Devlet bize yalan söyledi. Babamız bizi sevmedi. Biri bir tabut yaptı, içine 60-70 kiloluk yalan koydu. Dört kişi tabutu mahalleye getirdi. Halk rahmet duasıyla tabutun peşine düştü. Tabut el değiştirdi, cüzdanlar cep... Organize işler "hangi mezarlık" sorusuna kadar hüküm sürdü.
Cüzdanları çalınan hep bizler olduk. Devlet bize yalan söyledi...
Trabzon'da TAYAD'lıların Nisan 2006'daki linçle biten protestosunda, yerel bir televizyon kanalı "PKK'lılar bayrak yaktı", "PKK'lılar cami yaktı" son dakika flaşlarıyla hassas vatanseverleri grubun üstüne saldı. Hassas vatanseverler görevlerini layıkıyla yerine getirdi. Trabzon pek vatansever bir il olarak hafızalara kazındı. Bu arada bir rahip öldürüldü, linçle kendine döl bulan nefret Nemrudi topu gibi bir katilin habercisi oldu. Katil İstanbul'a doğru yola çıktığında 9 ay geçmişti. Katil doğdu, Hrant Dink öldürüldü.
Trabzon'da PKK'nin bayrak ve cami yaktığı belgelenmedi, yalandı...
Bu olaydan 1 ay sonra Erzincan'da yine bir grup cezaevlerindeki tecridi protesto etmek istedi. Polis kitleyi dağıttı. Sonraki gün polisi protesto etmek isteyen daha kalabalık bir grup vardı. Bu sefer internet devreye girdi. Ekrandan ekrana "Aleviler cami yaktı" dedikodusu yayıldı, birkaç saat içinde 4 bin pek Müslüman linç için hazır bulundu. Kitle zar zor ikna edilerek kibarca evlerine gönderildi.
Erzincan'da Aleviler cami yakmamıştı...
Daha geriye, Çorum'a gidelim.
Katliamdan hemen önce emniyet ve milli eğitim müdürleri ile vali değiştirildi. Yerlerine MHP'liler atandı. Apar topar 40 polisin tayini çıkarıldı. İslami Gençlik imzalı bildirilerle namus çağrıları yapıldı. Ülkücü vatanseverler silahlandırıldı. Önce, "Aleviler, solcular camiye saldırdı" denildi... Sonra MHP'li bir zatın arabasından sivil halkın üzerine kurşun yağdırıldı. Devreye silahlı ülkücüler girdi. Solcu ve Alevilerin yaşadığı mahallelere saldırı başladı. Sonuç, 57 ölü, 200'ü aşkın yaralı... 300'den fazla ev ve işyeri yakılıp yıkıldı. İki ay sonra 12 Eylül geldi...
Çorum'da solcu ve Alevilerin camiye saldırdığı yalandı...
Örnekleri çoğaltabiliriz. 6-7 Eylül'den hemen önce Selanik'te "Atatürk'ün evi bombalandı" yalanı, Mersin yürüyüşü ile HADEP Kongresi'nde bayrak indirme provokasyonu, İnegöl ile Dörtyol saldırıları, Maraş katliamı, Sivas yangını ve daha nice yalan, provokasyon ve organize saldırılar...
Bu yalan ve provokasyonlarının altında hep devlet ve organize ettiği ülkücüler ile milliyetçi İslamcılar çıktı.
Ve bugün: Balyoz
Geçtiğimiz yıl Balyoz Darbe Planı çuvallarla dolu belgelerle, devletin provokasyon ve yalanlarıyla dolmuş arşivlerimizin boş raflarının birinde hemen yerini aldı. Planda en can alıcı iddia camilerin bombalanacak olmasıydı.
Balyoz Darbe Planı ortaya çıktıktan sonra dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 25 Ocak 2010 günü iddiaları sesinin en Davudi haliyle bağırarak yalanlamıştı.
Orgeneral Başbuğ, Kazım Karabekir'in "Vatandaş gerçeği ara, öğren! Yanlış bilgi felakettir. Önce her işin hakikatı aranmalı. O zaman kendi yolunu bulabilirsin" sözlerini anımsatmış, "Camilere bombalı saldırı düzenlenecekti" iddiasını "Allah Allah diye taarruz eden bir ordu camiye bomba koyar mı? İddialar vicdansızlık, lanetliyorum. Vicdansızlara sesleniyorum; Türk ordusunun da bir sabrı var. Nasıl böyle itham yapılabilir?" demişti.
Bekledik, dur bakalım neler olacak dedik. Elimizdeki belgelere rağmen kesin bir dil kullanmadık. Karar vermedik hemen, çünkü karar vermek, Lao-Tzu'nun dediği gibi hakikaten aklın durması demekti. Oysa Başbuğ o gün karar vermişti, Balyoz'a peşinen yalan demişti.
Tam bir yıl sonra ilgili savcılıkça incelemeye alınan belgelerde şu bilgiler yer aldı:
Belgenin bulunduğu yer: Gölcük Donanma Komutanlığı
Belgenin bulunduğu tarih: 6 Aralık 2010
Belgenin adı: Görevlendirme Çizelgesi
Çizelgede, 4'ü binbaşı, 7'si yüzbaşı rütbeli 11 jandarma subayı var. Hepsinin sicil numaraları yazılmış. Kimin hangi görevde, kimin emrinde çalışacağı belirtilmiş. 11 subayın, 4 ayrı görev için 4 ayrı ekip halinde faaliyeti öngörülmüş.
Görev yapacakları yerler: İsmailağa Camisi, Beyazıt Camisi, Fatih Camisi, Eyüp Camisi
Gölcük'te çıkan belgelere göre camilerin bombalanacağı doğru... (FA/EÖ)
Cüzdanları çalınan hep bizler olduk. Devlet bize yalan söyledi...
Trabzon'da TAYAD'lıların Nisan 2006'daki linçle biten protestosunda, yerel bir televizyon kanalı "PKK'lılar bayrak yaktı", "PKK'lılar cami yaktı" son dakika flaşlarıyla hassas vatanseverleri grubun üstüne saldı. Hassas vatanseverler görevlerini layıkıyla yerine getirdi. Trabzon pek vatansever bir il olarak hafızalara kazındı. Bu arada bir rahip öldürüldü, linçle kendine döl bulan nefret Nemrudi topu gibi bir katilin habercisi oldu. Katil İstanbul'a doğru yola çıktığında 9 ay geçmişti. Katil doğdu, Hrant Dink öldürüldü.
Trabzon'da PKK'nin bayrak ve cami yaktığı belgelenmedi, yalandı...
Bu olaydan 1 ay sonra Erzincan'da yine bir grup cezaevlerindeki tecridi protesto etmek istedi. Polis kitleyi dağıttı. Sonraki gün polisi protesto etmek isteyen daha kalabalık bir grup vardı. Bu sefer internet devreye girdi. Ekrandan ekrana "Aleviler cami yaktı" dedikodusu yayıldı, birkaç saat içinde 4 bin pek Müslüman linç için hazır bulundu. Kitle zar zor ikna edilerek kibarca evlerine gönderildi.
Erzincan'da Aleviler cami yakmamıştı...
Daha geriye, Çorum'a gidelim.
Katliamdan hemen önce emniyet ve milli eğitim müdürleri ile vali değiştirildi. Yerlerine MHP'liler atandı. Apar topar 40 polisin tayini çıkarıldı. İslami Gençlik imzalı bildirilerle namus çağrıları yapıldı. Ülkücü vatanseverler silahlandırıldı. Önce, "Aleviler, solcular camiye saldırdı" denildi... Sonra MHP'li bir zatın arabasından sivil halkın üzerine kurşun yağdırıldı. Devreye silahlı ülkücüler girdi. Solcu ve Alevilerin yaşadığı mahallelere saldırı başladı. Sonuç, 57 ölü, 200'ü aşkın yaralı... 300'den fazla ev ve işyeri yakılıp yıkıldı. İki ay sonra 12 Eylül geldi...
Çorum'da solcu ve Alevilerin camiye saldırdığı yalandı...
Örnekleri çoğaltabiliriz. 6-7 Eylül'den hemen önce Selanik'te "Atatürk'ün evi bombalandı" yalanı, Mersin yürüyüşü ile HADEP Kongresi'nde bayrak indirme provokasyonu, İnegöl ile Dörtyol saldırıları, Maraş katliamı, Sivas yangını ve daha nice yalan, provokasyon ve organize saldırılar...
Bu yalan ve provokasyonlarının altında hep devlet ve organize ettiği ülkücüler ile milliyetçi İslamcılar çıktı.
Ve bugün: Balyoz
Geçtiğimiz yıl Balyoz Darbe Planı çuvallarla dolu belgelerle, devletin provokasyon ve yalanlarıyla dolmuş arşivlerimizin boş raflarının birinde hemen yerini aldı. Planda en can alıcı iddia camilerin bombalanacak olmasıydı.
Balyoz Darbe Planı ortaya çıktıktan sonra dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 25 Ocak 2010 günü iddiaları sesinin en Davudi haliyle bağırarak yalanlamıştı.
Orgeneral Başbuğ, Kazım Karabekir'in "Vatandaş gerçeği ara, öğren! Yanlış bilgi felakettir. Önce her işin hakikatı aranmalı. O zaman kendi yolunu bulabilirsin" sözlerini anımsatmış, "Camilere bombalı saldırı düzenlenecekti" iddiasını "Allah Allah diye taarruz eden bir ordu camiye bomba koyar mı? İddialar vicdansızlık, lanetliyorum. Vicdansızlara sesleniyorum; Türk ordusunun da bir sabrı var. Nasıl böyle itham yapılabilir?" demişti.
Bekledik, dur bakalım neler olacak dedik. Elimizdeki belgelere rağmen kesin bir dil kullanmadık. Karar vermedik hemen, çünkü karar vermek, Lao-Tzu'nun dediği gibi hakikaten aklın durması demekti. Oysa Başbuğ o gün karar vermişti, Balyoz'a peşinen yalan demişti.
Tam bir yıl sonra ilgili savcılıkça incelemeye alınan belgelerde şu bilgiler yer aldı:
Belgenin bulunduğu yer: Gölcük Donanma Komutanlığı
Belgenin bulunduğu tarih: 6 Aralık 2010
Belgenin adı: Görevlendirme Çizelgesi
Çizelgede, 4'ü binbaşı, 7'si yüzbaşı rütbeli 11 jandarma subayı var. Hepsinin sicil numaraları yazılmış. Kimin hangi görevde, kimin emrinde çalışacağı belirtilmiş. 11 subayın, 4 ayrı görev için 4 ayrı ekip halinde faaliyeti öngörülmüş.
Görev yapacakları yerler: İsmailağa Camisi, Beyazıt Camisi, Fatih Camisi, Eyüp Camisi
Gölcük'te çıkan belgelere göre camilerin bombalanacağı doğru... (FA/EÖ)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder