17 Mart 2011 Perşembe

Kuran'ın Kadın Sorununa Yaklaşımlarına Dair



Kuran'ın 4. suresi "Nisa Suresi"dir. Nisa, Arapça'da "Kadın" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla kimi Kuran meali yazarları, Kuran'ın 4. suresine "Nisa Suresi" deme yerine "Kadın Suresi" diye yazmışlardır. Türkiye'deki ilk Kürtçe Kuran Meali olan Abdullah Varlı hocanın Kürtçe Kuran mealinde de bu surenin adı "Ferkera Jinan" şeklinde yazılmıştır. Daha muhafazakar Kürtçe meallerde ise bu surenin adı, "Sureta Nisa" şeklinde yer almıştır. Kuran'da "Erkek Suresi" diye bir sure adı ise yer almamıştır. Zira Kuran'ın nazil olduğu dönemde erkek, erkek olması hasebiyle dezavantajlı bir konumda değil idi. Ama kadın, kadın olması vasfı ile ezilenler arasında idi ve dezavantajlı idi. Kuran ise, toplumun en alt tabakasındaki ezilenleri desteklemekle işe başlamıştı.     

Kuran'da Kadın


Kuran'da kadına dair başlı başına bir surenin bulunuyor oluşu, Kuran'ın nazil olduğu dönemde ciddi bir kadın sorununun var olduğuna işaret ediyor. Biliyoruz ki Kuran'ın nazil olduğu Arap yarım adasında erkek egemen/baba erkil bir sosyal düzen hüküm sürmekte idi. Birisinin bir erkek çocuğu doğduğunda onunla gururlanıyor, ama kız çocuğu doğduğu zaman bundan utanç duyuyor, hatta bazen kız çocuğunu diri diri toprağa gömebiliyordu. Doğan kız çocuğunu diri diri toprağa gömme adetine, "ve'du'l-benat" denilmekte idi. Bu durum Kuran'ın şu ayetlerine yansımıştır:


"Onlardan birine kızı olduğu müjdelendiği zaman öfkesini yutkunarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden, topluluktan gizlenmeye çalışır onu utana utana tutsun mu yoksa toprağa mı gömsün? Ne kötü hüküm!." (Nahl Suresi: 58-59)


Kuran, Arap cahilliyye toplumunun kadına bakışını asla onaylamamış; kız çocuklarının toprağa gömülme adetini yasaklamıştı.      


Araplarda erkek egemen anlayış, o kadar zirvede idi ki, kendi öz kızını diri diri toprağa gömecek dereceye varan uygulamalar vardı. Böyle bir ortamda kız çocuğu olarak dünyaya gelmek, daha bebek iken ölmeyi göze almak kadar risk taşıyan büyük bir dezavantaj idi. İşte geçmişteki cahiliyye düzeninin boyutları, bu noktada idi. Ama ne acı ki, bugünkü modern cahiliyye düzeninde de, kız çocuğu olarak dünyaya gelmenin h‰l‰ dezavantaj olduğu toplumsallıklara rastlıyoruz.


Kadının Metalaştırılması


Kuran'ın nazil olduğu dönemde, kadın, tevarüs eden bir mal ve meta gibi düşünülmekteydi. Bir kadının kocası öldüğünde, ölen kocanın yakın akrabaları, sanki o kadın kendi ailelerinin bir mal ve metası imiş gibi bir yaklaşımla ya o kadını bir yakınına zorla nikahlarlar ya da o kadını, isteği dışında başka biri ile evlendirerek karşılığında menfaat temin ederlerdi. Kuran bu duruma da müdahale ederek, kadının bir miras malı gibi tedavüle sokulmasını yasaklamıştı. Bu durumu da Kuran'ın şu pasajlarından okumaktayız:


"Ey İman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değildir." (Nisa Suresi: 19)   


Kuran'daki Nisa/Kadın süresi, kadınlar hakkında birçok hüküm içerdiği için bu adı almıştır. Surenin hemen ilk ayetinde şu ibareler yer alır:


"Ey İnsanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve ikisinden pek çok erkek ve kadın türeten Rabbinize saygılı olun.(...) " (Nisa Suresi:1)    


Bu ayette geçen "nefs-i vahide" (tek nefis) ibaresi klasik anlama biçiminde çoğu zaman Hz. Adem olarak algılanmıştır. Böyle olunca, Allah önce erkek olan Hz. Ademi yaratmış, sonra da Adem'in sol kaburga kemiğinden eşi olan Hz. Havva anamızı yaratmıştır. Bir anlama biçimi böyledir. Ama bir başka anlama biçimine göre de, buradaki "nefs-i vahide" yani "tek nefis" başlı başına bir üst kategoridir. Bu anlamaya göre kadın da erkek de aynı cevherden yani bu "tek nefis"ten yaratılmıştır.


Adem ve Havva


Kadın ile erkeğin aynı özden yaratıldığı şeklindeki anlama biçimini ileri sürenler, Havva anamızın Adem babamızın sol kaburga kemiğinden/eğe kemiğinden yaratıldığına dair rivayetleri efsane olarak kabul ederler. Bu anlama biçiminde kadın ve erkek ontik düzeyde eşittir. Bu ontik eşitliği, başka hiçbir değer bozamaz.


Kadının, erkeğin kaburgasından yaratıldığı şeklindeki anlama biçimi ise, daha, ontik düzeyde kadını, erkeğe göre ikincil bir düzleme indirmiş ve Kuran'ın kadına ilişkin diğer bütün ayetlerini de bu anlama biçimine göre yorumlaşmıştır. Müslümanların tarihi boyunca egemen olan anlama biçimi, maalesef, kadını ikinci plana iten bu bakış açısı olmuştur. Oysa ki Kuran'ın metni, sadece bu bakış açısına kilitlenemez. Bu sebeple, Nisa/Kadın Suresi'nin 1. ayetinde geçen "nefs-i vahide" (tek nefis) ibaresinden maksadın Adem olmadığı, aksine hem Adem'in hem de onun eşi Havva'nın menşei olan bir üst cevheri ifade ettiği, düşünülmelidir. Böyle anlaşılırsa, kadın ile erkeğin ontik düzeydeki eşitliği daha belirgin hale gelir. Kaldı ki Kuran'ın diğer birçok ayeti, kadın ile erkeğin ontik eşitliğine vurgu yapmaktadır.         


Kadının bir mal ve meta olarak kabul edildiği Arap cahiliyye toplumunda, Kuran, sosyal düzenlemede tam değilse de , ontik düzlemde kadını bağımsız bir ayrı kişilik olarak telaki ediyor ve ona bir statü veriyordu. Ancak Kuranın işi çok zordu. Yerleşik, kökleşmiş gelenekleri birden kırabilir miydi acaba Kuran? Ontik düzeydeki kadın erkek eşitliğini, sosyal düzlemdeki kadın erkek eşitsizliğine tam olarak uyarlayabilir miydi?


Cahiliyye Toplumunda Kadın


Kuran'ın cahiliyye toplumunu bir kerede boyaya batırıp-çıkarır gibi değiştirmesi mümkün olmadığı için, o günkü statükoyu, tedricilik usulü ile değiştirmeyi hedefledi. Yani yerleşik bazı adetleri, aşama aşama kaldırmayı hedefledi Kuran. Bu sebeple Kuran, miras konusunda kadın ile erkeği bir tutan radikal bir teklif önermekten ise, önce kadına erkeğin yarısı kadar miras hakkı tanıyan bir formül önerdi. Bu durum Kuran'a şöyle yansımıştır:  

 "Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kadının hissesi kadar tavsiye eder" (Nisa Suresi: 11)  

Müslümanların bin dört yüz küsür yıllık tarihlerindeki miras hukuk sistemi, Kuran'ın Nisa Suresi'nin 11. ayetine göre şekillenmiş; mirasta erkeğe iki pay, kadına bir pay öngörülmüştür. Gerçi İslam toplumlarında çoğu zaman bu formül dahi uygulanmamakta, hala kadını mirastan tamamen mahrum bırakan uygulamalara sık sık rastlanmaktadır.  


Kadın Suresi


Acaba Nisa/Kadın Suresi'nin bu 11. ayetinde, miras konusunda kadına erkeğin yarısının öngörülmüş olması, bugünkü değer yargılarımız açısından bir adaletsizlik değil mi? Acaba bugün Müslümanlar, mirasta da kadın ve erkeği eşit kabul etseler, bu Kuran'ın ruhuna aykırılık teşkil eder mi? Geleneği savunan skolsatik İslam uleması, Kuran öyle dediği için, kadına mirasta erkeğin yarısı kadar miras verilmesini günümüzde de savunmaktalar. Onlara göre bu adaletsizlik değildir. Skolastik alimler, bu durumu şöyle izah ediyorlar: İslam hukukuna göre ailenin geçiminden erkek sorumludur. Kadın, bir erkek ile evlendiğinde, zaten kocası onun geçiminden sorumlu olduğuna göre, kadın kocasının erkek olması vasfı ile miras konusunda elde ettiği artı avantajdan da aile içinde yararlanmaktadır. Skolastik İslam uleması, böyle bir yorum ile Nisa Suresi'nin 11. ayetinin hükmünün adaleti sağladığını ve bugün de öylece kalıcı olmasını savunurken, günümüzde Fazlur Rahman gibi bazı İslam yenilikçileri ise, Nisa Suresi'nin 11. ayetinin bir ara formülasyon olduğunu, Kuran'ın nazil olduğu o günkü şartlarda kadına miras hakkı hiç tanınmadığını, o günkü şartlarda Kuran'ın kadına bir geçici hüküm olarak hiç olmazsa erkeğin mirastaki hakkının yarısının verilmesini hükme bağladığını, söyleyerek bugünkü şartlarda kadına mirasta erkek ile eşit hak verilmesinin, Kuran'ın ruhuna daha uygun olduğunu, söylerler. Bir başka ifade ile skolastik İslam bilginlerine göre Nisa Suresi'nin 11. ayeti, geçici bir madde değil, kalıcı, asli bir maddedir; yenilikçi İslam bilginlerine göre ise, Nisa Suresi'nin 11. ayetindeki bu hüküm, geçici bir hükümdür ve bir ara formülasyondan ibarettir. Bir yanlış anlamaya medar olmaması için, hemen belirtelim ki, yenilikçi hiçbir İslam bilgini, Nisa Suresi'nin 11. ayetinin Kuran'dan çıkarılması gibi saçma bir iddiada bulunmamışlardır. Kuran'ın metni her zaman muhkemdir. Ancak o muhkem metnin anlaşılması ve uygulanması üzerinde farklı algılar olagelmiştir/olagelmektedir.              


Kuran'da Kadın-Erkek Eşitliği


Yenilikçi İslam bilginlerine göre, Nisa Suresi'nin 11. ayeti geçici bir ara formül maddesi niteliğinde olduğuna göre, miras konusunda Kuran'ın, kadın ile erkeğin eşitliğine vurgu yapan diğer ana ilkelerine de başvurulmalıdır. Gerçekte de Kuran'da, kadın ile erkeğin ontik düzeydeki eşitliğini refere eden birçok imgeler, işaretler var. Doğru olanı, Kuran'ın bütünselliği içinde kadın soruna bakabilmektir. Şayet Kuran'ın bütünselliği içinde kadın sorununa bakılabilirse, Müslümanların tarihsel tecrübelerindeki kadına yönelik uygulamalarının birçoğunun Kuran'ın ruhu ile örtüşmediği, anlaşılacaktır.  


Kadın sorununa, Kuran'ın bütünselliği içinde bakabilmeye imkan tanıyacak bazı ayetler şunlardır:


Kadının Miras Hakkı:  


"Ana babadan ve en yakınların bıraktıklarından erkeklere pay vardır. Ana babadan ve en yakınların bıraktıklarından kadınlara da pay vardır. (...)"  Nisa Suresi: 7.


"Kadın ve erkekten her birini, ana ve babanın ve yakınlarının terekesine mirasçı bıraktık" (...) Nisa Suresi: 33.  


Kadının Çalışma ve Mülk Edinme Hakkı:  


"... Erkeklere çalıştıklarından bir pay, kadınlara da çalıştıklarından bir pay vardır." Nisa Suresi: 32.  


Kuşkusuz "Kadın Sorunu", bir küçük gazete yazısı ile çözülebilecek bir sorun değildir. Bu sorun üzerine yazılan uzun bilimsel makaleler, doktora tezleri bile sorunu tamamen çözemez. Biz de bu yazımız ile Kuran açısından "Kadın Sorunu"nu çözmüş olma iddiasında değiliz. Kadına ilişkin tartışılan daha birçok konuların var olduğunu, biliyoruz. Bizim bu yazımız ile bilince getirmeye çalıştığımız ana değerler şunlardır:   


1.
Kuran ontik düzeyde kadın-erkek eşitliğini kabul eder.

2.
Kuran sosyal düzenlemede, her zaman kadını erkeğin eşiti konumunda saymamıştır.

Ekolojik Toplum Ideası


Peki bu yaman çelişki, giderilebilir mi? Kanaatimce Kuran'ın kadını sosyal statüsü itibarı ile zaman zaman ikincil duruma getirmiş olması, kendi tarihselliği içinde anlaşılabilir bir durumdur. Günümüzde kadın ile erkeği ontik düzlemde birbirinin eşiti sayan siyasi partiler, sıra milletvekilliği adaylığına gelince kadına yüzde kırk kota veriyorlar. Peki niçin, yüzde elli değil? Demek ki ontik düzey eşitliliği her zaman sosyal düzenlemelere yansımayabiliyor. Ama bence ideal olan, sosyal düzenlemeyi olabildiğince ontik düzey eşitliliğine uyarlayabilmektir. İşte Kuran da, her ne kadar ontik düzeyde kadın ile erkeği eşit saymış ise de, sosyal düzenlemede her zaman ontik eşitlilik düzeyini yakalayamamıştır. Fakat onu her zaman hedeflemiştir. Kim bilir belki de ekolojik toplum ideası, sadece kadın erkek sorunsallığında değil; diğer sair sorunsallık alanlarında da ontik düzey eşitliliğinin sosyal alana tamamen giydirilebilmesi ülküsüdür.              


Kuran'ın Yeniden Yorumu


Kuran'ın şimdisellik içinde yeniden yorumlanmasının doğası ve imkanı vardır.  Vardır , çünkü Kur'an ontik düzey eşitliliğini bir üst hedef olarak önümüze koymuş ve ona giden yolu tıkamamıştır. Bilhassa kadın sorununda, Kuran verilerinin şimdisellik içinde yorumsanmasının kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu, düşünüyorum. Kuran'da kadın ve erkeğin ontik düzeyde eşit sayılmış olması, dahası bütün insanların kendi aralarında ontik düzeyde eşit olmuş olması figürü, bize önemli fırsatlar vermektedir.       


Kuran'da Mücadele Suresi'nin ilk pasajları, bir kadının kocası hakkındaki şikayetlerini peygambere iletmesi üzerine inmiştir. Bir başka ifade Allah, bir kadının çığlığı üzerine ayetlerini, Hz. Muhammed'in kalbine ilka etmiştir:


"Ey Muhammed! Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Doğrusu Allah işitendir, görendir." (Müdecadele Suresi: 1)


Kadının Kadim çığlığı


Kadının bugünkü çığlığı da umarım ki sorumluluk ve vicdan taşıyan İslam bilginlerini harekete geçirecektir. Bir daha bir peygamber gelmeyeceğine göre ve bir kadının çığlığına dair bir kez daha olsun bir ayet inmeyeceğine göre, Peygamberin varisleri konumunda olan İslam bilginleri, derin bir sorumluluk hissi içinde son vahiy metni olarak inandığımız Kuran metni üzerinde yeniden, tarihsellik ve şimdiselliğin dengesini kurarak yorum üretmelidirler. Bir kadının çığlığı üzerine ayetlerini indiren o merhametli Allah'a yakarışım odur ki, günümüzdeki İslam uleması, devasa sorunlarımızdan biri olan Kadın Sorunu karşısında sessiz kalmasın. İslam uleması, bin dört yüz yılın kültürel mirasını yeni bir süzgeçten geçirmedikçe, ana sorunlarımıza dair çözümler üretemeyiz. Burnumuzun dibindeki Kürt sorunu, silkinişimizin ana muharriği olduğu kadar, Kadın Sorunu da ana bir muharrik olacak niteliktedir. Tarihin tevarüs ettirdiği bunca kokuşmuşluk içinde, burnumuzun direkleri kırılırken hâlâ silkinmeyecek miyiz ey İslam uleması. Hâlâ İslam adına Kürtlerin haklarına tecavüz edildiği gibi, hâlâ İslam adına cinsiyyet ayırımı yapmaya devam mı edilecek? Artık bir yol ayrımına gelmeliyiz. Ya, bütün kazuratıyla tarihsel İslam hamulesini sırtımızda hâlâ hamal gibi taşıyacağız. Ya da bu yükten kurtularak Kur'an metinlerini yeniden yorumlayarak temerküz etmiş ana sorunlarımızı bir bir çözeceğiz. İşte "Kadın Sorunu" da hâlâ çözülmemiş olarak karşımızda. İşe şuradan başlayabiliriz: Klasik İslam müellefatında, kadını olumsuzlayan, onu küçük düşüren ve onu erkek karşısında ikinci plana iten ve çoğu zaman Kurani bir asla dayanmayan ifadeler, temizlenmelidir.  


Not: 05.03.2011 tarihinde Laleş Çeliker'den tarafıma bir mektup geldi. Sayın Çeliker, mektubunda Muş Cezaevi'nde olduğunu, kamu yönetimi mezunu olup şu anda sosyoloji okuduğunu, din üzerine bazı çalışmalarının olduğunu, bu çalışmalarına devam etmek istediğini, ifade ediyor. Sayın Çeliker, geçenlerde Günlük gazetesinde yayınlanan 2. İnanç Kurultayı'na ilişkin değerlendirme yazımı okuduğunu söyleyerek, gerek 1. gerek 2. İnanç Çalıştayı'nın belge ve dökümanlarına ulaşmak istediğini ifade ediyor ve bu konuda benden yardım talep ediyor. Sayın Çeliker'e, bu belge ve dökümanların ulaştırılarak din üzerine yaptığı araştırmalara yardımcı olunmasını, İnanç Çalıştayı'ndan sorumlu arkadaşlara iletmek istiyorum. Umarım Sayın Çeliker'e bu dökümanlar ulaştırılır.  


Ayrıca bu mektup münasebetiyle, Adalet Bakanlığı'nın, Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Kültür Bakanlığı ve ilgili diğer resmi ve sivil kuruluşlar ile ortaklaşarak cezaevlerindeki kütüphanelere dinler ve mezhepler ile ilgili yayınlar göndermesini, cezaevlerindeki kütüphaneleri zenginleştirmesini, cezaevlerinde internet üzerinden dünyanın sayılı kütüphane ve arşivlerine girme olanaklarını geliştirmesini, bunun için gerekli yasal düzenlemeler yapmasını, umuyor ve diliyorum. Saygılarımla...

Hiç yorum yok: