4 Mayıs 2011 Çarşamba

Ankara'nın Kürdistan Sendromu


Suriye’deki halk ayaklanması en çok Türkiye’yi yönetenlerin uykusunu kaçırıyor. Şam’daki olası bir rejim değişikliğinin yol açacağı gelişmeler, Kürtlerin Güney-Batı Kürdistan olarak adlandırdıkları Suriye Kürdistan’ında elde edecekleri kazanımlar, Ankara’yı ‘yeni’ arayışlara itiyor. Daha doğrusu Türkiye tekrardan ‘eski’ politikasına geri dönüyor. ‘Kürt sorunu yoktur’ diyor.

Tunus, Mısır, Libya’daki gelişmeler, halk ayaklanmaları, rejim değişiklikleri Türkiye’yi etkiledi, ancak Suriye’deki son isyan dalgası kadar kara kara düşündürmedi. Çok iyi biliniyor ki Kürtler Suriye’de son derece önemli bir pozisyona sahipler.

Aslında benzeri bir durum geçmişte İran’da yaşandı. Şah rejimi çökerken Kürtler tarihi bir ‘fırsat’ yakaladılar. Şubat 1979’da İran’da Şah rejimi çöktüğü zaman Doğru Kürdistan’ı ‘bir gecede’ Kürt güçlerinin denetimine geçti. Rejim Kürdistan’da iktidarı kaybetti. Dr. Abdurahman Qasımlo yönetimindeki PDK-İran, Doğu Kürdistan’ın neredeyse bütününe el koydu.

Ne yazık ki daha sonra bu muazzam kazanım korunamadı. Kalıcı bir çözüme dönüşmedi. Bunun bir çok nedeni vardı.

Kürt güçlerinin kendi aralarındaki çatışmaları, sömürgeci devletlerin tüm çelişkilerine rağmen Kürtlere karşı el altında oluşturdukları birlik ve uluslararası güçlerin-ki o dönem dünya iki kutuplu idi- başta da ABD ve Sovyetler Birliği’nin Kürtleri gözetmeyen tutumları Doğru Kürdistan’da ortaya çıkan bu kazanımın bertaraf olmasıyla sonuçlandı. Ve bu durum aynı zamanda iktidara yeni gelmiş Humeyni rejiminin Kürdistan’ı yeniden işgal ederken sınır tanımaz terörüne yol açtı. Binlerce insan infaz edildi.

Şimdi Kürdistan’ın başka bir parçasını egemenliği altında tutan Suriye kaynıyor. Halk isyan ediyor. Son birkaç hafta içinde yüzlerce kişi öldürüldü. Rejimin çökmesi kaçınılmaz. Rejimin yıkılması sadece bir zamanlama sorunu olarak orta yerde duruyor.

Ordu, polis ve istihbarat gücüyle ayakta duran Baas rejimin çökmesi durumunda nasıl bir Suriye’nin ortaya çıkacağı, nerdeyse orada yaşayan insanlardan çok Türk devletini alakadar ediyor. Kara kara düşündürüyor.

Çünkü 1979 yılın Şubat’ında Şah rejiminin çöküşüyle birlikte Doğu Kürdistan’da ortaya çıkan ‘de facto’ durum burada yaşanabilir. Yani rejim çökerken Güney-batı Kürdistan bir gecede Kürdistani güçlerin kontrolüne geçebilir. Şam yönetimi, tümden olmasa da Kürdistan’ı yitirebilir. Bu son derece mümkün ve gerçekleşebilir bir durumdur.

Kaldı ki şartlar, 1979 Şubat’ından çok farklıdır. Her şeyden önce Kürt hareketi her alanda örgütlü bir güçtür. Kürdistan’ın hiçbir parçası, hatta hiçbir şehri ve kasabası tek başına sahipsiz değildir. Kendini koruyacak, yeni kazanımlar elde edecek gerçek manda özgüce sahiptir. İkincisi sömürgeci Türk ve İran yönetimlerine rağmen, onların çevirdiği dolaplara rağmen, bölgesel koşullar düne göre çok farklıdır.

Lozan Kürdistan’da çoktan çökmüştür. Bir taraftan PKK öncülüklü Kürdistan Özgürlük Hareketi ve onun ortaya çıkardığı muazzam kazanımlar, diğer taraftan 2003’te Saddam rejiminin çökmesiyle gittikçe ete-kemiğe bürünen Federal Kürdistan gerçekliği yeni bir durumdur.

Bu nedenle rahtlıkla söyleyebiliriz ki Kürtleri esaret altında tutan Lozan’ın hem Irak ve büyük oranda Türkiye ayağı çökmüştür. Çarmıhın birkaç çivisi sökülmüştür.

Türk devletinin Saddam’ı kurtarmak için harcadığı çabalar nasıl ki boş ve nafile idiyse, bugün Kürtler hak ve hukuk elde etmesinler diye Şam rejimini kurtarmak için harcadığı çabalarda nafiledir. Türkiye kaybettiği, ama kabullenmediği Kürdistan’ı peşindedir. Yeni hile ve dolaplarla, terör ve savaş ile kaybettiği Kürdistan’ı yeniden işgal etmenin peşindedir. Yeni Lozan hayali görmektedir.

Son birkaç yıl içinde Türk devleti Kürdistan Özgürlük hareketi karşısında, tüm gücünü seferber etmesine rağmen stratejik yenilgiler almıştır. Şubat 2008 yılında Zap yenilgisi askeri olarak, tüm tutuklama ve polis terörüne rağmen gelişen ve her gün yeni biçimler alarak zenginleşen Kürt halk isyanı karşısında rejimin çaresizliği ve en son veto nedeniyle ‘tükürdüğünü yalaması’ artık siyasi olarak tasfiye politikalarının mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır.

Artık ne yeni bir Lozan mümkündür. Ne de Kürdistan sahipsizdir.

Ancak gerçek bu iken Türk başbakanı Tayip Erdoğan ilk önce Ankara’da, bu hafta sonu da Muş’ta üzerine basa basa ‘benim için artık Kürt sorunu kalmamıştır’ diyor. Erdoğan bu devasal sorunu yok sayıyor. Çözüldüğünü belirtiyor. Bitti diyor. Bu ‘çıkış’ aslında Ankara’nın derin bir Kürdistan sendromu içinde olduğunu gösteriyor. Şizofreni bir insanın ağlama krizine tutulması gibi bir şey.

Tabi ki bir sorunun var olup olmaması, bir başbakanın iki dudağının arasından çıkan sözcüklere bağlı değil. Kaldı ki dünyada Erdoğan’ın etrafında dönmüyor. Yahudi kökenli ünlü Alman yazar Ralph Giordano yıllar önce Ermeni ve Kürt sorununa atıfta bulunarak Türk devletinin geleneksel bakışını eleştirirken, ‘siz Ararat dağını yok saydığınız zaman o ortadan kaybolmuyor. Tüm ihtişamıyla olduğu yerde duruyor’ demişti.

Pek ala Erdoğan ve onun akıl hocaları da bu devasal sorunun ortadan kalkmadığını, çözülmediğini biliyorlar. Açıktan ret ve inkar politikasına dönüş yaparak ciddi risklerde alıyorlar. Bu riskler sadece AKP ve onun lideri Erdoğan’ın geleceği ile ilgili değil. Daha geniş bir açıdan bakıldığı zaman Türkiye’nin ‘bekası’ açısından ciddi riskler taşıyor. Türkiye’nin ‘bekası’nın tasasını taşımak bizim işimiz değil, ancak Erdoğan’ın bu ‘çıkışı’ bölünmeye kadar götürecek bir sürecin başlaması için işaret fişeği gibi patlıyor.

Erdoğan bunu söylerken, ona bağlı kolluk kuvvetleri Kürdistan’da terör estiriyor. Baskınlar, gözaltına almalar, keyfi aramalar, tutuklamalar artarak devem ediyor. Türk medyası buna uygun olarak inanılmaz bir kirli savaş yürütüyor. Askeri operasyonlar, tek taraflı savunma pozisyonuna rağmen bütün Kürdistan’ı kapsayacak şekilde genişletiliyor. Dağ taş bombalanıyor. Kürt gerillalar katlediliyor.

Ancak Ankara, Kürdistan yeniden işgal edeceğim derken, daha çok kaybediyor. İnkar ve terör politikalarında sınır tanımayan Türk devleti için, onun başbakanı ve iktidar partisi için deniz tükeniyor.

Tunus’ta başlayan, bütün bir bölgeyi etkisi altına alan ‘devrim dalgası’ Türkiye sınırlarına dayanmış durumda. ‘Devrim dalgası’ bir karabasan gibi Türkiye’nin kapsını çalıyor. Bundan daha önemlisi Kürdistan gaflet uykusundan uyanması için Ankara’nın kapsısını çalıyor. Uyan ve kendine gel diyor. Ya çözersin, yada Irak’ gibi, Suriye gibi çözülürsün diyor. 

Cahit Mervan




Hiç yorum yok: