Bu devlet, eli Kürt kanına bulaşmış Susurlukçuları,
tetikçileri salar, ceplerine pasaportlar koyarak "sıvışın" der. Ama
birbuçuk milyonluk bir kentin Belediye başkanına salt Kürt olduğu ve
"yanlış Kürtlerle" birlikte olduğu için yurtdışı yasağı koyar. Bu devlet
tedavi olması için bile bir Belediye Başkanı'na yurtdışı yasağını
kaldırmaz.
Türk mahallesinde değişen birşey yok ya da sıra kimde?
Dün listeler hazırlanıp MGK'da onay verilir, seçilmiş ve listelenmiş
Kürtler birbiri ardına kurşuna dizilirken herşey kitabına uygun
yürütülüyordu.
Bugün yalancıktan ağzını "hayretler" içinde açanlar, bunu "bu kadarı
da olmaz" diye dile getirenlerin tümünün olan bitenden haberi vardı.
Kimileri listeleri görmüş "Gladio"lu yazılar döktürmüş, bir başkaları
emirlerine sunulan ve kan kusan helikopterlerle ordularının zaferlerini
tamaşe ile meşguldü. Hepsi ama son 90 yıllık Kürt kırımında tek başına
bir anlam ifade etmeseler dahi birer işlev gördü. Kimi planladı, kimi
uyguladı, kimi görmezden geldi ve hepsi birlikte devletlerinin bekaası
için katkıda bulunmayı, gerçeklere takla attırmayı bir görev bildi.
Türk Meclisi'nin Susurluk Araştırma Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış
anlatıyor: "Tansu Çiller, 'PKK'ya yardım ve yataklık yapan kişilerin
isimlerini biliyoruz. Listesini hazırladık' diye bir açıklama yaptı...
Ve o listede olanların bir kısmı öldürüldü... Bu devlet kademelerinde
hazırlanan bir listedir... Bu listeyi Jandarma, JİTEM, Emniyet
hazırlamış ve MGK da onaylamıştır. Ölüm emirleri MGK kararıyla
olmuştur."
O zaman yapılanlar Kanun Hükmünde Kararnamelerle, anayasal bir organ
olan Milli Güvenlik Kurulu kararları ve çıkarılan kanun ve yasalar
çerçevesinde yapılıyordu. Dersim ve Zilanlar, Amed ve Piranlar, Mecburi
İskan ve Takrir-i Sukunlar, Tedip ve Tenkiller, katliam ve kırımlar,
sürgün ve eve kapatmalar hep kitabına uygun yapıldı.
Bugün de yapılanlar kodlanmış bir plan ve program dahilinde
gerçekleştiriliyor. Kürdistan'daki vahşeti sürdürmek için artık yeni
Kanun Hükmünde Kararnamelerle yasalara ihtiyaç kalmadı. Bu nedenle de
Erdoğan ve ekibi bu işin pratiği ile meşgul, teorisi zaten elde mevcut.
Ne demişti Demirel: "Türkiye'nin resmi, bir de gayri resmi hukuku
var, devlet rutin dışına çıkabilir." Kutlu Savaş da bu işin kimi zaman
kitabına uygun yapılmadığının raporuyla meşguldü bir zamanlar. Milli
Güvenlik Siyaset Belgesi adlı kırmızı kitabı ise hiç anmayalım, kalsın.
Kürdistan hep bu gayri resmi hukukla yönetildi. Dünün Müstemleke
Valileriyle Süper Valilerin yerini şimdilerde Kemalizmin tornasından
çıkmış, Cemaat'in mektebinden geçmiş, Türk-İslam-Sentezi'ni her yönüyle
özümsemiş Valiler aldı. Dünün İstiklal Mahkemeleri ile Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin yerini şimdilerde Özel Yetkili Mahkemeler almış, ama
demokrasi havarisi kesilenler de dahil kimse, bu "özel yetkinin" ne ve
kimler için verildiğini sorgulamayı aklından dahi geçirmiyor.
Atalay'ın "sınır ötesi operasyonlardan, KCK operasyonlarına hepsi
koordinasyon içinde, tartışılmış, kararlaştırılmış, planlanmış ve
yürütülmektedir" yönlü açıklaması olanın, yapılanın, düşünülenin
ikrarıdır, yoksa bilinmeyen bir şey değildir. Kürdistan dün de, bugün de
yürütmenin elinde olan bu "hukuk", bu "özel yetki" gereği yönetiliyor.
Tutuklamalarda da benzer yol ve yöntemler hep izlendi. Zaman oldu
Türk hukukunca dahi legal ve yasal olan kimi konular, başka bir zaman
diliminde aynı hukuka göre suç sayıldı.
Örneğin 50 yıl önce de bir keyfi tutuklama dönemi yaşandı. Mustafa
Barzani Sovyetlerden 1958'de Mısır üzerinden Irak'a dönüyor ve her iki
ülkenin başkentinde de devlet başkanı gibi karşılanıyor. Bağdat yönetimi
Barzani ve KDP ile içli dışlı oluyor. Kürt sorununun çözümünde bir eşik
aşılıyor ve bu yankısını Kürdistan'ın tümünde buluyor.
TC ne yapıyor? Aradan bir yıl geçmeden Kürtlük nosyonu almış ne kadar
insan varsa, öğrenci, akademisyen ve işveren ayrımına gitmeden alel
acele tutukluyor. Oysa ortada ne bir örgüt sözkonusu, ne de yapılan bir
eylem var.
49'lar olayı, tutuklamaları, Nasreddin Hoca'nın suya gönderdiği
çocuğu ola ki testiyi kırar diye dövmesi gibi bir ön almadır, tedbirdir.
KCK tutuklamaları da aynen buna benziyor. Türk devleti 2009 Yerel
seçimlerinde Kürdistan'da tüm hile, oyun ve saldırılarına rağmen tam bir
hezimet yaşadı ve Kürdistan'da hakimiyeti legal alanda Kürtlere
kaptırdı. Ve bunun önünün alınması içinse hemen düğmeye bastı.
Devletin gözetiminde yapılan Öcalan ve Avukat görüşmeleri gün geldi
suç sayıldı. Ve her hafta görüşme notlarında ne var diye merak eden,
Asrın Hukuk Bürosu önünde sıraya giren ve bu notlar hakkında köşe
yazıları döktürerek para kazananların büyük bir kısmı, olan biteni şimdi
sessizce izlemeyle meşguller.
Kimse de sormuyor. Şayet bu görüşme notları suç teşkil ediyorsa, o
halde bu görüşmeleri denetleyen ve gözetleyen devlet de, hükümetin başı
da, adalet bakanı da suç işlemiş, yardım ve yataklık yapmış olmuyorlar
mı? Yine bu notları her hafta köşelerine taşıyan, kamuoyuna yansıtan
kalem erbabı da aynı suça ortak değil mi?
Ya da seçimler yapılıyor. Adaylar denetimden geçiyor. Denetimden
geçen adaylar seçimleri kazanıyor, sonra da hiçbir yasal dayanağı
olmadığı halde seçilenlerin yetkileri ellerinden alınarak içerde
tutuluyor.
Bu cingözlülüğü, bu hin oğlu hinliği yapsa yapsa Türk devleti yapar.
Bunun örneğine başka bir coğrafyada karşılaşmak olası değil.
Belediye Başkanları, legal ve parlamentoda temsil edilen bir partinin
her kademeden yöneticisi, insan hakları savunucuları, sendikacılar, din
adamları, öğrenci ve gençler günlük operasyonlarla peşpeşe içeri
alınıyor ve bugün bu sayı beş binleri aşıyor.
Amaçsa gelişen, kitleselleşen Kürt hareketinin önünü almak,
kitlelerle bağlarını koparıp dağa hapsetmek. Ve böylelikle de "dağda
olunduğu müddetçe bir hak vermem" anlayışına zemin yaratılmak isteniyor.
Bu devlet, eli Kürt kanına bulaşmış Susurlukçuları, tetikçileri
salar, ceplerine pasaportlar koyarak "sıvışın" der. Ama birbuçuk
milyonluk bir kentin Belediye başkanına salt Kürt olduğu ve "yanlış
Kürtlerle" birlikte olduğu için yurtdışı yasağı koyar. Bu devlet tedavi
olması için bile bir Belediye Başkanı'na yurtdışı yasağını kaldırmaz.
Legal siyasetçiler, belediye başkanları, sivil örgüt temsilcleri,
avukatlar derken iş geldi gazetecilere dayandı. Devlet terör estirerek
yurtsever tüm Kürtleri bir endişe ve korku içine sürükleyip felç etmek,
iş yapamaz duruma düşürmek, ve nihayetinde "başının çaresine" bakması
için yalnızlaştırmak, "yarın sıra kimde" sorusunun beyinlere kazınmasını
istiyor.
KCK operasyonlarının yasal dayanağı TC Anayasası'dır, Kürdistan'da
sürdürülen 90 yıllık politika ve TC'nin Kürdistan'daki gayri resmi
hukukudur. Kürt Hareketi, Kürdistan Mülküne el koyan Türk Hukuku
kapısında "adelet" aramayla zaman ve enerji tüketmemeli, karşılığı
olmayan "ortak vatan" politikaları ile kitleleri bekleyiş içine
sürüklememelidir. O vatan dün de ortak değildi, bugün de değil.
Kardeşlikse hep tek yanlı gözetildi.
Türk Hukuku'nun karşılığı Kürdistan'da adalet değildir. Kürdistan
Mülkünün temeline TC hukukun dinamiti konmuştur. Bu dinamit oradan
sökülüp atılmadan, böyle bir irade ve eylem pratiğe geçirilmeden hep
tekrarı yaşamak zorunda kalmaktan kurtulamayız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder