Sosyo-ekonomik faktörlerin etkisiyle köy-kent ilişkisinde meydana gelen çarpık gelişme sonucu, gecekondu bölgelerinde oluşan toplumsal tepki, İslamcı akımlara doğru yönelmektedir. İngrmar Karsson “köktenci akımları ortaya çıkaran sosyal ve ekonomik gerçekler de hala varlığını koruduğunu ve kentlere olan büyük çaptaki kitlesel göçün, giderek artan yoksulluğun, kimlik ve değerler sistemindeki krizlerin” politik İslamcı hareketin gelişmesine nesnel bir zemin hazırladığını belirtmektedir.
Sistemi alternatif olarak gösterilen İslami hareketin, ekonomik ve sosyal çelişkilerin etkisiyle yoksullaşma sürecine giren kitleler içerisinde ciddi bir gelişme eğilimi içerisinde olduğunu birçok ülkenin somutunda görmek mümkün. Örneğin Mısır’da “İslamcı hareketin yükselişi yoksul kesim tarafından da desteklendi. Yoksul Mısır'lılar, zengin sınıfların aksine, bölgedeki dinamikleri harekete geçiren İran Devrimi'ni model olarak benimsemeye başladılar. El Cihad, El İslami, El Cemaat, gibi radikal gruplar, bu yoksul kesimin desteği ile güçlenmeye başladı. Yoksulları düzen içi arayışlara yöneltmeyi amaçlayan zengin kesim, ellerindeki geniş finansal olanakları devreye sokarak, ılımlı İslam’ı ve Amerikancı modeli desteklemeye hazırlıklı bir orta sınıf yaratmak için uğraştı” ve nispeten başarılı oldular.
Siyasal iktidar çatışmasının yaşandığı ülkelerden biri olan Cezayir’de, kitlelerin yoksullaşması süreci ile İslami hareketin gelişmesi ve güçlenmesi arasında bir paralellik bulunmaktadır. Türkiye’de İslami hareketin mevcut durumunu analiz ederken; aynı zamanda Cezayir’deki gelişmeyi değerlendiren Volkan Yaraşır ve Tarık Aygün şunları belirtiyorlar: “Cezayir’de uygulanmaya çalışılan neo-liberal politikalar, yoksullaşmayı önemli oranda arttırmıştı. Bu yoksulluk, devlet yönetiminde yaşanan yolsuzluklar, bürokratizm ve rüşvet skandalları ile birleşmiş, halkın en temel gereksinmeleri arasında görülen yiyecek ve konut sorunu çözülemez hale gelmişti. Bu özellikle gençliği, yönetim karşıtı bir pozisyona sokmaya yetti. 1980'lerde devlet ile halk arasındaki gerginlik artmaya başladığında, İslamcı güçler mevcut sistemin bir alternatifi olarak hissedilmeye başlandı. Devlete olan güven azaldıkça, Cezayir halkı günden güne daha yoksullaştı. Sistemin kurucu öğeleri arasında yer alan İslamiyet, halkın umudu haline gelerek, sistem karşıtı bir yapıya büründü. Böylece, kitlesel bağlamda, ülkenin en etkili gücü olarak, İslamcı örgütler görülmeye başlandı.”
Örneğin Türkiye’de yüzde 20’yi geçen bir işsizlik oranı var. Bu oran genç nüfus içerisinde yüzde 35’lere kadar varabilmektedir. İşsizlik aynı zamanda toplumsal bunalımın kaynağıdır. Bir ülkede işsizlik oranının artmasıyla fakirleşme düzeyi arasında bir paralellik oluşmaktadır. Özellikle de sosyal güvencelerin olmadığı Türkiye gibi ülkelerde bu çelişki çok daha hızlı derinleşerek gelişir. Milli gelirin adaletsiz dağılımından ve ekonominin yanlış yönlendirilmesinden kaynaklanan işsizlik sorunu, toplumsal yozlaşma ve ahlaki çöküntünün en önemli nedenlerinden biridir. Geleneksel değerlerin nispeten yüksek olduğu ve mevcut ekonomik ve politik sorunların sistemden kaynaklandığını kavramayan bir ülkede, bu çöküntüye karşı dinsel faktörler her zaman alternatif olarak kullanılır.
Doğal olarak Türkiye’de işsizlik sorunu güncelliğini koruyan en önemli sorunlardan biridir. Toplumsal çelişkilerin derinleşmesindeki en büyük faktörlerden biri olan işsizliğin, politik mücadelenin önemli bir aracı haline getirilmesi görevini, sol hareketten çok politik İslami güçler yapmaktadır. İşsizlerin, İslami hareketin çeperinde örgütlemesine en iyi örnek Ortadoğu ülkeleri ve Türkiye’dir.
Mısır, Cezayir, Fas, Tunus, Ürdün ve hatta Lübnan ve Filistin’de bu gerçeklik yaşanmaktadır. Cezayir’de işsizlerin en çok yöneldiği politik hareket FİS olmuştur. Türkiye’de ise 18 Nisan 1999 seçimlerinden hemen sonra yapılan bir araştırmada, işsizlerin % 30’unun oylarını FP’ye, 2002 Kasım seçimlerinde ise işsizlerin % 38’inin AKP’ye oy verdikleri anlaşılıyor. Verilerden anlaşabileceği gibi ekonomik ve toplumsal krizin derinleştiği İslam ülkelerinde, siyasal İslam’ın gelişmesinin nesnel koşulları oluşmaktadır. Böylece, bir bakıma ezilenlerin dili olmaya çalışan İslam’ın politik karakteri öncelikli olarak ön plana çıkmaktadır.
Bu durum Türkiye’nin toplumsal yapısı için de geçerlidir. Ülkenin ekonomik gelişme evrimi dikkatle incelendiğinde İslamcı akımların toplumsal tabanının hızla değişim sürecine girdiğini görebiliriz. Kentsel nüfusun hızla artması sonucu oluşan yeni sosyo-politik alanlar, sol ve sosyalist hareketin merkezleri olması gerekirken tersine İslamcı hareketin örgütlenme üsleri haline geldiler. Bu durum bir bakıma İslamcıların kendilerini ‘yeni’ ve gelişen toplumsal koşullara uyarladıkları anlamına geliyor. Türkiye’de İslamcı hareketin hangi toplumsal taban üzerinde geliştiğini anlamak önemlidir. Bu bakımdan özellikle üç alan ön plana çıkmaktadır. Birincisi, İslamcı hareketin yeni örgütlenme alanı olarak ön plana çıkardığı gecekondulardır. Diğerleri İslamcıların sosyal tabanını oluşturan kadın ve gençliktir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder