25 Ağustos 2011 Perşembe

Televizyon: Dünya'ya Açılan Pencere mi?


Hocam Mahmut Tali Öngören anısına bu makalayi oluşturururken kitpalığımda “Televizyona Açılan Pencere” yapıtını buldum.. Yapıtı bana 2 Ağustos 1972 tarihinde hocamız imzalamış, fakat ben hatırlamıyorum nerede ve nasıl kitabı imzalatmıştım. Hocamızı vefatından çok kısa bir zaman önce en son gördüğümde Ankara televizyonunda canlı yayın yaptığımız sırada başımıza gelen bir olayı hatırlatmış ve gülmüştük. Televizyon hocamızın dünyasında Atatürk devrimlerinin gerçekleşmesi için gerekli çok ciddi bir araçtı. Ne yazık ki, M. T. Öngören ve bir çok kişinin çabasına rağmen, televizyon bu tür beklentilerin aksine uluslararası ve işbirlikçi sermayenin mal ve ideoloji pazarlama makinesi durumuna dönüştürüldü. Televizyona açılan pencere, belli güç yapısının egemenliğini televizyonla dünyaya açılan pencereden geçerek sağlama işlevini yapmaya başladı. 


İrfan Erdoğan 

 
Giriş

Televizyon belli bir toplumsal yapının, ekonomik, siyasal, teknolojik ve kültürel ürünüdür. Televizyonun ortaya çıkması ve gelişmesi ait olduğu yapının gereksinimlerine olduğu kadar çıkışıyla birlikte oluşturulan veya örneğin kullanımlar ve doyumlar yaklaşımının araştırmalarla desteklediği kişisel gereksinimlerin giderilmesine bir yanıttır. Türkiye gibi ülkelere televizyonun gelişi, daha doğrusu sokulması, bu ülkelerin kendisi olma çabasının (günümüzde moda olan deyimle, kimliğini arama, bulma, biçimlendirme ve geliştirme çabasının) bir sonucu değil, aksine egemen dış güçlerin ve içteki işbirlikçilerinin, özellikle ekonomik ve siyasal alanda yönetimsel gereksinimlerin bir sonucudur. Dolayısıyla, ister ABD’de isterse Türkiye’de olsun, televizyonun çıkışı, öncelikle denetim amaçlı yönetimsel gereksinim temelini taşır. Bu denetim gereksinimi askeri amaçlı istihbaratla başlayıp sivil alana yayılmış olabilir. Nitekim internet dahil haberleşme ile ilgili hemen her gelişme daima savaş iletişimi alanından çıkıp gelmiştir. 

Türkiye gibi ülkelere iletitim teknolojileri sokulduğunda bunlara öncelikle devletin organları sahip olmuşlar, sivil alandaki kullanım devletin denetimi altında gelişmiştir. Televizyon teknolojisi yayın için oldukça karmaşık bir teknolojik ürünler ağı gerektirdiği için, yaygın kullanımı ancak, bağlantı ve yükseltme, uydu, uzaydan görüntüleme, uzaktan hissetme (remote sensing) ve coğrafik enformasyon sistemi (gis), VCR teknolojilerin gelişmesiyle birlikte olmuştur. Televizyon, etkinlikleri ve ortaya koyduğu ürünlerle, hem soğuk hem de sıcak savaşta belli amaçlar çerçevesinde enformasyon toplayıp yaymaya (ve saklayıp yaymamaya), Körfez Savaşı’nda yapıldığı gibi sivil iletişimde belli önemli öğelerden arındırılmış görüntülerle haberlerde gündemi ve içeriğini etkilemeye, eğlence ve dinlenme adı altında bilinç yönetiminden geçerek iş dışı boş zamanın kolonileştirilmesine kadar çeşitlenen görevler yapar. Bu görevler dördüncü güç, demokrasi, enformasyonun serbest akımı, iletişim özgürlugü gibi kavramlarla idealleştirilerek sunulur. Böylece televizyon “dünyaya açılan pencere” yapılır. Bu pencereye, globalleşme, demokratikleşme, özelleştirme, deregulasyon, karşılıklı bağımlılık, global köy, global kent iddialarından geçerek global bir pencere görünümü verilir. Bu görünüm oldukça aldatıcıdır, çünkü televizyonun penceresi evimizin penceresinden çok daha sistemli bir şekilde örgütlenmiş bir yapının izleyicilere hazırlayıp sunduğu gerçekler dünyasıdır. Televizyonun dünyaya açılan pencere olduğu sürekli tekrarlanır. Televizyonun aslında dünya açılan bir pencere olup olmadığı, kimin penceresi, kimin dünyasına, kimin dünyasını, ne için ve nasıl açtığını anlamak için bu dünyaya açılan pencereden içeri bakmak gerekir. M. T. Öngören (1971) Televizyona Açılan Pencere yapıtında bu bağlamda sınırlı da olsa bir giriş yapmıştır.

Evimizin penceresinden dışarı baktığımızda, gözle gördüğümüz yakın bizim kendi yaşamımızı, durumumuzu ve koşullarımızı anlatan, kendi gerçeğimizin, içinde yaşadığımız ve bizim kimliğimizle ilgili bizim yakın dünyamızı görürüz. Eğer evimizdeki pencere bizden ayrı ve farklı yaşayan bir dünya ve dünyaları da gösterecek kadar yüksekteyse, o zaman gözle görünür uzaktakilerin dünyasına uzaktan bir bakışı ve bu bakışla birlikte bu uzaktakilerle ilgili bilgi, tutum ve duygularımızın harekete geçişini sağlar. Evin penceresinden dışarı bakış, aslında kişinin kendi hücresinden (kişisel alan denilen yerden) kendi hapishanesine (kamusal alana) bakışıdır. O evin penceresinin içi ve dışı benzer yaşam koşulları ve çevresini anlatır. O evin penceresi insanın yer ve zaman içindeki örgütlenmişlikteki hapsedilmişliğini anlatır. 

Televizyonun penceresi bu örgütlü yer ve zaman içindeki hapsedilmişliği aracılanmamış duyuların sınırlamasından kurtarmış, dünyaya pencere açarak, dünyayı McLuhancı ve postmodern globalcilik anlamına, birbiriyle karşılıklı bağımlılıkta olan global köy veya global kent mi yapar? Evinin penceresinden dışarı bakan insan televizyonu açıp televizyonun penceresinden baktığında gördükleriyle, global dünyanın bilgilenmiş ve bilinçlenmiş ve enformasyonla zenginleşmiş özgür, demokratik, karşılıklı bağımlılığı deneyimleyen post modern global bir insan mı olur? Bu insan bu pencereden baktığında, o evindeki ve mahallesindeki ve de iş yerindeki koşullardan kopup, özgür bir ruh veya bilinç olarak uçup, elinde cep telefonu ve yudumladığı colasıyla Anadolu bozkırları ve çöllerinde dolaşanın “ben özgürüm” türküsünü dinleyerek, bu özgürlüğe kimin ve neyin özgürlüğü olduğunu bilmeden sanal olarak katılarak, Huysuz Virgin ile gülüp, ağırlığınca altınla iştahlanarak, ismi bile Türkçe olmayan merkezileşmiş örgütlü öykü sisteminin kanallarından “haber” denilen dedikoduları alarak, Meclis start aldı diliyle yeni post modern koşullara mı sahip olur? Maaşı mı artar? İş koşulları mı değişir? Yitirilen insanlığı mı bulur? Bu sırada, sanal dünyanın, sanal özgürlüğün ve internetin kullanılımıyla sağlandığı söylenen sanal katılımcı demokrasinin egemenliğinden geçerek, örneğin, polis devletinin yerini polisin bale gösterisi yaptığı ve protesto eden öğrencilere gül demetleri dağıttığı bir devlet mi alır? Evinin penceresinin yerini televizyonun penceresi aldığında insan evden, mahalleden ve çevreden nereye ve nasıl gider? Fiziksel ve örgütlü koşullar içinde yaşayanın bu gidişi ne tür bir gidiştir? Bu gidiş o insana neler getirir ve neler götürür? Bu gidişle televizyonun penceresinin sahipleri ve onların sahipleri ve ortakları ve de destekledikleri ne kazanır ve bunun sonuçları nedir? 

Dünyaya açılan pencereden -evimizdeki ekrandan baktığımızda- gördüklerimiz neyin görülmesi gerektiği önceden belirlenmiş denetim amaçlı bir pencerenin görüntüleri mi? Dünyaya açılan televizyon penceresinde gördüklerimiz bizim kendi seçeneklerimizi ve kendimize uygun bir şekilde mi anlatıyor? Bu pencere Anadolu insanı için Truva atının penceresi mi? Bir dostluğu, anlayışı, paylaşmayı, karşılıklı bağımlılık ve desteği mi ifade ediyor? Yoksa ekonomik, siyasal ve kültürel egemenliklerin satışını yapmak için biçimlendirilmiş ve kullanılan bir pencere mi?

Yukarıda sunulan kuramsal tartışma ve sorular bağlamında, “dünyaya açılan” televizyonun penceresi, Mahmut Tali Öngören hocamızın da çoğu kez kendi yaklaşımıyla ele aldığı bu pencereyi biçimlendiren şu öğeler üzerinde durularak incelenecektir: 

1. Pencereye gereksinim ve televizyonun teknolojik biçimleniti: iletitim teknolojisi, araç üretimi, biçimi ve teknoloji ve araç transferi ilitkileri,

2. Pencerenin televizyon sistemi olarak toplumsal örgütlenmesi: örgütsel ve finans yapıları ve yapı değişimleri,

3. Pencerede örgütsel ilitkiler, 

4. Penceredekilerin biçimleniti: profesyonellik, pratikler ve ideolojiler, 

5. Pencerenin sunduğu ürün üretimi, biçimleri ve pazar ilişkileri.

Uluslararası televizyon düzenindeki ilişkiler, teknolojinin örgütlenmesi, teknolojik ürün ve örgüt yapıları, örgüt ve profesyonel pratik ve ideolojilerin transferini içeren temel faaliyetler alanında olur. Ülkeler arası ilişkilerde, özellikle tüketici durumdaki ülkenin gelişme karakterine ve durumuna göre, bunlardan bir veya ikisinin büyük ağırlık kazandığını görürüz. Örneğin Avrupa'da gelişmiş kapitalistler arasındaki ilişkilerde ağırlık program (software) biçimlerinin akışındadır, çünkü bu ülkeler iletişim araçlarını (hardware) kendileri üretirler ve bu bakımdan dünya pazarında rekabet halindedirler. İletişim sisteminin biçimlenme safhasında olan yerlerde ise, teknoloji, örgütlenme ve profesyonel ideolojinin dışarıdan transferi ön plandadır. Endüstrileşmiş kapitalist ülkelerde alt yapı oluşmuştur, ilişkiler ve hatta tartışmalar üretilenin tüketimi ve içeriği üzerinde olur. Diğer ülkelerde ise, tartışmalar, eğer varsa, öncelikle sistem tartışmasıdır. Hatta programlar ve içerik üzerindeki tartışmalar bile meşruluk ve ideoloji çatışmasıdır. 

Televizyona Gereksinim: Kimin gereksinimi?

İnsan belirli koşullar içine doğar ve kendini bu koşullara uydurarak yaşamını sürdürmeye çalışır. Toplumsal yaşamdaki örgütlü koşullar, insanların geliştirdiği üretim biçimi ve ilişkileriyle yaratılmış koşullardır. Bu koşullara insan bir çok mekanizmalar aracılığıyla uymayı öğrenir. Bunlar arasında toplumsallaşma, çocuk yetiştirme, eğitim, öğretim, gibi süreçler vardır. Insan aynı zamanda içinde bulduğu koşulları daha iyiye dönüştürmeye çalışır. Bunun için de kendi koşullarını değiştirmek istemesi gerekir. İletişim araçlarının genel olarak bu değiştirme çabası ile, olumlu anlamda, bir ilişkisi yoktur. İnsanın yaşamını sürdürebilmek için iletişime gereksinim duyduğu ve onu çeşitli yöntemler kullanarak geliştirdiği bilinir. Ama çağdaş iletişim araçları bu masum gereksinimin ötesinde güç elde etmek, bu gücü korumak ve onu başka güç arayışlarının temeline koymak biçiminde kendini gösterdiği için televizyon da insanın kendi koşullarını değiştirme gereksinimden çıkmamıştır. Televizyon günümüzde kilisenin, tanrının, destanların ve destan anlatıcılarının, büyücülerin, palyaçonun, binbir ürün satan gezgin tüccarın ve ekmek ve sirk politikalarındaki sirkin yerini almıştır (veya onların amaçlarına yardım eden araç durumundadır). Televizyon insanları eğlendirmek ya da onlarda hoş vakit geçirildiği duygusunu yaratmak, başka bir deyişle oyalamak için vardır. Gücü de büyük ölçüde insanlarda gerçekten böyle bir duygu yaratabilmesinden gelmektedir. Televizyon önünde vakit öldüren insan kendisine dayatılan yaşam koşullarını sorgulamak yerine sunulan seçenekler arasından biri ile gerçekten iyi zaman geçirdiğine inanabilmektedir. Toplumlar insanı ücretli/ücretsiz/düşük ücretli köle haline getiren bir düzeni yaratıyorlarsa onun “bekçi köpeğini” ya da köpeklerini de yaratmak zorundadırlar. Televizyon bu nedenle ABD’de en başından beri özel teşebbüş çıkarlarına ve pazar denetimi gereksinimlerine göre olmuştur. Türkiye gibi ülkelerde ise ABD’nin ekonomik sömürü ve siyasal denetim gereksinimleri ve içteki egemen güçlerin bilinçli veya bilinçsiz olarak emperyalizme sarılışıyla beyin yönetimi gereksinimine bağlı olarak kurulmuş ve geliştirilmiştir. Televizyon toplumdaki geniş kitlelerin kendi ekonomik, kültürel ve siyasal gereksinimlerini karşılamak için icat ettiği bir araç değildir; aksine geniş kitleler üzerindeki egemenliğin sürdürülmesinin aracıdır. 

Pencere: Kimin Teknolojisi?

Televizyon elektriğin ve elektroniğin üretildiği bir teknolojik yapı gerektirir. Televizyon penceresinin teknolojik yapısı, kapitalist batının mülkiyet mührünü taşır. Yeni teknolojilerin gelişimi, biçimlenmesi gelişmiş kapitalist ülkelerde, genellikle ABD pazarında, oluşmaktadır. ABD'nin en büyük rakibi Japonya'dır, ardından da Avrupa ülkeleri gelir. Bu pazarlarda oluşup geliştikten ve biçimlendikten sonra, dünya pazarına yayılma başlar ve dünya bunu kopya etmeye itilir. Bu yayılma gerçekte, teknolojinin yayılması olarak anlatılan ama aslında ürünün yayılmasıdır. 

İletişim teknolojisi iletişim üretmek için üretilen radyo, televizyon, telefon, kamera gibi teknolojik araçlardır. Televizyon veya radyo teknolojinin bir ürünüdür, ifadesidir, teknolojinin kendisi değildir. Teknoloji bu araçları üreten makine, emek, bilgi ve ilişki düzenidir. Televizyon araçlarını transfer etmekle iletişim teknolojisini transfer etmit olmayız. İletişim teknolojisinin maddi bir ürününü transfer etmiş oluruz. Radyo-televizyon vericisinin verdiği ve alıcısının aldığı, bu teknolojide ayrı bir evreyi anlatır. Transfer edilen teknolojinin kendisi değil, teknolojinin ürünüdür. Televizyon bir teknoloji değil bir teknolojinin maddi ürünüdür, belli biçimdeki maddi ifadesidir. İletişim teknolojisinin toplumsal kaynağı kapitalist yapıların bir ifadesinden başka birşey değildir.

Özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra geliştirilen teknoloji ve bu teknolojinin ürünlerinin transferi, örgütlenmesi ve kurulup yürütülmesi, iki temel amaca sahiptir: (1) Düzenin sağladığı ekonomik imtiyazları korumak ve sürdürmek, (2) Bu imtiyazları sınırlayacak veya ortadan kaldıracak toplumsal değişimi engellemek. 

Teknolojinin gelişmesi kapitalist ekonomik güç merkezlerinin kararları, teşvikleri ve kabullerine bağlıdır. Bu teknolojiler belli amaç ve pratiklere göre geliştirilirler. Bu pratik ve amaçlar da teknolojinin merkezi olarak yer aldığı toplumsal ihtiyaçlar, amaçlar ve pratikler olarak genel bilince kendini saplar.

Teknolojik İlişki: Egemenliğe Katılma ve Mücadele

Teknolojinin kökeni ve gelişmesi gibi, teknolojinin nerede ve nasıl uygulanacağı da öyle kendiliğinden ve istatistiksel olasılığa bağlı olarak ortaya çıkmaz. 

Hem toplumsal köken hem geliştirilmesi ve hem de uygulanması bakımlarından teknoloji yansız değildir. Teknoloji toplumsal bir yapıdır ve bu yapı halkın ihtiyacına göre değil, toplumsal güç ilişkileri tarafından saptanır. Teknoloji toplumsal çıkarların ifadesidir ve denetleyenlere hizmet eder. 

Teknolojinin kullanımı (profesyonalizm veya tüketici olarak kullanma) ile teknolojinin denetimi genellikle karıştırılır. Profesyonalizm ve tüketim, makine ile insan arasındaki ilişkide, insanın kendini makineye uyarlamasını (nasıl kullanılacağını ve uygulanacağını öğrenmesini) sağlar. Bu teknolojinin denetimi değildir. Teknolojiyi bilme ile anlama arasında büyük fark vardır. Çocuk bile televizyonu açıp kapamayı, uzaktan-kumandayı kullanmayı öğrenir. Ama bu teknolojiyi (televizyonu, fotoğraf makinesini, uzaktan kumanda aletini) anlamak demek değildir. Teknolojiyi, teknolojinin çerçevelediği kullanma sınırları dışında denetleme olanağı güç ilişkileri içınde ortadan kaldırılmıştır.
Teknoloji transferi sadece iletişim üretmede kullanılacak bir makinenin bir yerden alınıp diğer bir yere götürülmesi gibi basit bir olay değildir. Transfer çeşitli soru ve sorunları beraberinde getirir: Fiziki çevredeki etkileri, finansmanı, yönetim ve idaresi, toplumdaki yerinin ve görevinin yasal düzenlemesi, kullanılmasındaki profesyonelleşme, teknik eğitimi, bakımı, geliştirme olanakları gibi... Teknoloji transferinde "tercihler" çok nadiren nesnel toplumsal ölçütlere göre yapılır. Teknoloji transferi siyasal ve ekonomik politikalara ve bunların ardındaki özel çıkarlara göre gerçekleşir.

Pencerenin Örgütsel Yapısı 

Televizyon teknolojisinin itlemesi için televizyonu üreten aletlere sahip olan gönderici kanal gerekir. Bu gönderici, televizyon tirketi veya kurumu teklinde örgütlenen gücün mülkiyeti altında toplanır. Televizyonda makineler arasındaki iletişim, sistemin gönderici araçlarından alıcı aracına doğru akan tek yönlü bir şekilde biçimlenmiştir. Amaç bir teknolojik araçlar silsilesinden geçerek gönderilen sinyalin alıcı araca gürültüden arınmış bir şekilde ulaşmasıdır. Alıcının rolü, sinyali aynen çözümleyerek denetim amacına uygun davranışta bulunmaktır. Bu sistemde teknolojik geri besleme sistemi kurulmamıştır. Geri besleme, özellikle araştırma ve şirketler arasındaki pazar ilişkisini düzenleyen rating yoluyla, fonksiyonel durumu belirlemek için kurulan denetim mekanizmasından geçerek elde edilen denetim bilgisidir. Bu bilgiyle, örneğin gürültü ve sinyalin doğru çözülme oranı hesaplanabilir. Televizyon teknolojik sisteminin bu tür yapılandırılması nedeniyle, gönderici, aletler sistemini denetleyen bir sinyali biçimlendirenlerdir. Alıcı alete sahip olmak, paketlenmiş sinyali almak demektir. 

Televizyon teknolojisinde mülkiyet düzeni ve denetim, aslında birbirine bağlı iki kademede oluşur. Birinci kademe, televizyon yayını için gerekli bütün araçları üreten teknolojilerdir. Bu teknolojilerle televizyon yayını için gerekli araçlar üretilir. İkinci kademe, teknolojilerin ürettiği son, bitmiş, kullanıma hazır ürünlerdir. İşte teknoloji transferi denildiğinde, transfer edilen ürünler bu ürünlerdir; üreten teknolojiler değil. Üretim teknolojilerine sahiplik teknolojik üstünlüğü sağlar. Bu üstünlükle ürün biçimlendirilmesi ve bu teknolojik biçime bağımlılık gelir. Dolayısıyla, dünyaya açılan pencereyi teknik olarak biçimlendirenler, bu teknolojik süreçle olan ve bu sürecin desteklediği ilişkilerde büyük avantaja sahiptirler. Evlerimizin genellikle baş köşesinde oturan televizyon aleti bizim yapmadığımız, yapamadığımız, biçimlendirmediğimiz, /biçimlendiremediğimiz bir penceredir. Bizim ve bizimle sandığımız bizden olmayanların kendi amaçlarını gerçekleştirme penceresidir. Bu amaçların başında elbette teknolojik üstünlüğü sürdürerek, son ürün satışıyla ekonomik kazanç ve avantajı sağlama ve sürdürme gelir. Teknolojik üstünlükle saptanan ürün biçimlendirmede, standart belirleme, biçimin sürekliliğini ve avantajın korunmasını sağlamaya yardım eder. Teknolojik üstünlük, teknolojik pratikler, geriye teknolojik üstünlüğü destekleyen kültür ve ideolojideki üstünlüğün sağlanmasında ön koşul olarak durur. 

Teknolojik ürünün biçimlenişiyle birlikte bu biçimin bazen tümüyle ve bazen de önemli ölçüde belirlediği veya desteklediği örgütlenme biçimi ve bu biçimin transferi gelir. Televizyonda örgüt yapıları ya ABD ya da Avrupa benzeri olmuştur. Bu farklılığı belirleyen de ülkeler arasındaki ilişkilerin doğasıdır. Eski İngiliz sömürgelerinde televizyon Ingiliz televizyonunun örgüt yapısını alırken; ABD’nin egemenliğindeki Kuzey ve Güney Amerika’da televizyon özel teşebbüs sistemi biçiminde örgütlenmiştir. Türkiye’de 1990’a kadar kamu kuruluşu biçiminde örgütlenen televizyona, ABD’nin özelleştirme fırtınası altında özel televizyon örgütlenmesi eklenerek egemen olmaya başladı. Televizyon sisteminin örgütlenişi böylece devlet tekeli ve özel teşebbüs çıkarı çerçeveleri içinde olmuştur. Dolayısıyla, televizyon sisteminin penceresi özgürlüğün, demokrasinin, barışın, anlayışın, insanlığın değil, devlet ve özel teşebbüs çıkarlarının örgütlediği bir penceredir. Bu pencerenin sahipliği böylece teknolojiyi kullanma veya teknolojiden yararlanmada, toplumda egemen güçlerin elindedir. Televizyonun dünyaya açılan penceresi bu güçlerin açtığı, açılmasına izin verdiği bir penceredir. 

Kapitalist üretimde nitelik ve özellikle nicelik büyümesi (a) artan kapitalist ürünlerin pazarlanıp satılması için toplumsal iletişim sektörünün ekonomik sömürüsünü, (b) farklı toplumsal sınıfların oluşturduğu kitlelere ulaşacak bir ideolojik çerçeveyi gerektirir. Bu çerçeve kapitalist toplumsal gerçeğin kapitalist sınıfın çıkarları yönünde yorumlanmasını sağlar. Bu da televizyonun bu amaçla kullanılmasını zorunlu kılar. Dolayısıyla televizyonun yapısı ve kullanılışı sermayenin hareketine göre şekillenmiştir. 

Örgüt, sahiplik, denetim, finans ve transfer biçimleri kapitalist iletişim araçlarının biçim ve çalışma tarzını gösterir. Kapitalist ülkelerde iletişim örgütlerinin belli bir biçimde şekillenmesinin nedeni, kapitalist sistemin üretimi kendi çıkarları, değerleri ve pratikleri paralelinde biçimlendirmesindendir. Kabaca kapitalist dünyada iki tür örgütlenme biçimi görürürüz. Özel teşebbüsün egemen olduğu ve kamu sistemlerinin egemen olduğu sistemler. Özel teşebbüsün egemen olduğu sistemde kamu hizmeti sistemin güçsüz ve önemsiz bir parçasıdır. Kamu hizmetinin egemen olduğu sistemlerde bu egemenlik sadece yayın (radyo-televizyon) sistemini kapsar, diğer araçlar özel teşebbüsün elindedir. Televizyon özellikle 1980’lerden beri bir zamanlar kamu hizmeti tekelinde olan sisteme karşı girişilen özelleştirme saldırısı sonucu bütün dünyada özel şirket biçiminde örgütlenmektedir. 

Kapitalist (veya o yoldaki) devlet (a) iletişim kapitalistleri (reklamcılar dahil) ve (b)kapitalist sınıfın tümünün çıkarları arasında arabuluculuk yapar. Bu arabuluculuk genellikle teknik sorunların ve çatışmaların halledilmesinde, iletişim üretiminin yasal düzenlenmesinde kendini gösterir. Kapitalist sınıf için medya stratejik bir öneme sahiptir. Burjuvazi ve burjuva devleti iletişim sektörünün iki ana yanında (dalında) görev yapar: (a) Mal olması yanı ve (b) ideolojik aygıt/araç olması yanı. 

Kapitalist düzenlerde (ve doğal olarak kopyacılarında), iletişim sektörünün yüksek maloluş ve işleyiş fiyatları yoluyla kitleler iletişim araçlarının dışında tutulmuşlardır. Halk bu araçlara sahip olamaz, denetleyemez. Yasalar bu durumu giderecek uygulanabilir yolları hiç bir zaman yüreklendirmez. Ama ticari sermaye medya sahipliğine ve kullanımına teşvik edilmittir. 

1980'den beri Avrupalı kapitalistler ABD’nin örgütlenme biçimini kopya ederek ABD ile mücadeleye girdiler. Avrupa ve diğer kıtaların iletişim grupları (Fransız Hachette, Alman Bertelsmann, Avusturalya'lı Murdoch'un News Corp., Italyan Berlusconi imparatorluğunun Fininvest, Ingiliz Maxwell ve Saatchi&Saatchi, Japonların Asahi, Nippon, Fuji Telecasting gibi), dünya pazarında ABD’nin payına ortak olmaya başladılar. Bu şirketlerin bazıları iletişimin her alanında iş gören “concentric conglomerate” (Thomson, Colombia/Sony, Fuji, Ingiliz BT, Alman Beta-Taurus) yapısındadırlar ve diğerleri çeşitli alanlarda iş yapan şirketler (Siemens, Hitachi, ve Hong Kong Tycoon Li Ka Shing ailesinin sahip olduğu Star-Tv, Finninvest) biçimindedirler. Hong Hong'da Li Ka Shing ailesi, İngilizlerin ticaretteki egemenliğini kıran yerli Tycoon'dur. Star-Tv (Satellite Tv Asian Region Television) uluslararası beş kanala sahiptir; 40 ülkeye, dünya nüfusunun yarısından çoğuna ulaşır. Bütün Güney Doğu Asya, Orta Doğu ülkelerine kadar ulaşmaktadır. Gerçi Star program politikasını 1/3 Asya, 1/3 Avrupa ve 1/3 ABD olarak saptamaya çalışmaktadır, fakat eğlence ve müzikte MTV ve ABD ürünleri, haberde BBC World News hakimdir. Star'ın en büyük özelliği, yayını tüketiciye bedava vermesidir. Star'da China Int. Trade & Investment Co. yoluyla Çin devletinin ve İngilizlerin Telco Cable & Wireless şirketinin hisseleri vardır. Star grubu eczanelere, süpermarketlere, mobil telefon şirketine sahiptir, elektrik, petrol, otel (Hilton ve Sheraton), ve Hong Kong International Terminal’de önemli hisseleri vardır. Li ailesi Kanada, İngiltere ve ABD'de de yatırımlara sahiptir. Şirketler kardeşler tarafından yürütülür. Murdoch'un News Corporasyonu İngiltere'de, ABD'da ve Hong Kong'da gazetelere, Fox Broadcasting televizyon şirketine Avrupa'da SKY TV'ye, 20 Century Fox film stüdyosuna, ve Harper Collins yayınevi yoluyla çeşitli ülkelerde yayınevlerine sahiptir. Şirkette Murdoch'un yüzde 45 hissesi vardır. Türkiye’de medya içi, medya arası ve medyayı da içeren medya ötesine geçerek tekelleşme yapılarını oluşturma 1990’ların sonlarında hızlanmaya başlamıştır. Bu tekelleşme ve pazar kontrolu işine uluslararası firmalar da ortaklıklarla katılmaya başlamışlardır. 

Örgütsel İlişkiler: Transferin İşleyişi 

Dünya'daki iletişim araçlarının örgütlenme biçimi, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya, kısaca gelişmiş kapitalist dünya tarafından, kendi dünyalarının gereksinmelerine yanıt verecek biçimde geliştirilmiştir. Öteki ülkelerin iletişim sistemleri bu geliştirilenin taklidi veya kopyasıdır. Bu ülkeler iletişim sisteminde de gelişmenin gerisinde bırakılan ülkelerdir. Kendilerine özgü gelişme ve geliştirme girişimleri yerine, ya tercihan ya da baskıyla bu var olan biçimleri kendileri için benimsemişlerdir. 

"Kopyalama" veya "uyma-benzeme/uydurma-benzetme" süreci, böylece, güçlü gelişmiş ülkelerin ihracatı ve diğerlerinin ise ithalatı üzerine kurulmuştur. Türkiye’deki gelişmeler bunun en çarpıcı örneklerinden birini oluşturur. TRT kurulduğundan bu yana örnek alınan, benzemeye çalışılan kurum hep BBC olmuştur. Kendi iletişim deneyiminden haberdar olmayan, olmak istemeyen beyinler, hep hazır model arayışında olmuşlardır. Son yıllarda TRT kurumunu yeniden yapılandırmakla görevlendirilen kuruluş da yine bir İngiliz şirketidir. 

Örgütsel transferde, eski sömürgeciler (özellikle Fransa ve Ingiltere) ve ABD kendi örgütlenme biçimini diğer ülkelere yerleştirdiler. İngilizlerin sömürgeleri BBC modelini benimsediler. Meslek adı, bürokratik ünvanlardan program biçimlerine kadar herşey Ingiliz sisteminden kopyalandı. Örgütsel amaçlar, biçimler, varsayımlar ve içeriklerin hepsi İngilizdi. Fransız sömürgeleri de Fransa’yı taklit ettiler. 

İletişim teknolojisinin fiziki biçiminin ardında (televizyonun ve radyonun fiziksel şekli, sadece alıcı olarak kullanılabilmesi gibi), aynı şekilde ihraç edilen ve yayılan, örgütlenme şekli ve finansmanı yatar. Teknolojinin biçiminin getirdiği örgütlenme modelleri de kopya edildi. Örneğin, ilk egemen uluslararası haber ajanslarının örgütlenme ve çalıtma biçimi sonrakiler ve timdikiler için egemen bir model oldu. 

Endüstriyel medya örgütü modelinin ihracı ve yayılmasında ve örgütsel yapının denetiminde mutlaka ihraç edenin sahipliği gerekmez. Ortaklık olmadan da finansman ve "yardım" yapılır. Sömürgelerdeki medya sistemlerinin donatılması buna en açık bir örneğidir. BBC (İngiltere) ve ORTF (Fransa) eski sömürgelerdeki medya sistemlerini kurmada büyük ölçüde yardımcı oldular. Reuters Ortadoğu’da, Afrika'da, Güney Amerika'da ve Karayip adalarında birçok ulusal haber ajanslarının kuruluşu finansmanında yardım etti; örgütsel ve personel konularında destek verdi. Bu donatmayla sağlanan hizmet ve yardım, danışmana/yardım edene birkaç yolla hizmet eder: Bu yeni sistem kendini sürdürmek için yardımcının (a) teknolojisine ve (b) bilgi ürünlerine müşteri olur ve (c) (haber, kağıt, kağıt hamuru gibi) medya teknolojisinin ihtiyacı olan ham madde için ucuz ham madde kaynağı haline gelir (veya öyle olmaya devam eder.)

Televizyon ve Reklam Endüstrisi İlişkisi 

Reklamcılığın gelişmesi iletişimdeki gelişmeyle birlikte gitmiştir. İletişim şebekeleri kurulduğunda, reklam şebekeleri de kurulmuştur. İletişim ve kitle tüketim şirketleri dünyaya hücum edince, reklam şirketleri de bu hücumun amacını gerçekleştirmek için dünyaya açıldı. ABD reklam şirketleri İkinci Dünya Savaşından sonraki ABD emperyalizminin okyanus ötesine yayılmasıyla (gidişiyle) yayılmaya başladılar. Her gittikleri yerde genellikle yerel şirketleri ortadan kaldırdılar veya kendilerinin uydusu yaptılar. 1970'lerdeki ABD emperyalizmine karşı direnişlerin artması, ve ardından ABD ekonomisinin durumunun değişmesi ve Avrupa ve Japonya kapitalistlerinin kendi ve yakın çevrelerindeki pazarlarda başarılı olmaya başlaması, reklamcılıkta da Avrupa'da güçlü şirketlerin çıkmasıyla sonuçlandı. 

Reklam örgütleri, uluslararası sermaye ile kitle iletişim örgütleri arasındaki pazarlama ilişkisini düzenler ve yürütür. Bu ilişkide televizyon özel bir yer kaplar: Reklam şirketlerinin en yaygın kullandığı kanal televizyondur. Televizyon ile reklam şirketleri ve reklam şiretleri yoluyla endüstriyel sermaye arasında ekonomik güç kazanma bakımından birbirini destekleyici bir ilişki vardır. 

Televizyon Penceresi için Büyük Sermaye Gerekliliği 

Teknolojik üretim ve teknolojik araçları kullanarak yaratılan iletişim ürünleri için bilgi ve parasal sermaye gerekmektedir. Teknoloji transferinin rasyonel nedeni o ürünü (örneğin stüdyo donanımının) üreten teknolojiye sahip olmaktır. Bu da gerçekleşmediği için, araç transferiyle kaçınılmaz olarak dışa bağımlılık gelecektir. M. T. Öngören’in belirttiği gibi 1970’lerde herşeyden önce “ekonomik nedenler kitle iletişimindeki devrimin gelişmesini önledi. (Öngören, 1971: 9). 

Uluslararası pazarın artan egemenliği sonucu, televizyon dahil kitle iletişim sermayesi ulusal niteliğini birçok ülkede kaybetmiş durumdadır. Sadece medya örgütünün kendisinde değil, üretim ve dağıtımında da uluslararası sermaye ile iç-sermaye rakip veya ortak olarak birlikte girişimde bulunmaktadırlar. 

Avrupa'da televizyon kanallarının sermayeleri ve sahipliği gittikçe 'yerellik" niteliğini yitirmekte ve uluslararası hale gelmektedir. Bu durum kamu kanallarını da diğer ülkelerdeki kamu kanalları ile ortak girişimlere sürüklemektedir. 

Uluslararası haber toplama ve yayma örgütlenmesinde, birkaç kapitalist haber örgütünün sadece örgütsel yapı olarak değil, aynı zamanda fiilen dünya pazarlarındaki egemenliği, ve diğer ülkelerin onların yapısını taklit etmesi ve köşeye sıkışmış bir durumda bağımlı olarak bırakılması, uluslarası iletişim düzeninin ve ilişkilerinin en belirgin karakterlerinden biridir. Haber toplama ve iletmede, dünyada birkaç dev örgütün dışında hiçbir medya sistemi dış muhabirler tutmaya finansman bakımından yeterli değildir. ABD’nin etki bölgelerindeki haberlerin yüzde 70'i ABD haber ajansları, İngiliz eski sömürgelerindeki haberlerin yüzde 50'si İngiliz ajanslarından ve Fransızların eski sömürgelerindeki haberlerin yüzde 45'i Fransız ajansının hizmetinden sağlanmaktadır. Doğrudan sömürgecilikteki yapı yeni-sömürgecilikte/emperyalizmde büyük ölçüde yansımaktadır.
Bu yapının aşılması bölgesel düzeyde bile olanaksız görülmektedir. Bunun uluslararası kuruluşların politikalarının sonucu olabileceği düşünülse bile bölgesel çapta etkili olacak kuruluşların iş bilmezliği, beceriksizliği, isteksizliği bu konuda hatırlanması gereken konulardır. İran-Irak Savaşı ve Körfez Savaşı sırasında Türkiye’nin coğrafi (ve tarihi) yakınlığına rağmen haber toplanması ve satılmasında Türk medya kuruluşları değil, batılı kuruluşlar büyük karlar elde etmişlerdir. 

Penceredekilerin Biçimlenişi: Profesyonel Pratikler ve İdeoloji 

Bu bağlamda, M. T. Öngören’in sorusu ve bu soruya verdiği yanıtla ilgili olarak önem kazanır ve biçimlenir: “..Bizim amacımız Batı anlamındaki toplum koşullarını mı benimsemektir? Yoksa, ülkümüz, kendi karakterimize ait özellikleri birbirinin üstüne koyarak çağdaş bir uygarlık düzeyine tırmanmak mı? Atatürk devrimlerinin özü işte bu ikinci sorunun cevabındadır” (1971: 7).

Kitle iletitimiyle ilgili ideoloji özellikle kitle iletişimi teknolojilerinin rolü hakkında öne sürülen iddiaları içerir. Kitle iletişimi özgürlüklerle, demokrasiyle, demokratikleşmeyle, haberle, bilgiyle ve eğlenceyle ilişkilendirilir.

Örgütsel transfer sadece örgütün taklidi veya kopya edilmesi girişimlerini içermez. Örgütsel pratik biçimleri ve bu pratiklerin varsayımlarını da beraberinde getirir. Böylece sadece belli bir teknolojik biçim benimsenmekle kalmaz, o teknolojik biçimin dünya görüşü de benimsenerek, alternatiflerin şansı ortadan kaldırılır. 

Televizyon profesyonelliği teknolojik araç ve ürün transferine paralel olarak ithal edilmiş bir ideolojidir. Kültürel bağımlılığın bir parçasıdır. 

Uluslararası iletişim ilişkilerinde, teknolojinin yapısı ve örgütlenme biçimi yanında, bu teknolojiyi kullanan örgütün günlük pratiğindeki değerler sisteminin özellikleri emperyalizmin başarısı ve sürekliliğinde önemli rol oynar. İletişim örgütlerinde "uygun" profesyonel iş görme kuralları ve meslek ahlakı, ve neyin "uygun" ve neyin "uygunsuz" olduğu hakkındaki tutumlar ve ideolojik varsayımlar, örgütün çalışma biçimini ve ideolojik profesyonel kültürünü belirler. Burada, genel olarak ABD’nin ideolojisinin ve medyayı içeren özel ideolojik değer yargılarının egemenliğinin dünyaya yayıldığını görürüz. Bu profesyonel ideoloji (meslek ahlakı dahil) televizyon haberciliğinde ve ajans haberciliğinde oldukça yaygındır. Haberlerde ve haber toplamada ve yazmada idealleştirilmiş "nesnellik" biçimi, belli görevler için belli teknik kuralların iş görme biçiminin uygulanması, "iyi," "doğru," "dengeli," "tarafsız," "özgür," "çoğulculuk," "kaynağın güvenirliliği," "gazetecilikte dürüstlük," "özgürlüklerin savunuculuğu," "gerçekleri olduğu gibi yansıtma," gibi ideolojik ilkeler yoluyla global bir sistemin egemen varlığının sürdürülmesine yardımcı olunur. 

Profesyonellik kitleleri pazar ideolojisine ve alışkanlıklarına hazırlamak ve biçimlendirmek ve bu biçimde tutup tüketime sevketmek için geliştirilmiş paketleme, sunma, kısaca satıcılıkta deney kazanmadır. Geri bırakılmış ülkelerde, fikir basınının dışında, bu satıcılık profesyonelizminin düzeyi hemen hemen tezgahtarlıktır. Bu da, televizyonda egemen bir biçimdir: Programlar zaten ABD'den, Meksika'dan, Brezilya'dan ve Avrupa'dan hazırlanmış paketlenmiş olarak gelir. Tezgahtarın yapacağı tek şey bunları raflara sıralayıp satmaktır. Eğlence ve oyun program biçimleri kalıplaşmıştır, üretimi standartlaşmıştır. Tezgahtar-profesyonelin yapacağı bunları seyredip aynı kalıplar içinde taklit ve kopya çıkarmaktır. Bu taklit ve kopyacılığın çerçevelediği pratik ve ideolojik alan içinde yaratıcılık standartlarla paketlenip şekillenir.
Profesyonelleşme sadece bir teknolojiyi kullanmada (örneğin kamerayı çalıştırmada, haberi hazırlamada, makyajda, dizgide, mizanpajda) becerinin geliştirilmesi değildir. Profesyonellik beceri ve deneyin uygulamasında, belli değerlerin benimsenmesi ve günlük pratiği bu değerlerin çerçevesi içine uyacak bir şekilde yapmaktır. Bu çerçeve kendini ideolojik pratik olarak değil, meslek ahlakı (etik) olarak sunar. 

Profesyonelleşme egemen global medya amaç ve pratikleri kültürüne eklemlenme sürecidir. Bu eklemlenme birbirine bağlı yapısal mekanizmaların çalışmasıyla oluşur ve süreklilik sağlar. Bu mekanizmaları da şu şekilde özetlenebilir: (a) Teknolojinin yapısının dayattığı zorunlu kullanım biçimleri içinde çalışma, (b) Örgütsel yapıların getirdiği örgüt politikası ve iletişim biçimi, (c) programların kendi yapıları, eğitim ve meslek ideolojilerinin yayılması.

Etkili bir yol elbette egemeni taklit etme ve bunun pazarda teşvik edilmesidir. Bunun yanında en etken yol, medya profesyonelinin okuldan başlayarak örgütte çalışması sırasındaki profesyonel yetişmesi ve eğitimidir. Medya emperyalistleri gerektiğinde seve seve kendi profesyonel ideolojilerini öteki ülkelere satmışlardır.
Profesyonel ideoloji örgütün yapısını ve amacını yansıtır. Örgütsel yapı ile meslek ideolojisi arasında birbirini destekleyici bir uyum vardır. Bireysel uyumsuzluk halinde çözüm, bireyin örgütsel yapı ve amacı yansıtan bir meslek anlayışı ve pratiği içinde kendi kendisini ayarlama yolunu tutmasıdır. Bu değişimi kendisi kendinde yapmazsa, o zaman örgütsel çıkarın yönetici kadrosu onun için bu değişimi yapar: İşinden olur.

Profesyonellerin meslek eğitimi en azından üç biçim alır: 

(1) Kapitalist uzmanların "kalkınma çabasındaki" ülkelere giderek, onlara profesyonelliği öğretmesi. 

(2) Kalkınma çabasındaki ülkelerin profesyonellerinin veya öğrencilerinin "ileri" ülkelere giderek "teknolojinin kalbinde" eğitim alması. 

(3) Kalkınma çabasında olan ülkelerde olan genel ve örgüt içi eğitim. 

Personel eğitimi için Amerikalılar, Almanlar, Fransızlar, İngilizler Asya ve Afrika'ya insanlık aşkıyla yardım elini uzatmışlardır. Ingilizler Ankara televizyonu kurulduğunda personel eğitimi için yardım etmişlerdir. Anadolu Üniversitesi’nde televizyon stüdyosu kurulmasına Almanlar yardım etmiştir. Televizyon yayıncılığında Fransız sistemi (Secam) yerine Alman sisteminin (Pal) kabul edilmesinde bu yardımların kuşkusuz rolü olmuştur. Basın Yayın Yüksek Okulu gibi okullar dünyanın birçok yerinde medya konusunda profesyonel yetiştirnek için, özellikle o zamanlar Birleşmiş Milletlerin (Unecso’nun) politikasında egemen olan ABD'nin planlı kalkınma politikası ihracatının bir parçası olarak, kurulmuştur. Ders veren kişiler ya ABD’li öğretim üyeleri ya da orada eğitim görmüş insanlardı. 1970'lerde, ABD üçüncü dünya gazetecilerini yetiştirmek için eğitim merkezleri kurulmasını(gerektiğini) öne sürdüler. Herbert Schiller o zaman bu fikri ekonomik neo-emperyalizm olarak nitelemişti. ABD 80’li yıllarda iyi İngilizce bildiğini kanıtlayan (sınava giren) gazetecilere ülkesinin seçkin yayın organlarında staj yapma (onlar gibi düşünmeyi ve davranmayı öğrenme) olanaklarını geliştirdi. Bu programların tek koşulu, program bitiminde gazetecinin ülkesine dönmesiydi. Pek çok Türk gazeteci bu eğitimden geçti. Türkiye’de bugün farklı siyasal görüşleri savunan gazete ya ya radyo, televizyon kuruluşlarının ortak bir yanı, ABD’de sözü edilen stajı tamamlamış gazeteciler tarafından yönetilmeleri ya da yönlendirilmeleridir. 

Profesyonel meslek ideolojileri teknoloji, örgüt ve eğitim girişimleri gibi gözle görülür ve kolayca anlaşılabilir bir niteliğe sahip değildir. Gerçekte, profesyonel değerler iletişim sürecinde ve üretiminde iletişimin genel felsefesini ve "doğru" profesyonel pratiğin ne olduğunu saptarlar, açıklarlar, anlatırlar ve alternatifleri geçersiz kılarlar. Örneğin, BBC'nin "kamu/halk hizmetindeki medya" diye profesyonel ideal bir model olarak sunulduğu gibi. Bu modele göre, yayın politikasızdır, izleyicilere incitici olmayan, zararsız bir şekilde verilen yararlı bir hizmettir. ABD’nin ticari modeli ise eğlenceye dayanan ve izleyici çokluğu/çoklaştırma ideolojisiyle hareket eden bir biçimdir.

Meslek öğrenimi ve işlevinde en yaygın egemenlik, iletinin (programların, filmin öyküsünün, haberlerin) üretimindedir. ABD, İngiltere ve Fransa'nın birikmiş deneyleri ve kaynakları üretilen iletilere yüksek derecede görünüm, teknik ve sunum inceliği ve çekiciliği verir. İzleyici kitleler bu tür iletilere alıştırılır ve dolayısıyla bu türleri ararlar. Bu da hem kendilerinin hem de kendileri gibi yetişen iç üreticilerin dış pazarın sunduğuyla benzeşmesi girişimine yardım eder. Profesyonellik taklitçilik olur. Bu taklitçilik öyle ileri gider ki (a) bazı durumlarda (örneğin basında ve habercilikte) alternatifleri yanlış olarak algılanan evrensel bir gerçek gibi kabul edilir ve benimsenir. (b) Bazı iletişim biçimlerinde (örneğin televizyonda ve filmde) taklitçilik iletişimcilerin giyimlerine, saç şekilleri ve ses tonlarına, oturuşuna ve kalkışına, ve hatta yabancı bir yıldıza kendini benzetişine kadar ileri gider. Türkiye'deki televizyon sunucuları ve sohbet programlarını yürütenler bu fiziksel, görünümsel ve davranışal taklitçiliğe en güzel bir örnektir. 

Egemen iletişim düzeninde işi en iyi yapan en meşhur profesyonel kişi taklitçiliği ve kopyacılığı en iyi şekilde becerendir. 

Bugün egemen dünya iletitim düzeninde stil, içerik ve biçimde global bir birbirine benzerlik görürüz. Egemen profesyonalizm kendi standartlarını dünyanın her köşesine yayarak kendi imajında kendi standartlarını evrenselleştirmiştir. Standartlaşmış kapitalist profesyonel ideoloji ve pratiklerinin sonucu olarak tüketiciler (izleyiciler) bu ideolojinin ve standartların sunduğu biçimlere alıştırılmışlardır. Bu da uluslararası eperyalizme pazarı desteklenmekte, teşvik etmekte ve güvenliğini sağlamakta ana rolü oynamaktadır.

Profesyonel pratikler ve ideolojiler 2000 yılında, Türkiye’deki televizyonlarda ABD tipinin (aslında en kötü tipinin) aynen kopyası biçiminde olmaktadır. Bu kopyacılık ABD televizyonlarındaki aktör ve aktristlerin giyiniş ve saç şekline kadar taklitlerine uzanmaktadır.
Çarkıfelek gibi programların aynen transferiyle ABDnin ticari kültürü aynen aktarılmaktadır.

Yerli olarak yapılmış diziler ve sitcom gibi programların taklidiyle gene ABD televizyonun profesyonel ideoloji ve pratikleri maymunca kopyalanarak Türkçeleştirilerek, Aşkın Dağlarda Gezer gibi ticari modalaştırmalarla yerel kültür yanlış yorumlanacak bir şekilde sunulmaktadır. Belki Aşkın Dağlarda Gezer gibi programların kurgusunda kadınların ve erkeklerin yüzlerindeki dövmeler ve giysiler abartma olmayabilir; sorun o kültürle ilgili tutarlı bilgi sunulmadığı için, izleyicilerin büyük çoğunluğu için dövme ve giysiler fetişleştirilir ve ticari satış teşviki için oldukça etkili bir şekle dönüşür. Giysiler ve vücutla ilgili kabak kafa traş, sakal, bıyık gibi şekillendirmeler ile şekile ve bu şekli vermek için kapitalist endüstrilerin ürünlerini kullanma üzerinde vurgu olmaktadır. Öz, şekille yer değiştirmekte, ve daha kötüsü özü belirleyen şekil ve kullanım biçimi olmaktadır. Böylece kişilik ve benlik ve kimlik tanımı, fiziksel imaj ve davranış için ürün kullanma ve özelliklerinden geçerek yapılmaktadır. Neden dağlarda gezen aşk ve erkekliğin kitabını yazma ve seks ilişkileri ön plana çıkarılmaktadır? Neden Anadolu insanının ekonomik sorunları yerine ekonomik sorunlarını halletmiş ve sorunu yüksek rekabet ve seks ilişkileri işlenmektedir? Neden itilmiş ve kakılmış dönüp dolaşıp aynı çember içinde aynı başlangıca geri döndürülmektedir? Neden burjuva feminizminin kullan ve at düşünce biçimi işlenmektedir? Neden eşcinseller ve transseksüller televizyonda el üstünde tutulmaktadır? Neden çocuk programlarında kapitalizmin şiddet ve ve vahşeti ve burjuva oyuncak, giyim ve yiyim endüstrilerinin reklamları çocuk programlarını doldurmaktadır? Neden televizyon programlarında yaşlılar sorunlu gelenekselliği ve zamanından geride kalmayı ifade etmektedir? Neden çoğunlukla eğlence ve spor programları televizyon program zamanını doldurmaktadır ve hatta haberlerde eğlenceli olma önemli bir yer tutmaktadır? Neden haberler dahil bütün programlarda seks satışı ve seks kullanarak yapılan satış egemen bir biçim olmaktadır? Halk istedigi için mi?

Profesyonel ideoloji ve pratiklerde egemen anlayış biçimleri iletişim politikalarında yansır. Bu politikaların yürütücüsü, koruyucusu, sürdürücüsü, destekleyicisi sadece iletişim örgütleri değil aynı zamanda devlettir. Kitle iletişim ideolojisinin varsayımları iletişimin evrensel ilkeleri olur. Bu varsayımların, ilkelerin önde gelenleri şunlardır:

Televizyonun Haber ve Bilgi Kaynağı Olması: Televizyonun haber ve bilgi vermesi üzerine kurulan iddialara göre televizyon fikirlerin ve bilginin aktığı dünyaya açılan bir pencere olarak ortaya çıkmaktadır. Elbette televizyonun verdiği bilginin değerinin incelenmesi ve karakterinin açığa çıkarılması gerekmektedir. Çünkü sermayenin egemenliğindeki bir toplumsal ortamda bilgi çok kıymetli bir maldır ve mülkiyet ilişkilerinin önemli bir parçasıdır. Bu nedenle, kitle iletişim araçlarının programlarıyla verdiği bilginin bilgi niteliği kuşkuludur. Fakat kitle iletişim araçlarının reklam endüstrileriyle olan ilişkilerinde rating ve rating’e göre düzenlenen reklam fiyatlarıyla olan bilgi oldukça farklı bir karakter taşır. Reuters’ın verdiği bilginin değeri onu amaçlı olarak izleyenler için, televizyon akşam haberini izleyenlerin bilginmesi arasında önemli bir fark vardır. 

Televizyonun Eğlence Aracı Olması: Televizyonun eğlencesi de masum ve zararsız bir boş ve hoş vakit geçirme ve geçirtme değildir. Televizyon eğlence programlarının iş dışı zamanın sömürgeleştirilmesi olarak ele alınıp incelenmesi gerekmektedir.
Özel televizyonlarda profesyonel pratiklere gelindiğinde beyin/bilinç denetimi ile ilgili psikolojik teknikler kullanılmaktadır. Bu kullanımda reklamı yapılan ürünle ilgili ve ürünün doğal niteliğini ve özelliklerini anlatan sunumlardan çok (banka ve telefon reklamları), gençlik, başarı, zevk, eğlence, hayatın tadını çıkartma, üstünlük, kendine dönüklük, bencillik, kullan at ve özellikle seks sömürüsü yapan (özellikle yiyecek, içecek, oyuncak gibi ürünlerin reklamlar) psikolojik kandırmacalar önemlidir. 

Tarafsızlık, Nesnellik ve Etik: Tutucu entellektüeller teknolojinin iyiyi ve kötüyü de beraberinde getirdiğini, bu nedenle önemli olanın uygulama olduğunu belirtirler: Yani örneğin silah iyi insanların elinde savunma aracıdır. Birçok savaş teknolojisinde geliştirilen ve kullanılan tahrip edici araçların sivil alanda "faydalı" uygulamalar bulur. Örneğin nükleer fizik ve savaş endüstrisinin ürünleri yok etmek, saldırmak içindir. Televizyon yararlı işler için kullanılabilir. Fakat "kullanılabilir" ile "kullanılmaktadır" sözü arasındaki fark, "gerçek" ile "olasılık" arasındaki fark gibidir: Burada olasılık ideolojik masallarla avundurma görevi görür. 

Newton'cu bilimde değer yargısızlık ve teknolojinin tarafsızlığı, Adam Smith'in atomlaşmış-bireyciliğinde, Auguste Compte'un sosyolojik pozitivizminde, B.F. Skinner'in davranış psikolojisinde, Herbert Spencer'in toplumsal Darwinizminde, klasik ve yeni kolonicilikte, ırkçılıkta ve kitle tüketimi ideolojisinde kendisini yansıtır. Bu yansızlık ideolojisinin getirdiği bütün ve parça ilişkisi dünyasında, gerçekler bu süreçleri parçalarına ayırıp inceleyerek anlaşılabilir. Bu yaklaşım parçaları birleştirerek bir bütüne ulaşır. Yani parçalar eşittir bütün (parçalar = bütün). Böylece bütünün parçaların toplamından daha fazla olduğu, lafla söylense bile, reddeder. Bu yaklaşımda "doğayı başetme, yenme, doğanın üstesinden gelme, doğayı denetleme" amaçlandığı söylenir, fakat uygulamalar öncelikle insanları denetleme yönünde kullanılır. 

Burjuva egemen iletişim kültüründe ve profesyonel ideolojisinde, tarafsızlık demek iletişim örgütlerinin (örneğin TRT'nin) hükümetten/devletten ayırmak demektir. Devlet medya işine karışmayacak, engeller koymayacak, aksine işini kolaylaştıracak. Bu yolla tarafsızlığın elde edileceği savunulur. Dikkat edersek konuya bu tür yaklaşımda, taraflılığın, öznelliğin ve kötünün kaynağı iletişim örgütü ve pratikleri değil, devlet/hükümet oluyor. Bu saptırmacanın biçimlendirdiği bilinç, iletişimin örgütlenmesini devlet sektörü içinde görünce, hemen "kötü" olarak nitelemeye yönelir. Bu bilinç ticari ideolojinin kendi çıkarının bilincidir. Bu bilinci savunanlar da, kendiyle ticari bilinç arasından hayali bir ilişki kurmuş olan bir bilinç değilse, kendi çıkarları doğrultusunda bu savunuya girişir. Bu tür tarafsızlık iddiası tabi belli bir ölçüye kadar geçerlidir. Fakat bu tür ayırım tarafsızlığın güvencesi olamaz. Çünkü tarafsızlık-taraflılık olayı devletten gelen ve örgüte dayatılan edilen "tehlike" değildir. Olay örgütün biçimlendiği ideolojik ortamda yaşanandır. 

Devlet ile iletişim örgütleri arasındaki çelişkili-ayrılık konusu, üçüncü dünya ülkelerinde ateşli tartışmalara neden olan bir konudur, çünkü bu ülkelerin çoğunda özellikle radyo ve televizyon örgütleri devletin bir parçasıdır. Devlet bürokrasinin bir parçası olarak, tarafsızlık veya nesnellik sağlamak olanağı ancak "özerklik" gibi yasal mekanizmalarla kurulmaya çalışılır. Bu mekanik çare büyük ölçüde çalışmaz, çünkü, konu sadece hükümetin doğrudan denetimi ve iletişim örgütünün bu denetimden kaçışı mücadelesi içinde sınırlı değildir. 

Televizyon, büyük ölçüde eğlence ve pazarlama aracı durumuna getirilmiştir. Bu durumda da, tarafsızlık ve nesnellik ikinci planda kalan bir konu olur, çünkü televizyonun egemen ideolojisi kendini hergün tarafsız ve nesnel olarak ilan eder, ve karşıt görüşleri de geçersiz, önemsiz, sapık, gerici veya komünist olarak niteler. Hatta, profesyonellikte daha da geliştiklerinde, en iyi politikaları karşıt görüşleri hiçe saymak, yok gibi görmemezlikten gelmek, bazen de onların saçmalığıyla alay etmek gibi yöntemler kullanılır. 

Egemen profesyonellik iletişimde belli şekilde paketlenmiş pratikler ve anlayış setidir. Bu pratiklerin ve anlayış setlerinin ABD’nin ve Avrupa kapitalizminin dışındaki ülkelerdeki koşullara uygunluğu tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Türkiye’de bunun çok açık örnekleri yaşanmaktadır. Etik tartışmaları ile gündeme gelen bir örnekten söz edilebilir. Ticari televizyon yayıncılığındaki kuralsızlık, düzeysizlik ve rating kaygılarının getirdiği yarış televizyon profesyonellerini bile rahatsız edici boyutlara gelmesine ve ortak bazı ilkelerde anlaşma zorunluluğunu kamuoyuna duyurmalarına rağmen, hiç bir noktada uzlaşma sağlayamamışlardır. Kamuoyunun yakından tanıdığı televizyon sunucularının konuşmaları, sözleri sonuçsuz kalmış, her şey sınır tanımayan bir yarış içinde unutulup gitmiştir. Yayıncılık dünyasında pek çok uygulama Batı’dan kopyalandığı halde profesyonellerin davranış kuralları, ya da etik anlayışları konusunda Batı’da geliştirilen ilkeler geçerli olamamaktadır. 

İletişim Özgürlüğü: Kapitalist toplumda ticari iletitim kendine "ticari" denmesini istemez. Gizemi ortadan kalkar. Üzerindeki demokrasi ve özgürlüğün temsilciliğini yaptığı büyülü örtü düşer. Çıplak kalır. Onun yerine "özgür, özel, ve bağımsız" gibi çekici kavramlar kullanır. İletişim özgürlüğü yaygarası yapılır. Devleşmiş iletişim şirketleri, kendilerinin devlet içinde devlet ve tekel/oligopol olduklarını gizleyip, bu göz boyamaya kendilerini devlet ve tekel denetimiyle karşılaştırarak yüceltirler. Tekelciler, tekelci olduklarının söylenmesinden hoşlanmazlar.

Kapitalist düzende enformasyon ticari maldır. Ticari mal olarak görünmediği zaman da ticari düzen için alt-yapıyı hazırlayan veya destekleyen öğedir. Basın bu oluşum şekliyle iletişim sermayesi için "özgürlüğün demokratik aracı" rolünü oynar. Avrupa'da 1970'lerin ikinci yarısından sonra, Avrupa’daki bütün kamu iletişim organlarının ve düzeninin tek tek boğazlanması "demokratik çoğulculuk ve iletişim özgürlüğü" sloganı altında yapıldı. Fransa, Almanya, Ingiltere ve İtalya'daki iletişim düzenleri daha önce demokratik değil miydi? Tekelciydi! ABD'de tekelci değil mi? Konu gerçekte tekelcilik ve demokrasi aldatmacasından öte, uluslararası ticaret düzenine kolaylık sağlayan yapıları oluşturmaktır. Bu yapılardan en önemlisi de ulusal/kamu iletişim düzenleridir. Bu düzenlerin ulusal ve uluslararası ticari çıkarların geliştirilmesinde kullanılması kaçınılmaz olmuştur. Bu hizmeti kamu iletişim örgütleri de yapar. Büyük bir sorun değil. O halde neden kamu iletişim sistemleri boğazlandı ve Türkiye'de boğazlanmakta? 

Basın özgürlüğü, kapitalist ideoloji için, devlet denetiminde değildir. Bu ideolojinin savunucuları bürokratik sınırlamaların ortadan kalkmasını isterler (sanki devlet bürokrasisi kapitalist düzen dışında kapitalist düzeni engelleyiciymiş gibi).

İfade Özgürlüğü: Genel anlamda ifade özgürlüğü, düşüncelerin ifadesinin sınırlanmamasıdır. Kimin düşüncelerinin ve kime karşı? Bu özgürlüğün sınırlanması ABD’nin tarihinde sosyalistlere ve sendikacılara karşı bol bol kullanılmıştır: Bu insanlar fikir suçları nedeniyle hapse atılmışlardır. Buna gerekçe olarak da "hazır ve var olan tehlike" ölçeğini getirmişlerdir. Yani, eğer fikrin ifadesi "o an bir tehlike taşıyorsa," bu ifade suç olarak ilan edildi. Fikirleri grevlerle ve düzene karşı konuşmalarla ifade etme de "o an tehlikeli olduğu" için, suç olarak nitelendi ve bu ifadeler hapsedildi.
Yasal olarak tanınan ifade özgürlüğü modern iletişim düzenlerinde özel bir anlama sahiptir: Bugünün dünyasında, bu özgürlük bir kişinin kendi başına üstesinden geleceği ve kullanabileceği bir özelliğe sahip değildir. Bu özgürlüğü ancak belli finans, teknik ve insan kaynaklarına sahip olanlar kullanabilir. İfade özgürlüğü "varlıkla (zenginlikle)" orantılıdır. Diğer bir deyimle, ifade özgürlüğü değerli bir mülkiyettir ve ancak gücü yetenler buna sahip olabilir ve kullanabilir. İfade özgürlüğünün herkes için olduğunu savunanlar, boş lafı ve varlıksızların varlıklıların yaşamı ve politikası üzerinde konuşarak ve tartışarak birbirlerini yemesini, ifade özgürlüğüyle karıştırmaktadırlar. Yani gevezelik, dedikodu, kahvede ve misafirlikte siyaset tartışması sadece II. Abdülhamid devrinin ifade özgürlüğünün göstergesi olabilir. Bir fabrikatörün, sanayinin çevreyi kirletmediği, aksine çevreyi korumak içın ellerinden gelen herşeyi yaptıkları hakkındaki ifadesi ile herhangibir izleyicinin bu konudaki şikayeti arasında dağlar kadar fark vardır: İzleyicinin özgür ifadesi çevreyi talan edenlerin pratiklerini değiştirmeleri yönünde etki etme olasılığı ortadan kaldırılmıştır. Çünkü izleyicinin özgür ifadesi kapitalist endüstrilerin politikasına hiçbir etkisi yoktur. Fikirlerin ifadesi güçlü örgütler tarafından kiralanmış/çalıştırılan yüksek ücretli profesyonellerin egemenliği altındadır. Bunların başında da kitle iletişimi profesyonelleri ve bu profesyonellerin fikirlerine başvurdukları, sahneye çıkardıkları, görüşlerini aldıkları, bilgi ve enformasyon için başvurdukları diğer profesyonellerdir. Egemen ifade özgürlüğü pratiklerinde bu profesyoneller önce devletin meşruluğunu desteklerler, ardından özel mülkiyeti ve özel/tüzel kişileri koruma gelir. ifade özgürlüğü bu devlete ve özel mülkiyet sistemine karşı kullanılamaz, kullanılmaz. Kollektif gruplara, özellikle ekonomik güçten yoksun olan gruplara karşı bol bol kullanılır. ifade özgürlüğü özel teşebbüsün gücünün ve güç uygulamasının bir diğer biçimidir. Kollektif gücün ifadesi özel çıkarların egemenliği altında eritilir, bastırılır. Tutucu ve liberal entellektüellerin ileri sürdükleri "rekabetçi fikirler pazarı" olduğu savı dayanaksızdır, çünkü böyle bir özgür fikir pazarının olabilmesi ve işleyebilmesi için ifade özgürlüğünü gerçekleştiren araçların tekelci/oligopol ekonomik yapısının ortadan kalkması zorunludur. Başka bir deyişle, rekabetçi fikirler pazarı masalını savunanlar bu pazarın kapitalist dev şirketler tarafından denetlenen ekonomik yapısını görmemezlikten gelmektedirler. 

Toplumsal Sorumluluk: Burjuva iletişim tartışmasında "sorumluluk" kavramı pek sık duyulmaz. Duyulduğu zamanlar çoğunlukla medyanın "sorumsuzlukla" eleştirildiği zamanlardır. Bu eleştiriler de eğer sağdan geliyorsa kitle iletişimi araçlarının sorumsuzca liberal ideolojik çıkarlara hizmet ettiği ve iletişim örgütlerini solcuların doldurduğu iddia edilir. Daha ilginç olanı, medya eleştirisinde sağcılar Gramscy’nin söylemini kullmaya başlamışlardır. Liberaller kitle iletişimi sorumluluğu üzerinde dururken büyük çoğunlukla iletişimin içeriğinin cinayet, vahşet ve şiddetle dolu olduğu ve buna çare olarak iletişimde vahşete yer verilmemesi ve iletişimin toplumsal konuları ele alırken daha duygulu olması ve tedbirler alınması istenir. Egemen iletişim profesyonelleri ve onların entellektüel destekleyicileri de halkın isteklerine karşı gelemeyeceklerini ve sansür koymayacaklarını savunurlar ve çare olarak da, filmlerin kimin seyretmesine uygun olmadığı hakkında değerlendirilmesi, programların başına aileleri "bu programda/filmde şiddet var, çocuklar için zararlıdır" gibi uyarıcı çözümlerle gelirler. 

Sorumluluk dahil, bütün iletişim tartışmalarında özne iletişim aracıdır. ABD'de kitle iletişiminde eleştiri yapıldığında, hiçbir zaman kitle iletişim politikasını yapanlar ve yürütenlerden bahsedilmez, onun yerine herşey medyaya (araca) yüklenilir. Sorumlu da sorumsuz da araçtır. İletişimde binlerce kitap yazılmış ve araştırma yapılmıştır. Bunların hemen hepsi araç üzerinde durur. Bu nedenle, sırası gelmişken belirtmekte yarar var: Herhangi bir nedenle herhangibir şey için sorumlu televizyon aracı değildir. Araç sadece amaçlara ulaşmak için kullanılan bir alettir. Sonuçtan araç değil, sonucu amaçlayanlar sorumludur. 

Özgürlük sorumluluk kavramıyla birlikte gelir: Özgürlük sorumluluk olmadan var olamaz. Burada akla gelen soru: Kime veya neye (karşı) sorumluluk? Televizyon örgütleri kendi ideolojileri çerçevesinde belli profesyonel sorumluluk anlayışını desteklerler. Televizyonda sorumluluk kendini profesyonelin amacı olarak belirler. Eğer profesyonelin paketlediği enformasyon, (program, ürün) ticari bir nitelik taşıyorsa, bu durumda, ticari mantık medya profesyonelliğinin amacının yerini alır. Amaç kime ve neye sorumlu olunduğunu gösterir.

Kaynak Seçme Özgürlüğü: İfade özgürlüğünün kullanımı ve etkenliği gücün ifadesidir. Bu ifade özgürlüğü ilişkisinde, enformasyon kaynaklarına ve enformasyona sahiplik egemenliğin kimde olduğunu saptar. Burada, ifade özgürlüğüyle ilgili bir diğer soru ortaya çıkar: Enformasyonu elde etme özgürlüğüne kim sahiptir? Yasal olarak birçok ülkede herkes bu hakka sahiptir. Egemen dünya iletişim düzeni dünyada enformasyon bolluğu, fazlalığından övünerek yakınmaktadır. Bu yakınmaya göre, durum biraz kötü, çünkü enformasyon bolluğu yüzünden kişiler bombardıman altında aldıkları enformasyonu ne yapacaklarını bilmeme durumuna düşmektedirler. Evet, enformasyon alma özgürlüğüne herkes sahiptir, ama kimin enformasyonunu ve hangi enformasyonu? 

Kapitalist çıkarların biçimlendirdiği kitle iletişiminin egemen olduğu bir dünyada, izleyicilerin seçme hakkı yoktur; onlar seçmek için seçilirler. İleri teknolojinin incelikle üretip sunduğu kabalıkları tüketen bir tüketiciden başkası olamazlar. Bu endüstri izleyiciye sürekli ne olduğunu ve ne olması gerektiğini söyler ve olması gerektiğini olabilmek için ona sürekli tüketmeyi tembihler. İzleyici de tüketerek, kendini kendinden başka birisi sanır ve öyle sanmak için de tüketim endüstrisinin kölesi olmayı yaşamı boyunca sürdürür. 

Kapitalist ideolojiye göre, örneğin, izleyici bir çok medya arasında seçim yapma olanağına sahiptir. Bir çok medya profesyoneli de birçok kaynakları kullanarak bir çok iletişimi bize bir çok biçimde iletir. Birbirini destekleyen bir biçimde profesyonelleşmiş iş gören binlerce kaynağa sahip olunabilir. Bu, dengeli, tarafsız ve nesnel bir temel üzerinde olunduğu anlamına gelmez.

Profesyonellerin kişisel ve örgütsel "çoğulcu farklılığa" sahip olduğunu ele alalım: Bu farklılık ne kadar fark eder? Her medya kuruluşunun kendine özgü editoryal/ideolojik politikası vardır. Profesyoneller kendi sahiplerinin veya yönetici kadrolarının saptadığı genel bir politikaya uyarlar. Medya oyunu bu politikanın izin verdiği sınırlar içinde oynanır. Profesyonel de bu politikaya kendini uydurmak zorundadır. Uymazsa, kibarca veya kabaca uydurulur. Profesyonelin önünde üç temel seçenek vardır: Politikaya uymak, uyumsuzluk nedeniyle terketmek, ve politikayı değiştirmek. Sonuncu seçenek düzen değişikliği, dolayısıyla güç gerektirdiği için, profesyonel için var olmayan bir seçenektir. Kısaca profesyonel tartışma düzen tartışması değil, politika tartışmasıdır.
Demokratiklettirme: Televizyon izleyicilere yaşamlarında belki hiç bir zaman göremeyecekleri yerleri gösterir, gidemeyecekleri yerlere götürür, dinleyemeyeceklerini dinletir. Kaç izleyici tiyatroya ve baleye gidebiliyor, klasik müzik dinleyebiliyordu? Televizyon iletişimi bize konserleri, klasik müziği, popüler müziği, her tür satın alma sanatını, eşcinselleri, dönmeleri, çember sakallıları, belden aşağı sözlü ve imalı eğlenceyi ve Reha Muhtarları, ABD’deki 20/20’yi çok kötü taklit edenleri getirdi. Eskiden sadece aristokratlara ve zenginlere açık olan kapıları herkese, evinde oturtarak ve para harcamaksızın açtı. Sadece seçkinlerin aldığı haberleri ve eğlenceyi şimdi herkes alıyor. Siyasal partilerin kampanyalarını binlerce kilometre uzaktaki insanların televizyon evine getirdi. Böylece, siyasal katılmanın ve karar verme sürecinin dar çerçevesini ortadan kaldırdı. Kısaca, televizyon aristokrat ve burjuva olan herşeyi geniş kitlelere sunarak sadece iletişimde değil, ayni zamanda kültür ve siyasette de demokratikleşmeyi getirdi. Modern iletişim böylece demokrasinin geniş kitlelere yayılmasını sağlayan en modern demokratik araç oldu. 

Aydınlar dahil insanların bu düşüncelere nasıl inandıkları araştırılması gereken bir konudur. Bazı seçkin-burjuva ve hatta gerici entellektüeller televizyonun üstün kültürü, globalleşmeyi, demokratikleşmeyi, özgürlüğü, çoğulcu seçeneği halkın ayağına getirerek kültürü demokratlaştırmadığını, aksine bayağılaştırdığını, ticaret maddesi yaparak düzeysizleştirdiğini söyleyip yakınmaktalar. Benzer şeyi ayrı bir açıdan Frankfurt Okulunun kültür eleştiricileri de söylemektedir. Herkesin bu kültür ürünlerini elde etme olanağına sahip olması, herkesin siyasetçilerin çatal dillerini televizyonda dinleme şansını elde etmesi, herkesin finans ve ekonomi enformasyonunu dinlemek için sadece bir kanal çevirmesi gerekmesi, ne iletişimin, ne politikanın ve ne de kültürün demokratikleştirilmesi anlamına gelir. Demokratikleşme karar vermeye katılma olmadıktan sonra sadece ideolojik bir aldatmaca içinde anlam kazanan bir varsayımdır, yani, ideolojik beyin yönetimi söylemidir. Egemen güçlerin izleyicilere sundukları ve kendi çıkarlarını temsil eden siyasi, ekonomik veya kültürel temsilciler arasından seçim yapmanın herkese sağlanmasının demokratikleşmeyle yakından uzaktan hiçbir ilişkisi yoktur. Kölelere efendilerini seçme hakkının verilmesi kölelik düzenini ortadan kaldırmaz. Bu ancak köleler arasında köleliklerini perçinleyen bir demokratikleşme anlamına gelebilir. Bugün ücretli/maaşlı kölelerin efendi temsilcilerini seçtiği gibi... İzleyicilerin birçok televizyon kanalından ve kanaldaki programlardan birini seçtiği gibi... Bu sadece paketlenmiş ürünlerin kitle tüketiminin demokratikleştirilmesi olabilir; bu istediğin herşeyin var olduğunu söyleyip, bunu demokratikleşme olarak sunmadır. Bu çerçevede Türkiye’de ticari televizyon kanallarının saatler süren tartışma programlarını demokratik gelişmenin göstergesi olarak algılanması ve anlatılmasının ne kadar yanlış olduğunu hatırlatmak gerekir. Saatler sürmesi konuların tartışılması anlamına gelmediği gibi, tartışılıyor olması da demokratikliği yaratmaz. Bu örnekler bir başka açıdan değişen bir şey olmadığı halde, sanki hiç yoktan iyi anlamına gelecek durumlar yaratır ki, bunun temel işlevi de sistemin meşrulaştırılması yönünde yaptığı katkıdır. 

Bu tür yayınlar tüketimin demokratikleştirilmesi bile değildir, çünkü tüketimin demokratikleştirilmesi için, pazarda herşeyin olması yeterli değildir. Tüketicilerin bu herşeyi elde edebilecek olanaklara sahip olması gerekir. Tüketiciler tüketeceklerinin üretiminde karar verici bir pozisyonda değillerse, bu üretim ilişkileri demokratikleşme olarak nitelenemez. Hele teknolojinin yayılması ve yaygınlaşması, herkesin evinde televizyonu olması ve uydulardan programlar izlemesini teknolojik devrimle gelen demokratikleşme olarak sunmak, ki böyle iddialarla dolu kitaplar ve araştırmalar pek çoktur, eğer kasıtlı yapılmıyorsa, entellektüel körlüktür.

Ürün Biçimleri ve Pazar İlişkileri 

Televizyon program transferi alt yapı transferiyle kaçınılmaz olarak gelen ve pazar ilişkilerinin niteliği sonucu çıkar hesaplarına uygun olarak getirilen teknolojik egemenliğin ve işbirliğinin bir sonucudur. M. T. Öngören’in belirttiği gibi kalkınma sorunları çözümlenmemiş memleketlerde televizyon bu gibi toplumları ilgilendirmeyen onlara çok yabancı düşen konulu filmlerin ve yabancı haber ajanslarından gelen haber filmlerinin bir boru hattı olmaktan kurtulamaz (1971:20). Televizyonumuzu dışarıdan akacak yabancı film ve programlardan kurtarabilmek hiç olmazsa bu akışı hafifletmek için yurt içındeki olanakların güçlendirilmesi gerekir. ((1971:21). M. T. Öngören’in yerli malı üretim kapasitesinin olması ve geliştirilmesi ile ilgili sorun, Türkiye’deki yönetici sınıfların global ve post-modern dünya politikalarıyla artık sorun olma özelliğini yitirmiştir. M. T. Öngören’in televizyonda dışa bağımlılığı olumsuz olarak değerlendirmesi, günümüzde egemen olan post-modern karşılıklı bağımlılık ideolojisi içinde anlamını yitirmiştir. 2000 yılının yeni-sömürgeci koşullarında, ulusallık yerini globalleşme (sömürenin ve sömürünün globalleşmesi) ve yerelleşme (sömürülenin yerel kimlikler içinde global sömürünün gerçekleşmesini sağlaması) politikaları almıştır. Sömürgelerdeki büyük sermaye ve siyasal yönetimin bilinci, yeni sömürgeci politikalarla örtüşmektedir.

Batı tipi modernleşme çabalarıyla birlikte son teknolojik ürünleri (televizyon yayını için gerekli teknolojik araçları) transfer etmek kesinlikle yeterli değildir. Teknolojinin ürününü (aletleri, makineleri, edevatları) transferle gelen önemli sorunlardan biri de profesyonel pratiklerin ve bu pratiklerle gelen ideolojilerin transferidir. Teknolojik aletlerin transferi ve çalıştırılması öğrenilebilir. Fakat daha önemli olan profesyonel pratikler, ürünü biçimlendiren ve kullanan kültürel yapıyla ilişkili olanlardır. Bu pratiklerin biçimlenmesi ve geliştirilmesi bilinçli ciddi bir girişim gerektirir. Bu bağlamda Mahmut Tali Öngören 1972’de 1970’in başındaki durumu şöyle özetliyordu: “Yıl 1971… Türk radyoculuğu henüz olgunlaşmamış durumda. Televizyon programcılığı bir türlü gelişemiyor. Arada sırada radyo ve televizyon programcılığı ile ilgili başarılı adımlar atılmıyor değil. Fakat ortada esas yok. Bu televizyon programcılığında da böyle. Radyo ve televizyon yöneticiliğinde de… Kimsenin bu gerçekleri kabul etmemesi ve esasa dayananan çabalara geçmemesi, radyo ve televizyon sorunumuzu gün geçtikçe derinlettiriyor.” (1972:3). 

Yıl 2000 ve özel televizyonların 10 yıllık kültürel ve ideolojik taarruzları sonucu, teknoloji transferiyle ilgili profesyonel ideolojilerin transferinde oldukça önemli adımlar atıldı. Aşağıda sıralanacak bu adımlarla ilgili varsayımların kapsamının araştırmalarla karşılaştırmalı ve güvenilir bir açıklığa kavuşturtulması gerekir:

Profesyonel ideolojiler Türkiye’de siyasal yapıya uygun bir şekil almaktadır. Devletin denetim organlarının harekete geçeceği endişesiyle siyasal iktidarların eleştirilmesinden kaçınılmakta, savunulmasında sakınca olmadığına inanılan düşünceler tekrarlanılmaktadır. Öteyandan, televizyon sahiplerinin ideolojik ve çıkar eksenleri doğrultusunda hükümet ve siyasal partilere karşı özel ve taraflı (lehinde veya aleyhinde) yayınlar yapılmaktadır. TRT devletin resmi ideolojisinin “borazanlığını” yapıyor iddialarına, özel televizyonları da katabiliriz. TRT ve özel televizyonlardaki profesyonel pratikleri inceleyerek, kamu kurumunun yapış şekliyle özel televizyonların yapış şekillerini karşılaştırmak gerekir.

Profesyonel pratiklerin kendine özgü olarak gelişmesi ve geliştirilmesi olanağı ve olasılığının bilinç yönetiminin hayati olduğu bir ortamda oldukça sınırlıdır. Çünkü profesyonel pratikler ve ideolojiler Batı tipi kalkınma, gelişme, modernleşme ve günümüzde yaygın propagandası yapılan globalleşme ile gelen ekonomik, siyasal ve kültürel biçimlendirme ve yeniden biçimlendirme ve denetimin önemli bir parçasıdır.

Dilin transferiyle, kapitalist Batı kendi tarihi sürecinde üretim ilişkilerinin biçimine göre, her ilişkinin özelliğini açıklayan ideolojik terimler ve onların tanımlamasını getirmiştir. Bizim gibi teknolojiyi transfer eden ülkeler de, kendilerinin düzenlerinde böyle bir üretim ilişkisinin olmadığı veya oluşma döneminde olduğu için, kapitalistin kavramlarının çoğu kendi dilinde yoktur, bu nedenle tek çare , teknoloji transferinde, sadece teknolojik aracı değil, aynı zamanda teknolojik dili de almak zorunda kalır. Birçok iletişim ve taşım araçlarının dilsel sembolik ifadeleri ya aynen transfer edilmiş ya da Türkçenin okunuşuna uydurulup alınmıştır: Televizyon, radyo, gazete, otomobil, taksi, kamyon, otobüs, posta, telefon, telgraf, sendika, kapital, demokrasi ve sonu "si" "ik" ve "ji" ile biten hemen her siyasal, toplumsal ve diğer bilimlerin kavramlarının çoğu. 

Televizyonu geliştiren ve yayan ülkelerde aynı zamanda profesyonel pratiklerde oluşur ve gelişir. Bir ülkede üretilen bir teknolojik ürün bir diğerine transfer edildiğinde kaçınılmaz olarak uzman personele gereksinim olacaktır. Televizyon programcılığı alanında bu gereksinimin programcı eğitimini gerektirir. M. T. Öngören’in belirttiği gibi (1972:81) Ankara televizyonu yayına başlarken teknik ve program elemanlarının büyük çoğunluğu ilk yayın tarihinden çok kısa bir süre önce sona eren iki aylık bir televizyon kursundan çıkmışlardı ve elbette yeterli bir televizyon anlayışına ve eğitimine sahip değillerdi, olamazlardı. Televizyon programcılarının eğitimi büyük çoğunlukla iş yerindeki pratiklerden geçerek olmuştur. Günümüzde yabancı televizyonları seyretme olanaklarının artması sonucu, öğrenme deneme-yanılmadan öte giderek, yaratıcılığı kopyalayan taklit biçiminin egemenliğine dönüttü. 

İletişim teknolojisinin ortaya koyduğu en önemli ürün iletişimin iletileni, gözle görüleni, kulakla duyulanıdır. Bu ürünler medya teknolojisinin özelliğine göre çeşitli araçlarla taşınarak, çeşitli araçlardan geçerek, çeşitli biçimlerde gelir: Film ile perdeye yansıyarak sinema-ses-görüntü şeklinde; televizyon ve görüntü-teyple (VCR) odamızı istila eden ses ve görüntü biçiminde; plak, CD ve ses teypleriyle müzik, dua ve beddua, ağıt ve nutuk şeklinde; gazete, kitap, dergi ile yazılı biçimlerde; radyo ile dinlenerek anlamlandırılacak şekilde gelir. Bu software biçimlerinin üretimi ve dağıtımı da, uluslararası pazarda egemen ilişkilerin getirdiği tek yönlü bir akım karakterini taşır. Pazar paylaşımı ve pazar egemenliğinde sadece birkaç sayılı ülke vardır ve bunların başında da ABD gelir. 

Ürün/program akımının iki ana yanı vardır: Birincisi ideolojik ve kültürel ve ikincisi ticari. Ideolojik yan ticari yanı desteklemek, tüketicileri pazara alıştırmak ve entegre etmek için görev görür. Birinci yan bakımından, ABD’nin kitle ideolojisi, kültür ve yaşam biçimi dünyada rakipsiz egemenliğe sahiptir. Dünya bu bakımdan 24 saat sürekli bombardıman edilmektedir. Bu da ne kendiliğinden ne de bu tarzın gerçek üstünlüğünden esinlenir. Tarzın sürekli olarak tekrarlanmasından, yüceltilmesinden ve yeknesaklıktan öte çoğulcu renkli ve umut verici bir görünüm içinde sunumundan, alternatifleri ortadan kaldıran pazar gücünden, ve insanlara fiziksel ve duygusal heyecan ve fantaziye kaçışla-doyumu getiren eğlence özelliğinden dolayıdır. İkinci, yani ticari yanda da dünya pazarlarında ABD’nin egemenliği gerileyen bir şekilde sürmektedir. Bu egemenlik altında kendi etki alanlarını genişletmeye çalışan Japonya ve Avrupa kapitalistlerini, ve bu egemenlik tarzını kopya ederek kendi yakın çevresinde iş yapan diğer ülkelerin kapitalistlerini görürüz. 

Film satışları geleneksel olarak üç merkezden olurdu (Santo Monica, Cannes ve Milan). Şimdi bu merkezler dışı yapılan satışlar tüm satışların yarısından fazladır. 

ABD’nin yarım ve bir saatlik serüvenleri dünya pazarında hala kapışılmaktadır. Cheers ve Cosby Show gibi komedi dizileri hala popülerdir ve dünyanın hemen her ülkesinde gösterilmektedir. Roseanne’ın şişman göbeğini hoplatması dünyanın dört köşesinde izlenmektedir. Aile ve komşu ilişkilerini ABD’nin emekçi halkının yaşam biçimiyle hiç bir ilgisi olmadan savunan Bundy ailesi dünyanın birçok evini kirletmektedir. A_Team, eski polisiye dizilerinden Hawai Five O ve Chips dünya ekranlarını tekrar tekrar doldurmaktadır. Bewitched hurafeyi desteklerken, benzerlerinden esinlenen Ruhsar gibi kopyalar üretilmektedir. 

Oyun programları, ABD'da tutulanlar ya da artık bıkkınlık yaratanlar dış pazarlarda kapışılmaktadır: Mark Goodson Production şirketinin The Price is Right, Family Feud, Match game, To Tell the Truth, Barry & Enright tirketinin Tic Tac Dough, Chain Letters, Stewart Tv tirketinin $ 25,000 Pyramid, Al Howard Production tirketinin Supermarket Sweep, Merv Griffin Enterprise tirketinin Wheel of Fortune, Jeopardy ve Dating Game gibi oyunlar. Bu oyun showlarının ömrü genellikle beş yıldır. Bu süreden sonra ya ortadan silinip giderler ya da cilalanıp ve yeniden paketlenip sunulurlar. ABD şirketleri ya kendi başlarına ya da Avrupa'da ortaklıklar kurarak oyun pazarında egemenliklerini sürdürürler. Örneğin, Grundy Worldwide şirketi yabancı ülkelere yaptığı reklamda 48 çeşit ABD yapıtı oyun show sunuyordu. Dünya pazarlarında egemen olan şirketlerden en önde gelenlerden Fremantle International New York şirketidir ve şirketin yüzde 80'ine İngiliz, ABD ve Kanada reklam ajanslarının "Interpublic" konsorsyumu sahiptir. Fremantle International Avrupa'nın oyun showlarının 76 oyunla yüzde 80'ini sunmaktadır. The Price is Right, Dating game, Family Feud ve Block Buster gibi meşhur show'ların "format" hakkına sahiptir. İngilizlerin Action Time şirketi Zenith'e aittir ve hissesinin yüzde 49'u Paramount'undur. Bu şirket BBC, ITV ve BskyB için yılda 25 show üretir. Çok tutulan "Love at First sight" oyununu da üretmiştir. Oyun showları çok ucuza mal olan ve kolayca başka dile ve kültüre adapte edilebilen programlardır. Oyun showlarını birçok ülke çeşitli şekilde kopyalamışlerdir. Fakat son yıllarda format hakkını satın alma veya kiralama yoluyla korsanlık ve sahtekarlık azalmıştır. Avrupa ve diğer ülkelerin bazı şirketlerinin kendi oyun showlarını yapmaları da son yıllarda başladı. Fakat bu show'ların eğlence anlayışı ABD’deki anlayışın yansımasıdır. Örneğin Fransızların "La Roue de la Fortune" ve Almanya'da "Rad Van Fortuin" ve Türkiye'deki Çarkı Felek ABD'nin "Wheel of Fortune" oyununun formatının izinli kopyasıdır. Aynı kopyayı, diğer çok tutulan ABD kökenli "Price is Right" oyununu İspanya'da "El Precio Justo", Almanya'da "Preis ist Heiss" olarak görürüz. İngiltere'de BBC ve ITV hafta sonu oyun showlarıyla doludur. Diğer istasyonlar da bu yarışa katılırlar. İngiltere'deki en çok seyredilen oyun showları ABD kökenlidir. Fransızlar hafta sonlarını en az on iki Amerikan veya Amerikan kopyası oyun showlarını seyrederek geçirir. Alman yayınlarında hava Amerikan, kendilerinin yaptığı ve Avrupa'dan aldıkları oyunlarla doludur. İtalyanlar hem ABD, hem İspanyol hem de kendi yapıtları oyunları bol bol seyrederler. Televizyon haberciliğinin ABD’dakinin en kötü ve bayağı kopyası olması; haber dışında bırakılanların haber olarak ele alınanlardan çok daha önemli olduğu; habercilikle yapılan bilinç yönetiminin niteliğini gösterir. Televizyon haberciliği ile televole arasındaki fark, eğer varsa tamamen kaybolmuştur. Bu durumu ABD haberciliğinde öncelikle deregulation sonrası görülen bir yönelimdir. Fakat Türkiye’deki özel televizyonlar düzeysizlikte, bireyselleştirmede, yanlılıkta, sudanlaştırmada, duygu sömürüsünde ve duygusal kışkırtıcılıkta ABD’yi yaya bırakmaktadır. 

Dünya pazarında, haber ve enformasyon akımı da tek yönlü bir nitelik taşır. "Olumlu bir toplumsal olay" ABD de bile haber değildir, çünkü olağandır, normal olarak beklenendir. Bayattır. "Olağan ötesi" de sunulduğunda, gerçek konumundan ve tarihinden soyutlanarak sunulur. Sonra tartıtma, açık oturum gibi programlarla konu etraflıca işlerler. 

Hiçbir program türü futbol yayınlarının kısa sürede topladığı izleyici ve parayı yapamaz. Futbol kapitalist düzende tüketim endüstrisinin reklamını yaparak geniş kitlelere ulaştığı bir alandır. Televizyon şirketleri spor yayını hakkını aldıklarında, bu onlar için reklamcıları çekecek büyük bir gelir kaynağı olur. Televizyon çıkıncaya kadar profesyonel spor gazete ve ardından da radyo tarafından canlı tutuluyordu. Ticari değeri sınırlıydı. Televizyon seyir-sporunu stadyumdan çıkartıp evlere, kahvelere, birahanelere ve eğlence yerlerine götürdü. Televizyonla birlikte sönük yıldız şistemi birden bire milyarlık uluslararası yıldızlık sistemine dönüştü. Profesyonel lig sporu kısa zamanda oyunculara milyonlarca dolar ödeyen ve milyarlarca dolar para yapan bir ticari alan oldu. Türkiye gibi ülkelerde profesyonel futbolda olan değişim ve uluslararasılaşma, futbolun yapısı ve yapısal ilişkiler, sömürücü kapitalist dünyanın minyatür yansıması gibidir. Yani profesyonel spor corporate kapitalist topluma benzer. Seyretmemizin “ödülü” tüketim mallarına ödediğimiz yüksek fiyatla ve vergilerde yansır. Her profesyonel spor, spor ve sporla ilişkili olmayan oyuncak ve eğlence endüstrilerinin palazlanmasına yardım eder. 

Çocuk programları, filmleri ve çizgi filmleri, video oyunu ve oyuncak karakterleri/kahramanları sürekli çocukların günlük faaliyetlerini doldurumaktadır. Yapılan ne, bu ürünlerin getirdiği ne, neden oradalar? Saldırgan pazarlama stratejisinde, bu ürünler oltadaki yem veya pavlovun köpeğine çalınan zil görevini görürler: Çocuk eğlencesi etiketi takılan bu ürünlerle yapılan, hem materyal hem de düşünceyi-biçimlendiren/bilinci belirleyen ve gündemi tanımlayan satıştır. Bu, tek cümleyle, kitle kültürünün yaptığının özetidir. Walt Disney ürünlerine ne ticari ne ideolojik yönden dünyada bir rakip vardır. Avrupa kapitalistleri bile dünya çizgi film üretiminin ve dağıtımının yüzde beşini bile sağlayamamaktadır. Japonlar bu alanda gittikçe güçlenmeye başladı. Fakat dünya televizyonlarında burjuva ideolojiye, kapitalist dünya düzenine ve pazarına en büyük hizmeti yapan Walt Disney ürünleridir. Dünyanın hemen her köşesinde, Walt Disney'in faşist yaratıkları çocuk televizyonlarında ve çocuk basınında genç beyinleri kitle tüketimine, sorunları faşistçe kaba kuvvetle çözme yöntemine, mülkiyet haklarının herşeyden üstün olduğuna ve bunun sürekli tehlike altında olduğu ve korunması gerektiğine, tüketici-bireyciliğe alıştırılırlar. Road Runner dünyayı soymada özgürce direksiyon sallama ve onu durdurmaya kalkanları özgürce tepeleme hakkının özgür bir ifadecisidir. 

Sonuç

İnsanlar ölür; fakat insanın yaşadığı çevreye olan katkıları, varsa, ölümden sonra da kalır. Yazarın ve öğretmenin katkısı, en azından, okurları ve yetiştirdiği insanların yaşamına olan etkisidir. M. T. Öngören de televizyon yöneticisi, öğretmen ve yazar olarak elbette zamanında diğer insanları etkilemiştir. M. T. Öngören Televizyona Açılan Pencere yapıtı 1960 ve &0’in başının konu ve sorunlarını Atatürkçü kalkınmacı bir açıdan anlatmaktadır. O zamanda olduğu gibi, şimdi de televizyona açılan pencere sadece televizyonun toplumsal rolü, televizyon ile diğer medyanın karşılaştırılması, özelliklerinin tartışmasının çok ötesinde televizyonun örgütsel yapısı, ilişkileri, ürünüyle ilgili kapsamlı bir inceleme ve sunum gerektirir. Bunun da ayrı incelemelerde yapılması Türkiye’de isimleri bile Türkçe olmayan (Star, HBB, Show, vb) televizyonların ne olduğu (kimlikleri, rolü, özellikleri, etkileri, amaçları ve sonuçları) ayrıntılı olarak anlaşılması için gerekmektedir. Ne yazık ki Türkiye’deki televizyonların ayrıntılı bir şekilde inceleyen yapıtlar yok denecek kadar azdır. Televizyona Açılan Pencere, bu pencerenin sahipleri veya sahiplerinin yüksek ücretli yöneticileri tarafından yoğun bir denetim altında tutulmaktadır. Televizyonun mülkiyet yapısı ve ilişkileri hakkında bilgi toplama olasılığı ancak bu pencerenin dışındaki kaynaklardan elde edilebilir. 

Teknolojik araç, örgütlenme biçimi ve iş yapış tarzının transferi (veya kopyasıyla) toplam bir sistem aktarılmış olur. Bu aktarmayla birlikte, televizyonun toplumda oynadığı roller ve görevler de aktarılır. Türkiye’de bunun ayrıntılı olarak incelenmesi gerekir.
Televizyonla dünyaya açılan pencere dikkatlice biçimlendirilmiş bir penceredir. Bu pencerenin gösterdiği dünya özenle seçilmiş, şekillendirilmiş, süslenmiş, paketlenmiş, içi doldurulmuş bir dünyadır. Bu dünya günümüzdeki egemen ekonomik ve siyasal güçlerin çıkarlarının gerçekleşmesi yönünde düzenlenmiştir. Bu dünyadaki görüntüler özel teşebbüs çıkarlarının paketlenmiş ifadeleridir. Bu dünya modacıların, sodacıların, kolacıların, kozmetik ve giyim endüstrilerinin, finans ve bankacılık, oyuncak, ev eşyaları ve kullanım maddelerinin satışının yapıldığı bir dünyadır. Televizyon iletişim sistemi olarak (a) kendi satışını yapar; bu satışı hem izleyicilerle hem de ilgili endüstrilerle ve siyasal yapılarla yaparlar. (b) Rating olarak değerlendirilen izleyicileri reklamcılara satarak ekonomik kazanç sağlar. Bu nedenle, televizyon, malı, aynı zamanda, izleyicinin dikkati olan bir ticari şirkettir. (c) Televizyon dünya görüşlerini, ideolojileri, inançları, hurafeleri, umutları, umutsuzlukları, beklentileri, değerleri, sevileri satarak bilinç yönetimi yapar. Türkiye’de bu konular da ayrıntılı olarak inceleme beklemektedir.

Televizyonu dünyaya açılan pencere olarak anlamlandırma izleyiciler açısından sınırsız olanakları ima etmektedir. Bu pencereden izleyicinin dünyayı görme şansı olduğu söylenmektedir. Elbette, bu pencerenin aslında ne tür bir dünyaya ne için ve ne tür sonuçlarla açıldığının sorulması gerekir ki bu da en başta televizyona açılan pencere ile televizyona bakmayı gerektirir. M. T. Öngören her ikisini de uzun yıllar öncesi yapmıştı. Radyo ve televizyon yayıncılığı üzerine yıllarca bıkmadan, usanmadan yazdı. Kamu yayıncılığının özerkliğine kendini adadığını söylemek abartı değildir. O bunun gerçekleştiğini göremedi, öğrencilerinin göreceği de kuşkuludur. Ama onun ardından bütün kitle iletişim araçlarının nasıl ne için ve kimin yararına kullanıldığı sorgulamasının canlı tutulması hiç olmazsa özerkliğin neden sağlanamadığını açıklama bakımından yararlıdır.

Kaynakça

Alemdar, Korkmaz ve İrfan Erdoğan (1998) Başlangıcından Günümüze İletişim Kuram ve Araştırmaları, Ankara: MY.
Alemdar, Korkmaz ve Kaya, Ratit, (1993), Radyo Televizyonda Yeni Düzen, Ankara: TOBB.
Alemdar, Korkmaz (1996), İletişim ve Tarih, Ankara: İmge
Becker, Samuel L. (1986), Review and Criticism : The Mass Media Declaration of UNESCO The Critical Communications Review / Information and the Crisis Economy/Foreign News and the New World information Order International Image Markets. Journal of Broadcasting & Electronic Media, 3O(1), Winter, s.106-109.
Boyt-Barrett, Oliver (1979), "Media imperialism" in J. Curran et. al. (eds) Mass Communication and Society. London: Edward Arnold, s.116-135.
Bruno, Ribes ... [et al.]. (1981), Domination or sharing? : endogenous development and the transfer of knowledge. Paris: Unesco Press.
Clark, Jennifer (1993), Pubcaster locked in taffy pull. Variety 1993, v350nll, Apr 12, p. 54.
Clark, Jennifer. (1993), Now, let's talk Turkey : Buyers seek top titles. Variety, 350(l), Apr. 5, s. M9O.
Cohen, Stanley ve J. Young (1981), The Manifacture of News. Ca: Sage.
Curran, J. (1979), "Press freedeom as property right: The crisis of press legitimacy" Media, Culture and Society 1 (1).
Curran, J. ve diğerleri (1977) (eds.), Mass Communication and Society. Ca: Society.
Danow, Kenneth R. (1992), European Media Markets: Commercial and Public Media in 15 Countries. Washington DC:NAB.
Dyson, Kenneth & P. Humphreys (eds.) (1990) The Political Economy of Communications. London: Routhledge.
Erdoğan, İrfan. (1995), ABD:İdeoloji, Düşler ve Gerçekler. Ankara: Ümit.
Erdoğan, İrfan. (1997), İletişim Egemenlik Mücadeleye Giriş, Ankara: Imge.
Erdoğan, İrfan. (1999), Kapitalizm Kalkınma Post modernizm ve İletitim, Ankara: Erk.
Erdoğan, İrfan. (1994) Uluslararası İletişim. Istanbul: Kaynak.
Fejes, Fred. (1986) Imperialism, media, and the good neighbor : New Deal foreign policy and United States shortwave broadcasting to Latin America. Norwood, N.J. : Ablex.
Galtung, Johan (1979) A Structural Theory of Imperialism. in G. Modelsky (ed.) Transnational Corporations and World Order. S. Fransisco: W.H. Freeman. (Imperyalizmin merkez-çevre\yan kuramı)
Garnham, N. (1974), "Trojan Horses: Some socio-political implications of Communication Technoloğy." Paper, International Broadcast Institute, Mexico City.
Garnham, N. (1990), Capitalism and Communication: Global Culture and the economics of information. London: Sage.
Glenn, A. Adam (1989), The New World of International TV Programming. Broadcasting, 17(l7), Oct 23, s. 75-79.
Golding, Peter (1079), "Media Professionalism in the Third World" in J. Curran et. al (eds), Mass Communication and Society. London: Edward Arnold.
La Manna, Manfredi M A. (1993), Asymmetric oligopoly and technology. Economic Journal: The Quarterly Journal of the Royal Economic Society, lO3(4l7), Mar s. 436-443.
Lamb, Lynette (1988) “Censorship in Publishing”,Utne Reader-1988, 25, Jan s. 17-18.
Mattelart, Armand (1984), Culture contre la democratic? English.International image markets : in search of an alternative perspective / by Armand Mattelart, Xavier Delcourt and Michele Mattelart ; translated by David Buxton ; introduction by Nicholas Garnham. London : Comedia.
Mattelart, Armand.(1983), Transnationals & the Third World : the struggle for culture. S. Hadley, Mass. : Bergin & Garvey, 1983.
Mattelart, Armand (1988), Technology, culture, and communication : a report to the French Minister of Research and Industry.
McBride, James (1992) “World Games: Growing U.S. Export Market”, Variety, 346(3), Feb 3, s. 60.
Meyer, William H. (1988) Transnational Media ve Third World Development. NY:Greenwood Press.
Öngören, Mahmut Tali,(1972) Televizyona Açılan Pencere. Ankara: Gazeteciler Cemiyet.
Öngören, Mahmut Tali,(1995), İletişim Notları. Ankara: ÇGD.
Schiller, Herbert I. (1992), Mass communications and American empire. 2nd ed., updated. Boulder : Westview Press.
Smythe, Dallas W. (1981) Dependency road: communications, capitalizm, consciousness, and Canada. N.J.:Ablex.
Thomas, Mark. (1989), “U.S. Fare Still Top Priority on italo Shopping Lists” Variety, 334(l3), Apr. 19, s. 177.
Traber, Michael (1986)(ed.) The Mythe of the information revolution: Social and ethical implicaiton of communication technology. London: Sage.
Tunstal, Jeremy & M. Palmer (1991), Media Moguls. NY:Routledge.
Varis, Tapio (1986) Patterns of Tv program flow in international relations. In Becker, Jorg et al. (eds) Communication and Domination: Essays to Honor Herbert I. Schiller. NJ: Ablex.
Wert, Maria C. (1988),“Global Television Flow to Latin American Countries” Journalism Quarterly, 65(1), Spring s. 182-185.
Williams, R. (1974) Television: Technology and Cultural Form. London: Fontana, Collins.
Yeung, Irene. (1990), “Program Exports”, Free China Review, 4O(8), Aug s. 20-21.

Hiç yorum yok: