Tunus’ta ve Mısır’da yaşanan gelişmeleri sadece halkın otoriter yönetimler altında ezilmesi, fakirlik, işsizlik ve adaletsizlik gibi önemli iç faktörlere bağlamak doğru değil. Bu gelişmelere en az iç faktörler kadar küreselleşmenin dinamikleri, Yeni Dünya Düzeni ve Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yürütülen çalışmalar da etkide bulunmuştur. |
Tunus’ta yanan ateş daha sonra Cezayir ve kısa bir zaman sonra Mısır’a ulaştı. Bu yangın kendi içinde yeniden yeniden alevlendi ve bölgeye yayıldı. Suudi Arabistan’da sarsıntılara yol açtı. Böylelikle Tunus’ta yaşanan halk isyanı, Arap halkları için öncü bir misyon oynadı. Halkın kaybedecek hiçbir şeyinin olmadığı çıplak bir biçimde görüldü. Kendilerini namluların üzerine korkusuzca yürürken bulan onbinler; onyılların diktatörlüğü altında ezilen onurlarını bayrak yapıp bedenlerine sarmış gibiydiler. Yakın komşularına, uzaktan izleyen halklara umut olan Tunus isyanı, kaybedecek bir şeyi olmayanların gücünün görülmesine vesile oldu. 140 milyon kişinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir coğrafyada bunların yaşanması elbette doğaldı. Dünya petrolünün yüzde 58’i, doğalgazın ise yüzde 45’i Arap ülkelerinde olmasına rağmen, işsizlik oranı yüzde 25’lerde gözüküyor. Eğitimden sağlığa birçok alandan yoksun olan yoksul halkların açlık sınırında yaşadığı coğrafyada, açlıkla bilenen öfke sonuçlarını sokakta verdi. Tüm yaşananlara bakıldığında halkın yeterince sebebi, isyanı biriktirecek bütün nüveler mevcuttu. Peki yaşananları sadece bunlara bağlamak ya da sadece halkın sokağa dökülen öfkesi olarak değerlendirmek mümkün mü? Tunus’ta işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği ve yolsuzluk gibi sorunlar altında ezilen halkın isyan ederek, otoriter Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin istifasını istemesi ile başlayan gelişmeler, Bin Ali’nin ülkeden kaçışı ile sonuçlanması sadece isyan eden halkın gücüyle açıklanabilir mi?
Rolleri biten rejimler!
Halkın özgürlük talebini dillendirmesi, sokağa çıkması, bir halk hareketi ortaya çıkması bütün bunlar muhtemeldir. Yarım yüzyıldır otoriter rejimlerin baskısı altında birikmiş bir öfke var. Ama bu öfkeyi yönlendirecek, mevcut rejimleri tümden yıkmayı hedefleyecek örgütlenmeler ise sınırlı bir güce sahipti düne kadar. Yani Tunus’ta bir devrimi örgütleyecek güçlü bir öncü güçten ya da Ortadoğu’da diğer otoriter yönetimlerin temellerini sarsan halk hareketlerini yönlendiren devrimci bir güçten bahsetmemiz mümkün değil. İşin özü Mısır ve Yemen olmak üzere diğer ülkelerdeki otoriter yönetimlerin tedirginlik yaratan iki unsur var; evet bunların başında belki güçlü öncülere sahip olmasa da bir halk hareketinin kendini sokakta mayalayarak büyümesiydi, ikincisi ise bugüne kadar Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki mevcut rejimleri yaratan güçlerin mevcut rejimlerle işinin bitmesi gerçeğiydi. Sarsılan Bin Ali değildi, sarsılan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki emperyalist güç dengelerinin yeniden rejimleri inşa harekatıydı. Bugüne kadar birçok değerlendirmede „halkın zaferi, Ortadoğu’da devrim rüzgarı“ vb. ifadeler kullanıldı. Ama bugün gerçek anlamda bir devrimden bahsedemeyeceğimizi görmek için biraz yakın geçmişe bakmak yeterli olur kanısındayız. Çünkü bu günü anlamak ve geleceği öngörebilmek için tarih bize önemli ipuçları vermektedir. Yakın geçmişe bakıldığında, „Soğuk Savaş“ olarak tanımlanan dönemin bitiminden itibaren uluslararası emperyalist güçlerin üzerinde yoğunlaştığı üç unsura bakmakta fayda var: „Küreselleşme“, „Yeni Dünya Düzeni“ ve „Büyük Orta Doğu Projesi.“ Bu kavramların bugünkü gelişmelere etkileri var mıdır? Elbette vardır.
Sermayenin önünün düzlenmesi!
Küreselleşme olgusunu en genel anlamıyla tanımladığımızda siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda emperyalist değerlerin ulusal sınırları aşarak dünya geneline yayılması şeklinde tarif edebiliriz. Küreselleşmenin siyasal, ekonomik ve sosyo-kültürel olmak üzere üç farklı dinamiği vardır. Bugüne kadar Afganistan, Irak vb. emperyalizmin seferlerinde görülen küreselleşmenin siyasal dinamikleriydi. Yani bu argüman kullanılarak aslında Yeni Dünya Düzeni inşaa ediliyordu. Neydi bunun literatürdeki karşılığı; özgürlük, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü. Bu argümanlar işgallerin, savaşların yegane nedeni olarak önce ulaştırma, iletişim ve bilişim teknolojilerinden istifade edilerek bütün dünyaya yayılıyor, ardından seferlere çıkılıyordu. ABD şahsında gelişen yakın tarihteki müdahalelelere bakıldığında bu çok net görülecektir. Bu ülkelerde öncelikle ekonomik dinamikler; serbest piyasa ekonomisi ve uluslararası ticaretin yörüngesine sokmak için işgaller gerçekleştirildi. Bunun sonucu olarak uluslararası şirketlerin ve sermaye akışının bölgede kolayca dolaşımı sağlandı. Ama bu fiili müdahaleleri gerçekleştirmenin, ABD ve diğer emperyalist güçler tarafından tasarladıkları kadar kolay olmadığı Irak şahsında görüldü. Bu seferlerde hesaplanamayan sonuçlar sosyo-kültürel dinamikler kullanılarak, bertaraf edilmeye çalışılıyor. Bugün Kuzey Afrika, Ortadoğu başta olmak üzere emperyalistler batı tarzı yaşam ve tüketim alışkanlıklarının bütün bölgeye yayılması için öncelikle sivil toplum kurumlarını ön plana çıkararak yol almaya çalışıyor. Böylelikle iş siyasal gelişmelere, bölge halklarını, kurumları kullanarak etki yaratmaya çalışıyor. SSCB ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra yaşanan tüm gelişmelere bakıldığında ülkelerde yaşanan isyanlar, kimi eylemler, yaşam tarzındaki hızlı çözülmeler vb. tüm bunlar sermaye akışının bu ülkelere doğru sefere çıktığını görmekteyiz. Bunun literatürdeki adı ABD ve diğer emperyalist güçlerin yeni bir dünya düzeninin inşaası için yürüttükleri seferlerin kendisidir. Son gelişmeler, Tunus ve diğer ülkeleri saran rüzgarı bir de bu pencereden değerlendirmek daha sağlıklı sonuçlara ulaşmamızı sağlayacaktır.
Kukla hükümetler projesi!
ABD emperyalizminin 21. yüzyılda nasıl bir dünya düzeni hedeflediği, Aralık 1999’da yönetim tarafından yayımlanan „Yeni Bir Yüzyılda Ulusal Güvenlik Stratejisi“ olarak adlandırılan belgede açıklanmıştır. ABD, „Engagement and Enlargement - Angajman ve Genişleme“ olarak tanımla- nan bu stratejide, emperyalizmin çıkarlarının ve değerlerinin geliştirilebileceği hedeflere seçici şekilde angaje olma yolunu benimsemiştir. ABD emperyalizminin çıkarlarının yoğunlaştığı ve angaje olduğu bölgeler; Varşova Paktı ve SSCB’nin dağılmasından sonra güç boşluğu oluşan Orta ve Güneydoğu Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu’dur. Dolayısıyla, „Soğuk Savaş“ dönemindeki çevrelemenin yerini genişleme almış durumdadır ve „hürriyet, insan hakları, demokrasi“ şeklinde gelişen çığırtkanlığın özü, serbest piyasa ekonomisinin bölgeye yayılmasıdır. ABD emperyalizmi için bölgede bulunan ülkeler açık pazarlar haline getirilmiş ve ABD’nin dünyadaki etkinliğini genişletmek için her türlü yöntem kullanılmıştır. Bu yöntemlerin başında; bölgede serbest piyasa ekonomisini uygulamak adı aldında önce totaliter veya otoriter ülkelerde transformasyonun sağlanması hedeflenmiştir. Sorun oluşturan ülkelerde insan hakları ve demokrasi maskesi kullanılarak ve serbest piyasa ekonomisinin hakimiyetini sağlama yolundaki engellerin kaldırılması. Böylelikle ABD emperyalizmi yine emperyalist güç tarafından belirlenen sözde demokrasi yöntemiyle seçilen hükümetleri kendi kuklaları haline getirebilecek, diğer taraftan askeri bir güce başvurmadan bölgedeki siyasi ve ekonomik ilişkileri şekillendirmeyi ve yön vermeyi hedeflemektedir. Bu sadece ABD’nin hedefi değil elbet. Ama bölgedeki gelişmelere bakıldığında pazardaki genişleme payının büyük dilimi hiç şüphesiz ABD emperyalizmine aittir.
Büyük Ortadoğu Projesi!
Son on yıldır yaşanan gelişmelere baktığımızda pasta payının genişletilmesi yönündeki girişimleri daha iyi anlayabileceğiz. Örneğin; ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisi, 8 Nisan 2004’de, Büyük Ortadoğu ve Orta Asya’da ekonomik ve siyasi kalkınmayı sağlayacak programlara yetki ve 3 yeni kuruma destek vermek için, „2004 Yılı Büyük Ortadoğu ve Orta Asya Kalkınma Kanunu“ olarak adlandırılan yasayı kabul etti. Kanunun amacı şöyle tanımlanıyordu: „Büyük Orta Doğu ve Orta Asya’da siyasal özgürlüğün geliştirilmesi ve ekonomik kalkınmanın sağlanmasıdır. Kongre bu maksatla üç yeni tüzel kişilik olan „Demokrasi Vakfı, Kalkınma Vakfı ve Kalkınma Bankası“ katkı ve katılımlarını da içeren yardım programı için yetki vermiştir. Kanunda yardım programının uygulanacağı bölge; „Büyük Orta Doğu ve Orta Asya“ bölgesi; Arap Birliği’nin 22 ülkesi (Cezayir, Bahreyn, Komoros, Cibuti, Mısır, Irak, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Libya, Moritanya, Fas, Umman, Filistin Otoritesi, Katar, Suudi Arabistan, Somali, Sudan, Suriye, Tunus, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yemen), Afganistan, İran, İsrail, Kazakistan, Kırgızistan, Pakistan, Tacikis- tan, Türkiye, Türkmenistan ve Özbekistan ülkelerini kapsamaktadır. Kanun herhangi bir hüküm olmasa dahi ABD Başkanı’na, siyasi ve ekonomik özgürlüklerin, serbest ticaret ve özel sektörün kalkınmasını sağlamak amacıyla, Büyük Orta Doğu ve Orta Asya’ya yardım sağlama yetkisi verilmiştir. Başkan, özel sektörün kalkınmasını, ticaretin geliştirilmesini ve yatırımların artırılmasını sağlamak amacıyla, Büyük Orta Doğu ve Orta Asya Bankası’nı kurmak, diğer bağış yapan devletlerle ve Büyük Ort Doğu ve Orta Asya’dan temsilcilerle birlikte çalışmak için yetkilidir. Başkan, bağış yapan devletlerle ve Büyük Orta Doğu ve Orta Asya’dan temsilcilerle birlikte, siyasi partileri, kamu ve özel sektörü, KOBİ’leri ve sivil toplum kuruluşlarını destekleyecek olan çok taraflı Büyük Orta Doğu ve Orta Asya Kalkınma Vakfı’nı kurmak için çalışmaya yetkilidir. Başkan, bağış yapan devletler ve Büyük Orta Doğu ve Orta Asya’dan özel sektör ve sivil toplum kuruluşları liderleriyle birlikte, bölgede sivil toplumun ve siyasi partilerin gelişmesini, demokratik reformları, iyi idare pratiğini ve hukukun üstünlüğünü desteklemek için çok taraflı, kamu-özel Demokrasi Vakfı’nı kurmak için yetkilidir. Özel vakıflar, bu vakfa katılmaları için teşvik edileceklerdir. Amerika Dışişleri Bakanı, Büyük Orta Doğu ve Orta Asya’ya yönelik yardım için bir koordinatör atamaktadır. Bakanlık, bu kanunun yürütülmesini sağlamak için 2005’den 2009’a kadar her mali yıl için bir milyar Dolar ödenek ayırmaya yetkilidir. Başkan, daha açık bir siyasi ve ekonomik sistemin gelişmesi ve Birleşik Devletler yardımının bu gelişmelerdeki etkisi, Büyük Orta Doğu ve Orta Asya Kalkınma Bankası, Kalkınma Vakfı ve Demokrasi Vakfı’ndaki ilerlemeler konusunda 31 Ocak 2005 tarihinden başlamak üzere her yıl kongreye bir rapor sunacaktır.“
Ortadoğu’dan Kafkaslara...
Yukarıda hedefleri ve görevleri çok net tanımlanan BODP, kapsamını sadece Ortadoğu ve Orta Asya ile sınırlamadı. Bir süre sonra kapsamına Kafkasya, Orta Asya ve Kuzey Afrika da dahil edilmiştir. Bugüne kadar Büyük Orta Doğu Projesi’nin alt yapısıyla ilgili üç yapılanma oluşturuldu. Bunlar Demokrasi Vakfı, Kalkınma Vakfı ve Kalkınma Bankası’dır. Bu teşkilatlar bu projelerin finansman ve organizasyonunu gerçekleştirmektedirler. ABD, Ortadoğu’ya yönelik böylesine önemli bir projeyi neden hayata geçirmiştir? Elbette bölge halklarına özgürlük ve demokrasi götürmek için değil. Asıl olarak bölgedeki zenginliklerin ABD sermayesi için iştah kabartan boyutu, sermaye akışının bölgedeki dolaşımı önündeki engellerin bir bir ortadan kaldılırması için bütün bu plan ve projeler hayata geçirilmiştir. Gelişmelere baktığımızda dünya arenasında, Afganistan ve Irak savaşları bunun ilk etabını oluşturuyordu. Şimdi ise, Suriye, Libya ve İran’a karşı silahlı güç kullanma tehditleri; Gürcistan, Ukrayna, Lübnan, Kırgızistan, Tunus ve Mısır devrimleri gibi olaylar yaşanmaktadır. Buna paralel olarak Türkiye’de ise siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda keskin iniş çıkışların yaşandığı görülüyor. Acaba yaşanan bu iç ve dış gelişmeler birbirinden bağımsız mıdır? Yoksa neden-sonuç açısından birbiriyle ilintili midir?
ABD devrimleri!
Büyük Orta Doğu Projesi dört platformda uygulanmaktadır. Birinci platformda, emperyalist devletlerin ihtiyaçlarına yanıt vermeyen ülkeler yani despotik ve „terör destekçisi“ diye adlandırılan ülkeler yer almaktadır. Afganistan ve Irak savaşları bu açıdan değerlendirilmelidir. Sorunun ana merkezi olarak görülen bu iki ülkeye, ABD bizzat güç kullanarak projeyi uygulamaya çalışmıştır. İkincisi ise, yine otoriter ve ABD’ye kafa tutar gibi görünen İran, Suriye ve Libya’dır. ABD emperyalizmi, bu ülkelere karşı da kuvvet kullanma tehtidinde bulunmakta ve bu ülkeleri proje doğrultusunda değişime zorlamaktadır. Libya ve Suriye, ABD karşısında diz çökmüş gibi görünürken; İran nükleer silah denemeleri yaparak aynı pozisyonunu korumaktadır. BODP’nin diğer uygulanmak istediği alan ise Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu ülkeleridir. Bu bölgelerin özelliği SSCB ve Varşova Paktı dağıldıktan sonra büyük bir güç boşluğunun oluşmasıdır. Kafkaslarda sırasıyla Gürcistan’da Kadife Devrim, Ukrayna’da Turuncu Devrim olmuştur. Bunun yanı sıra Lübnan’da da Sedir Devrimi uygulamaya konmuştur. Orta Asya’da ise ilk devrim Kırgızistan’da gerçekleşmiştir. Son olarak Tunus’ta Yasemin Devrimi gerçekleşmiş, Mısır’da da Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek görevden uzaklaştırılmış, ordu, parlamento lağvederek ‘geçiş süreci’ adı altında yönetimi ele almıştır. Bu ülkelerde halk Demokrasi ve Kalkınma Vakıfları aracılığıyla örgütlenmektedir. Örgütlenen muhalefet; fakirlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, yolsuzluk, seçimlere hile karıştırılması gibi halkı rahatsız eden ve tetikleyen gelişmeleri ön plana çıkararak, ‘demokratik’ açılımlar sağlamak amacıyla ABD patentli devrim yapmıştır.
Sonuç olarak; Tunus’ta ve Mısır’da yaşanan gelişmeleri sadece halkın otoriter yönetimler altında ezilmesi, fakirlik, işsizlik ve adaletsizlik gibi önemli iç faktörlere bağlamak doğru değildir. Bu gelişmelere en az iç faktörler kadar küreselleşmenin dinamikleri, Yeni Dünya Düzeni ve Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yürütülen çalışmalar da etkide bulunmuştur. Çünkü ne ABD’nin ne de Avrupalı emperyalistlerin bölgedeki rejimlerin bugünkü şekillenişlerine ihtiyaçları kalmamıştır. Artık bugüne kadar emperyalistlerin kuklalığını yapmış bu rejimler tarihsel misyonunu tamamlamış, ABD ve diğer emperyalistler bölgede kendi ihtiyaçlarına uygun yeni düzenler oluşturmanın telaşı içindedirler. Halkın biriken öfkesinin sokağa yansıması, yaşanan isyanlar ise güçlü, gerçek anlamda devrimci hedefler içeren örgütlülüklerin yokluğu nedeniyle sonuç alıcı ve kalıcı sonuçlar elde etmekten uzak hareketlenmelerdir. Her şeye rağmen Ortadoğu halklarının bu kalkışması halkın kendi iradesiyle neler yapabileceğini de tüm dünya halklarına göstermiştir.
SELMA AKKAYA
Kaynaklar: Doç. Dr. Sandıklı’nın Ortadoğu’daki Gelişmeleri Anlamak adlı çalışması
BBC
Le Monde gazetesi Tunus isyanı değerlendirmeleri
Humanite gazetesi Tunus ve Ortadoğu değerxlendirmeleri...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder