22 Şubat 2011 Salı

Neo-Firavunlar ve “Geçiş Süreci”


Ortadoğu’da yaşananlara “geçiş süreci” deniliyor. Eyvallah, öteden beri Ortadoğu’nun, özellikle yönetici elitizmin buna ihtiyacı vardı. Yine aynı şekilde bu durum Ortadoğulu toplumlar için de geçerliydi. 
Bu çağa ve döneme göre olmak zorundaydı Ortadoğu ve Ortadoğulular. 
Öyle ezoterik yanı, derin tarihi ve kültürel mirasları, yer altındaki “kara altın” denilen petrolleriyle, Ortadoğu bugün sistemi zorluyor ve tıkıyordu. Bunun aşılması adına bir “geçiş süreci” ortaya çıkartılmalıydı. 
Herkesin ağız birliği etmişçesine sarf ettiği bu iki kelime aslında bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde, vaziyet-i ifşa oluyordu. Ya da bir suç bildirisi… 
Günlerdir tüm dünya gündeminin en üst sıralarında yer alan Tahrir meydanındaki canlı yayın devriminde, dün önemli bir kırılma noktası yaşandı. Bu da sözü edilen değişimin gereği adına önemli bir gelişmeydi. 
18 gündür bütün Mısırlıların “defol” dediği adam, ordunun dayatmasıyla istifa etti. Her defasında yavaş yavaş battı ve en sonunda gardını daha fazla koruyamadan havlu atmak zorunda kaldı.
İşin ilginç tarafını ise; 
Bundan aşağı yukarı otuz yıl önce Enver Sedat’ın öldürülmesinin ardından iktidara gelen bu adamın yaptığı ilk açıklama da; “bu görevimi en fazla bir yıl sürdürebilirim. Bu geçiş süreci tamamlandıktan sonra benim siyasetle işim olmaz” demesi oluşturuyor. 
Yaptığı o açıklamanın üzerinden tam otuz yıl geçti ve ne yönetimi bıraktı, ne de siyasetten elini eteğini çekti. O açıklamasının kilit kelimeleri de geçiş süreciydi. 
Her ne kadar Hür Subaylar kuşağından gelmiş olsa da, ne Nasır gibi Arap milliyetçisi olmuştu, ne de Sedat gibi oryantalist. Herhalde bu özelliklerinden dolayı da bu kadar uzun ömürlü bir görev sahiplenmesi ortaya çıktı. 
Aslında burada ortaya konulanlar ve sözü edilen bu “geçiş süreçlerini” birkaç noktadan ele almanın ve öyle yorumlamanın faydaları var.
İfadesi edilen bu süreçlerin merkezinde; ABD-İsrail ve doğal olarak da “Model Ortaklık” projesi yer almakta. 
2009 yılından bu yana yani Davos zirvesinden bu yana “Gazze ablukası” ile yürütülen tartışmaların-didişmelerden de anlaşılıyordu ki; bölgede statükonun ciddi bir dizayna ihtiyacı vardı. Koşulların uyarlanması ve patlamanın ortaya çıkartılması karşısında, işte şu anda sözünü etmeye çalıştığımız gelişmelerin yaşanılması kaçınılmaz oldu. 
Bunların son yıllarda artan bir hıza kavuşması ve sonuçlandırılmak istenmesi; batı merkezli siyaset güdümünün ustaca devreye koyduğu bir çalışma olmaktadır. 
Masanın etrafında oturanlar bu durumu iyi bildiği için ara sıra blöf yapıyorlar ama hepsi o kadar! 
Bölge statükosunun dizaynında hissedilen bu zaruri değişikliğin temel nedenlerinden bir tanesi ise Orta Asya’nın giderek daha da önemli bir tehlike olarak, batının gözüne batıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Yani öyle Tahrir meydanında yaşanan her gelişmenin, Mısır’a ve Mısırlılara sükût-u hayal sunacağını beklemek biraz acemice olur. 
Şimdi Neo-firavunlar devrede ve bu oyundaki açılışlarının bedelini gittikçe arttırmak istiyor. Bundan dolayı da etrafta bir “geçiş süreci” tartışması almış başını gidiyor. Ortada zikredilen isimler de var; Ömer Süleyman, Amr Musa gibi! Bakalım!  
Önemli olan; geçmişte olduğu gibi bu yeni “geçiş sürecinin” ortaya çıkartacağı gelişmelerin içeriği ve karakteri nasıl olacaktır? İşte bu soruya da en güzel ve en doğru cevabı önümüzdeki dönem büyük ihtimalle Tahrir Meydanı verecektir… 

Toprak Cemgil

Hiç yorum yok: