20 Ağustos 2011 Cumartesi

Erdoğan'ın Soykırım Planları



Türk devleti Kürtlere karşı yeni bir saldırı dalgası başlattı. Son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında bu saldırı konseptinin detayları karara bağlandı. Bu zirve öncesi Erdoğan ve kurmayları tarafından dillendirilen ‘yeni dönemin’ detayları kısmen basına yansıdı veya önceden korku ve panik yaratmak için yansıtıldı.

Cemaatin önde gelen tetikçilerinden Hüseyin Gülerce ‘artık yeni, yepyeni bir dönem var. Yeni Türkiye, terörün belini bu defa kıracak. Terörle ilk defa, büyük Türkiye’ye yaraşır bir mücadele verilecek’ diye yazdı. Bunu Fehmi Koru’nun açıktan ‘Sri Lanka modeli masada’ demesi izledi.

Peki ne olacaktı? Herkesin sorduğu soru şuydu; Türkiye 90’lı yıllara geri mi dönecekti? JİTEM işbaşı yapacak, faili meçhul cinayetler mi başlayacaktı? Köyler, kasabalar mı yakılacaktı? OHAL ilan edilecek, sokakları ölüm timleri mi dolduracaktı?

Bu soruların cevabı gecikmeden geldi.

İlk önce devletten iyi koku aldığı söylenen Fatih Altaylı aralarında yeni seçilmiş milletvekillerinin de bulunduğu, DTK meclis üyelerinin ve BDP’lilerin olduğu ‘800 ile 1400 kişinin tutuklanacağını’ yazdı.

Bunu Kürtlere karşı sistematik olarak psikolojik savaş yürüten Taraf gazetesinin ‘meşhur’ istihbarat elemanı Mehmet Baransu’nun ‘bir günde 100 PKK’linin öldürüldüğü haberini duyacağız’ yönündeki notu izledi.

Bu iki istihbarat notunu yan yana koyduğumuz zaman, yeni denilen konseptin aslında yeni olmadığı, çok önceleri hazırlandığı ve şimdi uygulamaya geçildiğini gösteriyor.

Bunun iki ayağı var; Birincisi Kürdistan’ı yakıp yıkmak. Diğeri ise Kürtlerin özgürlük umutlarını yok etmektir.

Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne öldürücü darbe vurmak için sürekli fırsat kollayan AKP ve onun lideri Erdoğan şimdi koşulların geçmişe göre çok daha uygun olduğu kanısındadır. Daha önce hazırlanan ve geçmişte kısmen uygulanan plan şimdi bütün yönleriyle uygulanmaya çalışılmaktadır.

Ankara bu kirli planı uygularken psikolojik savaşa özel bir önem vermektedir. Erdoğan başta olmak üzere devlet ve hükümet yetkilileri, gazete ve televizyonlar işin bu noktaya gelmesinin faturasını Kürtlere kesmek, Kürtleri sorumlu tutmak ve katliamlarına gerekçe yaratmak için özel bir çaba sarf etmekteler.

Halbuki AKP’nin Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye planları yeni değil. Öncesi var. Askeri vesayet rejimini tasfiye ettiği söylenen AKP, Kürtlere karşı politikasında hiç bir siyasi etikte yeri olmayan ikiyüzlü, deyim yerindeyse kalleşçe bir politika izledi. Kendi paçasını kurtarmak için, Kürtlere karşı ordu ile anlaştı.

Bu anlaşmanın ilk önemli adımı 5 Mayıs 2007 Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan Başbakan Erdoğan ve dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt arasındaki ‘iki kişilik’ zirvede atıldı.

Bu zirvede Genelkurmay başkanlığının hazırladığı ve kamuoyunda Lahika-1 olarak bilinen ‘Türkiye’yi Şekillendirme Planı’ üzerinde anlaşma sağlandı. Bu plan üzerinden Kürtlere karşı AKP-Ordu ittifakının temelleri atıldı.

Bugün olup bitenler o planın ruhunu yansıtmaktadır. Lahika-1 planına göre; DTP ‘terörist’ ilan edilecek, sözüm ona ‘Teröre sağlanan desteğin bedelsiz kalmayacağı, sıklıkla yapılacak aramalar, operasyonlar v.b faaliyetler ile bölge halkına hissettirilecek:’ Daha da ötesi; ’Irak’ın Kuzey bölgesinde Türkiye sınırına yakın bölgelerde yaşayan Irak halkına ise ağır silah ateşleri icra edilerek aynı mesaj verilecektir.’

Son 4 yılda AKP hükümeti, Türk ordusu ile yaptığı bu anlaşmanın tüm gereklerini yerine getirdi. DTP ‘terörist’ ilan edildi. Kapatıldı. Yüzlerce, hatta binlerce üye ve yöneticisi tutuklandı. Eş başkanlarının milletvekillikleri düşürüldü. Güney Kürdistan’a ise defalarca havadan ve karadan saldırılar yapıldı.

2011 Şubat’ına gelindiği zaman, AKP Milli Güvenlik Kurulu’na ek önlemler alınması için, ikinci yeni bir plan sundu. Kürt basınının deşifre ettiği bu plan 24 Şubat 2011'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu'nda kabul edilen ve kayıtlara "121019" sayılı Terörle Mücadele Strateji Belgesi olarak geçti.

Şubat 2011’de kabul edilen ‘Terörle Mücadele Strateji Belgesi’ aslında yarım bırakılan ‘Lahika-1’in devamı niteliğindeydi. Son eklenen ‘Strateji Belgesi’ daha çok ‘halkla ilişkiler’ çalışmasıydı.

Plana göre Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı üniversitelerden, sivil toplum kuruluşlarından yararlanılacak, kendilerine yakın bazı ‘Kürt şahsiyetlerin’ etkin olmaları sağlanacak, gençlerin gerillaya katılmasını önlemek için ‘şüpheli aileler’ üzerinde baskı kurulacak, aşiretlerin desteği alınmaya çalışılacak, ‘Bölge illerinde din motifinin etkin olduğu gerçeğinden yola çıkılarak Diyanet İşleri Başkanlığı'yla ortak çalışma yapılacak’ ve en önemlisi gazete, televizyon gibi araçlar mümkün olduğunca ‘etkili’ kullanılacaktı.

Aslında tıpkı ‘Lahika-1’ planında olduğu gibi, bu son ‘Strateji Belgesi’nde öngörülen çalışmalar yapıldı. Şimdi yapılmak istenen Çiller-Ağar-Güreş üçlüsünün yarım bıraktığı ve son dört-beş yılda yapılan planlarda öngörülen Kürt ve Kürdistan düşmanlığının toplamıdır. Çünkü; Ankara ne dün ne de şimdi Kürtlerle ortak ve eşit bir gelecek için hazır değil. Kürtlerin kendi geleceğini, özgürce belirleme hakkına saygı duyacak kadar ne çağdaştır, ne demokratiktir, ne de barışseverdir.

Ankara için değişmeyen tek gerçek en iyi Kürt köle, direniyorsa eğer ölü Kürt’tür.

Bu gerçeği sadece Kürtler söylemiyor. Vicdanını ve aklını AKP pazarına sunmamış, hangi ideolojik ve politik duruşu olursa olsun-sayıları az da olsa-tutarlı her Türk dile getiriyor. Dünya kamuoyu da, ‘Arap Baharı’nın hamililiğine soyunan Ankara’nın bu ikiyüzlü politikasını giderekten daha çok görüyor.

Ayrıca ne Kürtler, ne Mezopotamya, Anadolu’nun kadim halkları ve ne de dünya Türkiye’nin bir halklar mezarlığı olduğunu unutmuş değil. Doğrudur. 20. yüzyıl İstanbul ve Ankara’daki Türk hükümetlerine soykırımlar için görülmemiş düzeyde ziyafet sofraları sundu. En son bu sofraya konulan Kürdün iradesidir, kellesidir, geleceği ve ülkesidir.

Şimdi tüm bunlar ortada iken, Kürtleri akan kandan sorumlu tutmak ahlaksızlıktır. Sözümüz bu konuda konuşan, yazan-çizen, kendine ne sıfat takarsa taksın herkesedir. Kürdistan’ı bombalamak, Kürtleri katletmek, Kürtlere zindan ve köleliği laik görmek bir soykırımdır. Buna karşı Kürtlerin her türlü direnişi meşrudur. Artık insan olan herkes tercihini yapmak zorundadır. Ya bu soykırımdan yanasınız, ya da karşısınız. Orta yol bitmiştir. 

Cahit Mervan

Hiç yorum yok: