Yasaların, yönetmeliklerin, polisiye tedbir ve pratiklerin, bir de kurumsal ve şahsi politik beyanların alanından çıkıp konuşan, söz alan, dile gelen devletin, bu yolla ne denli trajikomik bir aygıt olarak teşhir olduğuna en nadide örnekleri belki de, Türkiye siyasetinin yeni yüzü olarak İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin vermektedir.
Her şey, eski CHP tek parti totalitarizmi ve kültürel formasyonunu eleştiren merkez-sağ liberal dilin, bu iklimi yeniden, ama biçim değişmiş kavramlarla üretmesi şeklinde gelişmektedir: ''Devlet tayin eder, tasnif eder, beyan eder, arz eder, talep eder, öğretir, düzeltir, kurar.'' Radikal’in 26 aralık 2011 tarihli haberinde Naim Şahin’in vaazettiği üzere: “Devlet düzendir, devlet hukuktur, devlet hiyerarşidir, devlet mülkiyettir, devlet namustur, devlet özgürlüktür, eğitimdir, sağlıktır, devlet hayatın ta kendisidir.” Bu kadar çeşitli sözcük ve mefhumun aynı cümle içinde, aynı özneyi belirlemesinde garipsenecek bir şey yoktur; devletin “hayatın ta kendisine” yükseltildiği, ve zaruri olarak onu içerecek şekilde aşkınlaştığı savına varmak için bunca farklı kavramı aynı potada eritmek gerekecekti. Bu kavramsal şaşılık, mevcut dil politikasının hem koşulu, hem de sonucudur.
Naim Şahin’in verili haberdeki açıklamaları bu dil politikasının ikili veçhesini sunuyor: İlk adım, iyiyi kötüden ayırt etmekteki en üst merci olarak devleti tayin etmektir. Burada devlet zamansız, zeminsiz, mutlak düstur olarak belirlenmektedir. Verili açıklamasında Şahin, birçok kez, her ikisinin de yeşil renkte olduğuna aldanmadan ayrık otunu iyi ottan ayırmak gereğinden söz ediyor. Bu metaforda ideolojiler üstü, çağcıl bir argüman da gizli: Doğal ve beklenmedik olan, bilinemez bir zemin ve zamanda kendi dinamikleriyle filizlenip büyüyen ayrık otu, “iyi otu” belirleyen devletin bahçesinde (o bahçe ki ‘hayatın ta kendisi’) istenmemektedir. Devlete yüklenen bu tipik tanrı-kral-baba figürü, bu şaşılık ve artık kurumsallaşmış çelişki Şahin’in şu sözlerinde billurlaşmaktadır: “TBMM kürsüsünden daha özgür, özgürlüğün ifade edildiği bir yer mi var? Dokunulmaz bir yer. O kürsüdesin.” Yani parlamento, ifade özgürlüğünün, Söz’ün yeter koşulu ve yegâne meşru zeminidir. Bitti.
“Dokunulmaz” sıfatı, dokunan özne’yi gizlemesi, bu öznenin varlık ihtimalini yoksaması yoluyla da kurnaz bir sözcüktür esasında; çünkü yalnızca bu muhtemel özneyi susturmaya muktedir olanı bilmekteyizdir biz: Tüm yüklemlerin yegane efendisi olarak Devlet! O halde başka özneler türetmenin maddi imkanı yok, zira o ‘hayatın ta kendisi’dir: Aynı zamanda özgürlüktür de, farklı söylemlerin, tek söylem lehine yedeklendiği bir merkez olarak parlamentoda ses çıkarma özgürlüğü. Bir şeyi yalnızca ifade etmenin, onu yapmış olmaya yükseltildiği/eş tutulduğu algısını da atlamamak lazım; bu, bir zamanlar resmi paranoyayken artık soyut düşünce yoksunu bir demokrasi psikozu halini almıştır: İfade ediyorsun (devletin algısında: ‘eyliyorsun’) ya işte, daha büyük özgürlük mü var? Bu durumu Naim Şahin şöyle ifade ediyor: “Bu ülkede hiçbir vatandaş için daha öteye bir kürsü yok. Daha öteye bir meclis yok. Buna tahammül eden, buna toleranslı bakan, buna ‘özgürlük’ denen bir yapıdayız.” Yani devlet, demokrasiye ve özgürlüğe tahammül etmesi, toleranslı bakması yönüyle demokratiktir. Vatandaşın kusurunu, onun gençliğine veren bir babacan demokrasi: Naim Şahin suretinde vücut bulan devlet ufku işte budur.
Meselenin ikinci veçhesi, ilkine yaslanır; ilgili açıklamada görüldüğü üzere “terör” kavramı sanata, kültüre, bilime, psikolojiye genellenmektedir ve ‘arka bahçe’ olarak kodlanan sivil kulvarlar bu ayrık otunun iklimidir. Terörist edimin sahası genişletilir; nasıl artık sivil alan ‘arka bahçe’ olmuşsa, sanatsal-bilimsel ifade de terörist bir edimdir. Devletin, kötü olan her şeyi içine yığdığı ‘boş gösteren’ olarak PKK, yuttukça genişleyen bir kara deliğe dönüşür; “ya bizdensin ya değil” miyopluğu böyle yaratılır. Ya hayatın ta kendisi olarak devletin bahçesindesin, ya da toleransla bakmaktan usandığımız arka bahçede. Yine aynı açıklamada geçen “domuz eti yeme”, “Zerdüştlük” ve “eşcinsellik” de, özgür mecliste özgürce ifade bulamadığı içindir belki de, o Kötü’nün boş göstereninde hayat hakları olmayan dini ve cinsel ayrık otlarıdır. Yine Naim Şahin’in sözleriyle bitirelim, ama buradaki yöntemi, onunki kadar düz mantıkla olmasa da, bizim de kendisi için izlediğimiz şerhini düşerek: “(…) hatta hepsinin dilini tersten okursak çok rahat anlarız. Ne diyorlarsa tersine çevirmek lazım. (…) İyi dedikleri her şey kötüdür, kötü diyorlarsa iyidir. (…) Ne diyorlarsa tersidir. Tersten okuyunca onların düzü anlaşılır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder