi için bu k‰rın bir kısmını tekrar yatırıma yönlendirmesi gerekmektedir. Kapitalist tekrar yatırım yapmak durumundadır. Çeşitli nedenlerle yatırım yapma olanağı olmayınca bu çevrimde biriken sermeyenin bir başka alanda kullanılması, ikinci bir çevrime aktarılması gerekecektir. Bu durumun sağlanamaması, kapitalist sistemde bunalımlara yol açabilir. Kentsel alana yönlendirilen birikim (sermaye), aşırı birikim sorununu çözer ve yeni istihdam alanları yaratarak krizin çözümüne olanak sağlar. Demek ki kentsel süreçlerle sermaye birikim süreçleri birbirinden bağımsız ele alınamaz. Bununla birlikte Harvey'in tezinin daha ilginç kısmı "sermayenin kentleşmesi"nin yanında "bilincin de kentleşmesi" olgusudur. Sermayenin meta üretimine katıldığı düzey çıplak biçimiyle sınıfsal düzeydir. Bu düzey kendine uygun bir bilinç şekillenmesini ortaya çıkarır. Bu fabrikada işçinin ürettiği artı-değere kapitalistin el koymasından kaynaklanan bir bilinç durumudur. Bilincin kentleşmesi durumunda ise bu esas bilinç durumunu ortadan kaldırmasa dahi üzerini örtecek, emek sermeye çelişkisini gözlerden saklayacak bir yanılsama yaratılmaktadır. İşçi mahallelerinin kentin en ücra bölgelerinde yer alması, birçok altyapı yatırımının yapılmamış olması, şehrin genişlemesine paralel olarak varoşların da daha dışa doğru itilmesinin nedenlerini emek sermaye arasındaki çelişkinin özgül bir yansısı olarak görmeyi engelleyen bir bilinç durumu ortaya çıkar. Yoksul bölgelerdeki işsizliğin, çeteciliğin, kumar vb'nin gerçek nedeninin sınıfsal çelişkiler olduğu gerçeğini kentleşmiş bilince sahip olan kitleler göremeyeceklerdir. Harvey'e göre esas bilinç kaynağı sınıf olmakla birlikte, birey, topluluk, aile, devlet diğer bilinç odaklarıdır. Bu biçimiyle varoşlarda aynı etnik gruba dahil olanlar ya da hemşeriler, sınıfsal dayanışmanın yerine bir hemşeri dayanışmasını kolayca ikame edebilmektedirler. Bu durum bir biçimde gerçekliği algılama biçimini etkilemekte ve sistemle olan çelişkinin, farklı kulvarlardaki çelişkilerce perdelenmesi sonucunu yaratmaktadır. (Aynı etnik gruba dahil olanlar arasındaki dayanışmanın, ulusal sorununu çözememiş bizim gibi ülkelerde ilerici bir niteliğe sahip olabileceği ya da anıldığı gibi bir perde görevi görmeyebileceği söylenebilir.) Harvey 1850'li yıllarda 3. Napolyon'un Paris kentini yapılandırmak için görev verdiği Haussmann'ı örneklemektedir. Paris kenti yeniden yapılandırılırken sermeyenin içine düştüğü sıkıntı ortadan kaldırılmış, estetik olarak yeni bir form verilen kentten işçiler, yoksullar dışarılara doğru yönlendirilmiş, Paris kentinin sınıfsal görüntüsü keskinleştirilmiştir. Daha önceleri aynı apartmanda yaşamakta (burjuvalar üst katta, işçiler ve yoksullar bodrumda) olan farklı sınıfın üyeleri birbirinden ayrılmıştır. Yoksullar şehrin dış mahallelerine gönderilirken yoksulların kente dair bilinç durumları da bozulmuş, ciddi bir yabancılaşma insanları sarmıştır.
