26 Ekim 2012 Cuma

Açlık Grevi ve Ölüm Kokusu

Delil KARAKOÇAN

Ne zaman açlık grevinden, ölüm orucundan söz edilse, o açlık grevleri, ölüm oruçları döneminde bütün bir Bayrampaşa Cezaevi’ni kapsamış, cezaevinin bütün duvarlarına sinmiş olan ölüm kokusu aklıma gelir. Ya da aynı koku tekrardan burnuma geliyormuş gibi hissederim. O nedenle, yazıma o hiç hatırlamak istemediğim o kokuyu yine burnumdan hissederek başladım. İnsan çok garip bir yaratık ya da ben öyleyim.

Beyrut dünyanın en güzel şehirlerindendi. İç savaştan önce de görmüştüm iç savaş sırasında da oradaydım. İlk gördüğümde, cadde ve sokaklarını sabunlu su ile yıkıyorlardı. İnsan sokaklarına basmaya kıyamıyordu. Bütün şehir bir losyon dükkanı gibi kokuyordu. İç savaş sırasında o losyon kokusu ölüm kokusuna dönüştü. Artık Beyrut’un sokakları ölüm kokuyordu. O koku bütün şehre siniyor. O nedenle, artık Beyrut’un ismi ne zaman anılsa aklıma o ölüm kokusu geliyor.


Cezaevleri ve açlık grevi de aklıma hep o kokuyu getiriyor. Aslında Türkiye’nin her tarafını ölüm kokan bir ülke haline getirdiler. Dağlarını, ovalarını, şehirlerini cezaevlerini ölüm kokan yerlere çevirdiler. Erdoğan’dan önceki egemenler, “Vatan, Millet, Sakarya” adına, Erdoğan ise bunun üstüne “ya Allah, bismillahı” ekleyerek, dağlarda, Roboski’de, ‘intihar’ adına kışlalarda, ‘ayağım kaydı’ gerekçesi ile sokaklarda, ‘sehven’ nedeni ile karakollarda, ‘kaza’ adına mühimmat depolarında; yani yaşamın her alanında ölümlerin kokusunu yayıyor.


Erdoğan devleti değiştirdi. Askerin vesayetini kaldırıp onun yerine kendi vesayetini koydu. Ama onların yaptığının aynısını yapıyor. “Türküm, Müslüman-Sünni’yim” diyenlerin dışında kalanlara “yaratılanı severiz yaratandan ötürü” diyerek basıyor zulmü, zorbalığı, hakareti, asimilasyonu, tehdidi, ölümü, zindanı ve aşağılamayı. Kürtleri milliyetlerinden, Alevileri inançlarından, gazetecileri, aydınları AKP hükümetine karşı muhalefetinden dolayı atış hedefine koymuş kan kusturuyor. Hapse koyduğu herkesi ‘terörist’ ilan ediyor. Emeğinin karşılığını, çalışma koşullarının iyileştirilmesini isteyen işçilere emekçilere cop, demir çubuk, biber gazı vb. ile saldırıyor. Üniversitelere özgürlük isteyen gençlerin bacağını kırıyor, biber gazı ile gözünü kör ediyor, cezaevlerinde çürütüyor.


Özgürlük Hareketi’nin Kürt halkı adına, sadece Kürdistan’a değil, bütün Türkiye için istemiş olduğu özerk yönetim talebine karşı başlatmış olduğu amansız savaşı devam ettiriyor. Anadilde eğitim isteyen Kürt halkını, “o kadar da değil” diyerek düşman ilan etti. Kendi liderleri Abdullah Öcalan’a insanca koşullar istedikleri için onu tüm haklarından mahrum ederek, tecrit etti. KCK gibi gerekçelerle, cezaevlerine doldurmuş olduğu Kürt siyasetçiler, kendi ana dillerinde savunma yapmaya kalkınca mahkeme salonlarında avukatları ile birlikte linç edildiler. Dağda bulduğunu dağda, ovada bulduğunu ovada, şehirde bulduğunu şehirde öldürüyor, hapsediyor ya da sürgün ediyor.


Erdoğan’a göre en iyi Kürt, Erdoğan’a boyun eğip biat etmiş, onursuzlaşmış Kürt’le, ölü Kürt’tür. Erdoğan’ın bu politikası Kürtleri ikiye böldü: Erdoğan’a biat edenler ve kimliği, onuru için mücadele edenler. İkinci kategorideki Kürtlerin bir kısmı dağda, bir kısmı cezaevinde, geriye kalanlar ise sokakta, fabrikada, tarlada, okulda, parlamentoda; yani hayatın her alanında dişe diş bir mücadele sürdürüyorlar. Bu mücadele,  onur sahibi olan, insani değerleri bulunan, dini imanı olan her kesin destekleyeceği haklı bir mücadeledir.


İslam adına, anadan doğma hakları olan hak ve hukukları için mücadele eden Kürtleri “Zerdüşt” ve “Ezdi” olarak lanse edenler İslam’a değil, Ebu Cehil’e hizmet ederler. Çünkü bu iddiaları ile İslam adına yalan söylerler, kara çalarlar, kelimenin tam anlamı ile Ebu Cehil’in yöntemini uygulamış olurlar. Hem gerçek Müslümanlar, hem de sosyalist, solcu ve devrimci olanlar için gün, analarının ak sütü kadar kendilerine helal olan, Kürtlerin hak ve hukukları için cezaevlerinde açlık grevini başlatmış olanları destekleme, onlarla her türden dayanışma içine girme günüdür. Gerçek devrimciliğin de, gerçek İslam’ın da bir turnusoludur. Dahası varlık nedeni, zalime karşı mazlumun yanında olmak olan Alevilerin de.


Buraya kadar çok şey yazdım. Hepsinin toplamının özü iki sözcüktür: İnsani değerler. Bu değerlere sahip olan herkesi, cezaevlerindeki açlık grevcilerini desteklemeye, onların mücadelesine omuz vermeye çağırıyorum. Hepimiz omuz verelim ki, cezaevleri yine ölüm kokmasın, cezaevlerinin duvarlarına ölüm kokusu sinmesin. Zalimin zulmü bütün vicdanları ve insani değerleri esir almasın, insanlığın onuru işkence, zulüm ve zorbalığı yensin. Böyle bir gidişe seyirci kalmak ne gerçek bir devrimciye, ne gerçek bir Müslümana, ne de gerçek bir Alevi’ye yakışır. Gün cezaevi grevcileri ile dayanışma günüdür. Bu bir onur ve insanlık mücadelesidir, insanlığın onuru ve değerleri galip gelip, zulme galebe çalmazsa, bu ikinci bir Kerbela olur.


Özgür Gündem

Hiç yorum yok: