AKP Hükümetinin yönelimleri ve stratejik hedefleri hakkında daha önce
değerlendirmelerde bulunulmuş ve bu bir soykırım olarak
nitelendirilmişti. Mevcut durumda AKP hükümetinin bu stratejik
yönelimlerinden vazgeçtiğini söylemek mümkün değildir. AKP içerisinde
sorunların yaşandığına, daha önce destek veren tarikatların ve farklı
çevrelerin desteğini kaybetmeye başladığına dair basın-yayın
organlarında çıkan haberlere rağmen bunu rahatça söyleyebiliriz. Hatta
giderek bunda daha ısrar ederek, ileri boyutlara taşırma eğilimi
içerisine girdiği bile söylenebilir. Bunu da meclisten çıkarmaya
çalıştığı yeni yasa tasarılarında görmek mümkündür.
Kürt
çocuklarına “ sevgi evlerine alma” adı atında el koyma çabaları, gösteri
yapan çocuklara öldürücü silah kullanmak için yapılmaya çalışılan
düzenlemeler, Kürtlerin mal varlıklarına el koymak için hazırlanan
yasalar vb. bu konuda en somut örnekler durumundadırlar. AKP Hükümetinin
bu konularda meclisten çıkarmaya çalıştığı yasalar, aslında yürüttüğü
özel-kirli savaşının hangi alanlara kaydığının da bir göstergesi olma
özelliğini taşımaktadır.
Gelinen aşama da Türk özel-kirli savaşı, tüm
alanlarda; askeri, siyasi vb. birçok alanda komple ve bütünlüklü olarak
yürütülse de, bunlar içerisinde toplumsal alana yönelik geliştirilen
psikolojik savaşa ağırlık vermiş bulunmaktadır. Bu da daha çok kendisini
toplumsal alanda hissettirmektedir. Toplumsal alanda yürütülen bu
psikolojik savaş saldırıları da çok geniş bir alanı kapsamakta ve bir
nevi “Balığı yakalamak için suyu kurutma” stratejisi biçimini alarak
yürütülmektedir.
Tabii burada “Balığı yakalamak için, denizi
kurutma” stratejisi derken, klasik anlamda; Deniz’in kurutulmasından
bahsedilmemektedir. Özde aynı amaca hizmet etmekle birlikte, değişen
koşullara göre; içerisinde farklı yöntemleri taşıyan bir stratejik
yaklaşımdan bahsedilmektedir. Bunun içerisinde suyun kirletilmesi ve
kullanılamaz hale getirilmesi de yer almaktadır.
Klasik Halk Savaşı
stratejisinin uygulandığı ülkelerde, sömürgeciler, emperyalistler ya da
işbirlikçi-egemen klikler tarafından “Denizi kurutma politikası”,
gerillanın halka olan bağının koparılması amacına yönelik olarak
teorileştirilmişti. Asıl olarak da böylesi bir teori pratikleştirildiği
zaman, nasıl “balık susuz yaşayamazsa, gerillada halksız olamaz”
çıkarsamasında bulunuluyordu. AKP Hükümeti de kendisine bu stratejiyi
esas almakla birlikte, değişen koşullara göre farklı yöntemleri devreye
koyarak uygulamaya ve oradan da sonuç almaya çalışmaktadır. AKP hükümeti
tarafından çıkarılmaya çalışılan yasalarda, böylesi bir amaç
doğrultusunda gündeme getirilmiş bulunmaktadır. Yoksa öyle gösterilmeye
çalışıldığı gibi masumane hiç bir neden söz konusu değildir.
AKP
Hükümetinin çıkarmaya çalıştığı bu yasalarla ne yapmak istediği bu
şekilde çok net olarak anlaşılır olmaktadır. AKP Hükümeti; çocuklarına,
mal varlığına el konulmuş ve sesini çıkaramaz bir toplum yaratmak
istemektedir. Bunu sağladığında da Kürt Özgürlük güçlerinin halkla olan
bağının koparılabileceğini sanmaktadır.
Geçmişte özellikle de 1990’lı
yıllarda Çiller-Güreş ve Ağar üçlüsünün iktidar gücü olarak ipleri
ellerinde bulundurdukları süreçte, bunu denemişler, ama başarılı
olamamışlardır. O zaman da binlerce köy boşaltılmış, milyonlarca insan
yerinden-yurdun sürgün edilmiş, on binlerce insan zindanlara atılmış ve
yine on binleri bulan sayıda insan katledilmişti. Tüm bu sömürgeci
uygulamalar “rüzgâr eken, fırtına biçer” misali sahiplerine geri dönmüş
ve geniş bir halk hareketinin tetikleyicisi olarak rol oynamıştı. Eğer
bugün Kürt Özgürlük ve Demokrasi Güçleri toplumsal ve siyasal alanda o
kadar etkili bir güç olma konumuna ulaşmışsa bunda; Çiller-Güreş ve Ağar
üçlüsünün sorumluluğu altında tırmandırılan özel-kirli savaş
uygulamalarına karşı, Kürt halkının biriken öfkesi ve Özgürlük
Mücadelesini sahiplenişlerin önemli bir rolü olmuştur. Bir nevi 12.Eylül
1980 Askeri-faşist Cuntasına karşı gelişen PKK direnişinin Kürt halkı
tarafından sahiplenilmesi gibi bir sonuç ortaya çıkmıştı. Öyle
anlaşılıyor ki, AKP Hükümeti Çiller-Güreş-Ağar üçlüsünün ve 12 Eylül
Faşist Cuntasının izlediği yolu takip etmekte ve o süreçlerin yönetim
güçleriyle, özde değişmeyen, aynı stratejiyi değişen koşullara göre
yeniden uyarlayarak uygulamaya koyan ve bundan da sonuç almak isteyen
bir politikanın sahibi halini gelmiştir.
Aslında AKP Hükümeti
tarafından bu politikanın devreye konulması için, yapılan hazırlıklar
bir süredir pratiğe de geçirilmiş bulunmaktadır. Kürt halkını Öndersiz
ve örgütsüz bırakma yönünde yapılan saldırılar bunun bir sonucu olarak
gerçekleştirilmiş ve halen de devam etmektedir. Önder Apo’ya uygulanan
izolasyon, ağırlaştırılmış tecrit ve siyasal soy kırım saldırıları da
bunun bir sonucudur.
AKP Hükümetinin uygulamaya koyduğu bu
politikayı, stratejik bir yönelim olarak görmek ve ona göre de
hazırlıklı olmak gerekmektedir.
14 Nisan 2009’dan beri siyasal
soykırım saldırıları hızından bir şey kaybetmeden devam etmektedir.
Aslında bu saldırıların, daha öncesinden başlatılan saldırılarla da
bağını görmek gerekmektedir. Fakat 14 Nisan’dan itibaren dalga dalga, iç
içe geçmiş çemberler biçiminde sürdürülen bir siyasal soykırım
saldırısı söz konusudur. Gelinen aşama da bu saldırılar seçilmiş
vekillere kadar uzanmıştır. Haklarında açılan davlar ve
dokunulmazlıklarının kaldırılmak istenmesi de bunu göstermektedir.
Bundan
tüm demokrasi ve özgürlük güçleri tarafından sonuçların çıkarılması
gerekmektedir. Bu gerçeğe rağmen gerekli bir karşı koyuşun
gösterildiğinden de bahsetmek söz konusu değildir. Oysa AKP Hükümetinin
stratejik yönelimlerini ifade eden yasaların gündeme getirilmiş olması
karşısında, fırtınalar koparılabilmeliydi. Bu yapılmamıştır. Adeta Kürt
halkı bu saldırılar karşısında tek başına bırakılmıştır. Bazı duyarlı
çevre ve kişiler haricinde kalanlar tarafından adeta sessiz
karşılanmıştır. Bu da AKP Hükümetinin işini kolaylaştırmıştır.
Gelinen
aşamada AKP Hükümeti Kürt soykırımını gerçekleştirmek için belirlediği
strateji doğrultusunda hareket etmektedir. Bu stratejinin hedefinde bir
bütün olarak Kürt halkı bulunmaktadır. Önderini halktan, halkı
öncüsünden uzaklaştırarak bu gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Farklı
adlarla, birbirinden sanki değişikmişçesine sözde yasalarla çıkarmaya
çalışsalar da, bu gerçek değişmemektedir.
Burada hedeflenen Kürt
halkının soykırımıdır. Ancak Kürt halkı, tüm bu soykırım saldırılarına;
Önderliğine, öncüsüne sahip çıkarak karşılığını vermiş ve vermeye devam
etmektedir. “İrademe dokunma” mitingleriyle bu tutumundaki kararlılığını
ortaya koymuştur. Amed, Batman, Kızıltepe, Nusaybin, Cizre, Şırnak,
Mardin bu çok somut bir şekilde görülmüştür. Burada anısı önünde
saygıyla eğildiğimiz Mardin-Midyat’ta Fırat İzgin adındaki 15 yaşındaki
liseli Kürt Genci bedenini canlı bir meşale haline getirerek bunu
ispatlamıştır.
Cemal Şerik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder