KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan sitemize 2011 yılını değerlendirdi, 2011 yılının büyük bir mücadele yılı olduğunu belirten Kalkan, 2011 yılının kazananının Kürt halkı olduğunu belirtti. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan’ın sitemize yapmış olduğu 2011 yılı değerlendirmesini birinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz
Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur, diye bir söz vardır. Şimdi
2012 yılının gelişi de 2011 yılından belli oluyor. Yeni yılda ne tür
gelişme olasılıklarının mevcut olduğunu anlamak isteyenler besbelli ki
2011 yılını doğru anlamak ve analiz etmek zorundadır. 2011 yılının
analizininse öyle basit ve kolay olmayacağı, ciddi ve köklü yaklaşımlar
gerektirdiği açık. 2011 yılının gerçek anlamda bir mücadele ve değişim
yılı olduğu ortada. Dolayısıyla bütün bu özellikleri görecek ve
çözümleyecek yaklaşımlara ihtiyaç var. Öyle görülüyor ki, bu yılsonu ve
yeni yıl değerlendirmeleri hem uzun süre alacak, hem de çok yönlü ve
renkli düşüncelere sahne olacak.
2011 yılı için nelerin söyleneceğini doğrusu merak ediyoruz. Her halde genel kanı deprem yılı olduğu, deprem yılı olarak tanımlanması olacak. Gerçekten de 2011 yılı büyük deprem yılı olarak tanımlanabilir. Avrupa’da deprem, Ortadoğu’da deprem. Deprem etkisinde değişikliklere yol açan önemli bir mücadele yılı. 2011 yılının kapsamlı mücadelelere ve köklü değişikliklere gebe olduğu ve bu tür gelişmelerin yaşanacağı yönünde zaten önemli değerlendirmeler vardı. Genel kanaat değişim ve yeniden yapılanma yılı olacağı yönündeydi. Özellikle Önder Abdullah Öcalan’ın yeni yıla ilişkin Ortadoğu ve Kürdistan’da yaşanacak mücadele ve gelişmelere dair düşünceleri çarpıcıydı. Çözüm yılı, final yılı gibi kavramlarla 2011 yılının önemini ortaya koymuştu. Besbelli ki 2011 yılı bütün bu değerlendirmelere uygun, gerçekten de ağır bir mücadele ve köklü değişiklikleri içeren bir yıl oldu. Buna deprem etkisindeki değişiklik demek hatalı değildir.
Avrupa’da deprem ekonomik kriz nedeniyle oldu. Neredeyse elli-altmış
yıldır inşa edilmeye çalışılan Avrupa Birliği’nin devam edip edemeyeceği
konusu bile tartışılır hale geldi. Papandreu’dan Berlusconi’ye
kadargeçen on-onbeş yıllık siyasete damgasını vurmuş olan büyük başlar
gümbür gümbür devrildi. Neredeyse bir aylık süre içinde beş Avrupa
Birliği ülkesinde hükümet değişikliği yaşandı. Bütün bunların önümüzdeki
yılda da devam edeceği anlaşılıyor.
Ortadoğu’daki deprem ise, Arap ve Kürt halklarının mücadeleleri
sonucunda yaşanan siyasi ve askeri depremler oldu. Daha birkaç ay
öncesinden bile söylendiğinde, belki de söyleyene “deli olmuş”
dedirtecek gelişmeler 2011 yılı içinde yaşandı. Arap Baharı denen halk
isyanının Tunus ve Mısır’da başlayarak bütün Arap alemine yayılması
1990’ların başından bu yana yaşanan Ortadoğu merkezli Üçüncü Dünya
Savaşı’nda yeni bir aşamaya gelinmiş olduğunu gözler önüne serdi. Bin
Ali ve Mübarek’in gümbür gümbür devrilişinin ardından, Libya’da yaşanan
savaş sonucu kırkiki yıllık Kaddafi yönetimi de sona erdi. Şimdi bütün
gerginlik Suriye’de odaklanmış bulunuyor ve yirminci yüzyıldan kalan
Arap yönetimlerinin hepsi çökme, yıkılma tehlikesini anı anına yaşıyor.
Elbette Avrupa’da ve Ortadoğu’da yaşanan bu kadar siyasi değişimin
büyük önemi ve gelecek üzerinde ciddi etkisi var. Bunlar içerisinde
Kürtler açısından özellikle Mübarek ve Berlusconi yönetimlerinin düşmüş
olması büyük anlam ifade ediyor. Çünkü bu iki zat, Kürt Halk Önderi’ne
yönelik 9 Ekim 1998’de başlatılan uluslar arası komploda en çok rol
oynayan kişilerdi. ‘Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste’ diye bir
deyim var. Mazlum Kürt halkının ahı bu iki diktatörün de aynı zamanda
gümbür gümbür devrilmesiyle ortaya çıktı.
Kürtler Açısında 2011 Mücadele Yılı Oldu
Kürtler açısından da 2011 yılının büyük mücadele ve gelişme yılı olduğu
rahatlıkla söylenebilir. Bilindiği gibi 2011 yılına Hareket ve halk
olarak yeni bir çatışmasızlık konumunda girdik. Bir tür ateşkes durumu
yaşanıyordu. Dolayısıyla bütün mücadeleye damgasını bu durum vuruyordu.
Fakat bu, son derece belirsiz, karmaşık ve mücadeleci bir süreci ifade
ediyordu. Dolayısıyla da aslında yaşanan belirsizliğin netleşmesini
sağlatacak ciddi çabalar ve mücadeleler bu eylemsizlik süreci içinde
yaşandı. Belirsizliğin hem de derin bir biçimde var olması her türlü
mücadele yöntemini yürütmeye halk olarak hazır olmamızı gerektiriyordu.
Dolayısıyla bir yandan süreci netleştirecek siyasi mücadeleyi çok yönlü
olarak yürütürken, diğer yandan olası çatışmalı durumlara göre hazır
olabilmek için gerekli hazırlık çalışmalarını bir an bile yanılgıya
düşmeden ve gevşemeden yürütmek durumundan kaldık. Böylece de Önderlik
Savunmaları çerçevesinde genel Hareket düzeyinde önemli bir yenilenmeyi,
eğitim ve değişimi yaşadık. Bunu gençlik ve kadın hareketi düzeyinde
yaptık, genel özgürlük hareketi kapsamında geliştirdik, gerilla
kapsamında çok daha örgütlü ve planlı bir biçimde yürüttük. Sonuçlarını
da mümkün olduğunca tüm halka yaymaya ve özümsetmeye çalıştık. Çünkü
süreç karmaşık, ortam kaygandı. Her an farklı gelişmelerin ortaya
çıkmasına gebe bir ortam sözkonusuydu. Hata yapmamak, tehlikeli
süreçlerle yüz yüze gelmemek açısından her an her türlü yöntemle
mücadele etmeye hazır olmak gerekliydi. Bu duyarlılığı ve tedbiri bir an
bile olsun elden bırakmamak üzere bir yaklaşım ve tutum içinde olduk. Özgürlük
Hareketi ve tüm halk olarak böyle bir duyarlılığı ve bunun gerektirdiği
tavrı, tutumu yaşam içerisinde sürekli gösterdik. Kendimizi her türlü
imha ve tasfiye saldırısına karşı yiğitçe direnmeye hazır hale getirmeye
çalıştık. Ve her an da böyle bir direniş mücadelesine girmeye ruhen,
düşünce olarak, örgütsel yapı bakımından, yine her türlü donanım
açısından hazırlıklı olmayı öngördük.
Öncelikle yedi-sekiz aya yayılan oldukça örgütlü ve planlı yürüttüğümüz
bu çalışmanın sonuçlarının önemsememiz gerekiyor. Çünkü bu temelde
gençlik hareketimiz, kadın hareketimiz, gerilla hareketimiz, bir bütün
özgürlük hareketimiz önemli bir yenilenme, düzeltme ve gelişme yaşadı.
Zihniyet devrimi diyebileceğimiz düzeyde değişimi ortaya çıkardı. Hem
Önder APO’nun geliştirdiği savunmaları özümseyerek, hem de geçmiş
mücadele pratiğinin zengin derslerini ortaya çıkararak, kendini her
türlü mücadeleyi çok daha örgütlü ve başarılı biçimde yürütebilecek hale
getirdi. Bu konuda kuşkusuz her şey sonuçlanmadı. Bu süreç devam
ediyor. Eğitim, yenilenme, değişim ve yeniden yapılanma bizim için
sürekli bir ideolojik ve örgütsel çalışma kapsamında bulunuyor. Bu
bakımdan da kendimizi eğiterek yenileme ve derinleştirme çabalarımızı
sürdürüyoruz. Fakat unutmayalım ki 2011 yılının ilk yarısında
yürüttüğümüz eğitim ve yenilenme çalışmaları hem hareket hem de halk
bünyesinde kalıcı gelişmeler ortaya çıkardı. Bunun sonuçları 2011’in
ikinci yarısında yaşanan kapsamlı siyasi ve askeri mücadeleye belli
ölçüde yansımış bulunuyor. Önümüzdeki süreçteki mücadelelerdeyse etkisi
daha çok görülecek. Bu dönemde sürdürdüğümüz eğitim ve hazırlık
çalışmalarının sonuçları 2011 yılında henüz tam pratiğe aktarılabilmiş
değildir. Yaratılmış birikim önemli bir güç olarak hala ortada duruyor
ve önümüzdeki mücadele süreçlerini başarıyla yürütebilmek için
halkımızın hazırlık düzeyini ifade ediyor.
Devlet ile Kürtler Arasındaki Görüşmeler
2011’in ilk yarısından böyle kapsamlı bir eğitim ve hazırlık çalışması
yürütürken buna paralel olarak diğer yandan da çok kapsamlı bir siyasi
mücadele içerisinde olduk. Bu siyasi mücadele iki boyuta devam etti.
Birincisi, İmralı’da Önder Abdullah Öcalan ile devlet arasındaki
görüşmeler; ikincisi, 12 Haziran genel seçimleri temelinde yürütülen
siyasi çalışmalar.
2011 yılı İmralı’da Önder APO ve devlet görüşmesi ve buna PKK-devlet
görüşmelerinin basına yansıdığı ve tartışıldığı bir yıl olarak tarihe
geçti. Bu bakımdan Kürt sorununun barışçıl-siyasi çözümü için iki
muhatabın; hem Önderlik, hem de Hareket düzeyinde önemli tartışma ve
görüşmeler yaptığını gösterdi. Bu oldukça önemli bir gelişmedir. Çünkü
acaba Türkiye yönetimiyle Kürtler arasında, Türkiye Cumhuriyeti ile PKK
arasında görüşmeler olabilir mi, olamaz mı sorusu her zaman beyinlerde
yer işgal ediyordu. Birçok çevre bunu soruyor, anlamaya çalışıyordu.
Neredeyse böyle bir şey olamaz görülüyordu. Bu konu da 2011 yılında
açıklığa kavuştu. Türkiye cumhuriyeti ile Kürt halkını temsil eden
PKK’nin her düzeyde ve her yerde oturup görüşebilecekleri, Kürt sorununa
çözüm arayabilecekleri açığa çıktı. Bunun yıllarca sürdürülmüş olduğunu
kamuoyu öğrendi. Bu elbette psikolojik olarak, zihinsel olarak, siyasi
olarak Türkiye’de yaşanan özgürlük ve demokrasi mücadelesi açısından
önemli bir gelişmeye işaret ediyordu. Yine ‘acaba muhataplar kimdir?’
konusu en çok tartışılan bir konu oluyordu. Herkes bu konuda aklına
geleni söylüyordu. Deyim yerindeyse ağzı olan konuşuyordu. Görüş
belirtecek yerde küfredenler bile ortaya çıkıyordu. Aslında görüşmelerin
kamuoyuna yansımış olması bütün bu tartışmalara kesin bir nokta koydu.
Muhataplar belli olmuş, birbirlerini görmüş ve oturup görüşmeye
başlamışlardı bile. Kuşkusuz bu da oldukça önemli bir gelişmeye işaret
ediyordu. Türkiye’de boş yere yürütülen, zihin bulanıklığına yol açan
tartışmalara bir son vermeyi içerdi.
Devlet-PKK görüşmelerinin bazı önemli sonuçları bu belirttiklerimiz
olurken, elbette görüşmelerin ulaştığı nokta da önemli bir duruma işaret
ediyor. Çünkü sadece görüşülmekle sınırlı kalınmadı. Diyalog düzeyinde
İmralı’da ve dışarıda yürütülen görüşmeler sonucunda artık müzakereye
geçilme aşamasına gelindi. Diyalog sürecinde yürütülen tartışmaların
sonuçlarını Önder Abdullah Öcalan, müzakereye zemin olabilecek ilkeleri
içeren üç protokol halinde yazılı hale getirdi. Böylece müzakereye
geçmenin temellerini hazırlamış oldu. Ve bunları hem KCK Yürütme
Konseyi’ne, hem de Türkiye Cumhuriyeti’ne sundu. KCK Yürütme Konseyi bu
protokolleri inceleyip, çok cüzi eklemelerle kabul ettiğini kamuoyuna
açıklamış bulunuyor. Böylece hem Önderlik, hem de Yürütme Konseyi
düzeyinde Kürt tarafı Kürt sorununun barışçıl-siyasi çözümünü müzakere
etmek için görüşmelere hazır hale gelmiş oldu. Bu da önemli bir
sonuçtur. Hem Kürtlerin barışçıl-siyasi çözümden ne kadar yana
olduklarını göstermek, hem de böyle bir çözüme hazırlıklı olduklarını
ortaya koymak açsından önemli bir gelişmeyi ifade ediyor. Diğer yandan
da Önderlik, Hareket ve halk olarak tam bir birlik ve bütünlük içinde
olduklarını gösteriyor. Bütün bunlar elbette Kürt Özgürlük Hareketinin
gelişimi ve Kürt sorununun çözümünü dayatması açısından önemli
sonuçlardır.
Burada ortaya çıkan diğer önemli sonuç ise, AKP hükümetinin bu
protokolleri onaylamaması ve görmezden gelmesidir. Hatta uzun süre
görüşmeleri de, protokolleri de inkâr etmeye çalıştı. Kimsenin bilmediği
gizlilik koşullarında diyalog ve görüşmeleri sürdüren hükümet, iş biraz
kamuoyuna yansır ve de ciddi bir müzakere aşamasına geçer hale gelince
işte bu noktada yan çizdi. Kürt sorununun barışçıl-siyasi çözümü için
gerekli olan siyasi müzakereleri yürütme adımını atmadı, ret etti.
Böylece AKP hükümetinin diyalog ve görüşmelere yaklaşımının bir oyalama,
aldatma ve hile olduğu ortaya çıktı. Aslında Kürt sorununun çözümü için
değil de bunları âdete Kürt tarafını oyalamak ve zaman kazanmak için
yaptığı görüldü. Bu da AKP’nin gerçek yüzünü açığa çıkardı, maskesini
düşürdü ve siyasi tutumunu netleştirdi. AKP’nin Türkiye’nin
demokratikleşmesini ve Kürt sorununun barışçıl-siyasi çözümünü isteyen
ve bunun için çalışan bir parti değil de, aslında Kürt inkarı ve imhası
siyasetini daha ince ve hileli yöntemlerle sürdürmeye çalışan bir özel
savaş partisi olduğu çok net ve somut biçimde ortaya çıktı. Böylece
AKP’nin maskesi düşürülerek gerçek yüzü hem Hareketimiz, hem de Kürt
halkı ve kamuoyu tarafından açık ve net biçimde görünür hale gelindi.
Kuşkusuz bu da çok önemli bir gelişmedir. AKP’nin maskesini düşürmek,
gerçek yüzünü açığa çıkarmak belki de sayılabilecek en önemli siyasi
gelişmedir denebilir. Neden? Çünkü çok hilekar, çok maskeliydi. Her şeyi
hem çokça söylüyor, hem de söylediği hiçbir şeyi de doğru dürüst
pratikte yerine getirmiyordu. Sözleriyle halkta, kamuoyunda beklentiler
yaratıyor, ama pratiğiyle de hayal kırıklıklarına yol açıyordu. AKP’nin
ne olup olmadığını anlamakta toplum, insanlar gerçekten zorlanıyordu. Bu
konuda belki de gelmiş geçmiş en hileli, en maskeli, en ikiyüzlü bir
parti olduğu rahatlıkla söylenebilir.
İşte böyle bir partinin ve hükümetin gerçek yüzünün açığa çıkartılması
bundan sonraki mücadelenin yürütülmesi açısından tarihi öneme sahiptir.
Bunu asla küçümsememek gerekir. AKP gerçeğini açığa çıkarmak kadar zor
bir çalışma, her halde başka yerde yoktur. İşte görüşmeler çerçevesinde,
2011 yılının ilk yarısında biz Hareket olarak AKP’nin maskesini düşürüp
açığa çıkardık. Bu anlamda da AKP siyasetini netleştirdik. Kendimiz bu
netleşme temelinde bir kararlılığa ve Kürt sorununu kendi gücümüzle
yürüteceğimiz mücadeleyle çözme netliğine ulaştık.
Seçimler Sonrası Gelişen Saldırılar
2011 yılının ilk yarısında yaşanan siyasi mücadelenin diğer boyutuysa
12 Haziran genel seçimleriydi. Bu seçimler sürecinde önemli bir siyasi
kampanya yürütüldü, ciddi bir siyasi hareketlilik yaşandı. Seçimlerin
bir yanı budur. Diğeriyse, ortaya çıkan sonuçlardır. Bu sonuçlar hala
tartışılıyor ve öyle görülüyor ki önümüzdeki süreçte de zaman zaman
tartışılacak. 12 Haziran seçimlerinin tek kazananı Emek, Özgürlük ve
Demokrasi Bloku’nun olduğunu söylemek kesinlikle abartı değildir; sadece
bir gerçeğin tespit ve ifade edilmesi oluyor. Bazıları AKP’nin seçimde
büyük kazandığını iddia ettiler. AKP yönetimini bununla şişirmeye
çalıştılar, halbuki yanılttılar. Doğru, AKP yüzde elliye yakın oy aldı.
Bu çok büyük oy oranıydı. Üçüncü defa seçim kazanması anlamında bir
parti için önemli bir başarıydı. Fakat AKP’nin 12 Haziran seçimleri için
yaptığı planın, öngördüğü hedefin çok gerisinde bir meclis aritmetiği
ortaya çıkardı. AKP toplumun yarısında oy aldı, ama mecliste hesap
ettiği, umut ettiği çoğunluğa ulaşamadı. Hesap ettiği çoğunluk tek
başına anayasa yapabilecek bir meclis çoğunluğuydu. İşte bunu elde
edemedi, böylece bütün planları alt üst oldu, bozuldu. Bu sonucu elde
edememesinde Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku’nun, yani Kürt halkının
tutumu belirleyici rol oynadı. Mecliste AKP’nin kazanamadığı vekiller
BDP vekilleri olarak ortaya çıktı. İşte bu durum AKP’nin plan ve
projelerini altüst ettiği gibi, psikolojisini de ciddi biçimde bozdu.
Seçimden sonra Tayyip Erdoğan ve AKP’de gelişen saldırganlığın altında
bu gerçek yatmaktadır. Bu bakımdan da seçim sonuçlarını doğru irdelemeye
kesinlikle ihtiyaç var. Bütün engellemelere rağmen yüzde 10’luk baraj
nedeniyle parti olarak seçime sokulmamalarına rağmen tek tek bağımsız
adaylar biçiminde otuzaltı milletvekili çıkarabilmesi genelde demokrasi
hareketinin, özeldeyse Kürt demokratik siyasetinin çok büyük başarısı
olarak kesinlikle görülebilir. Kim bağımsız adaylar biçiminde otuzaltı
milletvekili çıkarabilir? AKP’yi fes edelim, AKP’nin milletvekilleri
seçimlere bağımsız aday olarak girsinler, bakalım kaç tanesi seçilecek
sayıda oy alabilecek? Öyle partinin ve devlet imkanlarının koltuğuna
girip tıpış tıpış meclise gitmek marifet değildir, bir başarıyı
kesinlikle ifade etmemektedir. Dolayısıyla hiç kimsenin ihtimal
vermediği düzeyde, iyinin de üzerinde bir başarı demokratik siyaset
tarafından 12 Haziran seçimlerinde elde edilmiştir. Bunu görmemiz
gerekiyor. Bu başarı Kürt halkının başarısıdır, Kürt Özgürlük
Hareketinin başarısıdır, bütün demokrasi hareketinin başarısıdır.
Dolayısıyla her türlü zorluğa ve engele rağmen birlik olduğunda
demokrasi hareketinin ne kadar başarılı sonuçlar elde edebileceği netçe
görülmüştür.
12 Haziran seçiminde demokratik siyasetin elde ettiği bu büyük başarılı
siyasal sonuç deyim yerindeyse AKP hükümetini çılgına çevirmiştir.
Hemen seçim ardından başta BDP olmak üzere bütün muhalefetin iradesini
kırmaya, onları siyasal rehine durumuna düşürmeye dönük AKP saldırıları
bu temelde ortaya çıkmıştır. Tutuklu milletvekillerin salıverilmelerini
engellemekten tutalım da halk üzerindeki ağır baskı ve teröre kadar
varan saldırganlığın altında bu yatmaktadır. AKP sandıkta elde edemediği
başarıyı zorla, hileyle, şiddete başvurarak elde etmek, Kürt halkının
ve muhalefetin sesini keserek meclise tek başına egemen olmak
istemiştir. Bunun için de Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşürmüş,
tutuklu milletvekillerin tahliye edilmesini engellemiş, Kürt halkı
üzerinde faşist polis terörünü en üst saldırı düzeyine çıkartmış, KCK
operasyonu adı altında Kürt demokratik siyasetine dönük siyasi soykırım
operasyonlarını iki-üç kat arttırmış, İmralı’da Önder Abdullah Öcalan
ile avukatlarının görüşmelerini yasaklayarak İmralı’da psikolojik
işkence, ağırlaştırılmış tecrit ve imha süreci geliştirmiş, bunlara
paralel olarak gerillaya dönük de ABD’den aldığı askeri güce dayanarak
çok kapsamlı bir ezme ve imha etme operasyonunu Kürdistan’ın bütün
stratejik alanlarından geliştirmeye çalışmıştır. Bu durum AKP hükümeti
adına geliştirilen topyekun bir saldırı olmaktadır. Bunun başarısı için
psikolojik savaşı her türlü yalan ve hileye başvurma temelinde en üst
düzeye çıkarmış, birçok kez medya sorumlularıyla yapılan toplantı
sonucunda tüm medyanın birer psikolojik savaş aracı haline getirilmesi,
yani polisçik basın haline getirilmesi sağlanmıştır.
Diğer yandan ABD ve Avrupa Birliği’yle geliştirilen ilişkiler temelinde
onlarda alınan askeri ve siyasi güç, Kürt halkına ve özgürlük
hareketine karşı saldırıda en ileri düzeyde kullanılmıştır. Bunlarla da
yetinilmeyerek bölgede İran’ın, Irak’ın, Güney Kürdistan’ın gücü de
PKK’ye karşı aktif savaş içine çekilmek istenmiştir.
İşte AKP hükümetinin 2011 yılının ikinci yarısında önder APO’ya, halka,
demokratik siyasete, gerillaya dönük geliştirdiği bu topyekun imha ve
tasfiye amaçlı planlı saldırıya karşı Kürt halkı ve özgürlük hareketi de
14 Temmuz’da ilan edilen Demokratik Özerklik hamlesiyle bir direniş
içine girmiştir. Bu direniş sürecinin adı: Önder APO’ya Özgürlük ve Demokratik Özerkliği İnşa hamlesi olarak ortaya konmuştur.
AKP’nin topyekun faşist saldırılarına karşı Kürt halkı ve tutarlı
dostları da her alanda topyekun bir demokratik direniş içerisine girerek
önemli bir mücadele yürütmüşlerdir. 2011 yılının ikinci yarısı bu
temelde çok şiddetli bir siyasi ve askeri çatışmanın yaşandığı süreç
olmuştur. AKP saldırganlığına karşı İmralı’da Önder APO direnmiş,
sokakta Kürt kadını, Kürt gençliği kahramanca direnmiş, tutuklamalar
karşısından ve zindanda Kürt demokratik siyaseti bir adım gerilemeden ve
teslim olmadan direniş göstermiş, dağda her türlü ezme ve imha
saldırısına karşı kahraman Kürt gerillası yiğitçe bir direniş
sergilemiştir. Şemdinli’den, Çukurca’dan Dersîm’e, Botan’a, Amanos’a,
Serhat’a kadar Kürdistan’ın dört bir yanında Kürt gerillası tarafından
faşist devlet güçlerine öldürücü darbeler vurulmuştur. Buna karşı
gerillanın kahramanlığını yok edemeyen, direncini kıramayan faşist AKP
gericiliği, kimyasal silah dahil her türlü yasaklanmış silahları
kullanarak katliam yapmaya ve bu temelde sonuç almaya çalışmıştır.
Gerillanın yöntemli savaşta ezici gücü karşısında dayanamayan Türk
ordusu kendisini kimyasal silahlarla gerilla üzerinde katliam yapma
temelinde ancak korumaya çalışmıştır.
2011 yılının ikinci yarısında AKP’nin topyekun imha ve tasfiye amaçlı
saldırganlığı karşısında Önderlik, halk demokratik siyaset ve gerilla
düzeyinde gösterilen topyekun direniş, AKP’nin Kürt Özgürlük Hareketini
imha ve tasfiye amacını kesin başarısızlığa uğratmıştır. Topyekun
saldırı çerçevesinde üç ay içerisinde AKP’nin sonuç alacağını, PKK’yi
imha edeceğini savunanlar avuçlarını yalamak zorunda kalmışlardır. Bunun
altı ayda gerçekleşeceğini söyleyenler de aynı duruma düşmüş
bulunuyorlar. Şimdi öngörüleri tutmayan, yanlış analiz yaptıkları ve
yalan söyledikleri açığa çıkan bu çevreler, bu sefer “Mayıs’a kadar AKP
saldırıları yürütürse sonuç alır, başarılı olur” demektedirler. Kendi
yanlışlarını ve yalanlarını bu biçimde örtmeye ve gizlemeye
çalışmaktadırlar. Oysaki olaylar asla karartılamayacak kadar yalın ve
açıktır. Kuşkusuz bu mücadele süreci henüz bitmemiş ve devam etmektedir.
Ancak üç ayda PKK’nin ezilip imha edileceğini hesap edenler kesin bir
başarısızlıkla yüz yüze kalmışlardır. Şu an ortaya çıkan sonuç
kesinlikle böyledir. 2011 yılının ikinci yarısındaki Kürt halkının
kahramanca direnişi AKP’nin imha ve tasfiye planını başarısız kılıp,
boşa çıkartmıştır. Bunun sonucundadır ki, AKP, tarihinin en sıkışık, en
zor süreçlerinden birini yaşar hale gelmiştir. Bu başarısızlığı devlet
yöneticileri açıkça itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Nitekim
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “PKK planlarımızı bozdu” diyerek imha ve
tasfiye planlarının başarısız kaldığını açıkça itiraf etmek durumuna
düşmüştür. Yine Başbakan Tayyip Erdoğan “KCK operasyonlarını geçmişte de
destekledim, şimdi de destekliyorum” diyerek aslında demokratik
siyasete dönük siyasi soykırım operasyonlarını hukuk çerçevesinde değil,
hükümet kararıyla ve bir siyasi saldırı olarak yürüttüklerini, kendi
talimatıyla yürütülen bir husus olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştır.
Dahası, bütün bunların akıl hocası olan ve Amerika’nın kucağına oturmuş
bulunan Fethullah Gülen, Kürt halkına dönük bir soykırım fetvasını
açıkça vererek, tümden maskesini indirip, yüzünü açık etmek zorunda
kalmıştır. İslam kardeşliği adı altında güya Kürt sorununu ancak Gülen
cemaati çözer diyenlerin yalanları böylece açığa çıkmıştır. Değil Kürt
sorununu çözmek, kardeşliği geliştirmek, en faşist soykırımcı, katliamcı
bir çizgide oldukları bizzat şeflerinin ağzından Kürt halkı ve kamuoyu
tarafından duyulup, öğrenilmiştir. Görülüyor ki, hem ideolojik, hem
siyasi, hem askeri her düzeyde AKP’nin maskesi Kürt halkının
geliştirdiği direniş karşısında düşmüş, gerçek yüzleri ve
başarısızlıklarının itirafları açıkça ortaya çıkmıştır.
Şimdi burada şu hususlar da söylenebilir. Kuşkusuz bu kadar kapsamlı
bir mücadele kolay olmamıştır. Zorluklarla sürmüş, ağır bedeller
pahasına yürümüştür. İmralı’da her türlü psikolojik işkence ve imhaya
karşı insanüstü bir direniş gerçekleşmiştir. Sokakta AKP polisinin
faşist terörüne karşı Kürt gençleri, Kürt kadınları kahramanca
direnmişlerdir. Her türlü psikolojik baskı ve tutuklamaya karşı Kürt
demokratik siyaseti yiğitçe tutum göstermiştir. Kimyasal silah da dahil
her türlü barbarlığa karşı Kürt gerillası Kürt kahramanlığını zirveye
taşımıştır. Bütün bunların içerisinde acı, işkence, kahramanca şehitler
verme yaşanmıştır. Bu saldırılara karşı onları boşa çıkartacak direniş
bedelsiz olmamıştır. Hareket olarak, halk olarak büyük zorlu bir
mücadeleden geçilmiş, sayıları yüzleri bulan kahramanca şehitler
verilerek, bir o kadar da tutuklu verilerek AKP’nin faşist saldırıları
kırılıp boşa çıkartılabilmiştir. Dolayısıyla 2011 yılının ikinci
yarısında AKP saldırganlığının kırılmasının gerçek sahipleri kahraman
şehitlerimizdir. Bu vesileyle hepsini bir kez daha saygı ve minnetle
anmak, onları önümüzdeki mücadele sürecinin de başarının andı yapmak
bizim için birer boyun borcu durumundadır.
Aynı zamanda bu tür olayların nedenlerini irdeleyerek, derslerini
çıkartmak da temel görevimizdir. Şehit vermeyi azaltmak için mücadele ve
savaş tarzında düzeltme, yenileme yapmak kadar, bu kadar tutuklanmayı
önlemek için de örgütlenme ve mücadele tarzında kesinlikle
değişiklikler, yenilikler yapma gereği vardır. Bir yandan AKP
saldırganlığını kıran ve boşa çıkartan gelişmelerin büyüklüğünü ve
önemini ortaya koyarken, diğer yandan böyle bir mücadele içerisinde
ortaya çıkan hata ve eksikliklerimizi de görmek, onları düzeltmeye
çalışmak kesinlikle gereklidir. Neden bu kadar çok şehit verilmiştir?
Niye bu kadar fazla insanın tutuklanıp zindana doldurulması
engellenememiştir? Kadınların, gençlerin zindanlarda çürütülmesine neden
fırsat verilmiştir? Elbette bunları değerlendireceğiz. Ne bu kadar
şehit vermek bir kaderdir, ne de binlerce insanın zindanlara doldurulup
çürütülmesi bir kader ya da tek yoldur. Kaldı ki biz Hareket olarak
özgürlük alanlarına sahip bir konumdayız. Her yerde yüce özgürlük
dağlarımız var, yurtdışı çalışmalarımız var. Kitlesel olarak da birçok
çevreyi bu alanlara çekerek mücadele eder kılabilirdik. Ama dikkat
edilirse bu tür gelişmeler az oldu. Bunun sonucunda da tutuklanmalar,
kayıplar fazla oldu. Dolayısıyla yıl değerlendirmesi yaparken elbette
işin bu tarafını da görmek, bunu da irdeleyerek nedenlerini açığa
çıkartmak ve önümüzdeki mücadelenin başarısı açısından gereken
düzeltmeleri kesinlikle yapmak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder