25 Ağustos 2011 Perşembe

Medya Tekeli Üzerine


Tekelleşme ekonomik, siyasal, kültürel gibi herhangibir alandaki örgütlü faaliyetin tek bir güç merkezi tarafından kontroludur. En basit anlamıyla bir alanın tek bir elden yönetimidir. Ekonomik alanda gercek anlamıyla tekeli kapitalist devlet tekel kurumları oluşturarak yapar. Özel teşebbüsün faaliyet alanlarinda kelimenin gercek anlamiyla tek bir şirketin tekeli yoktur; onun yerine tek veya birkaç dev şirketin egemenligi vardır.

Tekellleşmenin kötü veya iyi olarak nitelenmesi tamamiyle görecedir: Bu nedenle tekelleşmede ilk sorulacak sorular “kim, ne ve ne için tekelleşiyor? “Tekelleşme kimin çıkarına ve kimin kaybına çalışıyor?” gibi sorulardır.

Kapitalist sistemin tarihinde, ekonomik bakımdan serbest rekabetin yerini tekel pazarı almış; küçük sanayi yerini büyük sanayiye terk etmiş; firmaların büyümesi ve çeşitli şekilde birleşmesiyle tekeller ortaya çıkmıştır; banka sermayesi sanayi sermayesiyle birleşerek finans kapitali ve finans oligarşisi oluşmuş; mal ihracının üzerinde Kapital ihracı egemenlik ve öncelik kurmuş; tekeller uluslararası kapitalist tekelleri kurmuşlar (bugünkü çok uluslu şirketler); güçlü kapitalistler tarafından dünyanın paylaşılması tamamlanmış ve bu nedenle, ilerideki çatışmalar yeniden paylaşma için olacaktır. Bu kaçınılmaz çünkü dengesiz gelişme nedeniyle tekelci güçlerin ilişkisi değişir, bu değişim sonucu paylaşmanın şekli ve paylaşanların payı da değişir. Bu da bağımlılik ve ücret\maaş kölelik koşullarının perçinlenmesini sağlar.

Tekelleşme serbest rekabet ideolojisi tarafından serbest ticaret sistemine ciddi rekabet engellerinden biri olarak sunulur. Fakat bu ideoloji için tekelleşme gibi rekabet engelleri ne denli etkili olursa olsun, sonuçta önemsizdir, çünkü küçük ya da büyük bütün üreticiler eşit ölçüde tüketici talebine bağlıdırlar. Daha açık bir deyimle, özel teşebbüsün tekelleşmesi rekabet engeli olsa bile gene de pazar koşulunu ve durumunu belirleyen tüketici talepleri olduğu için serbestlik ilkesini ortadan kaldıracak bir öneme sahip değildir. İlginç olan, Bir taraftan bu söylenirken, öte yandan, üniversitelerdeki işletme okullarında talep yönetimi öğretilir, pazar araştırmaları yapılır, tüketicilerin zevkleri, tutumları ve pazar davranışları en küçük detayına kadar incelenir. Bu "bilimsel" girişimlerin amacı insanlığa bilgi toplayarak yardım değil, kontrol mekanizmaları kurmak ve politikaları uygulamaktır; serbest rekabet ilkesini çiğneyen bir girişimle talep üzerinde yönetim ve kontrol sağlamaktır. Bu girişim de genellikle farklı bir kılıfta “müşteri isteklerini yerine getirme, müşteri hizmeti, toplam kalite yönetimi, katılımcı yönetim, müsteri tatmini” vb olarak sunulur. 

Aynı yaklaşımlar özel teşebbüsün tekelleşmesinin etkisini minimize ederken, kamu sektöründeki tekelleşmeyi özgürlüklere ve serbest rekabet ilkelerine aykırı olarak niteler ve yoğun saldırılarda bulunurlar. 1980’ler ve 90’lar uluslararası şirketlerin ve ortaklarının çıkarlarını gerçekleştirmek için birçok ülkede yaygin özelleştirmeler başlatılarak kamu kurumları ve zenginlikleri sermayeye peşkeş çekme yılları olmuştur. Ilginç olan bu satışa devletlerin kendileri katilmaktadırlar. Dünya çapında sermayenin egemenliğine ülkelerin arzuyla katılmaları, İkinci Dünya savaşından sonra hızlanan bagımsızlık savaşlarina karşı dogrudan sömurgecilik yerine yeni-sömürgeciliği yerleştirme çabalarıyla başlayan geçiş döneminin bittiğini ve dünyada yeni-sömürgeciliğin “post-modernism ve küreselleşme” uyduruları adı altında başladığını göstermektedir. Yani dünya yirmibirinci yüzyıla, sermayenin tekelindeki yeni-sömürgeciliğe geçişin büyük ölçüde tamamlanıp yeni-sömürgecilik dönemine girişle başlamaktadır. Günümüzde, ekonomik ve siyasi gücü ellerinde tutanlar iletişim ile zihinleri de denetim altına alabilecek konuma gelmişlerdir. Sivil toplum örgütlenmeleriyle belli ölçüde baskı gücüne sahip, demokratik gelenekleri güçlü toplumlarda tekelleşmenin yarattığı sakıncaları sınırlayabilecek olanaklardan söz edilebilir. Ama dünyanın pek çok ülkesi, istese bile, gelişmelerin yarattığı durumlara karşı koyacak olanaklara ve mekanizmalara sahip değildir. 

Kapiitalist tekelci yönelimin yanında aynı zamanda sayısız küçük sermaye şirketleri yaşar. Her yıl bir çok özel teşebbüs, sözde, “halka istediğini veremediği” için batmaktadır. Sözde topluma hizmet ve böylece ekonomiye ve kalkınmaya katkıda bulunmak için, üretimin örgütlenmesi ve ham madde safhasından başlayarak mahallemizin köşesindeki "süpermarketa" kadar çeşitlenen biçimlerde, büyük ve küçük firmalar sürekli rekabet içindedirler. Örneğin, NY'da her yıl açılan küçük iş yerlerinin çoğunun kısa zamanda kapanması hem rekabetin ne denli şiddetli olduğunu hem de üreticilerin\satıcıların, kısaca pazar ilişkisindeki arz eden tarafın ne denli talebin kurbanı olduğunu anlatmaz mı? Anlatmaz: Bu iddianın aksine, kapitalizmin büyüme baskısını ve küçüğü ezmeye yönelik karakterilerini gösterir. Aynı zamanda, küçük firmaların yok oluşlarının talebin belirleyiciliğiyle olan ilişkisi, tekelci veya oligopolist kapitalist pazardaki yokedicilikle sürdürülen canlılıkla ilişkisi ve ideolojik amaçlı kullanım ötesinde, çok az önem taşır: Kapitalist pazarda küçük sermaye girişimleri ve başarısızlıklar, aynı anda yeni girişimlerin eskileri takip etmesi pazara büyük hareketlilik, rekabetcilik görünümünü verir. Sürekli ölüm kalım mücadelesi veren ve büyüme sancıları çeken küçük burjuvazi milliyetciliğe, ırkçılığa, dinciliğe başvurarak hem talebi "Allah allah sesleri ve vatan millet sakarya nameleriyle" kendine doğru yönlendirmeye, hem de ezilişinin hıncını suçsuzdan almaya çalışır. Bu uğraş küçük burjuvaziye kapitalist düzenin tanıdığı çaresiz çare kapısıdır. Bunun ötesinde, birleşmeler, satın almalar, ortak yatırımlar, dikey ve yatay büyüme ve bütünleşme, tekelleşme, yaygınlaşma, pazar kontrolu ve kar azamileştirmesi günümüzün kapitalist pazarının egemen karakteridir. Talebin krallığı günümüzdeki İngiliz kralının İngiliz ekonomik ve siyasal politikalarını saptamadaki "krallığına" benzer: Saptayamaz. Türk halkı BP'den, Petrol Ofisinden, Shell'den "aman bize kurşunlu benzin satın! Nüfus çok artıyor! Böylece hem binbir türlü kanserle nüfus artışı kontroluna katkıda bulunuruz, hem dolmuşlar ve otobüslerde ve de sokakta kurşunla cigerleri dolan çocuklarımızın beyinleri zedelenerek, onları düşünme gibi bir zahmete katlanmaktan kurtarmış oluruz!" diye istedikleri için mi, dünyada insanın değerinin beş para etmediği ülkeler dışındaki on para ettiği ülkelerde yasaklandığı halde, Türkiye'de satılmaktadır? Otobüslerde, dolmuşlarda ve sokakta zehirlenen Türk insanı bu petrol şirketlerine, "Neden siz petrolu burnumuzun dibinden getirip bize, dünyanın öbür ucundaki Amerikadaki sattığınızın iki misli fiyatına kakalıyorsunuz?" diye sorsa, dinleyen olur mu? " Veya böyle bir soruyu aklına getiremeyecek kadar aptallaştırılmış mı? Bu sorulara cevabı mülkiyet ve güç ilişkileri içinde aramak gerekir. "Kurşunlu benzin istemeyiz!" diye millet gösteri yapsa ne olur? Başta cevap hazırdır: "İstemezseniz, siz de super benzin alın, sizi zorlayan yok ki!" olur. Benzinin pahalı olması şikayetine de "özgürlük var, istemezseniz almayı, zorlamıyoruz" gibi karşılık verilir. Millet israr ederse, "demokrasiyi, huzuru ve düzeni" kurmak için devletin kiraladığı polis denen maaşlı-köleler veya ordu denen mecburi-köleler harekete geçirilir. Kısaca, üretim ve pazar ilişkileri toplumdaki mülkiyet ve güç yapısından bağımsız değildir. Kapitalist toplumsal üretim biçiminde talep örgütlü soygunun kurbanıdır; Örgütlü baskı ve sömürü pratikleri ve baskısı içinde güçsüzleştirilmiştir.

Liberal yaklaşım tekelci kapitalizmi ve bunun yarattığı bağımlılıkları, günümüzde, demokratik çoğulculuk ve serbest pazar ideolojisi sunumlarıyla farkli bir biçimde gösterir. Aslinda bu çoğulculuk yaklaşımı çoğulcu siyasal ve ekonomik demokrasinin varlığı iddiasına benzer: Siyasal Partiler vardır ve birbiriyle egemenlik mücadelesi içindedirler; Özelleştirme vardır, devletin tekeline karşı demokratik mücadele vermektedir; pazarda sayısız çeşitlilik vardır, yok yoktur. Siyasal yöneticiler, sosyal, ekonomik ve siyasal gerçeklere, sorunlara ve çözümlere çeşitli anlam veren halk tarafından, halk oyuyla dört yılda bir seçilirler ve yeniden seçilirler; Halkın rasyonel tüketim davranışları sonucu olarak ekonomik pazar biçimlenir ve ekonomik dünyada yaşayanın yaşamasını ve ölenin de ölmesini böylece tüketici-halk saptar. Diğer bir deyişle, sosyal, ekonomik ve siyasal örgütlenme ve ilişki biçiminde olduğu gibi, yaşayan dilde yaşayan anlam vermeler de tekelci, oligarşik veya hegemonici değil, çoğulcu bir karakter taşır. Böylece, yirmibirinci yüzyılda uluslararası şirketlerin egemenliğindeki bağımlılığa katılma sadece ekonomik alanda değil dilden, bilinçten ve kültürden geçerek sağlanan total bir katılma biçimidir ve bu biçimin adı da yeni-sömürgeciliktir; post-modernizm, küreselleşme, demokratikleşme değil… Bu yeni-yapıda, Amerikan sisteminin aynen kopye edildiği bir egemenlik vardır. Kitle iletişimindeki dikey tekelleşme, yani iletişim sürecinde iletişimin ta başından, üretiminden tüketimine kadar olan kademelerin (film stüdyosundan filmlerin gösterildiği sinema binalarına kadar, gazetenin kağıdının üretiminden, basımı ve bayilerde dağıtımına kadar herşeye) sahip olan uluslararasi firmalar ve ortaklarının egemenliği vardır. Bu durum uluslararası ve ulus içi tekelleşmelerin egemen olduğu dünya pazarında dev şirketlerin pazar gündemini kurma ve yürütmesini getirir ve "küçük güzeldir" ideolojisinin laftan öte geçersizligini yanıtlar. Karşımızda dev endüstriyel yapılar görürüz ve bu yapıların amacıyla tüketici, daha doğrusu ücretli\maaşlı köle durumuna düşürülmüş insan kitlelerinin amaçları arasıdaki ilişki çok özel karakterlere sahiptir. Egemen karakter: Kapitalist mülkiyet ilişkilerinde sermaye birikimin garantilemek ve bunu garantileyen örgütlü yapıları sürdürmektır. Dolayısiyle, bu egemen karakterin belirlediği amaçlar, ücretli ve maaşlı çoğunluğun çıkarlarıyla taban tabana zıddır. 

Korkmaz Alemdar ve irfan Erdogan 

Hiç yorum yok: