Kürdistan’da büyük acılar kol geziyorken ve alabildiğine hayati önemde konu varken, bu başlığa sahip bir yazı ile canınızı sıkmak istemezdim ama Burkay'ın önce kendi sayfasından, hemen ardından "sahibinin" bülteni Zaman'dan "Anadolu’dan görünüm" programındaki itirafçılar modunda tüm Kürtlerin canını sıkmasına sessiz kalamazdım elbet.
Tarih 28 Aralık gecesini gösterirken Kürdistan yine ve yeni bir soykırıma ev sahipliği yaptı, Qileban’da büyük bir katliam yaşandı.
Katliamdan ve akabindeki gelişmelerden, baskılanmaya çalışılan ama bir türlü bastırılamayan Kürt medyasının, gerçekleri anında göstererek gerçekleştirdiği büyük özveri sayesinde hepiniz ve hemen hemen tüm dünya haberdar.
Gelişmeleri kısaca özetleyecek olursak;
Katliam’dan sonra başta Kürdistan olmak üzere hemen dünyanın her yerde protestolar yapıldı, herkes bu katliama tepki gösterdi.
Malumunuz başbakan ve hükümet, açıklamalarıyla mağdur aileler ve Kürt halkıyla adeta dalga geçtiler. Kılıçdaroğlu taziyeye gitti, Bahçeli bile olayı "cinayet" olarak tanımladı. Ayrıca PKK’yle bağlantıları olup olmadığını araştırılmasını için de not düştü…
BDP’lileri biliyorsunuz, olay anının hemen sonrasından beri, gerçeklerin karanlıkta kalmaması için oradaydılar ve hayati önemde rol oynadılar.
Bunun yanı sıra diğer birçok Kürt kurum, kuruluş ve şahsiyetleri de kendilerine yakışır şekilde tavır, tutum sergilediler.
Tam da bu esnada, AKP Hükümeti'nin yurt içinde devşirdiği Kürt taraftarları işe yaramayınca, havaalanlarında vali yardımcılarına karşılatıp, Türk polisinin eskortuyla dolaştırdığı, yurt dışında, ”gönüllü sürgün” yaşayan Kürtler arasından yaptığı "bakan kankası" büyük transfer Kemal Burkay bir açıklamada bulundu.
(Unutmadan; Bu mantıksız refleks Türklerde gelenektir, örneğin futbolda'da böyledir. Ülkedeki genç ama ismi duyulmamış oyuncular dururken, yurtdışında şişirilmiş ismi dışında bir meziyeti olmayan, tabiri caizse ahı gitmiş vahı kalmış hiçbir işe yaramayan yaşlı bir futbolcuya tonla para yatırılır ve akabinde cümle aleme rezil olunur)
Burkay'ın kendi bülteninde servis ettiği açıklamayı Facebook üzerinden okudum. Yeri gelmişken belirtelim Burkay’ın Facebook'ta kendisini ifade ettiği bir Fan sayfası var ve 4500 civarında ‘beğeneni’ var. Daha geçen hafta ‘Noel baba adam olsaydı bacadan değil kapıdan girerdi’ diyerek büyük bir entelektüel, tarihi ve dini tartışmaya çığır açan Keşan müftüsü adına açılan hesaplar Burkay’ınkinden iki kat fazla… Yani Burkay, PKK'yi ve Kürt özgürlük hareketinin tüm bileşenlerini hedef alacağına, kendisi gibi aslen akdeniz ikliminden olduğu söylenen Noel baba'yı hedef alsaymış daha büyük bir taraftar kitlesi olabilirmiş belki.
Her neyse, konuyu dağıtmadan itiraf etmeliyim ki; ilk defa Burkay’ın bir yazısını sonuna kadar okudum. Daha önce denemedim değil, birkaç kere denedim ama ortasındayken yazının başlığını unutuyordum başa git yine gel vs. zaman alıyordu. Ama bu defa başarabildim.
Meğer Burkay, Akdeniz sahillerinden Stockholm’e kadar yaşadığı maceraları anlatan bir yazı yazmışken Qileban katliamı vuku bulunca yazıyı değiştirmek durumunda kalmış.
Acaba Burkay hangi lanetleme cümleleriyle Qileban katliamını kınıyor, düşüncesiyle yazıyı okudum ama birde ne göreyim, katliamı kınama adına hiçbir cümle, ima, tema yok!
"Üzüntüsünü" dile getirdikten sonra esas meramına geçmiş ve PKK'yi, Kürt özgürlük hareketini eleştirmeye başlamış."
Burkay’ın yazısının anafikri korkunç; ‘PKK dağda olunca bu tür katliamlar olur, olacak’ demeye getiriyor özetle. Yani Qileban’da 35 Kürt çocuğunu öldürenleri değil onlar adına mücadele edenleri hedef tahtasına koyup eleştiriyor.
Tıpkı geçtiğimiz günlerde “Atatürk Uluslararası Barış Ödülüne” "LAYIK" görüldükten sonra, "acaba ben ne yaptım da beni bu ödüle layık gördüler" diye düşünüp, kahrından kafasını duvardan duvara vurmak yerine, sayın Öcalan'ı ima edip "ödülü bana değil ona verin" diyerek, kendi günahlarını düşmanın elinde esir olan bir halkın liderine yüklemeye çalıştığı gibi. Yağma yok, o ödülü sana layık gördüler, almış kadar oldun!
Tayip Erdoğan’dan mesajını almış olacak ki; aynı üslubu kullanarak katliamı kınayanların yapacakları ‘provokasyonlara’ dikkat çekiyor. Düşünün; katliam olmuş, cenazeler defn edilmiş, Kürt halkı olayın acısını yaşıyor, yılbaşı yas olmuş ve henüz İdris Naim Şahin bile konuşmamışken Akdeniz’in sıcak kıyılarından Stockholm’ün soğuk diyarlarına henüz gelmiş Burkay açıklama yapıyor, katliamı kınamadığı gibi PKK’yi eleştiriyor ve bu vahşeti protesto edenleri provokatörlükle suçluyor.
Yazıyı yazdığı günün hemen sonrasında, Zaman gazetesi apar topar bir röportajla Kemal Burkay'a "Kürt halkına itidal ve sağduyu çağrısı" yaptırarak aslında bu olaydan devlet olarak ne kadar korktuklarını ele veriyor.
Sizce bundan öte söylenecek söz var mı?
Biliyorum yok diyeceksiniz ama ben bir kaç söz daha söyleyerek bu konuda bir daha sizi rahatsız etmeyeceğime dair söz vererek yazımı sonlandıracağım.
Şöyle ki; Kemal Burkay veya başkası PKK'yi de eleştirebilir, PKK’de onları... Bu kendilerini bağlar. Ancak konuya vakıf Kürlerin aklıyla dalga geçmek kimsenin haddine değildir. Burkay bu yazısında aynen böyle yapıyor. Cemil Bayık ve Murat Karayılan’ı devletle işbirliği yapan insanlar olarak lanse ediyor.
Hem de daha dün nerede ne yaptığı hangi devlet adamıyla neler yaptıkları tüm kamuoyunun gözleri önündeyken…
Yok yok, şu an devletin bakanlarıyla olan kankalığı ve polis korumasıyla yaşadığından bahsetmiyorum. Koruma demişken aklıma geldi, sahi Burkay neden Roboski'ye taziyeye gitmedi? Yoksa gidemedi mi? Kemal Burkay (ve gibiler) bugün Uludere kaymakamı gibi Roboskî'ye gitmiş olsalardı aynı şekilde Kürt halkından dayak yiyeceklerini korkuyorlar değil mi?
Her neyse... Gelelim Burkay hakkında "herkesin bildiği" gerçeklere.
Her platformda "Kendisini Kürt meselesinin silahsız çözümüne adamış Kürt aydını" temasıyla sunulan Burkay’ın bir zamanlar başında olduğu örgüt (PSK) 1994’lerde silahlı mücadele kararı alıyor. PKK’den destek istiyorlar. PKK adına Cemil Bayık destek sözü veriyor. Burkay’ın bir adamı PKK’nin yardım edeceği kampa gidiyor. Ön hazırlık yapacaklar ve gelecek kadroları eğitecekler. O gece orada kalıyor. Havanın soğuk olmasından dolayı PKK’li yönetici parkasını ve battaniyesini bile bu kişiye veriyor. Ertesi gün bu arkadaş "bu iş bize göre değil heval" diyerek kampı terk ediyor.
İşte size "silahlı mücadele doğru değil" diyen PSK’nin silahlı mücadele macerasından küçük bir örnek.
Meslek büyüğümüz, Ferda Çetin vakti zamanında bunları yazdı. Burkay cevap veremedi…
Şimdi Burkay söz konusu yazısında Bayık ve Karayılan için ‘dağları kendilerine mesken tutanlar’ olarak tanımlıyor. Kürtler için dağlar mı yoksa Akdeniz kıyılarımı daha kutsal onun cevabını da ben vermiş olmayayım. Amerikalı Noam Chomsky "Kürtlerin dağlardan başka dostu yok " diyerek hiç vermesin. Yine kesinlikle benimsemediğim post-modern kültürün ablası olarak nam salan Whoopi Goldberg’ın bir sorusunu cevabiyle burada hatırlatayım. ‘Cehaletle deha arasındaki gerçek fark nedir biliyor musunuz? Dehanın sınırları var cehaletinse hiçbir sınırı yoktur.’
Burkay’ın birçok kişiden önce bazı sorulara vermesi gereken cevapları var. Kendisi halkın bunları bilmediğini sanıyor olmalı. Kendi partisinin merkez komite üyesi Burkay’ın bundan bir kaç sene önce bir kaç defa Türkiye’ye gidip geldiğini söyledi. Gidebilir elbette. Ama ne gereği var, "2011 yılında 30 yıl sonra ilk defa gidiyorum" diye milleti kandırmaya çalışmanın?
Tamam, hoş, gittin, bir yandan lümpenizm konusunda doktora yapmış Egemen Bağış sana Kuran-ı Kerim hediye ederken, yetinmeyip diğer yandan, alttan alta Atatürk ödülü için nabız yokladın. Baktın tepkiler var 5 gün sonra istemiyorum dedin. Bunlara ne gerek var sayın Burkay?
Sakın unutma, devlet Kürdü nasıl itibarsızlaştıracağını çok iyi bilir. Bazen bir ödülle bile beş paralık eder insanın onurunu. Ya da işi bitince "aşüfte" yaftası yapıştırır.
Hadi tüm bunlara amenna...
Ama ortada bir katliam var. Ve bu katliam öyle bir katliam ki, artık "en iyi Kürt ölü Kürttür" sloganını bile hafif kalıyor yanında. Çünkü bu sefer ölü Kürtler bile sahiplenilmiyor, iyi olarak nitelenmiyor.
Sen de bu katliam konusunda diyeceğin bir şey varsa onu söylersin. Katliamı kınamadığın gibi katliamı yapan hükümetin bakanına ‘sayın’, katliama karşı çıkan Kürt siyasetçilerini ise kendince aşağılıyorsun.
Tarih ve felsefe konusunda kendisinden çok şey öğrendiğimiz Mestrius Plutachus derki; ‘Sezar ihaneti sever, hainlerden nefret ederdi.’ Bende şunu diyorum; bütün iktidarlar ihaneti sever ama hiç bir iktidar hainleri sevmez. Egemen'e, Ertuğrul’a, Arınç’a yanılma sayın Burkay...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder