1942 Erzurum doğumlu olan Fetullah Gülen, Erzurum’da 1957 yılında CIA eğitimli Özel Harp Dairesi elemanı Üsteğmen Esad Keşafoğlu vasıtasıyla CIA adına Nur Tarikatı’na özel bir misyonla-kont-gerilla elemanı- daha 16 yaşında iken sızdırıldı. Said –i Kurdi’nin oluşturduğu Nurculuk öğretisini kendisine göre yeniden oluşturarak cemaat oluşumuna gitmiştir. Gülen henüz genç yaşında “Komünizmle Mücadele Derneği”ne üye olmuş ve hatta bunların bazılarının kurucusu olmuştur. Bilindiği üzere bu dernekler ABD’nin, “Truman Doktrini” doğrultusunda özellikle NATO’ya üye ülkelerde açtırdığı Gladio ve Kontrgerilla ile bağlantılı odaklardı. Gülen, bu derneğin ilk şubesini İzmir’de, ikincisini Erzurum’da açmıştır.
Fetullah Gülen, 1970'lerde klasik Nurcular'dan ayrılmaya ve kendi cemaatini kurmaya başladı. 1978'de bu cemaatin yayın organı 'Sızıntı' dergisini çıkardı. Bu dergi genel itibariyle süslü ve sözde edebi bir ifade tarzının hâkim olduğu fakat söylemlerinin yaşamdaki karşılığının ne olduğunun anlaşılamadığı, soyut ve din/duygu sömürüsüne dayalı bir çizgiye sahipti.
Günümüzde din-devlet ya da din-iktidar ilişkilerini derinliğine anlamak ve bunun emperyal boyutunu bilmek için Fetullah Gülen’i ve onun cemaat gerçekliğini bilince çıkarmak gerekir.
Faşist, darbeci ve cuntacı
Gülen daha başlangıçta NATO ile başladığı özgürlük ve toplum karşıtlığı çizgisini derinleştirerek sürdürmüştür. Örneğin, 1977 yılında Yüksek İslam Enstitülerinde baskılara karşı protesto amaçlı boykotlar baş gösterdiğinde Gülen, "İslam'da boykot yoktur" diyerek direnişi kırdı. Bunun yanı sıra sürekli olarak “anarşistleri ve teröristleri devlete bildirmeyenlerin Allah katında sorumlu olduğu”nu dillendirdi. Öte yandan klasik Nurcular'dan Zübeyir Gündüzalp ile Avukat Bekir Berk, Alpaslan Türkeş'i eleştiren bir broşür yayınladıklarında Gülen bunlara karşı çıkarak Türkeş’i sahiplendi.
12 Eylül gelip de cunta yönetime el koyduğunda Fetullah Gülen hem darbeyi hem de sonrasında askerlerin hazırladığı “82 Anayasası”nı destekledi. Hatta Gülen darbe yapan asker için ben sizin tanklarınızın altındaki palet olayım diyecek kadar ileriye gitmiştir. Yani hemen her zaman olduğu gibi devletten yana tavır aldı. Sızıntı dergisinde askerleri öven yazıları çıktı. Cuntabaşı Kenan Evren, ayet ve hadislerle takviyeli nutuklar atarken, askerler de doğrudan ya da dolaylı bazı dini gruplarla ilişkideydi. Daha doğrusu “laik” devlet kendi “din”ini kuruyordu. Bu da ABD’nin, Kızıl dünyaya karşı “Yeşil Kuşak” projesinin gereğiydi. Bu ortamdan Gülen de epeyce hoşnuttu. Cemaati daha da büyüyordu. Fakat işi kılıfına uydurmak gerekiyordu. Yani karşılıklı bir “hoşnutluk” durumu ve bunun yaratacağı izlenim, insanların kafasında soru işaretlerine neden olabilirdi. Bu yüzden her zaman için çalışmalara bir “muhalefet ve mağduriyet” havası gerekliydi. Nitekim bu dönemde Fetullah Gülen “aranan suçlular” listesindeydi. Ama pratikte ise Gülen rahatlıkla tüm Anadolu’yu dolaşıyor, propagandasını yapıyor ve stratejik planlarını devreye koyuyordu.
1983'te yapılan genel seçimlerde Turgut Özal'ın Anavatan Partisi tek başına iktidar oldu. Ülkede yeni bir hava estirilmeye başlandı. Türkiye Neo – liberalizme kaydırılmaya başlandı. Fetullah Gülen, cemaatinin, Anavatan Partisi’ni desteklemesini sağladı. Karşılığında ise Özal’dan çok büyük bir destek gördü. 1988'de “Yeni Ümit” dergisini çıkardı ve başyazılarını bizzat kendisi yazdı. 1989'un Ocak ayında İstanbul Üsküdar'daki Valide Sultan Camii'nde seri vaazlarına başladı.
Dini ticaret okulları!
Özellikle bu dönemde Gülen, yakın kurmaylarına yeni stratejisinin ilk pratik adımlarını uygulama talimatını verdi. Cemaat ulaşabildiği her yerde okul açacaktı. Bu çalışma ilkokuldan üniversiteye kadar yapılacaktı. 1980’lerin sonu ile 1990’ın hemen başında Varşova Paktı çökünce eski Sovyet topraklarındaki “bakir” Türkî cumhuriyetler Fetullah Gülen’in iştahını kabarttı ve “ileri” emrini verdi. Özal ve sonrasında Süleyman Demirel’in güç ve destek vermesiyle bu ülkelerde kısa denilebilecek bir zamanda mantar gibi “Fetullah okulları” bitmeye başladı. Başarının sırrı “dincilik ile ticaretin” senteziydi. Daha doğrusu dini değerlerin pazara sürülmesiydi.
Önce cemaatten yetenekli ve gönüllü öğretmenler buraya gönderiliyordu. Gönüllü iş adamları da maddi destek veriyordu. Böylece iş adamları hem kendi reklâmını yaparak “itibar” topluyor hem de buradan mezun olan yetenekli ve devşirilmiş gençleri “eleman” olarak işe alıyorlardı. Bu durum, ilgili devletin de hesabına geliyor. Üstelik de “niteliğe” büyük önem veriliyor ve bunlar bulundukları ülkelerin “en seçkin” okulları haline getiriliyorlardı. Durum böyle olunca bir süre sonra bu ülkelerin hükümetleri de bizzat her türlü maddi ve siyasi desteği sağlıyordu. Bu çalışmalar zaman içerisinde “küresel” bir hal aldı ve dünyanın 100’e yakın ülkesinde 300’den fazla okul kuruldu. Eğitim işi, sonrasında iyice ticari ve siyasi alana da kaydırıldı ve artık hastane, dernek, vakıf, bazı işletmeler vs. açıldı. Fetullahçı kurumların hepsinde en başta ideolojik eğitime öncelik verildi. Fakat bulunulan ülkenin koşullarına ve ortamına bürünülerek! Yeri geldiğinde “İslamcılık” yeri geldiğinde ve esasında “Türkçülük” işlendi.
CIA ve ABD’ye yataklık
Burada insanların kafasına hemen şu sorular takılıyordu: Derinliğine ve genişliğine dünyadaki bu yayılım, bu kadar basit miydi? Salt sözü edilen hareket tarzı ve mekanizma bunun için yeterli miydi? Ya da dünyanın önde gelen gücü ABD’ye rağmen bu yapılabilir miydi? Bunun cevabını, bir röportajında Fetullah Gülen’in kendisi veriyor: “Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açabiliyorlarsa, Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilme şansı vardır.”
Nitekim ABD ile Fetullah Gülen, aynı zamanlarda eski Sovyet
topraklarına çıkarma yaptılar. Yine ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”
dâhilindeki ülkeler, Fetullah Gülen cemaatinin de en çok yoğunlaştığı
ülkeler oluyor. Fetullahçı kurumlar ile ABD istihbarat teşkilatı CIA’nın
iç içe çalıştığı da artık sır değildir. Bu konudaki en çarpıcı gelişme
ise 2004 yılının sonlarında yaşandı. Rusya, CIA merkezleri olmakla
suçlayarak Fetullahçı okulları kapatmaya başladı. Bu ülkelerdeki
okullarla ilgili olarak, Fetullah Gülen’in eski sağ kolu ve cemaatten
ayrılarak itiraflarıyla Fetullah Gülen’in gerçek yüzünü gün yüzüne
çıkaran Nurettin Veren de söz konusu okulların, "CIA’nın casus üsleri
haline" geldiklerini ifade etti.
Diğer bir çarpıcı örnek ise Fethullah Gülen’in ABD’de de kalmasını
sağlayacak yeşil kart başvurusunda CIA’nın bizzat Gülen’e kefil olması
ve daha önce CIA’nin Ortadoğu şefliğini yapan Graham Fuller gibilerinin
bizzat referans olmasıdır. Bu durum Gülen’in başvurduğu ABD mahkemesince
de resmi kayıtlara geçmiş ve söz konusu durum özellikle belirtilerek
vurgulanmıştır.
Faşizmden takdir!
Türkiye içerisinde ise özellikle 1994 yılından başlayarak Fetullah
Gülen, medyanın önüne çıkmaya başladı. Yıllarca biriktirmiş olduğu güce
dayanarak boy gösterdi. Ama özellikle ordu ve sistemin derin odaklarıyla
çelişmemeye ve çatışmamaya, onlardan taraf olmaya ya da tarafmış gibi
görünmeye özen gösterdi. 26 Mayıs 1995’te Türk Ocakları Vakfı'ndan
“Nihal Atsız” ödülünü aldı. Aynı yılın 1 Temmuz'unda Mehmetçik Vakfı'na
bağışta bulundu. 25 Temmuz'da ise Mehmetçik Vakfı'ndan teşekkür beratı
aldı. Kürt Özgürlük Hareketine yönelik özellikle Çiller-Güreş-Ağar
üçlüsünün tüm katliamlarına açık destek verdi.
28 Şubat’a okey ve FBI’lı Pensilvanya günleri
Fetullah Gülen, şimdilerde kendi medyasının diline doladığı ve
muhaliflerine karşı temel argüman olarak kullandığı 28 Şubat darbesine
karşı çıkmadı ve aslında destekledi. 28 Şubat mağduru Erbakan’a karşı
tavır aldı (merak edenler, 28 Şubat 1997 gününü izleyen tarihlerdeki
arşivleri tarayabilir ya da kısaca 03 Temmuz 2006 tarihli Zaman
gazetesindeki Ali Ünal’ın yazısına bakabilir). Gülen, 1999 yılı Mart
ayında, ordunun ve yargının kendisine yönelik tavırlarını bahane yaparak
ABD’ye gitti. Bu ülkenin Pensilvanya eyaletinde kendisine çiftlikler
tahsis edildi. Bu çiftliklerin güvenliğini Amerika Federal İstihbarat
Bürosu (FBI) sağlamaktadır.
Siyonizm ile kucak kucağa!
Fetullah cemaatinin çalışma tarzı Masonlarınkine benzer ve
istihbaridir. Din ve ticareti “ustalıkla” sentezleyebilen, bunu aynı
derecede örgütlenme ağlarına kavuşturabilen Gülen, zamanla Kemalist
sistemin bürokrasi, emniyet, istihbarat, siyaset ve eğitim gibi can
damarlarında etkince yer edinmiştir. Zaman gazetesi, Aksiyon dergisi,
İngilizce çıkan Today’s Zaman, Samanyolu TV, Mehtap TV, Burç FM, Herkül
org cemaatin çekirdek medya organlarıdır. Onun dışında bugün kendisine
yandaş diğer yüzlerce yayın organının yanında bir de İstanbul
sermayesinin medyasını da baskı ve tehditle kendisine yedeklemiştir.
Gülen çeşitli iş adamları dernekleriyle zenginlere, sözde bazı yoksul
dernekleriyle de fakirlere ulaşmayı hedeflemektedir. Öte yandan
Türkiye’de her sene yapılan “Abant Toplantıları”nda, siyasi ve ideolojik
durum değerlendirmeleri yapılmaktadır. Dünyada da düzenli yapılan
Masonların Bilderberg toplantılarına bu cemaatten katılım
gerçekleşmektedir. Fetullah Gülen ve cemaatinin bu faaliyetlerle
bağlantılı olarak kullandığı ana kavramlar "hoşgörü" ve “dinler arası
diyalog", aynı zamanda ilişkili olduğu Mason, Siyonist, Evangelist ve
Moon tarikatı gibi çevrelerin geliştirdiği yeni küresel politikaların ya
da “ılımlı İslam” projesinin ana kodları olmaktadır. Fetullah Gülen,
İsrail ve Yahudilerle derin ilişkiler içerisindedir. Nitekim Türkiye’den
Gazze’ye yardım götüren “Mavi Marmara” gemisi İsrail askerlerince
baskına uğrayıp birçok kişi öldürüldüğünde, herkes Gülen’in kıyamet
koparacağını sandı. Fakat hemen ertesinde Fetullah Gülen kendi cemaatine
kızarak, neden “İsrail’den izin alınmadığı”nın hesabını sordu.
Kürde karşı zalim, ırkçı, katliamcı ve Gladiocu…
Gülen cemaatinin Kürt halkına, değerlerine ve Özgürlük Hareketine
yaklaşımı ise inkârcı, pervasız ve kural/sınır tanımazdır. Gülen’in bu
zihniyetinin en açık örneklerinden birini yakın tarihe baktığımızda da
Said-i Kurdi’ye yönelik yaklaşımında da görmek mümkündür. Gülen bir
röportaj da Said-i Kurdi’yi kastederek şöyle konuşuyor.
“Adeta silik bir insan gibi yaşama, silik bir insan gibi ruhunun ufkuna
yürüme ve mümkünse mezarımı kimse bilmesin, çağın devasa
kametinin-Said-i Kurdi’nin dediği gibi. İki üç talebemden başka kimse
benim mezarımı bilmesin. Bu ne tevhid telakisidir. Bu ne müthiş Allah’la
irtibattır. Ve bilmiyor bugün kimse mezarını. Birileri belgesel yapmak
istiyor. Falana soruyorlar, filana soruyorlar. Vakire de geldi, dayandı.
Acaba bir şey diyebilir miyiz? Yahu ne demek, bu insan o mevzuda bir
ahdu peymanda bulunmuş. Talebelerine benim mezarımı bir iki kişiden
başkası bilmesin demiş. Onu delmek ne demektir o bir küstahlıktır”.
Şimdi bunları söyleyen Gülen, daha Said-i Kurdi yaşarken, “Kürt olduğu
için O’nun yanına gitmeyi Türklük gururum kabul etmedi” diyebilecek
kadar ırkçı bir tavır sergiliyordu. Said-i Kurdi vefat ettikten sonra
ise O’nun Risale-i Nurlarında tahrifat yapan ve öğretisini Yeşil Türk
Irkçılığının hizmetine sokan yine Gülen’dir. Aynı Gülen şuan itibarıyla
Said-i Kurdi’nin mezarının talan edilmesi, ortadan kaldırılması ve
kaybedilmesini Said-i Kurdi’ye bağlantılandıracak şekilde fetva
verebiliyor.
Oysa ne Said-i Kurdi’nin söylediği böyle bir söz var ne de ailesinin…
Anlaşılıyor ki, Said-i Kurdi’nin mezarını talan eden dönemin 2. Ordu
Komutanı Cemal Tural ile Gülen’in birlikte hareket etme durumları
yaşanmıştır.
Kürt halkının, sömürgeci Türk devletine karşı mücadelesinin zirvede
olduğu 1994 yılında Fetullah Gülen dönemin başbakanı Tansu Çiller ile
görüştü. Çiller, ondan “Terörle Mücadele Yasa Tasarısı”nı (yani Kürt
halkına karşı sınırsız cinayet, katliam, yargısız infaz ve kirli savaş)
desteklemesini istedi. Fetullah Gülen bunu tereddütsüz kabul etti.
Sonraki yıllarda da Kürt düşmanlığını sürdürdü. Fakat esas düşmanlık ve
saldırıyı AKP üzerinden başlattı. İnkâr ve imhacı yaklaşım tarzı
Çiller’inki gibi kaba değildir. Daha ince ve daha derindir. Görünürde
Kürt halkını kabullenen, sahiplenen ve sorunu çözmeye niyetli bir duruş
sergilenir. Ama bu sadece söylemdir. Özde ise inkâr ve imha
derinleştirilerek sürdürülmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin tüm iyi
niyetli çabaları ve tek taraflı fedakârlıklarına rağmen Gülen cemaati ve
partisi AKP, Kürt halkına tasfiye ve imhayı dayattılar. Kürt Özgürlük
Hareketi ateşkes ilan ederken, AKP ve cemaat “açılım” lafını dillere
doladılar. Pratikte ise askeri ve siyasi operasyonlara son hız devam
ettiler. Tam bir Kayseri tüccar mantığı ve yaklaşımıyla, “ne kadar
kandırır ve oyalarsam o kadar kardır” denilerek, tüm barış ve çözüm
fırsatları heba edildi. Bu yaklaşımın kendileri açısından bir sonuç
getirmediğini görünce de bu sefer en vahşi yöntemler devreye konuldu.
Kürt çocukları sokak ortasında katledildi, binlercesi zindana atıldı.
Kürt anaları yerlerde sürüklendi, coplandı ve tutuklandı. Binlerce Kürt
siyasetçisi ve yurtseveri 12 Eylül döneminde dahi görülmedik bir
yoğunluk ve vahşetle zindanlara dolduruldu. Son olarak da onlarca Kürt
gerillası, geniş bir alana kimyasal bombalar atılarak katledildi. Ve tüm
bu vahşetlerin kaynağı, Gülen’in internete düşen bir video kaydında
ortaya çıktı. Söz konusu videoda Gülen, Siyonist takkesi gölgesindeki
beyaz takkesini ikide bir hışımla düzelterek Kürt halkına karşı en
dehşetengiz “beddua”larda bulunarak Kürt halkının kökünü kurutun
talimatında bulundu. Zulmün kalesine çiftlik kurarak dünyanın en mazlum
halklarından biri olan Kürt halkına karşı bu tutumun dinle hiçbir
alakası olmadığı gibi vicdan, ahlak ve insani hiçbir değerle de alakası
yoktur. Cemaatin partisi AKP, her gün NATO’nun en gelişkin silahlarıyla
Kürt halkını bombalıyorken, bununla yetinmeyen Gülen, Saddam’ın yaptığı
gibi adeta yeni Halepçe’ler dilemektedir!
Kuzu postuna bürünmüş bozkurt ve Müslüman kılığına girmiş Siyonist olan
Fetullah Gülen ve cemaati ABD, CIA ve NATO’ya sırtını dayayarak mazlum
Kürt halkına ve Anadolu emekçilerine karşı çok pervasız yeni bir Gladio
saldırı hamlesi geliştirmiş bulunmaktadır. Karşılığında da sırtını
dayadıkları bu güçlere, bu toprakların tüm değerlerini
pazarlamaktadırlar. Fakat bir gerçek daha var ki, Kürt halkı ve
emekçiler, Fetullah zalimi için tarihin en kara sayfasını
hazırlamaktadırlar. Tarihteki tüm zalim ve faşistler için olduğu gibi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder