2 Ocak 2012 Pazartesi

Kararlı Olmak

 Türk basın sahtekarlığı, kendi ordularının katlettiği 35 Kürt için sahte gözyaşları döküyor. "Olmamalıydı; 35 sivil Kürt yerine, 35 PKK'li öldürülmeliydi." Diyorlar.

Bazen: "Silah çözüm değil," demelerine de aldanmayın. En liberalleri; Ahmet Altan ve Cengiz Çandarlar dahi hükümetin PKK karşısında başarılı olduğunu ve ağır kayıplar verdirttiğini yazıyorlar.

Bazen de, "o insanlar kaçakçılık yapıyorsa devlet utansın," diyorlar.

Uyduruk sınırları, Kürt halkının beynine çekilmiş sınırları sorgulayan yok. Kürdün niye pasaporta içinin ısınmadığını anlayan yok.

Herhangi bir Kürdün bu basına demeç veya röportaj verdiğini gördüğümde, elimde değil, içim soğuyor. Murat Karayılan'ın Taraf gazetesindeki mektubunu okuduğumda, aynı hislere kapılmıştım.

Türk basını, savaş ve alçaklığın basınıdır. Bu basın, ikna edilemez, savaşın tarafıdır, tavır alınır.

Leyla Zana, Kürtlerin statüsünün ne olması gerektiğini konuşmaya kalktığında, Türk köşe yazarları Birinci Dünya savaşı'ndaki Balkanlar ve Yunanistan'la olan nüfus mübadelesini gündeme getiriyorlar. Kürtler dört ilde oy oranı olarak güçlülermiş. Ayrılık gayrılık gündeme geldiğinde, Türk şehirlerindeki bütün Kürtler bu dört ile sürülerek "alın size ayrılık" diyeceklermiş. Bütün Kürtler dört şehirde koyun koyuna, ahırdaki gibi yaşayacakmışız.

Vicdan, adalet ve hukuk yoksa, sınırları savaşın çizeceğini biz de biliyoruz. Kürtler dört ile mi hapis olur yoksa 24 ile mi o da belli olmaz.

Ama biz sınırlardan öte Kürt özgürlüğünü tartışıyoruz. Biliyoruz, ayrılıkta bile Türk devleti cepçilik yapıp, Kürdistan'ın bir çok yerleşim birimine el koyacak. Fakat Anadolu ve Kürdistan'ı gasp etmiş iktidar köpekliği de işte o an çökecek. Birbirini soyup soğana çeviren "vatan, millet ve sakarya"cı zihniyetin yurttaşlarını mutlu edemediği, sürekli çalıp çırpan, üstelik hain Kürtlerin de başlarına bela olarak kalacağı berbat bir kargaşa dönemi başlayacak.

"Bir çakıl taşı dahi vermeyiz," demelerindeki mantığın altında, o çakıl taşı gittikten sonra soykırım ve katliam suçlusu devletlerinin yıkılacağı korkusu yatıyor.  Türk köşe yazarları aylık maaşlarını yüzbin dolarlar üzerinden alan bir hırsızlar ekibidir. Devletin zaafa düşmesinden en çok bunlar korkuyor.

Ama Kürtler, böyle bir devlete yatırım yapmak zorunda değil. Bu yatırım batak bir yatırımdır. Bu devlete emeğini altın olarak yatırır, teneke olarak geri alırsın. Sağlıklarına dikkat etmeleri ve can güvenliklerini korumaları dışında hiç bir beklentimin olmadığı Türk meclisinin asma yaprağı rolündeki BDP milletvekillerinin bunca olup bitenden sonra niye hala orada olduklarını anlamış değilim. Türk meclisine gitmeyince, milletvekili olamıyorlarmış öyle mi?

Kürdün oyunun değeri var, ama kendine özgü milletvekilliğinin değeri yok.

Seçil, yemin içme!

Seçil, meclise gitme!

Seçil, kendi halk meclisini kur...

Seçil, toplantı merkezini Diyarbakır'a al...

Kürtler bunları yapamadığı için, uzak ve yakın bakışları sis altında kaldığı için meclise kapağı atmayınca hiç bir şey olamayacağını sanıyorlar. Öyle sandıkları için de hakikaten hiç muamelesi görüyorlar.

Kürt siyasal mücedelesini dağlardan ve meclisten ibaret sanan anlayışa, ayrı bir halk olmanın ayrı kurumlar gerektirdiğini izah etmek gerekiyor.

Kürtler olmazın teorisini yapıyor. Bu teori, Türklerin teorisidir. Türklere göre ayrılmak felakettir. Ne kadar dehşet verici bir anlayış. Avrupa'da köylerin dahi anayasası var. Bizimkiler hala Türklerle Kürtleri memnun edecek ortak bir anayasa ve rejim peşindeler.

Olmayınca da kızyorlar. Suçu düşmanın "alçaklık"ına yıkıp, sıyırdıklarını sanıyorlar. Sanki düşmanı alçak olmayan başka uluslar varmış gibi...

Türk basınını kendi basının, Türk milli eğitimini kendi kurumun, Türk silahlı kuvetlerini kendi silahlı kuvetlerin sayarsan daha başlamadan bitmişsin demektir.

Türk basını Kürtlere birer Mandela ve Gandi arıyor. Gandi, daha çok genç iken işe İngiliz Kimliğini yırtarak başladı. Biz direnişte Gandi veya Mandela kadar net olamayız. Türk basının peşinde olduğu Mandela ve Gandi tipi belli: Kürdistan talebinden arındırılmış, dokunduğunda gözyaşı akıtan ıslak bir sünger...  

 Dün gece  Bahman Ghobadi'nin, "Sarhoş Atlar zamanı" adlı filmini bir kez daha izledim. Benzerleri bir kaç gün önce katledilen Kürt kaçakçılarını anlatıyordu.

Cemil Bayık ve Murat Karayılan, 2012 yılının şiddetli çatışmalarla geçeceğini söylüyorlar. Her iki Kürt komutanı da şunu unutmasın. Hedefsiz ve çözümsüz savaşlar en çok iktidarda olanın işine yarar. Mağdur olan zaten iktidar yoksunudur, güçsüzdür, elinden olanaklar alınmıştır. Hızlı hareket etmek, atik davranmak ve isyan anlarını iyi değerlendirmek isyancıların işidir. Yoksa 2012 yılındaki çatışmalar da Kürtleri psikolojik olarak ezer. Linç kültürü yaygınlaşır. İmamın Ordusu Kürdistan'ın kasaba ve şehirlerini hallaç pamuğu gibi atar.
Kürtler, Türk sistemine ve basınına karşı ağlamayı bırakmalıdırlar. Ağlamak ve yakarmak faşizmi güçlendirir.

Türk faşizminin geriletecek davranışın şifresi bellidir. Kararlılık ve netlik 2012 yılı Kürtlerin taleplerini netleştidikleri bir yıl olmalı...

Herkesin yeni yılı kutlu olsun...

bildiricihasan@hotmail.com

Hiç yorum yok: