Büşra Hoca |
Ezilenlerin Gazetecisi Zeynep |
Bakırköy Kadın Ve Çocuk Tutukevi -
Daha biz gözaltına alınmadan önce, tutuklanma kararlarımızında
verildiğini düşündüren formalite mahkemelerimizin ardından kimi
arkadaşlar için ilk, benim içinse ikinci cezaevli günler başladı.
Getirildiğimiz Bakırköy Kadın ve çocuk cezaevinde ilk 3 günümüzü geçireceğimiz “müşahade odasında” şarkıdaki gibi “bütün kızlar toplandık, toplandık, toplandık... sorduk; neden tutuklandık, tutuklandık, tutuklandık...” Ama işin hukuki yanıtını bir türlü bulamadık.
Üçüncü günün akşamında, moralimizin tavan yaptığı bir zamanda PKK ve PAJK davalarından yargılanan arkadaşların yanlarına yollandık. Ben, Zeynep Kuray ve Pervin Yerlikaya ile aynı odaya gittik.
Bir çoğumuzun aklında buralardan haber geçmek, yazı göndermek, Ajans ve gazetedeki yerimizi doldurmak mümkün olacak mı, sorusu vardı. Dağıtıldığımız kağuşlarda anladık ki, bu dünyanın gözlerini ve kulaklarını kapattığı bu mekanlar duyulmayı bekleyen öykülerle dolu.
Tabii bizden kolları ilk sıvayan Zeynep oldu. Civa gibi, yerinde duramayan ve gazeteciliği her durumda yapabileceğine inanacak denli idealist Zeynep. Bir haber tarlasına düşmüş gibi heyecanlı. 2 haber şimdiden yazdı bile... Ama kaldığımız koğuş odasına girdikten bir süre sonra yazılacak esas öykülerden birinin de kendisi olduğunu gördük.
Bu civa gibi zeki arkadaşı sorgu odasında ilk gördüğümde “sanki mübarek xançepekte yetişmiş” demiştim. Ele avuca sığmaz “qırık” halleri onun sevilmesine de yol açmıştı. Sonraki sohbetlerimizde öğrendim ki o gerçekten “son xançepeklilerdendi”. Diyarbakır’ın değil ama Paris’in xançepeği sayılan banliyölerinde yetişmişti.
İşte bu taşkın ve heyecanlı kıza meğer hayat annesinin kaderini yaşatıyormuş. Bunun ilk işareti koğuşumuzda bulunan Büşra Ersanlı Hoca’nın; “biliyor musun bundan 40 yıl önce annen Ayşe Emel Mesci ile aynı cezaevindeydik şimdi ise senin ile...” Sözleri ile geldi. Bu sözler bizi hem duygulandırdı, hem hüzünlendirdi.
Bu bir kader miydi? Bilinmez ama belli ki Büşra Hoca ve Zeyno’nun annesi yıllar önceki vicdani duruşlarından pek öteye savrulmamışlardı. “Böyle giderse, korkarım ki Zeynep’in kızıyla da böyle bir yerde karşılaşabilirim” diyen Hoca, gelecekte de pek savrulmayacağını söyler gibiydi.
Büşra Hoca’dan bahsetmişken, onun burada olması kuşkusuz “aydın onuruna” bağlılığın bir işareti. Ama içim yanmıyor desem yalan olur. Ona bu dört duvar arasında her baktığımda Seyit Rıza’nın “Ayıptır, günahtır, zulümdür” sözünü hatırlıyorum.
Bu münevver kadın biliyor musunuz, KCK kapsamında “Halk ayaklandırması dersleri vermekten tutuklandı”. Geçmişte böyle bir ders vermemiş olsa da, şimdi “Yüksel’i ayaklandırma stratejileri” üzerine epey kafa yoruyor bilesiniz. 2 kırık ayağımın üzerinde yere basacağım, ayağa kalkacağım günler için epey uğraşıyor. İleride, yeniden yürüdüğümde bunda hocanın emeği olacak vesselam...
Dedim ya, hikaye çok buralarda... Ama çoğu hüzünlü, çoğu “bu kadarda olmaz” dedirten cinsten. Onlardan bir tanesi de Rawşan Günay’a ait.
Rawşan 17 yaşında, Zeytinburnu’nda doğan gencecik bir Kürt kızı. Kendi deyimi ile hayatının en uzun ve en zor 10 ayının geçmesini bekliyor. Yo... yo... 10 ay sonra tahliye olmayacak, 18’ini dolduracak Reşit olmadığı gerekçesi ile, içimize verilmeyince, küçücük bir hücrede sayılı zamanının geçmesini bekliyor.
Onun buralara gelme hikayesi doğduğu, büyüdüğü semtte başlıyor. Daha ilk gençlik zamanlarını yaşayan Rawşan, kendisini gözaltına alan polislerin gözü önünde linçe uğruyor. 17’sinde, hayat boyu unutamayacağı bir travma yaşıyor. Yüzü dağılıyor, dişleri dökülüyor, ama en çok da ruhu yaralanıyor. Bu haliyle getirilip bir hücreye konuyor. Yapayalnız... Onu; yaralarını iyileştirecek, ruhunu güçlendirecek, onu sağaltacak yoldaşlarından ayrı tutuyorlar.
O şimdi travmasını büyüten, iyileşmesini engelleyen o hücre odasında en büyük ve kıymetli doğum gününü bekliyor...
Getirildiğimiz Bakırköy Kadın ve çocuk cezaevinde ilk 3 günümüzü geçireceğimiz “müşahade odasında” şarkıdaki gibi “bütün kızlar toplandık, toplandık, toplandık... sorduk; neden tutuklandık, tutuklandık, tutuklandık...” Ama işin hukuki yanıtını bir türlü bulamadık.
Üçüncü günün akşamında, moralimizin tavan yaptığı bir zamanda PKK ve PAJK davalarından yargılanan arkadaşların yanlarına yollandık. Ben, Zeynep Kuray ve Pervin Yerlikaya ile aynı odaya gittik.
Bir çoğumuzun aklında buralardan haber geçmek, yazı göndermek, Ajans ve gazetedeki yerimizi doldurmak mümkün olacak mı, sorusu vardı. Dağıtıldığımız kağuşlarda anladık ki, bu dünyanın gözlerini ve kulaklarını kapattığı bu mekanlar duyulmayı bekleyen öykülerle dolu.
Tabii bizden kolları ilk sıvayan Zeynep oldu. Civa gibi, yerinde duramayan ve gazeteciliği her durumda yapabileceğine inanacak denli idealist Zeynep. Bir haber tarlasına düşmüş gibi heyecanlı. 2 haber şimdiden yazdı bile... Ama kaldığımız koğuş odasına girdikten bir süre sonra yazılacak esas öykülerden birinin de kendisi olduğunu gördük.
Bu civa gibi zeki arkadaşı sorgu odasında ilk gördüğümde “sanki mübarek xançepekte yetişmiş” demiştim. Ele avuca sığmaz “qırık” halleri onun sevilmesine de yol açmıştı. Sonraki sohbetlerimizde öğrendim ki o gerçekten “son xançepeklilerdendi”. Diyarbakır’ın değil ama Paris’in xançepeği sayılan banliyölerinde yetişmişti.
İşte bu taşkın ve heyecanlı kıza meğer hayat annesinin kaderini yaşatıyormuş. Bunun ilk işareti koğuşumuzda bulunan Büşra Ersanlı Hoca’nın; “biliyor musun bundan 40 yıl önce annen Ayşe Emel Mesci ile aynı cezaevindeydik şimdi ise senin ile...” Sözleri ile geldi. Bu sözler bizi hem duygulandırdı, hem hüzünlendirdi.
Bu bir kader miydi? Bilinmez ama belli ki Büşra Hoca ve Zeyno’nun annesi yıllar önceki vicdani duruşlarından pek öteye savrulmamışlardı. “Böyle giderse, korkarım ki Zeynep’in kızıyla da böyle bir yerde karşılaşabilirim” diyen Hoca, gelecekte de pek savrulmayacağını söyler gibiydi.
Büşra Hoca’dan bahsetmişken, onun burada olması kuşkusuz “aydın onuruna” bağlılığın bir işareti. Ama içim yanmıyor desem yalan olur. Ona bu dört duvar arasında her baktığımda Seyit Rıza’nın “Ayıptır, günahtır, zulümdür” sözünü hatırlıyorum.
Bu münevver kadın biliyor musunuz, KCK kapsamında “Halk ayaklandırması dersleri vermekten tutuklandı”. Geçmişte böyle bir ders vermemiş olsa da, şimdi “Yüksel’i ayaklandırma stratejileri” üzerine epey kafa yoruyor bilesiniz. 2 kırık ayağımın üzerinde yere basacağım, ayağa kalkacağım günler için epey uğraşıyor. İleride, yeniden yürüdüğümde bunda hocanın emeği olacak vesselam...
Dedim ya, hikaye çok buralarda... Ama çoğu hüzünlü, çoğu “bu kadarda olmaz” dedirten cinsten. Onlardan bir tanesi de Rawşan Günay’a ait.
Rawşan 17 yaşında, Zeytinburnu’nda doğan gencecik bir Kürt kızı. Kendi deyimi ile hayatının en uzun ve en zor 10 ayının geçmesini bekliyor. Yo... yo... 10 ay sonra tahliye olmayacak, 18’ini dolduracak Reşit olmadığı gerekçesi ile, içimize verilmeyince, küçücük bir hücrede sayılı zamanının geçmesini bekliyor.
Onun buralara gelme hikayesi doğduğu, büyüdüğü semtte başlıyor. Daha ilk gençlik zamanlarını yaşayan Rawşan, kendisini gözaltına alan polislerin gözü önünde linçe uğruyor. 17’sinde, hayat boyu unutamayacağı bir travma yaşıyor. Yüzü dağılıyor, dişleri dökülüyor, ama en çok da ruhu yaralanıyor. Bu haliyle getirilip bir hücreye konuyor. Yapayalnız... Onu; yaralarını iyileştirecek, ruhunu güçlendirecek, onu sağaltacak yoldaşlarından ayrı tutuyorlar.
O şimdi travmasını büyüten, iyileşmesini engelleyen o hücre odasında en büyük ve kıymetli doğum gününü bekliyor...
Yüksel Genç
Bakırköy Kadın Ve Çocuk Tutukevi
Kaynak: Özgür Gündem
1 yorum:
rawşan şimdi özgür oldu
Yorum Gönder