Bu durum işçi sınıfının örgütlülüğünü ve sınıf bilincini önemli ölçüde geriletecektir. İşçi sınıfının emek/sermaye karşıtlığı üzerinden oluşması gereken bilinci, aynı bölgede oturmak, aynı kökene sahip olmak, diğer bölgelerde oturanlara düşmanlaşmak gibi bir yanılsama ile perdelenmektedir. Buna karşın Harvey, kentsel süreçler ve siyaset ilişkisini şu biçimde ele almaktadır:
"Gelişmiş kapitalist ülkelerde kendisini kentsel süreçlerin kalbine yerleştirmeyen her siyasal hareket başarısızlığa mahkumdur. Kentsel süreçler içinde kendi iktidarını gerçekleştirmeyen bir hareket uzun süre yaşayamaz. Çağdaş kentsel yaşamın çoklu yabancılaşmalarına karşı bir çıkış noktası gösteremeyen herhangi bir hareket kapitalizmin devrimci dönüşümü için kitle desteği sağlayamaz."(5)
Özgün bir Demokratik Özerklik modelinin oluşturulabilmesi için Harvey'in deyişiyle "bilinçlerin kentleşmesi" olgusuna yani sınıf bilincinin başka bilinç biçimleriyle perdelenmesine mani olmak gerekmektedir. Ancak Kürt ulusal bilincinin, metropollerde sınıf bilincinin gelişiminde oynadığı rol göz önüne alınarak, bu iki bilinç biçiminin bir sinerji oluşturacak şekilde birlikte ele alınmasını hedefleyecek modeller üretilmelidir.
Mekansal ilişkiler ve olgular Katznelson'un aşağıda dört bölümde ele aldığı yaklaşımı, böyle bir modelin yaratılmasında kültürel edinimlerin mekansal zeminini işaret etmesi açısından dikkate alınmaya değerdir. Katznelson kent olgusunu tarif ederken daha farklı bir sınıf oluşum süreci tarif etme eğilimindedir. Katznelson'a göre sınıf olgusu olmuş bitmiş bir şey değil, sürekli oluşum halindeki bir süreçtir. Katznelson dört katmanlı bir sınıf oluşumu süreci tariflemektedir. "Birinci katman somut insanlardan çok üretim tarzı çerçevesinde tanımlanmış pozisyonlara karşılık gelen bir düzeydedir. Bu Marx'ın Kapital'de varsaydığı sınıfa karşılık gelmektedir. İkinci katman insanların yaşamlarını belli yaşam ve sosyal ilişki tarzları içinde nasıl sürdürdüklerine ilişkindir. Üçüncü düzey ya da katman insanların belli kültürel, bilişsel ve söylemsel edinim ve alışkanlıklar tarafından çerçevelenen bir biçimde yaşamı nasıl algıladıkları ve dışarıya sunduklarına ilişkindir. Dördüncü düzey ise belli bir örgütlülük ve hareket çerçevesinde kolektif eylemi içermektedir"(6) Birinci düzey bir yana bırakıldığında diğer düzeylerin mekansal ilişkiler olduğu görülecektir. İnsanlar kendi yaşamlarını sürdürürken, belli toplumsal ilişkiler kurarken bunları bazı mekanlar içinde yaparlar. Birbirlerinin evine giderler, komşuluk ilişkisi kurarlar ya da gelişmiş kapitalist ülkelerde bu ilişkileri başka dolayımlarla, kulüplerle, eğlence merkezleri ile sağlarlar. Bu ilişkiler havada asılı olan ilişkiler değildir, belli bir mekansallığı olan somut ilişkilerdir. Keza kültürel edinimler de mekansal olgulardır. Kültürel öğelerin yaratılmasında mekanların önemi büyüktür. Aynı mahallede yaşıyor olmak, yardımlaşma ve dayanışma kültürünün gelişiminde önemli rol oynar. Örgütlülük ve belli amaçlar için hareket etme düzeyi de yine mekansaldır. Mahallede yıkımlara karşı verilen mücadele, sokak çatışmaları, fabrika ya da okul işgalleri belli mekanlarda cereyan eden olaylardır. |
NOTLAR
(5) Aktaran H. Tarık Şengül, Sınıf Mücadeleleri ve Kent Mekanı.
(6) Aktaran H. Tarık Şengül, Sınıf Mücadeleleri ve Kent Mekanı.
YARIN:
- Özerk İstanbul (3)
- İstanbu'da merkez ve varoş
- İstanbul'un neoliberal yeniden yapılandırılması
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder