22 Şubat 2011 Salı

Kapitalist mekan politikası ve Demokratik Özerklik (Özerk İstanbul için bir deneme) 4


IV. - Özerk istanbul'un maddi dayanakları

Yazının bu bölümünde kapitalizmin kent mekanına yönelik politikalarıyla, politikaların bir merkezden üretimi arasında karşılıklı bir ilişki olduğunu; kapitalizmin kent mekanına yönelik politikalarına karşı çıkabilmenin önkoşullarından birinin politikanın merkezden üretiminin yerine yerel demokratik inisiyatifleri (halk meclislerini) geçirmekle mümkün olacağını savunacağım.


Kapitalist sınıf egemenliğinin ekonomik, politik ve ideolojik kerteler üzerine inşa olduğunu ve bu kertelerin hemen tümünün mekansal bir ifadeye sahip olduğundan yukarıda bahsetmiştim. Buradan sınıf egemenliğine karşı mücadelenin, salt mekansal olandan hareketle başarılamayacağını ancak mekansal mücadelenin (kentsel toplumsal hareket) bu yolda önemli bir mücadele başlığı olduğunu vurgulamak isterim. Kaldı ki mekansal mücadele (kentsel toplumsal hareketler) sınıf mücadelesinin kent özgünlüğü içinde ortaya çıkan bir yansısıdır. Bu iki mücadelenin ortaklaşmasıyla doğacak sinerjinin muazzam demokratik devrimci kazanımların kapısını açacağı bellidir. Özerkleşme mücadelesine (metropollerde) tam bu eksenden yaklaşmalıyız.


Kentin sorunlarının kaynağı idari tekçilikte


Kent mekanı kapitalizmin egemenliği yeniden ürettiği alanlardan biridir (mekansal olan politiktir) ve mekan politikaları merkezden üretilmektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca üretilen tekçi anlayışlardan biri de budur. Böylece siyasal sistemin daha istikrarlı ve güçlü olacağı varsayılıyor. İstanbul'da yaşayan insanların İstanbul'a ait hiçbir tasarrufu olamıyor. Adeta merkezi hükümetin basit bir aparatına dönüşmüş olan büyükşehir belediyesi, merkezi kararları uygulamak dışında asfalt döken, tretuvar boyayan inşaat taşeronlarına dönüşmüş durumdadır. Burjuva demokrasilerinde pek çok kamusal, siyasal yetki ve sorumluluk sahibi olan yerel yönetimler bizde adeta tüyleri yolunmuş kuşa çevrilmiştir. Halkın seçtiği belediye başkanları, atanmışlarca görevlerinden alınabiliyor. Merkezi siyasal iradenin baskısı altında yerel yönetimler memurlaştırılıyor. Halkın yerel yönetime katılımı zamanı geldiğinde oy vermekle sınırlandırılmış durumda. Halk yerel yönetime katılamadığı gibi onu denetleyemiyor da. Örneğin İstanbul Belediyesi'nin bütçesi net olarak bilinemiyor. Bu bütçenin kullanımını halk asla denetleyemiyor. Dahası belediyenin başkanı AKP bürokratı gibi çalışıyor. İstanbul'un mekansal politikaları merkezce belirleniyor. Yerelden (belediyeden) belirlenen kısmı da merkezi politikalara tabi kılınıyor. Ne Marmaray ne 3. köprü projelerinde halkın dahli oldu. Hatta Başbakan bir seçim yatırımı olarak, herkesten gizli ve sürpriz olarak nitelendirdiği bir projeden bahsediyor. Devasa bir proje sürpriz nitelemesiyle halkın denetiminden, dikkatinden kaçırılıyor. O proje ki hepimizin yaşamını, kent mekanını, ormanları, suları derinden etkileyecek.


Sözün özü, İstanbul'da halk-belediye-merkezi irade arasındaki olması gereken ilişki, kent mekanını bir değişim değeri olarak gören ve halkı demokratik mekanizmaların dışında tutan anlayış tarafından yeniden tanımlanmış, belediyenin halkla olan ilişkisi zayıflatılırken, merkezi iradeyle olan ilişkisi artırılmış durumdadır. Böylece yerelin her türlü söz, yetki, karar, süreçlere katılım ve kendini yönetme hakkı merkeze geçmiştir. Her şeyin bir merkezden planlanması, sistem açısından merkezin rolünü vazgeçilmez kılsa da, yerel sorunların çözümüne katkı sunamadığı açıkça izlenmektedir. Kentin sorunlarının önemlice bir kaynağı bu idari tekçilik anlayışıdır. O nedenle İstanbul için en azından idari düzeyde bir özerkliğe kuvvetle ihtiyaç vardır.


Kürdistan'da ise idari tekçiliğin geri planında Kürt halkının kolektif varlığını reddeden bir siyasal tekçilik vardır. Kürtlerin başka bir ulus olduğu bilindiği halde, farklı dile, kültüre, coğrafyaya sahip oldukları bilindiği halde, Kürdistan'a Türkiye idari sisteminin dayatılması dahası siyaseten de kendi kararlarını alamaması, kendi dilini, kültürünü yaşamasının engellenmesi içinden çıkılmaz sorunlar yaratmıştır. Bu anlamıyla İstanbul için idari yanı daha ağır basması gereken özerkliğin, Kürdistan için daha siyasal bir özerklik biçiminde (her iki biçim birbirinden tam manasıyla ayrılmaksızın) tezahürü gereklidir.


İstanbul, kentte yaşayan, kentin özgün sorunlarını bilen, farklı dil, kültür, inanç, cinsiyet mensubu insanların demokratik bir perspektifle, meclisler temelinde ve merkezi iradeden özerk örgütlenmesiyle yönetilmelidir.

 

İstanbul özerk yönetiminin temel hücresi meclisler olmalıdır

Demokratik özerk İstanbul, demokratik ilkelere göre örgütlenen idari, siyasi ve mali özerkliğe sahip bir kurumlar seti ve işlevler bütünü olarak tanımlanabilir. Böyle bir tanımlama, öncelikle devletin kamuyönetsel/siyasal, ekonomik fonksiyonlarının gerekli anayasal ve yasal düzenlemelerle yeniden tanımlanmasını zorunlu kılmaktadır. Aynı zamanda merkezi devlet ile özerk İstanbul arasındaki ilişkinin ve nihayetinde özerk İstanbul'un kendi içindeki işlevlerinin (kamuyönetimi, siyasal, ekonomik vb.) tariflenmesi gerekmektedir. (İlk iki tarif bir başka yazının konusudur, burada yalnızca bazı temel ilkelerden bahsedilecektir. Esas vurgu bu yazıda özerk İstanbul'un en küçük hücresi olan meclisler üzerine yapılacaktır.)

Devletin özerk bölgeler esasına göre işlevlerinin yeniden yapılandırılmasıyla, milli savunma, dış ticaret ve genel maliye, vatandaşlık hukuku, yargı, özerk bölgelerin denetlenmesi ve eşgüdümlerinin sağlanması görevleri dışındaki tüm görevler ve yetkiler İstanbul özerk yönetimine devredilmelidir.


İstanbul özerk yönetiminin temel hücresi mahalle (köy) meclisleri olmalıdır.


Mahalle (köy) meclisleri ilçe meclislerini, ilçe meclisleri il meclislerini (İstanbul il meclisi) il meclisleri de bölge (Marmara) meclisini oluşturur.


Marmara bölge meclisi Türkiye meclisine temsilci gönderir.


Meclisler seçimle belirlenir. Tüm yurttaşların, parti ve örgütlerin seçimlere katılma hakkı vardır.


İstanbul'da her ilçede bir tane olmak üzere 39 tane ilçe meclisi kurulacaktır.


Tüm kamu görevlileri (vali, kaymakam, polis amirleri, askeri komutanlar ve meclis başkanları) seçimle ve geri çağrılma hakkı saklı olmak kaydıyla işbaşına geleceklerdir.


Özerk İstanbul il meclisi, özerk İstanbul'un en üst yasama ve yürütme organıdır. Tüm belediye, asayiş hizmetleri, güvenlik hizmetleri, valilik ve kaymakamlıklar özerk İstanbul il meclisine bağlı olarak faaliyet sürdürecektir.


Aşağıdan yukarı demokratik esaslarla örgütlenen meclisler yukarıdan aşağıya (bölge ve il meclisinden başlayarak) sağlık, eğitim, kültür, sosyal hizmetler, sosyal güvenlik, tarım, sanayi, çevre, denizcilik, ormancılık, enerji, doğal kaynaklar, iletişim, turizm, imar hizmetleri, kadın, gençlik, spor, çocuk hakları vb. alanlarda faaliyet sürdürmek için organlaşır.


Özerk İstanbul'u ete kemiğe büründürme


Bölümün başında, kapitalizmin kent mekanına yönelik politikalarıyla, politikaların bir merkezden üretimi arasında karşılıklı bir sebep-sonuç ilişkisinin olduğundan bahsetmiştim. Daha farklı bir söylemle merkezden üretilen kent politikaları, kenti etkilerken yerelde politika üretmesi gereken organları da işlevsizleştirir. Bu kısır döngüyü aşmanın yolu, meclisler vasıtasıyla karar süreçlerini yaygınlaştırmak ve süreçleri kapitalizmin kent mantığına karşı örgütlemektir. Bu nedenle, meclislerin bir çalışma felsefesinin olması gerekir (en azından bizim savunmamız gereken). Özerkliğin demokratik bir muhtevaya sahip olması, sürecin örgütlenmesi kadar (meclisler) neyin savunulacağıyla da ilgilidir.


Meclisler kent kültürü dayatmalarına karşı, özerk İstanbul'daki kültürel dokunun çoğulculuğunu (Aleviler, Kürtler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar vb.) muhafaza etmeli, farklı kültürlerin kendilerini ifade etme ve geliştirme olanaklarını yaratmalıdırlar.


Kent yoksulları arasındaki mekana dayalı suni bölünmelere karşı sınıfsal birlik ve dayanışmayı öne çıkaracak tedbirler geliştirilmelidir.


Mekana dayalı kentsel mücadele ile üretime dayalı sınıfsal mücadeleyi birleştirebilecek politikalar üretilmelidir.


Kapitalist mekan politikasının özerkleşmeyi, demokratikleşmeyi engelleyici yüzü teşhir edilebilmeli ve alternatif çalışmalar sürdürülmelidir.


İstanbul'un değişim değeri değil, kullanım değeri ekseninde ve tüm halk tarafından özgürce kullanımı esas alınmalı, buna uygun politikalar oluşturulmalıdır.


İstanbul'un kaynaklarının kullanımı ve hizmetlere erişim noktasında eşitlik ve pozitif ayrımcılık esas olmalıdır.


Böyle bir felsefeyle oluşacak halk meclislerinin yalnızca bugünü kazanmak için bir araç olmayacağını yarını kazanmak için de bir manivela görevi göreceğini düşünüyorum.


Özerk İstanbul'a yüklediğim anlamların bir kısmı okur tarafından abartılı bulunabilir. Gerçekten de bu yazıdaki hedef ve önerilerin bir kısmının sistemin sınırlarını zorladığının ve yer yer de aştığının farkındayım. Kürdistan için makul görünen bazı önermelerin İstanbul için ütopik görülmesi de söz konusu olabilir ve bu gayet doğaldır. Bilinmelidir ki, bu süreç başından sonuna dek bir siyasal demokrasi mücadelesinin konusudur. Kürdistan için önerinin daha reel görülmesinin sebebi de orada verilen siyasal demokrasi mücadelesinin kazandığı mevzilerin çokluğudur.


Tabiatıyla İstanbul için önerdiğim model de bir ütopya değil, sınıflar mücadelesinin konusudur.


Olanaksız gibi görülen pek çok şeyi olanaklı kılan mücadelenin gücüdür, etkisidir.


Yarından tezi yok derhal adımlar atmaya başlayabiliriz.


Mahalle meclislerini kurmaya başlayabiliriz.


Yukarıdaki hedefleri ve daha başka pek çok hedefi anayasa tartışmalarının konusu haline getirebiliriz.


Anayasa tartışmaları vesilesiyle özerk İstanbul'u ete kemiğe büründürebilir ve halkın gündemi haline getirebiliriz.


Yeter ki unutmayalım, ütopyalar gerçekdışı şeyler değil, gerçekliğin başlangıcı, onun bir boyutudur. Ve hayallerle gerçekler arasındaki bağ her şeyin yolunda olduğunun kanıtıdır.
       

Dr. Rıdvan TURAN
 
20.02.2011

BİTTİ

Hiç yorum yok: