İnsan tarihinin en eski günlerinde kadının büyüsel güç ve mucizelerinin (şifa dağıtması; ve yaraları, hastalıkları ve kederleri sağaltması; zamanın ve doğanın bilgisine sahip olması; törelerin ve geleneklerin sürdürücüsü olması; ibadetin ve ritüellerin, törenlerin yöneticisi olması gibi büyüsel ve mucizelerin sahip olduğu zamanlar) evrenin kendisi kadar şaşırtıcı geldiğine kuşku yok. Bu kadına görülmemiş bir güç vermiştir. Ve nüfusun erkek kesiminin temel endişesinden biri, bu güçten kurtulmak, onu denetlemek ve kullanmak istediği hep ola gelmiştir.
Birçok eski avcı kabilenin büyüsel gücü yalnızca elinde tuttuğu ve tarımda, bitkilerle uğraşan kabilelerin de zamanla kadınların mucizelerin yöneticisi olduğu eski devirlerden kalma efsanelerin benzerlik göstermesi dikkat çekicidir.
Tierra de fuego ovalarında, örnek olarak, gizli "erkek derneği evi" veya "hain kökeni efsanesi"nin temeli bu iddiadır. Lucas Biridge'nin efsanesi özetleyişi şöyledir:
"Bütün ormanların hep yeşil kaldığı günlerde, papağan "kerrpherhin" ile "chaskilchesh"in başları ağaçların tepesinden yukarda ormanlarda dolaşmalarından önce, "kreen" (güneş) ve "kreeh" (ay) karı koca olarak dünyadan dolaşırken, uyuyan dağların çoğunun henüz insan olduğu günlerde, bu çok eskide kalmış günlerde büyücülüğü yalnızca "ona" ülkesinin kadınları biliyordu. Onların kendi kulübeleri vardı erkekler oraya yaklaşmaya cesaret edemezlerdi. Kızlar, kadınlar erişmeye başlayınca büyü sanatını öğrenmeye başlıyorlardı. Ve hoşnut olmadıkları herkese hastalık hatta ölüm getirmenin yollarını öğreniyorlardı.
Erkekler müthiş bir korku içinde ve boyun eğmiş durumda yaşıyorlardı. Elbette köyü etle doyuracak ok ve yaylaları vardır. (yoksa erosun elindeki okla- yay imgesi daha başka nasıl yorumlanabilir) fakat silahları büyü ve hastalık karşısında ne yararı var diye soruyorlardı. Kadınların baskısı arttıkça artı ve durum kötüleştikçe kötüleşti, öyleki erkekler sonunda öyle bir büyücünün canlısından daha az tehlikeli olucağını düşünmeye başladılar. Birlikte bütün kadınların öldürmeye karar verdiler. Ve büyük bir kıyım yaparak insan biçiminde hiçbir dişiyi sağ bırakmadılar.
Büyü çalışmalarına yeni başlayan kızlar bile ötekilerle birlikte öldürülmüştü öyle ki erkekler karısız kalmışlardı. Küçük kızlar büyüyünceye kadar beklemek zorundaydılar. O sırada ortaya büyük bir sorun çıktı: Erkekler elde ettikleri üstünlüğü nasıl sürdürüceklerdi? Bir gün kız çocuklar büyüdüklerinde bir araya gelip eski üstünlüklerini kazanabilirlerdi. Bunu engellemek için erkekler kendi gizli derneklerini kurdular ve kendilerine karşı bir çok kötü tuzağın hazırlanmış olduğu kadın evini yok ettiler. "hain" (veya erkek derneği) yanına hiçbir kadının gelmesine izin yoktu ve cezaları ölümdü. Bu kararın kendi kadınları tarafından saygı görebilmesini sağlamak için erkekler yeni tür "ona cin ailesi" yarattılar. Kısmen kendi hayalleriyle kısmen kendi halk öyküleri ve eski efsanelerden yaratılan bu garip yaratıklar (cinler) ev üyelerinde vücut bularak görünür oluyorlar ve böylece kadınları "Hain"in gizli toplantılardan uzak tutuyorlardı.
Kadının eve kapatılması ve yurttaşlıktan çıkarılması hakkında iktidarlaşan ve devleşen her toplumda böyle efsaneler vardır. İktidarın olduğu yerde kadın özgürlüğü asla olamaz: Bir yerde demokrasi ve özürlüğün var olup olmadığı ilk önce kadın özgürlüğü ile ölçülebilir. Tabi ki kadın bunun için mücedele etmiştir. Büyülü güçlerine ve mucizelerine kavuşmak için çok bedel ödemiştir.
Bu özgürlük yürüyüşünde kadına çok tuzaklar kurulmuştur. Zamanımızda ise bu tuzaklar çok daha ustacadır. Örneğin, sanat olaylarında sık sık rastlanılır; "Büyüleyici bir kadın!" Bu fiziğe indirgenmiş ve fikirleri, özgürlüğü olmayan kadınlar içindir. Lakin en eski tuzak mülkiyetle ilgili olandır.
Mütevazı sessizlik
Klasik zamanlarda da kadınların hakları yoktu, onların yeri evleriydi. Ve işleri çocuklarına bakmaktı. O zamanın kasaba, köy ve kentlerinde "doğru" olan toplumun tartışmalarına katılmak veya sorumlular hakkında eleştiriler, değerlendirmeler yapmak, kendi kurumlarına kavuşmak "terbiyeli kadın" idealine aykırı sayılıyordu. O ünlü cenaze söylevi'nin (Atina'da) sonuç bölümünde Perikles, ağlayıcı gruptaki kadınlara şöyle seslenir: Bir kadının en büyük onuru ister sizi övsünler ister tenkit etsinler, erkekler arasında en az konuşulmaktır. Mütevazı bir sessizlik kadının tacıdır."
Ancak antik çağda kadınların erkeklerle eşit derecede olmalarına karşı itiraz bundan da derindi. Eşitlik için yaygın inanış, kadınların eşitlik rolü için ne fiziki nede zihinsel niteliklere sahip olduğuydu. Bu konuda Aristotales: "köleler düşünme yeteneğinden tamamen yoksundurlar, kadınlar gerçekte buna sahiptirler ancak yetersiz bir biçimde; ve çocuklar buna sahipse de, sadece ham biçimdedir."
O zamanın koşullarında Platon, ideal devletinde yönetici sınıf hakkında tartışırken: "Söylediğim her şey gerekli nitelikleri taşıdığı görülen her kadın için de geçerlidir. Şayet dediğimiz gibi her şeyi erkeklerle eşit paylaşacaklarsa, oldukça uygundur." Diyerek aynı eğitim ve terbiyeyi almaları gerektiğine inanır. Yaşamda bu düşünce hayat bulmasa da güçlü tanrıça etkisidir.
Ortaçağ kadınları çok daha kötü koşullardadır. Romalılar, tüm kötü giden işlerini ve uğursuzluklarını (Venüs'e rağmen) kadına mal etmişlerdir: "Kadın parmağı vardır!" Daha sonra Hiristiyan mezhepler de bu geleneği sürdürmüş ve "daha da kötüsü, kadın, Havva, günah yuvası" olarak kabul etmiştir. En açık tutumu Aziz Paulus sergilemiştir: "Toplum içinde kadın sesi duyulmamalıdır."
Hem antik çağda hem de ortaçağda hak sahibi yurttaşlık mülkiyet sahipliğine dayanırdı. Ve mülkiyetin ezici çoğunluğu erkeklerin elindeydi. Zengin, mülk evli kadınlar bile "koca himayesi" hilesi ile "yurttaş" olarak yok sayılmışlardır. Örneğin Kanada'da 1916'da bir kadın, Alberta eyaletinde "sulh hakimi" olarak atanır. Mahkemeye çıktığında adli statüsünü kullanma hakkına, İngiliz teamül hukukuna göre bir kadın olarak, bir "gerçek kişi" olmadığı gerekçesi ile itiraz edilmişti. Ancak on üç yıl sonra Devlet Danışma Merkezi, Kanadalı kadınların hukuken "gerçek kişi" olabileceğini kabul etmiştir.
Ortaçağın sonlarında, İngiltere' de, 1. James zamanında, bekar mülk sahibi bazı kadınlar milletvekilliği için adaylığını koydular. O zaman, "mülk sahibi olmaya uygun niteliklere sahip, evlenmemiş ya da dul bir kadının hukuken oy hakkına sahip" olabileceğine hükmedilmişti; ancak ünlü jüri üyesi Sir Edward Coke tarafından bu hüküm 1644'te feshedilmişti.
Fransız Devrimi'nde kadınlar önemli roller oynadılar. Örnek olarak 1789'da kraliyet ailesine karşı Varsaillas'a yapılan "Kadın Yürüyüşü"; "Girondin" papazının aktif siyaset yapan karısı Madam Rolant; Marat'ı öldüren Charlotte Corday sayılabilir. Fransız kadınları biraz da rahattılar. 1790'da "Cercle Social" (sosyal haklar) organize ettiler. En ünlüsü, Olympe de Gouge adıyla tanınan oyun ve broşür yazarı da olan ve 1791'de "Kadın Hakları Bildirgesi" broşürünün yazarıydı. "Kadın özgür doğar ve erkeklerle eşit haklara sahiptir." Lakin Jakobenler, Ekim 1793'te De Gouge idam edildikten sonra tüm kadın kulüplerini kapattılar.
Basit ama önemli bir yurttaşlık göstergesi olan oy kullanma (ki 1. Enternasyonal tarafından reddedilmişti.) hakkı, ilk defa Yeni Zelandalı kadınlara 1893'te tanındı. Tam aksi bir örnek de yüz yıl sonra, 1999'da, Körfez'deki tek seçilmiş olan Kuveyt parlamentosu, 2003'te kadınlara siyasal hakların verilmesi önerisini reddetti. Ilımlı İslam'da bu "hayırlı" olayı hayal etmektedir.
Kadınlar, köleliğin kaldırılması için eylemler yaptılar. Bunlardan Lucretia Mott ve Elizabeth Cady Stantion ilk öncülerdi. Amerika'da kadınlara oy hakkı verilmesi olayı: "Susan B. Anthony Değişikliği" diye adlandırılmıştı. İngiltere'de Millicent Fawcett'ın öncü olduğu "Kadının Oy Hakkı Dernekleri Birliği (NUWSS) ile "Kadınların Sosyal ve Siyasal Birliği (WSPU) oy hakkını savundular. Rus Kadın Hareketi'nin: "Kadınsız demokrasi, demokrasi değildir" şiarı tüm sınırları aştı.
Kadınlar büyülü ve mucizevi geçmişlerinden vazgeçmediler: Meksika'da Adalita, Cezayir'de Sispapura, Filistin'de Leyla Halit ve Kürt aydınlanmasında; Leyla Qasım, Berivan, Zilan, Beritan, Jiyan, Rehşan, Sema Yüce, Viyan Soran ve daha yüzlercesi kadın özgürlüğünün ve dolayısıyla demokrasinin, özgürlüğün, eşitliğin öncüsü oldular. Kadın katliamlarına karşı büyülü sözlerle ve mucizevi direnişlerle karşılık verdiler. Mucizevi bir kadın bilinci ve kültürü yarattılar.
Papağan "Keerpherhin" yeşil kanatlarıyla ilkbahar yapraklarını boyamadan önce ve dağlar insan olmadan önce yeniden büyülerine ve mucizelerine kavuştular ve kulübeleri yaptılar...
Birçok eski avcı kabilenin büyüsel gücü yalnızca elinde tuttuğu ve tarımda, bitkilerle uğraşan kabilelerin de zamanla kadınların mucizelerin yöneticisi olduğu eski devirlerden kalma efsanelerin benzerlik göstermesi dikkat çekicidir.
Tierra de fuego ovalarında, örnek olarak, gizli "erkek derneği evi" veya "hain kökeni efsanesi"nin temeli bu iddiadır. Lucas Biridge'nin efsanesi özetleyişi şöyledir:
"Bütün ormanların hep yeşil kaldığı günlerde, papağan "kerrpherhin" ile "chaskilchesh"in başları ağaçların tepesinden yukarda ormanlarda dolaşmalarından önce, "kreen" (güneş) ve "kreeh" (ay) karı koca olarak dünyadan dolaşırken, uyuyan dağların çoğunun henüz insan olduğu günlerde, bu çok eskide kalmış günlerde büyücülüğü yalnızca "ona" ülkesinin kadınları biliyordu. Onların kendi kulübeleri vardı erkekler oraya yaklaşmaya cesaret edemezlerdi. Kızlar, kadınlar erişmeye başlayınca büyü sanatını öğrenmeye başlıyorlardı. Ve hoşnut olmadıkları herkese hastalık hatta ölüm getirmenin yollarını öğreniyorlardı.
Erkekler müthiş bir korku içinde ve boyun eğmiş durumda yaşıyorlardı. Elbette köyü etle doyuracak ok ve yaylaları vardır. (yoksa erosun elindeki okla- yay imgesi daha başka nasıl yorumlanabilir) fakat silahları büyü ve hastalık karşısında ne yararı var diye soruyorlardı. Kadınların baskısı arttıkça artı ve durum kötüleştikçe kötüleşti, öyleki erkekler sonunda öyle bir büyücünün canlısından daha az tehlikeli olucağını düşünmeye başladılar. Birlikte bütün kadınların öldürmeye karar verdiler. Ve büyük bir kıyım yaparak insan biçiminde hiçbir dişiyi sağ bırakmadılar.
Büyü çalışmalarına yeni başlayan kızlar bile ötekilerle birlikte öldürülmüştü öyle ki erkekler karısız kalmışlardı. Küçük kızlar büyüyünceye kadar beklemek zorundaydılar. O sırada ortaya büyük bir sorun çıktı: Erkekler elde ettikleri üstünlüğü nasıl sürdürüceklerdi? Bir gün kız çocuklar büyüdüklerinde bir araya gelip eski üstünlüklerini kazanabilirlerdi. Bunu engellemek için erkekler kendi gizli derneklerini kurdular ve kendilerine karşı bir çok kötü tuzağın hazırlanmış olduğu kadın evini yok ettiler. "hain" (veya erkek derneği) yanına hiçbir kadının gelmesine izin yoktu ve cezaları ölümdü. Bu kararın kendi kadınları tarafından saygı görebilmesini sağlamak için erkekler yeni tür "ona cin ailesi" yarattılar. Kısmen kendi hayalleriyle kısmen kendi halk öyküleri ve eski efsanelerden yaratılan bu garip yaratıklar (cinler) ev üyelerinde vücut bularak görünür oluyorlar ve böylece kadınları "Hain"in gizli toplantılardan uzak tutuyorlardı.
Kadının eve kapatılması ve yurttaşlıktan çıkarılması hakkında iktidarlaşan ve devleşen her toplumda böyle efsaneler vardır. İktidarın olduğu yerde kadın özgürlüğü asla olamaz: Bir yerde demokrasi ve özürlüğün var olup olmadığı ilk önce kadın özgürlüğü ile ölçülebilir. Tabi ki kadın bunun için mücedele etmiştir. Büyülü güçlerine ve mucizelerine kavuşmak için çok bedel ödemiştir.
Bu özgürlük yürüyüşünde kadına çok tuzaklar kurulmuştur. Zamanımızda ise bu tuzaklar çok daha ustacadır. Örneğin, sanat olaylarında sık sık rastlanılır; "Büyüleyici bir kadın!" Bu fiziğe indirgenmiş ve fikirleri, özgürlüğü olmayan kadınlar içindir. Lakin en eski tuzak mülkiyetle ilgili olandır.
Mütevazı sessizlik
Klasik zamanlarda da kadınların hakları yoktu, onların yeri evleriydi. Ve işleri çocuklarına bakmaktı. O zamanın kasaba, köy ve kentlerinde "doğru" olan toplumun tartışmalarına katılmak veya sorumlular hakkında eleştiriler, değerlendirmeler yapmak, kendi kurumlarına kavuşmak "terbiyeli kadın" idealine aykırı sayılıyordu. O ünlü cenaze söylevi'nin (Atina'da) sonuç bölümünde Perikles, ağlayıcı gruptaki kadınlara şöyle seslenir: Bir kadının en büyük onuru ister sizi övsünler ister tenkit etsinler, erkekler arasında en az konuşulmaktır. Mütevazı bir sessizlik kadının tacıdır."
Ancak antik çağda kadınların erkeklerle eşit derecede olmalarına karşı itiraz bundan da derindi. Eşitlik için yaygın inanış, kadınların eşitlik rolü için ne fiziki nede zihinsel niteliklere sahip olduğuydu. Bu konuda Aristotales: "köleler düşünme yeteneğinden tamamen yoksundurlar, kadınlar gerçekte buna sahiptirler ancak yetersiz bir biçimde; ve çocuklar buna sahipse de, sadece ham biçimdedir."
O zamanın koşullarında Platon, ideal devletinde yönetici sınıf hakkında tartışırken: "Söylediğim her şey gerekli nitelikleri taşıdığı görülen her kadın için de geçerlidir. Şayet dediğimiz gibi her şeyi erkeklerle eşit paylaşacaklarsa, oldukça uygundur." Diyerek aynı eğitim ve terbiyeyi almaları gerektiğine inanır. Yaşamda bu düşünce hayat bulmasa da güçlü tanrıça etkisidir.
Ortaçağ kadınları çok daha kötü koşullardadır. Romalılar, tüm kötü giden işlerini ve uğursuzluklarını (Venüs'e rağmen) kadına mal etmişlerdir: "Kadın parmağı vardır!" Daha sonra Hiristiyan mezhepler de bu geleneği sürdürmüş ve "daha da kötüsü, kadın, Havva, günah yuvası" olarak kabul etmiştir. En açık tutumu Aziz Paulus sergilemiştir: "Toplum içinde kadın sesi duyulmamalıdır."
Hem antik çağda hem de ortaçağda hak sahibi yurttaşlık mülkiyet sahipliğine dayanırdı. Ve mülkiyetin ezici çoğunluğu erkeklerin elindeydi. Zengin, mülk evli kadınlar bile "koca himayesi" hilesi ile "yurttaş" olarak yok sayılmışlardır. Örneğin Kanada'da 1916'da bir kadın, Alberta eyaletinde "sulh hakimi" olarak atanır. Mahkemeye çıktığında adli statüsünü kullanma hakkına, İngiliz teamül hukukuna göre bir kadın olarak, bir "gerçek kişi" olmadığı gerekçesi ile itiraz edilmişti. Ancak on üç yıl sonra Devlet Danışma Merkezi, Kanadalı kadınların hukuken "gerçek kişi" olabileceğini kabul etmiştir.
Ortaçağın sonlarında, İngiltere' de, 1. James zamanında, bekar mülk sahibi bazı kadınlar milletvekilliği için adaylığını koydular. O zaman, "mülk sahibi olmaya uygun niteliklere sahip, evlenmemiş ya da dul bir kadının hukuken oy hakkına sahip" olabileceğine hükmedilmişti; ancak ünlü jüri üyesi Sir Edward Coke tarafından bu hüküm 1644'te feshedilmişti.
Fransız Devrimi'nde kadınlar önemli roller oynadılar. Örnek olarak 1789'da kraliyet ailesine karşı Varsaillas'a yapılan "Kadın Yürüyüşü"; "Girondin" papazının aktif siyaset yapan karısı Madam Rolant; Marat'ı öldüren Charlotte Corday sayılabilir. Fransız kadınları biraz da rahattılar. 1790'da "Cercle Social" (sosyal haklar) organize ettiler. En ünlüsü, Olympe de Gouge adıyla tanınan oyun ve broşür yazarı da olan ve 1791'de "Kadın Hakları Bildirgesi" broşürünün yazarıydı. "Kadın özgür doğar ve erkeklerle eşit haklara sahiptir." Lakin Jakobenler, Ekim 1793'te De Gouge idam edildikten sonra tüm kadın kulüplerini kapattılar.
Basit ama önemli bir yurttaşlık göstergesi olan oy kullanma (ki 1. Enternasyonal tarafından reddedilmişti.) hakkı, ilk defa Yeni Zelandalı kadınlara 1893'te tanındı. Tam aksi bir örnek de yüz yıl sonra, 1999'da, Körfez'deki tek seçilmiş olan Kuveyt parlamentosu, 2003'te kadınlara siyasal hakların verilmesi önerisini reddetti. Ilımlı İslam'da bu "hayırlı" olayı hayal etmektedir.
Kadınlar, köleliğin kaldırılması için eylemler yaptılar. Bunlardan Lucretia Mott ve Elizabeth Cady Stantion ilk öncülerdi. Amerika'da kadınlara oy hakkı verilmesi olayı: "Susan B. Anthony Değişikliği" diye adlandırılmıştı. İngiltere'de Millicent Fawcett'ın öncü olduğu "Kadının Oy Hakkı Dernekleri Birliği (NUWSS) ile "Kadınların Sosyal ve Siyasal Birliği (WSPU) oy hakkını savundular. Rus Kadın Hareketi'nin: "Kadınsız demokrasi, demokrasi değildir" şiarı tüm sınırları aştı.
Kadınlar büyülü ve mucizevi geçmişlerinden vazgeçmediler: Meksika'da Adalita, Cezayir'de Sispapura, Filistin'de Leyla Halit ve Kürt aydınlanmasında; Leyla Qasım, Berivan, Zilan, Beritan, Jiyan, Rehşan, Sema Yüce, Viyan Soran ve daha yüzlercesi kadın özgürlüğünün ve dolayısıyla demokrasinin, özgürlüğün, eşitliğin öncüsü oldular. Kadın katliamlarına karşı büyülü sözlerle ve mucizevi direnişlerle karşılık verdiler. Mucizevi bir kadın bilinci ve kültürü yarattılar.
Papağan "Keerpherhin" yeşil kanatlarıyla ilkbahar yapraklarını boyamadan önce ve dağlar insan olmadan önce yeniden büyülerine ve mucizelerine kavuştular ve kulübeleri yaptılar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder