24 Aralık 2011 Cumartesi

Fetullah Gülen Kimdir?

1942 Erzurum doğumlu olan Fetullah Gülen, Erzurum’da 1957 yılında CIA eğitimli Özel Harp Dairesi elemanı Üsteğmen Esad Keşafoğlu vasıtasıyla CIA adına Nur Tarikatı’na özel bir misyonla-kont-gerilla elemanı- daha 16 yaşında iken sızdırıldı.  Said –i Kurdi’nin oluşturduğu Nurculuk öğretisini kendisine göre yeniden oluşturarak cemaat oluşumuna gitmiştir. Gülen henüz genç yaşında “Komünizmle Mücadele Derneği”ne üye olmuş ve hatta bunların bazılarının kurucusu olmuştur. Bilindiği üzere bu dernekler ABD’nin, “Truman Doktrini” doğrultusunda özellikle NATO’ya üye ülkelerde açtırdığı Gladio ve Kontrgerilla ile bağlantılı odaklardı. Gülen, bu derneğin ilk şubesini İzmir’de, ikincisini Erzurum’da açmıştır.
 
Fetullah Gülen, 1970'lerde klasik Nurcular'dan ayrılmaya ve kendi cemaatini kurmaya başladı. 1978'de bu cemaatin yayın organı 'Sızıntı' dergisini çıkardı. Bu dergi genel itibariyle süslü ve sözde edebi bir ifade tarzınınkim olduğu fakat söylemlerinin yaşamdaki karşılığının ne olduğunun anlaşılamadığı, soyut ve din/duygu sömürüsüne dayalı bir çizgiye sahipti.

Günümüzde din-devlet ya da din-iktidar ilişkilerini derinliğine anlamak ve bunun emperyal boyutunu bilmek için Fetullah Gülen’i ve onun cemaat gerçekliğini bilince çıkarmak gerekir.
 
Faşist, darbeci ve cuntacı

Gülen daha başlangıçta NATO ile başladığı özgürlük ve toplum karşıtlığı çizgisini derinleştirerek sürdürmüştür. Örneğin, 1977 yılında Yüksek İslam Enstitülerinde baskılara karşı protesto amaçlı boykotlar baş gösterdiğinde Gülen, "İslam'da boykot yoktur" diyerek direnişi kırdı. Bunun yanı sıra sürekli olarak “anarşistleri ve teröristleri devlete bildirmeyenlerin Allah katında sorumlu olduğu”nu dillendirdi. Öte yandan klasik Nurcular'dan Zübeyir Gündüzalp ile Avukat Bekir Berk, Alpaslan Türkeş'i eleştiren bir broşür yayınladıklarında Gülen bunlara karşı çıkarak Türkeş’i sahiplendi.
 
12 Eylül gelip de cunta yönetime el koyduğunda Fetullah Gülen hem darbeyi hem de sonrasında askerlerin hazırladığı “82 Anayasası”nı destekledi. Hatta Gülen darbe yapan asker için ben sizin tanklarınızın altındaki palet olayım diyecek kadar ileriye gitmiştir. Yani hemen her zaman olduğu gibi devletten yana tavır aldı. Sızıntı dergisinde askerleri öven yazıları çıktı. Cuntabaşı Kenan Evren, ayet ve hadislerle takviyeli nutuklar atarken, askerler de doğrudan ya da dolaylı bazı dini gruplarla ilişkideydi. Daha doğrusu “laik” devlet kendi “din”ini kuruyordu. Bu da ABD’nin, Kızıl dünyaya karşı “Yeşil Kuşak” projesinin gereğiydi. Bu ortamdan Gülen de epeyce hoşnuttu. Cemaati daha da büyüyordu. Fakat işi kılıfına uydurmak gerekiyordu. Yani karşılıklı bir “hoşnutluk” durumu ve bunun yaratacağı izlenim, insanların kafasında soru işaretlerine neden olabilirdi. Bu yüzden her zaman için çalışmalara bir “muhalefet ve mağduriyet” havası gerekliydi. Nitekim bu dönemde Fetullah Gülen “aranan suçlular” listesindeydi. Ama pratikte ise Gülen rahatlıkla tüm Anadolu’yu dolaşıyor, propagandasını yapıyor ve stratejik planlarını devreye koyuyordu.
 
1983'te yapılan genel seçimlerde Turgut Özal'ın Anavatan Partisi tek başına iktidar oldu. Ülkede yeni bir hava estirilmeye başlandı. Türkiye Neo – liberalizme kaydırılmaya başlandı. Fetullah Gülen, cemaatinin, Anavatan Partisi’ni desteklemesini sağladı. Karşılığında ise Özal’dan çok büyük bir destek gördü. 1988'de “Yeni Ümit” dergisini çıkardı ve başyazılarını bizzat kendisi yazdı. 1989'un Ocak ayında İstanbul Üsküdar'daki Valide Sultan Camii'nde seri vaazlarına başladı.
 
Dini ticaret okulları!

Özellikle bu dönemde Gülen, yakın kurmaylarına yeni stratejisinin ilk pratik adımlarını uygulama talimatını verdi. Cemaat ulaşabildiği her yerde okul açacaktı. Bu çalışma ilkokuldan üniversiteye kadar yapılacaktı. 1980’lerin sonu ile 1990’ın hemen başında Varşova Paktı çökünce eski Sovyet topraklarındaki “bakir” Türkî cumhuriyetler Fetullah Gülen’in iştahını kabarttı ve “ileri” emrini verdi. Özal ve sonrasında Süleyman Demirel’in güç ve destek vermesiyle bu ülkelerde kısa denilebilecek bir zamanda mantar gibi “Fetullah okulları” bitmeye başladı. Başarının sırrı “dincilik ile ticaretin” senteziydi. Daha doğrusu dini değerlerin pazara sürülmesiydi.
 
Önce cemaatten yetenekli ve gönüllü öğretmenler buraya gönderiliyordu. Gönüllü adamları da maddi destek veriyordu. Böylece adamları hem kendi reklâmını yaparak “itibar” topluyor hem de buradan mezun olan yetenekli ve devşirilmiş gençleri “eleman” olarak işe alıyorlardı. Bu durum, ilgili devletin de hesabına geliyor. Üstelik de “niteliğe” büyük önem veriliyor ve bunlar bulundukları ülkelerin “en seçkin” okulları haline getiriliyorlardı. Durum böyle olunca bir süre sonra bu ülkelerin hükümetleri de bizzat her türlü maddi ve siyasi desteği sağlıyordu. Bu çalışmalar zaman içerisinde “küresel” bir hal aldı ve dünyanın 100’e yakın ülkesinde 300’den fazla okul kuruldu. Eğitim işi, sonrasında iyice ticari ve siyasi alana da kaydırıldı ve artık hastane, dernek, vakıf, bazı işletmeler vs. açıldı. Fetullahçı kurumların hepsinde en başta ideolojik eğitime öncelik verildi. Fakat bulunulan ülkenin koşullarına ve ortamına bürünülerek! Yeri geldiğinde “İslamcılık” yeri geldiğinde ve esasında “Türkçülük” işlendi.
 
CIA ve ABD’ye yataklık

Burada insanların kafasına hemen şu sorular takılıyordu: Derinliğine ve genişliğine dünyadaki bu yayılım, bu kadar basit miydi? Salt sözü edilen hareket tarzı ve mekanizma bunun için yeterli miydi? Ya da dünyanın önde gelen gücü ABD’ye rağmen bu yapılabilir miydi? Bunun cevabını, bir röportajında Fetullah Gülen’in kendisi veriyor“Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açabiliyorlarsa, Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilme şansı vardır.”
 
Nitekim ABD ile Fetullah Gülen, aynı zamanlarda eski Sovyet topraklarına çıkarma yaptılar. Yine ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” dâhilindeki ülkeler, Fetullah Gülen cemaatinin de en çok yoğunlaştığı ülkeler oluyor. Fetullahçı kurumlar ile ABD istihbarat teşkilatı CIA’nın iç içe çalıştığı da artık sır değildir.  Bu konudaki en çarpıcı gelişme ise 2004 yılının sonlarında yaşandı. Rusya, CIA merkezleri olmakla suçlayarak Fetullahçı okulları kapatmaya başladı. Bu ülkelerdeki okullarla ilgili olarak, Fetullah Gülen’in eski sağ kolu ve cemaatten ayrılarak itiraflarıyla Fetullah Gülen’in gerçek yüzünü gün yüzüne çıkaran Nurettin Veren de söz konusu okulların, "CIA’nın casus üsleri haline" geldiklerini ifade etti.
Diğer bir çarpıcı örnek ise Fethullah Gülen’in ABD’de de kalmasını sağlayacak yeşil kart başvurusunda CIA’nın bizzat Gülen’e kefil olması ve daha önce CIA’nin Ortadoğu şefliğini yapan Graham Fuller gibilerinin bizzat referans olmasıdır. Bu durum Gülen’in başvurduğu ABD mahkemesince de resmi kayıtlara geçmiş ve söz konusu durum özellikle belirtilerek vurgulanmıştır.
 
Faşizmden takdir!
 
Türkiye içerisinde ise özellikle 1994 yılından başlayarak Fetullah Gülen, medyanın önüne çıkmaya başladı. Yıllarca biriktirmiş olduğu güce dayanarak boy gösterdi. Ama özellikle ordu ve sistemin derin odaklarıyla çelişmemeye ve çatışmamaya, onlardan taraf olmaya ya da tarafmış gibi görünmeye özen gösterdi. 26 Mayıs 1995’te Türk Ocakları Vakfı'ndan “Nihal Atsız” ödülünü aldı. Aynı yılın 1 Temmuz'unda Mehmetçik Vakfı'na bağışta bulundu. 25 Temmuz'da ise Mehmetçik Vakfı'ndan teşekkür beratı aldı. Kürt Özgürlük Hareketine yönelik özellikle Çiller-Güreş-Ağar üçlüsünün tüm katliamlarına açık destek verdi.
 
28 Şubat’a okey ve FBI’lı Pensilvanya günleri

Fetullah Gülen, şimdilerde kendi medyasının diline doladığı ve muhaliflerine karşı temel argüman olarak kullandığı 28 Şubat darbesine karşı çıkmadı ve aslında destekledi. 28 Şubat mağduru Erbakan’a karşı tavır aldı (merak edenler, 28 Şubat 1997 gününü izleyen tarihlerdeki arşivleri tarayabilir ya da kısaca 03 Temmuz 2006 tarihli Zaman gazetesindeki Ali Ünal’ın yazısına bakabilir). Gülen, 1999 yılı Mart ayında, ordunun ve yargının kendisine yönelik tavırlarını bahane yaparak ABD’ye gitti. Bu ülkenin Pensilvanya eyaletinde kendisine çiftlikler tahsis edildi. Bu çiftliklerin güvenliğini Amerika Federal İstihbarat Bürosu (FBI) sağlamaktadır. 
 
Siyonizm ile kucak kucağa!

Fetullah cemaatinin çalışma tarzı Masonlarınkine benzer ve istihbaridir. Din ve ticareti “ustalıkla” sentezleyebilen, bunu aynı derecede örgütlenme ağlarına kavuşturabilen Gülen, zamanla Kemalist sistemin bürokrasi, emniyet, istihbarat, siyaset ve eğitim gibi can damarlarında etkince yer edinmiştir. Zaman gazetesi, Aksiyon dergisi, İngilizce çıkan Today’s Zaman, Samanyolu TV, Mehtap TV, Burç FM, Herkül org cemaatin çekirdek medya organlarıdır. Onun dışında bugün kendisine yandaş diğer yüzlerce yayın organının yanında bir de İstanbul sermayesinin medyasını da baskı ve tehditle kendisine yedeklemiştir. Gülen çeşitli iş adamları dernekleriyle zenginlere, sözde bazı yoksul dernekleriyle de fakirlere ulaşmayı hedeflemektedir.  Öte yandan Türkiye’de her sene yapılan “Abant Toplantıları”nda, siyasi ve ideolojik durum değerlendirmeleri yapılmaktadır. Dünyada da düzenli yapılan Masonların Bilderberg toplantılarına bu cemaatten katılım gerçekleşmektedir. Fetullah Gülen ve cemaatinin bu faaliyetlerle bağlantılı olarak kullandığı ana kavramlar "hoşgörü" ve “dinler arası diyalog", aynı zamanda ilişkili olduğu Mason, Siyonist, Evangelist ve Moon tarikatı gibi çevrelerin geliştirdiği yeni küresel politikaların ya da “ılımlı İslam” projesinin ana kodları olmaktadır. Fetullah Gülen, İsrail ve Yahudilerle derin ilişkiler içerisindedir. Nitekim Türkiye’den Gazze’ye yardım götüren “Mavi Marmara” gemisi İsrail askerlerince baskına uğrayıp birçok kişi öldürüldüğünde, herkes Gülen’in kıyamet koparacağını sandı. Fakat hemen ertesinde Fetullah Gülen kendi cemaatine kızarak, neden “İsrail’den izin alınmadığı”nın hesabını sordu.
 
Kürde karşı zalim, ırkçı, katliamcı ve Gladiocu…

Gülen cemaatinin Kürt halkına, değerlerine ve Özgürlük Hareketine yaklaşımı ise inkârcı, pervasız ve kural/sınır tanımazdır. Gülen’in bu zihniyetinin en açık örneklerinden birini yakın tarihe baktığımızda da Said-i Kurdi’ye yönelik yaklaşımında da görmek mümkündür. Gülen bir röportaj da Said-i Kurdi’yi kastederek şöyle konuşuyor.
“Adeta silik bir insan gibi yaşama, silik bir insan gibi ruhunun ufkuna yürüme ve mümkünse mezarımı kimse bilmesin, çağın devasa kametinin-Said-i Kurdi’nin dediği gibi. İki üç talebemden başka kimse benim mezarımı bilmesin. Bu ne tevhid telakisidir. Bu ne müthiş Allah’la irtibattır. Ve bilmiyor bugün kimse mezarını. Birileri belgesel yapmak istiyor. Falana soruyorlar, filana soruyorlar. Vakire de geldi, dayandı. Acaba bir şey diyebilir miyiz? Yahu ne demek, bu insan o mevzuda bir ahdu peymanda bulunmuş. Talebelerine benim mezarımı bir iki kişiden başkası bilmesin demiş. Onu delmek ne demektir o bir küstahlıktır”.

Şimdi bunları söyleyen Gülen, daha Said-i Kurdi yaşarken, “Kürt olduğu için O’nun yanına gitmeyi Türklük gururum kabul etmedi” diyebilecek kadar ırkçı bir tavır sergiliyordu.  Said-i Kurdi vefat ettikten sonra ise O’nun Risale-i Nurlarında tahrifat yapan ve öğretisini Yeşil Türk Irkçılığının hizmetine sokan yine Gülen’dir.  Aynı Gülen şuan itibarıyla Said-i Kurdi’nin mezarının talan edilmesi, ortadan kaldırılması ve kaybedilmesini Said-i Kurdi’ye bağlantılandıracak şekilde fetva verebiliyor.

Oysa ne Said-i Kurdi’nin söylediği böyle bir söz var ne de ailesinin…

Anlaşılıyor ki, Said-i Kurdi’nin mezarını talan eden dönemin 2. Ordu Komutanı Cemal Tural ile Gülen’in birlikte hareket etme durumları yaşanmıştır. 

Kürt halkının, sömürgeci Türk devletine karşı mücadelesinin zirvede olduğu 1994 yılında Fetullah Gülen dönemin başbakanı Tansu Çiller ile görüştü. Çiller, ondan “Terörle Mücadele Yasa Tasarısı”nı (yani Kürt halkına karşı sınırsız cinayet, katliam, yargısız infaz ve kirli savaş) desteklemesini istedi. Fetullah Gülen bunu tereddütsüz kabul etti. Sonraki yıllarda da Kürt düşmanlığını sürdürdü. Fakat esas düşmanlık ve saldırıyı AKP üzerinden başlattı. İnkâr ve imhacı yaklaşım tarzı Çiller’inki gibi kaba değildir. Daha ince ve daha derindir. Görünürde Kürt halkını kabullenen, sahiplenen ve sorunu çözmeye niyetli bir duruş sergilenir. Ama bu sadece söylemdir. Özde ise inkâr ve imha derinleştirilerek sürdürülmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin tüm iyi niyetli çabaları ve tek taraflı fedakârlıklarına rağmen Gülen cemaati ve partisi AKP, Kürt halkına tasfiye ve imhayı dayattılar. Kürt Özgürlük Hareketi ateşkes ilan ederken, AKP ve cemaat “açılım” lafını dillere doladılar. Pratikte ise askeri ve siyasi operasyonlara son hız devam ettiler. Tam bir Kayseri tüccar mantığı ve yaklaşımıyla, “ne kadar kandırır ve oyalarsam o kadar kardır” denilerek, tüm barış ve çözüm fırsatları heba edildi. Bu yaklaşımın kendileri açısından bir sonuç getirmediğini görünce de bu sefer en vahşi yöntemler devreye konuldu. Kürt çocukları sokak ortasında katledildi, binlercesi zindana atıldı. Kürt anaları yerlerde sürüklendi, coplandı ve tutuklandı. Binlerce Kürt siyasetçisi ve yurtseveri 12 Eylül döneminde dahi görülmedik bir yoğunluk ve vahşetle zindanlara dolduruldu. Son olarak da onlarca Kürt gerillası, geniş bir alana kimyasal bombalar atılarak katledildi. Ve tüm bu vahşetlerin kaynağı, Gülen’in internete düşen bir video kaydında ortaya çıktı. Söz konusu videoda Gülen, Siyonist takkesi gölgesindeki beyaz takkesini ikide bir hışımla düzelterek Kürt halkına karşı en dehşetengiz “beddua”larda bulunarak Kürt halkının kökünü kurutun talimatında bulundu. Zulmün kalesine çiftlik kurarak dünyanın en mazlum halklarından biri olan Kürt halkına karşı bu tutumun dinle hiçbir alakası olmadığı gibi vicdan, ahlak ve insani hiçbir değerle de alakası yoktur. Cemaatin partisi AKP, her gün NATO’nun en gelişkin silahlarıyla Kürt halkını bombalıyorken, bununla yetinmeyen Gülen, Saddam’ın yaptığı gibi adeta yeni Halepçe’ler dilemektedir!
 
Kuzu postuna bürünmüş bozkurt ve Müslüman kılığına girmiş Siyonist olan Fetullah Gülen ve cemaati ABD, CIA ve NATO’ya sırtını dayayarak mazlum Kürt halkına ve Anadolu emekçilerine karşı çok pervasız yeni bir Gladio saldırı hamlesi geliştirmiş bulunmaktadır. Karşılığında da sırtını dayadıkları bu güçlere, bu toprakların tüm değerlerini pazarlamaktadırlar. Fakat bir gerçek daha var ki, Kürt halkı ve emekçiler, Fetullah zalimi için tarihin en kara sayfasını hazırlamaktadırlar. Tarihteki tüm zalim ve faşistler için olduğu gibi…

Hiç yorum yok: