24 Aralık 2011 Cumartesi

Türk Mahallesinde Değişen Birşey Yok

Bu devlet, eli Kürt kanına bulaşmış Susurlukçuları, tetikçileri salar, ceplerine pasaportlar koyarak "sıvışın" der. Ama birbuçuk milyonluk bir kentin Belediye başkanına salt Kürt olduğu ve "yanlış Kürtlerle" birlikte olduğu için yurtdışı yasağı koyar. Bu devlet tedavi olması için bile bir Belediye Başkanı'na yurtdışı yasağını kaldırmaz.
 
Türk mahallesinde değişen birşey yok ya da sıra kimde?

Dün listeler hazırlanıp MGK'da onay verilir, seçilmiş ve listelenmiş Kürtler birbiri ardına kurşuna dizilirken herşey kitabına uygun yürütülüyordu.

Bugün yalancıktan ağzını "hayretler" içinde açanlar, bunu "bu kadarı da olmaz" diye dile getirenlerin tümünün olan bitenden haberi vardı. Kimileri listeleri görmüş "Gladio"lu yazılar döktürmüş, bir başkaları emirlerine sunulan ve kan kusan helikopterlerle ordularının zaferlerini tamaşe ile meşguldü. Hepsi ama son 90 yıllık Kürt kırımında tek başına bir anlam ifade etmeseler dahi birer işlev gördü. Kimi planladı, kimi uyguladı, kimi görmezden geldi ve hepsi birlikte devletlerinin bekaası için katkıda bulunmayı, gerçeklere takla attırmayı bir görev bildi.

Türk Meclisi'nin Susurluk Araştırma Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış anlatıyor: "Tansu Çiller, 'PKK'ya yardım ve yataklık yapan kişilerin isimlerini biliyoruz. Listesini hazırladık' diye bir açıklama yaptı... Ve o listede olanların bir kısmı öldürüldü... Bu devlet kademelerinde hazırlanan bir listedir... Bu listeyi Jandarma, JİTEM, Emniyet hazırlamış ve MGK da onaylamıştır. Ölüm emirleri MGK kararıyla olmuştur."
O zaman yapılanlar Kanun Hükmünde Kararnamelerle, anayasal bir organ olan Milli Güvenlik Kurulu kararları ve çıkarılan kanun ve yasalar çerçevesinde yapılıyordu. Dersim ve Zilanlar, Amed ve Piranlar, Mecburi İskan ve Takrir-i Sukunlar, Tedip ve Tenkiller, katliam ve kırımlar, sürgün ve eve kapatmalar hep kitabına uygun yapıldı.

Bugün de yapılanlar kodlanmış bir plan ve program dahilinde gerçekleştiriliyor. Kürdistan'daki vahşeti sürdürmek için artık yeni Kanun Hükmünde Kararnamelerle yasalara ihtiyaç kalmadı. Bu nedenle de  Erdoğan ve ekibi bu işin pratiği ile meşgul, teorisi zaten elde mevcut.

Ne demişti Demirel: "Türkiye'nin resmi, bir de gayri resmi hukuku var, devlet rutin dışına çıkabilir." Kutlu Savaş da bu işin kimi zaman kitabına uygun yapılmadığının raporuyla meşguldü bir zamanlar. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi adlı kırmızı kitabı ise hiç anmayalım, kalsın.

Kürdistan hep bu gayri resmi hukukla yönetildi. Dünün Müstemleke Valileriyle Süper Valilerin yerini şimdilerde Kemalizmin tornasından çıkmış, Cemaat'in mektebinden geçmiş, Türk-İslam-Sentezi'ni her yönüyle özümsemiş Valiler aldı. Dünün İstiklal Mahkemeleri ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yerini şimdilerde Özel Yetkili Mahkemeler almış, ama demokrasi havarisi kesilenler de dahil kimse, bu "özel yetkinin" ne ve kimler için verildiğini sorgulamayı aklından dahi geçirmiyor.

Atalay'ın "sınır ötesi operasyonlardan, KCK operasyonlarına hepsi koordinasyon içinde, tartışılmış, kararlaştırılmış, planlanmış ve yürütülmektedir" yönlü açıklaması olanın, yapılanın, düşünülenin ikrarıdır, yoksa bilinmeyen bir şey değildir. Kürdistan dün de, bugün de yürütmenin elinde olan bu "hukuk", bu "özel yetki" gereği yönetiliyor.

Tutuklamalarda da benzer yol ve yöntemler hep izlendi. Zaman oldu Türk hukukunca dahi legal  ve yasal olan kimi konular, başka bir zaman diliminde aynı hukuka göre suç sayıldı.

Örneğin 50 yıl önce de bir keyfi tutuklama dönemi yaşandı. Mustafa Barzani Sovyetlerden 1958'de Mısır üzerinden Irak'a dönüyor ve her iki ülkenin başkentinde de devlet başkanı gibi karşılanıyor. Bağdat yönetimi Barzani ve KDP ile içli dışlı oluyor. Kürt sorununun çözümünde bir eşik aşılıyor ve bu yankısını Kürdistan'ın tümünde buluyor.

TC ne yapıyor? Aradan bir yıl geçmeden Kürtlük nosyonu almış ne kadar insan varsa, öğrenci, akademisyen ve işveren ayrımına gitmeden alel acele tutukluyor. Oysa ortada ne bir örgüt sözkonusu, ne de yapılan bir eylem var.

49'lar olayı, tutuklamaları, Nasreddin Hoca'nın suya gönderdiği çocuğu ola ki testiyi kırar diye dövmesi gibi bir ön almadır, tedbirdir.

KCK tutuklamaları da aynen buna benziyor. Türk devleti 2009 Yerel seçimlerinde Kürdistan'da tüm hile, oyun ve saldırılarına rağmen tam bir hezimet yaşadı ve Kürdistan'da hakimiyeti legal alanda Kürtlere kaptırdı. Ve bunun önünün alınması içinse hemen düğmeye bastı.

Devletin gözetiminde yapılan Öcalan ve Avukat görüşmeleri gün geldi suç sayıldı. Ve her hafta görüşme notlarında ne var diye merak eden, Asrın Hukuk Bürosu önünde sıraya giren ve bu notlar hakkında köşe yazıları döktürerek para kazananların büyük bir kısmı, olan biteni şimdi sessizce izlemeyle meşguller.
Kimse de sormuyor. Şayet bu görüşme notları suç teşkil ediyorsa, o halde bu görüşmeleri denetleyen ve gözetleyen devlet de, hükümetin başı da, adalet bakanı da suç işlemiş, yardım ve yataklık yapmış olmuyorlar mı? Yine bu notları her hafta köşelerine taşıyan, kamuoyuna yansıtan kalem erbabı da aynı suça ortak değil mi?

Ya da seçimler yapılıyor. Adaylar denetimden geçiyor. Denetimden geçen adaylar seçimleri kazanıyor, sonra da hiçbir yasal dayanağı olmadığı halde seçilenlerin yetkileri ellerinden alınarak içerde tutuluyor.
Bu cingözlülüğü, bu hin oğlu hinliği yapsa yapsa Türk devleti yapar. Bunun örneğine başka bir coğrafyada karşılaşmak olası değil.

Belediye Başkanları, legal ve parlamentoda temsil edilen bir partinin her kademeden yöneticisi, insan hakları savunucuları, sendikacılar, din adamları, öğrenci ve gençler günlük operasyonlarla peşpeşe içeri alınıyor ve bugün bu sayı beş binleri aşıyor.

Amaçsa gelişen, kitleselleşen Kürt hareketinin önünü almak, kitlelerle bağlarını koparıp dağa hapsetmek. Ve böylelikle de "dağda olunduğu müddetçe bir hak vermem" anlayışına zemin yaratılmak isteniyor.
Bu devlet, eli Kürt kanına bulaşmış Susurlukçuları, tetikçileri salar, ceplerine pasaportlar koyarak "sıvışın" der. Ama birbuçuk milyonluk bir kentin Belediye başkanına salt Kürt olduğu ve "yanlış Kürtlerle" birlikte olduğu için yurtdışı yasağı koyar. Bu devlet tedavi olması için bile bir Belediye Başkanı'na yurtdışı yasağını kaldırmaz.

Legal siyasetçiler, belediye başkanları, sivil örgüt temsilcleri, avukatlar derken iş geldi gazetecilere dayandı. Devlet terör estirerek yurtsever tüm Kürtleri bir endişe ve korku içine sürükleyip felç etmek, iş yapamaz duruma düşürmek, ve nihayetinde "başının çaresine" bakması için yalnızlaştırmak, "yarın sıra kimde" sorusunun beyinlere kazınmasını istiyor.

KCK operasyonlarının yasal dayanağı TC Anayasası'dır, Kürdistan'da sürdürülen 90 yıllık politika ve TC'nin Kürdistan'daki gayri resmi hukukudur. Kürt Hareketi, Kürdistan Mülküne el koyan Türk Hukuku kapısında "adelet" aramayla zaman ve enerji tüketmemeli, karşılığı olmayan "ortak vatan" politikaları ile kitleleri bekleyiş içine sürüklememelidir. O vatan dün de ortak değildi, bugün de değil. Kardeşlikse hep tek yanlı gözetildi.
Türk Hukuku'nun karşılığı Kürdistan'da adalet değildir. Kürdistan Mülkünün temeline TC hukukun dinamiti konmuştur. Bu dinamit oradan sökülüp atılmadan, böyle bir irade ve eylem pratiğe geçirilmeden hep tekrarı yaşamak zorunda kalmaktan kurtulamayız!

Hiç yorum yok: