4 Mayıs 2011 Çarşamba

Semboller Üzerinden Politika ve Bin Ladin


Politik mücadelede sembollerin kullanılması önemlidir. Bir tarafın sembolünü politik rakibine kabul ettirmesi, belirli oranda görüşlerini de kabul ettirmesi anlamına gelir. Düne kadar reddettiğiniz karşıtınızın sembolüne karşı tutumunuzu değiştiriyorsanız, genel olarak tutumunuzda önemli bir değişme var demektir.

Okur, Türk bayrağında ısrar etmenin ve bunun yanında Kürt bayrağının yer almasını kabul etmemenin büyük politik anlamı olan bir sembol savaşı olduğunu hemen anlayacaktır.

Konuyu ileriki bir yazıya bırakıp, başlıkta belirlenen konuya devam edelim.

Taraflardan birinin sembolünün yok edilmesi, aynı zamanda o tarafa indirilen önemli bir darbe anlamına gelir. Sembolün buradaki önemi sahip olduğu maddi güçten değil, psikolojik öneminden kaynaklanır.

ABD’nin Bin Ladin’i sağ yakalamak yerine öldürmesi ve cesedini de yok etmesi (denize atması) bu bağlamda değerlendirilebilir.

Bin Ladin, 11 Eylül saldırısının mimarı olarak biliniyordu.

Bu saldırıda, ABD’nin sembolü sayılan New York’taki ikiz kuleler çöktü ve bu çöküş sadece ABD yönetimlerinde değil, halkında da derin bir travma yarattı.

Amerikan kültürünün sembollerinden bir tanesi yok edilmişti ve bunun intikamı alınmalıydı.

11 Eylül saldırısında ölen yaklaşık 3000 kişiden ziyade, ikiz kulelerin çökmesi, ABD yönetimlerinin ve halkının bilincinde derin iz bırakmış, onu unutulamayacak oranda yaralamıştır.

ABD yönetimlerinin (önce Bush Jr, ardından Obama) Bin Ladin’i mutlaka öldürmek istemesi ve bu işi Pakistan yönetimine bırakmak yerine kendisinin yapması ancak bu temelde açıklanabilir.

El Kaide için Bin Ladin’in sembolik olmanın ötesinde öneme sahip olmadığını Obama yönetimi de biliyordu.

Bu kişinin öldürülmesiyle El Kaide’nin maddi olarak zayıflamayacağını ve Afganistan’da Taliban’a karşı yürütülen savaşın kazanılmasıyla da bu konunun ilgisinin bulunmadığını da mutlaka biliyordu.

ABD için Bin Ladin’in öldürülmesi, “bir sembolün yok edilmesi” açısından önemlidir. Sembollerini yok eden gücün sembolünü öldürmüşlerdir.

ABD halkının bir bölümünün sokaklara dökülüp sevinç gösterileri yapması da bu bağlamda değerlendirilebilir.

Sembollerinin yıkılmasına yol açan kişinin ortadan kaldırılmasıyla ferahlamışlar, yaşadıkları derin travmadan bir oranda da olsa kurtulmuşlardır.

Bin Ladin’in öldürülmesiyle ilgili kullanılan “Yes, we can” (evet, yapabiliriz) ve “adalet yerini buldu” saptamaları da bu bağlamda değerlendirilebilir.

(Bu gelişmelerle birlikte ABD’de idam cezasının neden bu kadar çok taraftarının bulunduğunu anlamak kolaylaşmış olsa gerektir. Failin öldürülmesiyle “adaletin yerinin bulacağı”na inanan insan sayısı az değildir.)

ABD, “kana kan, intikam” tutumuyla bir kahraman yarattığını kısa sürede anlayacaktır.

“Cezasını buldu, ötekilere ibret olsun” anlayışının temelsiz olduğunu bir kere daha anlamak için de uzun zaman geçmesi gerekmeyecektir.

Sembolün yok edilmesi umutsuzluk ve yılgınlıktan çok öfke doğurur.

Eğer o sembol küçük olmayan bir gücün üzerinde yükseliyorsa, sembolün yok edilmesi rakibi zayıflatmaz, tersine güçlendirir.

Bin Ladin’in cesedinin yok edilmesi, ABD’nin bu ismin arkasındaki potansiyelden çekindiğini gösterir ve sorunun esasını anlayamadığı oranda da bu potansiyel onun başını daha çok ağrıtacaktır.

Sadece El Kaide militanları hakkında değil, canlı bomba saldırıları düzenleyen öteki radikal islamcı örgüt militanları hakkında da çok sayıda araştırma yayınlandı.

Araştırmaları yürütenler. Başlangıçta, eğitimsiz ve kandırılmış insanlar bulacaklarını sanıyorlardı, ama kısa sürede fikirlerini değiştirdiler.

Kaybetmiş bir kuşağa ait olmanın acısı militanlarda bulunan ortalama bileşendir denilebilir.

Halkın büyük bölümünün Müslüman olduğu ülkelerde ve özellikle de Arap ülkelerinde eğitimli, işsiz ve gelecek umudu olmayan milyonlarca genç var.

Umutsuzluk ve boşluk genç insanları değişik yönlere kolaylıkla savurabilir.

El Kaide dahil değişik radikal islamcı örgütlerin Arap ülkelerinde gençlerin önemli rol oynadığı halk hareketlerine büyük umutla baktıkları söylenebilir.

Bu hareketlerde anti-ABD ve anti-İsrail sloganlar neredeyse hiç duyulmadı. Tersine, bazı yönetimler (örneğin Suriye’deki Baas) büyük kitle gösterilerindeki rejim karşıtı potansiyeli anti-İsrail sloganlarla saptırmaya çalıştı.

Bu ülkelerin yıllar öncesinde kalmış cılız anti-emperyalizmi, bir süreden beri halkın dikkatini iç sorunlardan uzaklaştırmak amacıyla kullanılıyor.

ABD’nin Libya’da Kaddafi’ye yönelik askeri harekatın sorumluluğunu kısa sürede NATO’ya devretmesi, Fransa’nın bir dönem ön planda görünmesinden rahatsız olmaması ve bundan sonra da geri planda kalacağını açıklaması bu nedenledir.

Arap gençliğinde şu anda geri planda kalan anti-ABD tutumu kışkırtmamak gerekir. Aksi durumda, ABD çıkarlarına aykırı öteki gelişmelerin yanında, çok sayıda gencin radikal islamcı örgütlere katılacağını öngörmek hiç de zor değildir.

Bin Ladin’in öldürülmesi ABD yönetimi ve halkının yaşadığı travmaya iyi gelmiş olabilir, ama karşı tarafta da canlı bir sembolü daha güçlü ölü bir sembole dönüştürdüklerini görmek için fazla beklemek gerekmeyecektir.

Kendileri de bunu biliyor ve bunu engellemek için de cesedi yok ettiler.

Photoshop ile uydurma ve kötü bir ölü Bin Ladin resmini dünyaya dağıttılar. Böylece sembolün akıllarda çirkin bir yüzle kalacağını düşündüler.

“İntikam soğuk yenilen bir yemektir” denir.

ABD’nin intikam yemeği aradan on yıl geçmesine karşın soğumamış.

Yoksa Bin Ladin’i sağ yakalamak yerine öldürmek gibi büyük bir akılsızlığı yapmazlardı.

Engin Erkiner

Hiç yorum yok: