Veysi SARISÖZEN
Bir devlet savaş kararı aldığı zaman, muhalefet ağır bir “milli” baskı altına girer. Tarihte “savaş kararlarına” karşı çıkan parlamenterler “parmakla” gösterilir. Örneğin Birinci Dünya Savaşı eşiğinde, “savaş bütçesine” Almanya Reichstag’ında tek bir vekil “hayır” diyebildi: Karl Liebknecht...
Türkiye’de ise bu şeref BDP’ye ait. Onun açtığı “savaşa direniş” yolu, bu defa öylesine etkiliydi ki, CHP bile “savaş tezkeresine” “hayır” diyebildi.
Bu neyi gösteriyor?
Bu BDP’nin yalnız Kürt halkının değil, aynı zamanda Türk ve diğer etnik kökenli halkların ortak çıkarlarını temsil ettiğini gösteriyor. Şu anda bu savaş karşıtı siyaset, on yıllık bir dönemin sonunda, AKP’yi “azınlığa” düşürmüştür. Halkın yüzde ellisinden çoğu, Hükümetin “savaş” siyasetine karşı çıkıyor. Bu karşı çıkış, hükümetin her hangi bir konudaki tutumuna karşı çıkışa benzemez.
Ve şimdi BDP’nin öncülüğündeki savaş karşıtı hareket ilk defa Türkiye’de büyük kitlelerin çoğunluğu tarafından destekleniyor.
Demek ki, Türkiye’nin barış içinde, mutlu ve müreffeh bir hayata kavuşması için, BDP’ye ihtiyacı var.
Şimdi BDP kongresini yapıyor. Parti yöneticilerinin yarıdan çoğu tutuklanmış bir partinin kongresi bu. 8 bin üyesi hapiste olan bu parti yönetici organlarını seçecek. Öğrendiğimize göre, parti yönetimine aday olanlar tahminlerin de üstünde. Elbette bu “adaylar”, AKP yönetimine talip olan “adaylara” benzemiyorlar. Partiye “aday” için başvurmak, “ikbal kapısını” çalmak değil, “zindan kapısını” çalmaya aday olmak demek. Askeri değil, ama “medeni bir kahramanlık”tır bu... Öyle bir durum doğdu ki, bu partiden meclise gitmek de artık bir “kahramanlık”. Şu anda Sebahat Tuncel 8 yıl hapse mahkum edildi. Yargıtay karar verdiğinde vekil hapiste olacak. Eski vekillerden Sevahir Bayındır’ın durumu, vekilliği bittiğinde şimdiki vekillerin başına nelerin geleceğini göstermekte.
İnsan bu partinin kapısından “ikbal” için girse, tekrar sokağa çıktığında “uzlaşmasız bir militan”a dönüşüyor. BDP, sanki bir tür “ahlak fabrikası”... Herkes onun içinde birbiriyle kaynaşıyor ve halklaşıyor. Her fabrika gibi, bu “ahlak fabrikası”nda da üretim sonucu “cüruf” oluşuyor... Bunlar “milletvekili” olmak için girdikleri bu partiden, “cüruf” olarak atıldıklarında, Cihan Haber Ajansına gidiyor ve “KCK tutuklamaları çok yerinde oldu” diye konuşuyor. Cüruf, yani “atık” böyle konuşur işte.
Kürt halkının programı, Öcalan’ın temellerini attığı bir program. Kürt özgürlük hareketinin bu programı, “Türk milliyetçiliği”nin “ayrıştırıcı, bölücü” etkilerine karşı panzehir. O, “demokratik uluslaşma sürecinin” legal alandaki motor gücü. HDK bu yolda atılmış, küçük, ama önemli bir adım. Bütün etnik, dini, cinsel, kültürel kimliklerin sentezini yaratan bir “demokratik ulus” temelinde, “demokratik cumhuriyet” hedefine yöneliyor. O “demokratik cumhuriyetin” demokratlığı, “adem-i merkeziyetçi” yapısından, “demokratik özerk Kürdistan’ın”, hepsi özerk olan tüm Türk yerel yönetimleriyle birlikte yaşayacak olmasından ileri geliyor. Ve “ütopya” gerçeğin zaman ötesine geçişidir. Kürt halkı, “Ortak Ortadoğu Evi’nin eşit haklı üyesi olmak istiyor. Bu “kapitalist moderniteye” karşı “emeğin birliği” ile, kapitalist sömürgeci paylaşım savaşlarına karşı “halkların birliğini” temsil ediyor. Kürt halkının böyle bir hayali var.
Bu büyük hayal tek bir halkın hayali olduğu zaman “hayal” olmaya mahkumdur. Ondandır ki, bu “hayalin” Türk, Arap, Fars, Ermeni, Yahudi, Rum, Gürcü, Çerkez, Laz diğer sahiplerinin ortaya çıkması gerekiyor. Ortadoğu’nun tam merkezindeki “çok parçalı” Kürdistan’da başlayan devrimci süreç, adım adım, işte bu “hayali”, ya da “ütopyayı” gerçeklik dünyasına doğru taşıyor.
AKP’nin “bölgede hegemonyacı güç merkezi olma yoluyla AB ile entegrasyon” “derin stratejisinin” alternatifi, “Ortadoğunun barışçı, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü, Konfederal Ortak evi” yoluyla, AB ve dünyayla “demokratik bütünleşme” programıdır. Dünyanın da, AB’nin de demokratikleşmesi ve topsulaşmasının var olan en önemli alternatifi budur.
Bu “hayal” aslında gerçekçidir. “Demokratik, Konfederal Ortadoğu Ortak Evi” yalnız içinde “devrimcilerin” devrim yapacakları bir “ev” değildir. Böyle bir evde “herkese” bir “oda” var. Evi yıkmadan bu “odalar” arası mücadelede AKP’liler “bölgesel emperyalist” rüyalar görebilir; İslamcılar, “Ortak Evi” değil, ama kendi odalarını “haremlik, selamlık” diye ayırabilir; liberaller bu Ortak evi AB ile birleştirmek için hareketlenebilir. Böylece “şiddet”in bile “eğitildiği”, kanlı kavgaların sona erdiği, yeni bir “politik, sınıfsal kavga” zemini yaratılabilir... Burada her şey olabilir. Birkaç istisna ile: Ekolojik felakete izin verilmez; cinsiyetçilik yasaktır; ırkçı nefret sahibi “Ortak Evi” terk eder. Gerisi serbest: Gücün yeterse sosyalizmi, yetmezse reformları benimsersin, gözüne kestiriyorsan, Ortak Evi, kendi kapitalist pazarına çevirirsin... Elbette “çevirebilirsen”...
Böyle... Şimdi Öcalan’a özgürlük, onun bu insanlık programına özgürlük anlamına geliyor.
Özgür Gündem
Bir devlet savaş kararı aldığı zaman, muhalefet ağır bir “milli” baskı altına girer. Tarihte “savaş kararlarına” karşı çıkan parlamenterler “parmakla” gösterilir. Örneğin Birinci Dünya Savaşı eşiğinde, “savaş bütçesine” Almanya Reichstag’ında tek bir vekil “hayır” diyebildi: Karl Liebknecht...
Türkiye’de ise bu şeref BDP’ye ait. Onun açtığı “savaşa direniş” yolu, bu defa öylesine etkiliydi ki, CHP bile “savaş tezkeresine” “hayır” diyebildi.
Bu neyi gösteriyor?
Bu BDP’nin yalnız Kürt halkının değil, aynı zamanda Türk ve diğer etnik kökenli halkların ortak çıkarlarını temsil ettiğini gösteriyor. Şu anda bu savaş karşıtı siyaset, on yıllık bir dönemin sonunda, AKP’yi “azınlığa” düşürmüştür. Halkın yüzde ellisinden çoğu, Hükümetin “savaş” siyasetine karşı çıkıyor. Bu karşı çıkış, hükümetin her hangi bir konudaki tutumuna karşı çıkışa benzemez.
Ve şimdi BDP’nin öncülüğündeki savaş karşıtı hareket ilk defa Türkiye’de büyük kitlelerin çoğunluğu tarafından destekleniyor.
Demek ki, Türkiye’nin barış içinde, mutlu ve müreffeh bir hayata kavuşması için, BDP’ye ihtiyacı var.
Şimdi BDP kongresini yapıyor. Parti yöneticilerinin yarıdan çoğu tutuklanmış bir partinin kongresi bu. 8 bin üyesi hapiste olan bu parti yönetici organlarını seçecek. Öğrendiğimize göre, parti yönetimine aday olanlar tahminlerin de üstünde. Elbette bu “adaylar”, AKP yönetimine talip olan “adaylara” benzemiyorlar. Partiye “aday” için başvurmak, “ikbal kapısını” çalmak değil, “zindan kapısını” çalmaya aday olmak demek. Askeri değil, ama “medeni bir kahramanlık”tır bu... Öyle bir durum doğdu ki, bu partiden meclise gitmek de artık bir “kahramanlık”. Şu anda Sebahat Tuncel 8 yıl hapse mahkum edildi. Yargıtay karar verdiğinde vekil hapiste olacak. Eski vekillerden Sevahir Bayındır’ın durumu, vekilliği bittiğinde şimdiki vekillerin başına nelerin geleceğini göstermekte.
İnsan bu partinin kapısından “ikbal” için girse, tekrar sokağa çıktığında “uzlaşmasız bir militan”a dönüşüyor. BDP, sanki bir tür “ahlak fabrikası”... Herkes onun içinde birbiriyle kaynaşıyor ve halklaşıyor. Her fabrika gibi, bu “ahlak fabrikası”nda da üretim sonucu “cüruf” oluşuyor... Bunlar “milletvekili” olmak için girdikleri bu partiden, “cüruf” olarak atıldıklarında, Cihan Haber Ajansına gidiyor ve “KCK tutuklamaları çok yerinde oldu” diye konuşuyor. Cüruf, yani “atık” böyle konuşur işte.
Kürt halkının programı, Öcalan’ın temellerini attığı bir program. Kürt özgürlük hareketinin bu programı, “Türk milliyetçiliği”nin “ayrıştırıcı, bölücü” etkilerine karşı panzehir. O, “demokratik uluslaşma sürecinin” legal alandaki motor gücü. HDK bu yolda atılmış, küçük, ama önemli bir adım. Bütün etnik, dini, cinsel, kültürel kimliklerin sentezini yaratan bir “demokratik ulus” temelinde, “demokratik cumhuriyet” hedefine yöneliyor. O “demokratik cumhuriyetin” demokratlığı, “adem-i merkeziyetçi” yapısından, “demokratik özerk Kürdistan’ın”, hepsi özerk olan tüm Türk yerel yönetimleriyle birlikte yaşayacak olmasından ileri geliyor. Ve “ütopya” gerçeğin zaman ötesine geçişidir. Kürt halkı, “Ortak Ortadoğu Evi’nin eşit haklı üyesi olmak istiyor. Bu “kapitalist moderniteye” karşı “emeğin birliği” ile, kapitalist sömürgeci paylaşım savaşlarına karşı “halkların birliğini” temsil ediyor. Kürt halkının böyle bir hayali var.
Bu büyük hayal tek bir halkın hayali olduğu zaman “hayal” olmaya mahkumdur. Ondandır ki, bu “hayalin” Türk, Arap, Fars, Ermeni, Yahudi, Rum, Gürcü, Çerkez, Laz diğer sahiplerinin ortaya çıkması gerekiyor. Ortadoğu’nun tam merkezindeki “çok parçalı” Kürdistan’da başlayan devrimci süreç, adım adım, işte bu “hayali”, ya da “ütopyayı” gerçeklik dünyasına doğru taşıyor.
AKP’nin “bölgede hegemonyacı güç merkezi olma yoluyla AB ile entegrasyon” “derin stratejisinin” alternatifi, “Ortadoğunun barışçı, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü, Konfederal Ortak evi” yoluyla, AB ve dünyayla “demokratik bütünleşme” programıdır. Dünyanın da, AB’nin de demokratikleşmesi ve topsulaşmasının var olan en önemli alternatifi budur.
Bu “hayal” aslında gerçekçidir. “Demokratik, Konfederal Ortadoğu Ortak Evi” yalnız içinde “devrimcilerin” devrim yapacakları bir “ev” değildir. Böyle bir evde “herkese” bir “oda” var. Evi yıkmadan bu “odalar” arası mücadelede AKP’liler “bölgesel emperyalist” rüyalar görebilir; İslamcılar, “Ortak Evi” değil, ama kendi odalarını “haremlik, selamlık” diye ayırabilir; liberaller bu Ortak evi AB ile birleştirmek için hareketlenebilir. Böylece “şiddet”in bile “eğitildiği”, kanlı kavgaların sona erdiği, yeni bir “politik, sınıfsal kavga” zemini yaratılabilir... Burada her şey olabilir. Birkaç istisna ile: Ekolojik felakete izin verilmez; cinsiyetçilik yasaktır; ırkçı nefret sahibi “Ortak Evi” terk eder. Gerisi serbest: Gücün yeterse sosyalizmi, yetmezse reformları benimsersin, gözüne kestiriyorsan, Ortak Evi, kendi kapitalist pazarına çevirirsin... Elbette “çevirebilirsen”...
Böyle... Şimdi Öcalan’a özgürlük, onun bu insanlık programına özgürlük anlamına geliyor.
Özgür Gündem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder