Türk basın sahtekarlığı, kendi ordularının katlettiği 35 Kürt için
sahte gözyaşları döküyor. "Olmamalıydı; 35 sivil Kürt yerine, 35 PKK'li
öldürülmeliydi." Diyorlar.
Bazen: "Silah çözüm değil," demelerine de aldanmayın. En liberalleri;
Ahmet Altan ve Cengiz Çandarlar dahi hükümetin PKK karşısında başarılı
olduğunu ve ağır kayıplar verdirttiğini yazıyorlar.
Bazen de, "o insanlar kaçakçılık yapıyorsa devlet utansın," diyorlar.
Uyduruk sınırları, Kürt halkının beynine çekilmiş sınırları
sorgulayan yok. Kürdün niye pasaporta içinin ısınmadığını anlayan yok.
Herhangi bir Kürdün bu basına demeç veya röportaj verdiğini
gördüğümde, elimde değil, içim soğuyor. Murat Karayılan'ın Taraf
gazetesindeki mektubunu okuduğumda, aynı hislere kapılmıştım.
Türk basını, savaş ve alçaklığın basınıdır. Bu basın, ikna edilemez, savaşın tarafıdır, tavır alınır.
Leyla Zana, Kürtlerin statüsünün ne olması gerektiğini konuşmaya
kalktığında, Türk köşe yazarları Birinci Dünya savaşı'ndaki Balkanlar ve
Yunanistan'la olan nüfus mübadelesini gündeme getiriyorlar. Kürtler
dört ilde oy oranı olarak güçlülermiş. Ayrılık gayrılık gündeme
geldiğinde, Türk şehirlerindeki bütün Kürtler bu dört ile sürülerek
"alın size ayrılık" diyeceklermiş. Bütün Kürtler dört şehirde koyun
koyuna, ahırdaki gibi yaşayacakmışız.
Vicdan, adalet ve hukuk yoksa, sınırları savaşın çizeceğini biz de
biliyoruz. Kürtler dört ile mi hapis olur yoksa 24 ile mi o da belli
olmaz.
Ama biz sınırlardan öte Kürt özgürlüğünü tartışıyoruz. Biliyoruz,
ayrılıkta bile Türk devleti cepçilik yapıp, Kürdistan'ın bir çok
yerleşim birimine el koyacak. Fakat Anadolu ve Kürdistan'ı gasp etmiş
iktidar köpekliği de işte o an çökecek. Birbirini soyup soğana çeviren
"vatan, millet ve sakarya"cı zihniyetin yurttaşlarını mutlu edemediği,
sürekli çalıp çırpan, üstelik hain Kürtlerin de başlarına bela olarak
kalacağı berbat bir kargaşa dönemi başlayacak.
"Bir çakıl taşı dahi vermeyiz," demelerindeki mantığın altında, o
çakıl taşı gittikten sonra soykırım ve katliam suçlusu devletlerinin
yıkılacağı korkusu yatıyor. Türk köşe yazarları aylık maaşlarını yüzbin
dolarlar üzerinden alan bir hırsızlar ekibidir. Devletin zaafa
düşmesinden en çok bunlar korkuyor.
Ama Kürtler, böyle bir devlete yatırım yapmak zorunda değil. Bu
yatırım batak bir yatırımdır. Bu devlete emeğini altın olarak yatırır,
teneke olarak geri alırsın. Sağlıklarına dikkat etmeleri ve can
güvenliklerini korumaları dışında hiç bir beklentimin olmadığı Türk
meclisinin asma yaprağı rolündeki BDP milletvekillerinin bunca olup
bitenden sonra niye hala orada olduklarını anlamış değilim. Türk
meclisine gitmeyince, milletvekili olamıyorlarmış öyle mi?
Kürdün oyunun değeri var, ama kendine özgü milletvekilliğinin değeri yok.
Seçil, yemin içme!
Seçil, meclise gitme!
Seçil, kendi halk meclisini kur...
Seçil, toplantı merkezini Diyarbakır'a al...
Kürtler bunları yapamadığı için, uzak ve yakın bakışları sis altında
kaldığı için meclise kapağı atmayınca hiç bir şey olamayacağını
sanıyorlar. Öyle sandıkları için de hakikaten hiç muamelesi görüyorlar.
Kürt siyasal mücedelesini dağlardan ve meclisten ibaret sanan
anlayışa, ayrı bir halk olmanın ayrı kurumlar gerektirdiğini izah etmek
gerekiyor.
Kürtler olmazın teorisini yapıyor. Bu teori, Türklerin teorisidir.
Türklere göre ayrılmak felakettir. Ne kadar dehşet verici bir anlayış.
Avrupa'da köylerin dahi anayasası var. Bizimkiler hala Türklerle
Kürtleri memnun edecek ortak bir anayasa ve rejim peşindeler.
Olmayınca da kızyorlar. Suçu düşmanın "alçaklık"ına yıkıp,
sıyırdıklarını sanıyorlar. Sanki düşmanı alçak olmayan başka uluslar
varmış gibi...
Türk basınını kendi basının, Türk milli eğitimini kendi kurumun, Türk
silahlı kuvetlerini kendi silahlı kuvetlerin sayarsan daha başlamadan
bitmişsin demektir.
Türk basını Kürtlere birer Mandela ve Gandi arıyor. Gandi, daha çok
genç iken işe İngiliz Kimliğini yırtarak başladı. Biz direnişte Gandi
veya Mandela kadar net olamayız. Türk basının peşinde olduğu Mandela ve
Gandi tipi belli: Kürdistan talebinden arındırılmış, dokunduğunda
gözyaşı akıtan ıslak bir sünger...
Dün gece Bahman Ghobadi'nin, "Sarhoş Atlar zamanı" adlı filmini bir
kez daha izledim. Benzerleri bir kaç gün önce katledilen Kürt
kaçakçılarını anlatıyordu.
Cemil Bayık ve Murat Karayılan, 2012 yılının şiddetli çatışmalarla
geçeceğini söylüyorlar. Her iki Kürt komutanı da şunu unutmasın.
Hedefsiz ve çözümsüz savaşlar en çok iktidarda olanın işine yarar.
Mağdur olan zaten iktidar yoksunudur, güçsüzdür, elinden olanaklar
alınmıştır. Hızlı hareket etmek, atik davranmak ve isyan anlarını iyi
değerlendirmek isyancıların işidir. Yoksa 2012 yılındaki çatışmalar da
Kürtleri psikolojik olarak ezer. Linç kültürü yaygınlaşır. İmamın Ordusu
Kürdistan'ın kasaba ve şehirlerini hallaç pamuğu gibi atar.
Kürtler, Türk sistemine ve basınına karşı ağlamayı bırakmalıdırlar. Ağlamak ve yakarmak faşizmi güçlendirir.
Türk faşizminin geriletecek davranışın şifresi bellidir. Kararlılık ve netlik 2012 yılı Kürtlerin taleplerini netleştidikleri bir yıl olmalı...
Herkesin yeni yılı kutlu olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder