Yalçın Akdoğan, Beşir Atalay ve Bülent Arınç’ın son süreçte yaptıkları
açıklamalar ve yandaş-egemen medyaya verdikleri demeçler, bu kişilerin
istemeyerekte olsa; mevcut siyasal iktidarın yaptıkları, planlamaları
ve asıl niteliği hakkında yeterince açıklayıcı olmakta ve bilgi
vermektedir.
Beşir Atalay; Kürt Özgürlük Güçlerine karşı sürdürdükleri savaşı, bir strateji dahilinde yürüttüklerini açıklarken; Bülent Arınç meclis bütçe görüşmelerinin tamamlanması sonrasında Hükümet adına yaptığı konuşmada “Kürtlerin tüm haklarını vereceğiz” biçiminde sözler sarf etmiştir. Yalçın Akdoğan’da Yeni Şafak Gazetesinde yayınlanan mülakatında “Kandilcikleri yok ediyoruz”, “milisleri etkisiz kıldık” ve Önder Apo üzerinde uygulanan izolasyon ile ağırlaştırılmış tecridi kas ederek “örgüt ile lideri arasındaki bağı kopardık” biçiminde değerlendirmelerde bulunmuştur. Aslında bu her üç şahısın belirttikleri yan yana getirilip, birlikte ele alındıklarında mevcut iktidarın yaptıkları ve planlamaların nelerin olduğu açığa çıkmış olmaktadır.
Dikkat edilirse bu her üç şahısın dile getirdiği görüşler birbirini tamamlayarak bir bütünlük oluşturmaktadır. Beşir Atalay basına yönelik olarak yaptığı konuşmada; gerek içerde gerekse de uluslararası alanda desteklerini almak istedikleri güçleri arkalarına alarak: “KCK operasyonları” adı altında 14 Nisan 2009’da bugüne kadar sürdürülen siyasal soykırım saldırılarını, askeri imha harekâtlarını, psikolojik harekâtı bütünlüklü bir plan çerçevesinde hareket ettiklerini söylemiş olmaktadır. Aslında bununla siyasal soykırım saldırıları ve askeri imha harekâtlarının hiçbir hukuki bir tarafının olmadığı gerçeğinin de itirafında bulunmaktadır.
Bülent Arınç ise konuşmasında, Beşir
Atalay’ın belirttiği plan çerçevesinde soykırım saldırıları devam
ederken; Kürt halkında sahte umutlar yaratarak, direnişin hızını kesmek
ve önüne geçmek istemektedir. Bir süredir de bu politika
uygulanmaktadır. Daha önce de bu çerçevede suni gündemler oluşturularak,
tartışmalar yaratılmaya çalışılmış, hata Kürt Özgürlük ve Demokrasi
Güçleri de buna dâhil edilmek istenilmiştir. Burada öne çıkarılan da;
“bir yandan çatışmalar devam ederken, diğer yandan da görüşmelerin
sürdüğü, aslında şiddetlenen çatışmalarla tarafların görüşme masasında
ellerini güçlendirmek istedikleri” teması olmuştu. Farklı ülkelerde
yaşanan benzeri sorunların çözümü için yaşanan süreçleri de örnek olarak
veren ve ilk bakışta mantıklı olarak görülen bu son derece tehlikeli
yaklaşım ile “nasılsa çözüm olacak direnmeye, mücadele etmeye, bedel
ödemeye ne gerek var” biçiminde reformist, direniş karşıtı, son tahlilde
teslimiyeti geliştiren eğilimler körüklenmeye çalışılmış ve bunun
propagandası yapılmıştır. Bunu da daha çok kendine “liberal-Aydınım”
diyen çevreler eliyle yapmak istemişlerdir.
Yalçın Akdoğan’ın
mülakatında da; bir stratejinin hangi ayaklar üzerine konularak
uygulandığı dile getirilmektedir. Öncelikli olarak ele alınan hedeflerin
neye göre belirlendikleri ifade edilerek ona göre hareket ettiklerinin
itirafında bulunmaktadır. “Örgüt ile Lideri arasındaki bağın
koparılması” derken “beyin ile vücudu bir birinden ayırdıklarını”, “KCK
Adı altında yürütülen operasyonlarla “milis gücünün harekete geçmesini
önlediklerini”, “İçerdeki Kandilcikleri yok ediyoruz” derken, Gerilla
Güçlerinin harekât ve eylem güçlerini kırma” amacında olduklarını ifade
etmektedir.
Böylesine birbirini tamamlayan ve aynı konseptin
farklı açılardan uygulanmaya konuşuluşunu anlatan açıklama ve
değerlendirmeleri yapan bu kişiler AKP Hükümetinin en yetkili kişileri
arasında bulunmakta ve buda bir gerçeği ortaya koymaktadırlar.
Bu şekilde Beşir Atalay, Bülent Arınç ve Yalçın
Akdoğan dile getirdikleri görüşler ile AKP Hükümetinin yürütmekte olduğu
siyaseti de açıklamış olmaktadırlar.
Burada şöyle bir yanılgıya da
düşülmemelidir. Çoğu kez de böyle bir yanılgı bilinçli olarak
geliştirilmektedir. Özellikle de bu Türkiye’de en çok başvurulan
yöntemler arasında yer almaktadır. “İktidarın sivilleştirilmesi” ve
“Askeri Vesayetin kaldırılması” tartışmalarında buna çok bariz bir
şekilde tanık olunmuştur. Bu konu üzerine Türkiye’de adeta bir bilgi
tahribatı ve anlam saptırması yaşanmış ve hala da yaşanmaya devam
etmektedir. “İktidarın sivilleşmesi” denildiği zaman akıllara hemen
üniformasız ve lacivert takım elbiseleri üzerine geçirmiş olanlar
getirilmekte ya da öyle düşünülmesi sağlanmaktadır. “Aynı şekilde
“askeri vesayet” denildiği zaman da üzerinde askeri üniformaları
olanların etkinliğinin ya da gölgesinin siyaset üzerine sirayet etmesi
akıllara getirilmeye çalışılmaktadır. AKP’nin askerleri hedefliyormuş
gibi gösterilen kimi taktik yaklaşımları ve yapmış olduğu demagojiler de
yaratılan bu yanılsamalara göre topluma kabul ettirilmek
istenilmektedir.
Kuşkusuz bunun gerçeklikle bağı vardır. Fakat bu
gerçekliği tam olarak anlatmamakta ve tek düze, sığ bir yaklaşım ve de
yanılgılı çıkarsamaların gelişmesine hizmet etmektedir. Burada açıkça
“askeri vesayet” ve “iktidarın sivilleştirilmesi” üzerlerine giyilen
elbiselere bağlanmış olmaktadır. Böyle olunca da Cuntaların oluşturduğu
teknokratlardan oluşan hükümetlere ve onların içerisinde bulundukları
hükümetlere ne ad verileceği belirsiz kılınmaktadır. Bu örnek bile kendi
başına “askeri vesayetin kaldırılması” ve “iktidarın sivilleşmesi”
denildiğinde zaman neyin anlaşılması gerektiğini anlatmaya yetmektedir.
Hatta
bundan daha farklı örnekler bile verilebilir. TC’nin siyasal
şekillenişi bu konuda somut bir örnektir. Türkiye’de asker ve sivil
bürokrasi devletin şekillendirilmesinde rol oynayan temel bir güçler
arasında yer almaktadır. Burada asker ve sivil bürokrasi derken, sivil
olarak bilinenlerin de ne kadar sivil düşünceli oldukları tartışmalıdır.
Hatta bunlar askerden daha fazla askerdirler. Zamanın ABD Dış İşleri
Bakanı Henry Kissinger’ın kitaplaştırdığı anılarına bakıldığında da bu
gerçek çok daha net bir şekilde görülecektir.
Henry Kissinger’ın
bahsi geçen bu kitabı aynı zamanda ABD tarafından gerçekleştirilen bir
“özel savaş tarihi” olma özelliğine de sahiptir. Orada da açıkça
görülmektedir ki, özel savaş sadece askerler ve üniformalı kişiler
tarafından yürütülmemektedir. Henry Kissinger’ın kendisi de bir
sivildir, ama her yönüyle de bir özel savaş stratejisti olma özelliğine
de sahiptir.
Bugün Türkiye’de yürürlükte
olan da bu özel savaş gerçekliğidir. Bunu bir bütün olarak siyasal,
sosyal, kültürel, finansal vb. tüm alanlarda uygulamaya konan
politikalarda görmek mümkündür. Özellikle de Kürdistan da uygulanmakta
olan politikalarda bu gerçek çok çıplak bir şekilde görülmektedir. Onun
içindir ki, Kürdistan’a yönelik geliştirilen tüm politikalar özel savaş
damgasını taşımakta ve ona hizmet temelinde uzmanları tarafından
belirlenerek uygulamaya konulmaktadırlar.
Siyasal soykırım
saldırıları, insanlık ve savaş suçlarının işlendiği askeri soykırım
harekâtları hep bu çerçevede gerçekleştirilmişlerdir. Hatta bu şekilde
genel stratejik yönelimler boyutunu aşarak günlük, anlık uygulanan
taktikler halini de almakta ve dönemsel boyutlarda kazandırılmaktadır.
Geliyê Teyarê katliamında katledilen gerillaların parçalanmış cesetlerin
neredeyse ayları bulan bir süre Malatya morgunda bekletilerek
teşhirinin yapılması, cenazelerinin birbirine karıştırılarak gündemde
tutulması, Zindanlarda ağır hasta olarak bulunan tutsakların
tedavilerinin yapılmayarak ölüme terk edilmiş olmaları ve en son olarak
da Alternatif-Özgür Medya’ya yönelik başlatılan saldırılarda hep bu
kapsam dâhilin de geliştirilmişlerdir.
Bunlar anlaşılmaz değildir. Beşir Atalay’ın da belirttiği gibi bir strateji kapsamında planlanarak gerçekleştirilen saldırılardır. Türkiye yürütülen özel savaşı da bu gerçeklik içerisinde ele almak gerekmektedir. O nedenledir ki, Beşir Atalay’ın, Bülent Arınç’ın, Yalçın Akdoğan’ın sivil olması onların birer özel savaşçısı olmalarını engellemediği gibi, yapmış oldukları açıklamalarında özel savaş planlaması olmaması önünde hiçbir engel yoktur.
Cemal Şerik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder