Ortadoğu 2011’e hızlı bir giriş yaptı.
Önce Lübnan’da hükümet krizi patladı. Ardından Tunus’ta halk ayaklandı. Ayaklanma kısa sürede Mısır’a da sıçradı. Mısır halkı günlerdir sokaklarda. Ülkede rejim değişikliği kapıya dayanmış durumda.
Siz bu satırları okurken Mübarek Mısır’dan kaçmış olabilir.
Tunus, Mısır ve Yemen’e yeni ülkelerin katılması bekleniyor. Suriye’nin de etekleri tutuşmuşa benziyor. Özgürlük talebi Suriye rejimini de sarsıyor. Esad da diğer diktatörler gibi yıkılmaktan korkuyor. Bu yüzden mezarlıkta ıslık çalan korkak misali ‚reform‘ çağrıları yapıyor.
Ayaklanma süreci yeni başladı ancak, yayılacağa benziyor. Bölgenin demokratik halk hareketleri despotik rejimle karşı alternatif iktidar odağı olarak yükseliyor. Tunus’tan Afganistan’a müthiş bir iktidar mücadelesi yaşanacağa benziyor.
2011‘in yangın yerine dönmüş Ortadoğu coğrafyasında çok sıcak geçeceği anlaşılıyor.
Bu bölge uzunca bir süredir zaten global çatışmanın merkezindedir. Küresel güçler yeni dünya düzeninin temellerini burada atmış, bütün güçleriyle buraya yönelmişlerdir. Tunus‘tan Afganistan’a yeni dengeler, yeni gelecekler inşa edilmesi mücadelesi sertleşerek devam etmektedir.
Gelişmeler Türkiye’yi de derinden etkilemektedir. Irak’ın işgaliyle birlikte 1’inci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da oluşan dengeler yerle bir edildi. Türkiye’nin üzerinde yükseldiği Lozan Anlaşması da böylece anlamını yitirdi. Türkiye o günden bu yana adeta boşlukta yaşıyor.
Şimdi ise statükonun diğer kalıntıları tasfiye oluyor. Bu da statükonun jandarması Türkiye’nin meşruiyet krizini derinleştiriyor. Türk devletinin statükodan yana çıkmasının ve bölgesel gericiliği arkalamasının altında çöken statükonun Kürdistan’ın doğumunu hızlandıracağı kaygısı yatıyor.
Ancak onun bu uğursuz çabası bir işe yaramayacaktı. Türk devleti tarihin akışı önünde duramayacaktır.
Süreçten Kürdistan ve Kürt halkı da nasibini alacaktır.
Bölge tepeden tırnağa karışacaktır ve kaos her ülke ve her halk gibi Kürdistan’ı ve Kürtleri de saracaktır. 40 milyona yaklaşan nüfusuyla Kürt halkı kendi siyasi kaderini belirleme mücadelesinde önemli aşamalardan geçtiği ve kalıcı mevziler elde ettiği için artık kilit konumdadır.
Kürt halkının siyasi birliği ve askeri yeteneği ‚yetmez ama yeterli‘ boyuttadır ve elbette bunun daha da güçlendirilmesi zorunluluğu vardır.
Bundan önce Ortadoğu’da kurulan bütün dengelere kurban edilen Kürt halkının önünde şimdi bunu telafi etme imkanı ve fırsatı durmaktadır. Her halk gibi Kürt halkı da örgütlü gücü ve güçlü ordusu sayesinde ayakta kalacaktır.
Kürt halkı kendi ülkesinde insanca yaşayacaksa şayet bu sayede yaşayacaktır. Dolayısıyla Kürt halkının herşeyden önce güçlü bir orduya sahip olması gerekiyor.
Bu olmadan Kürt halkı ne yaparsa yapsın kendi ülkesinde insanca yaşayamayacaktır. Bu nedenle askeri güç olarak yükselme hedefi stratejik bir eksene oturtulmalıdır.
Birbiri ardında patlayan küresel ve bölgesel krizlerin Kürt halkının varlığını ve geleceğini tehdit ettiği, Tunus’tan Afganistan’a yeni çatışmaların tetiklendiği bir dönemde her halk gibi Kürt halkının da kendini koruması kaçınılmazdır.
Nihayetinde her halk ordusuyla varolabiliyor. Kürt halkının da her halk gibi kendini koruyacak bir ordusunun olması gerekiyor.
Bakın Tunusta, Mısır’da, Yemen’de, yarın bir başka ülkede halk ayaklanıyor ancak, Amerika’sı, Avrupa’sı, Çin’i, Rusya’sı ilk olarak o halkın ordusunun kapısını çalıyor. Halkın arkasında bir ordu duruyorsa ayaklanma bir işe yarıyor. Yoksa zaman içinde yenilgi kaçınılmaz hale geliyor.
Açıkça itiraf etmem gerekirse eskiden böyle düşünmüyordum.
Eskiden Kürtlerin güçlü bir orduya sahip olması gerektiği fikrine sıcak bakmıyordum. Çünkü, Kürt halkının bölge ülkelerinden biriyle, özellikle de Türkiye’yle kaderini birleştireceğini ; ortak bir vatan ve sistem çerçevesinde varlığını ve ilerlemesini sürdüreceğini düşünüyordum.
Türk devletinin 1920’de yapmış olduğu vahim hatadan vazgeçeceğini, ırkçılığıyla yüzleşeceğini ve ortak bir gelecek etrafında Kürtleri eşit yurttaş olarak kabul edeceğini düşünüyor, aklı selimin galip geleceğine inanıyordum.
Ne var ki Irak’ın işgalinden sonra yaşanan gelişmeler bunun mümkün olmadığını gösterdi.
Aradan geçen 8 yıllık süreç devletin Türklük tekelinden vazgeçmeyeceğini, Kürtlere dönük ‘ ya teslim almak ya da kökünü kazımak‘ siyasetini sonuna kadar sürdüreceğini bilincimize işledi.
Hayat ayrıca, Kürt özgürlüğünün önündeki tek engelin Türk devleti olduğunu da gösterdi. İran ve Suriye’yi yanına alan Türk devleti Kürtlere karşı ‘bölgesel jandarma‘ görevi yürüttü, yürütüyor.
AKP de zaten bu yüzden iktidara getirildi. Kemalizm Kürdistan’da iflas edince onun yerine ‘Ilımlı İslam‘ geçirildi. Kürtler bu kez İslam kimliği içerisinde asimile edilmek istendi.
Türk devleti eski siyasetini yeni araçlarla sürdüyor. Ayrıca yaşanan olaylar bu devletten hak, hukuk, merhamet ve adalet beklemenin abesle iştikal etmek anlamına geldiğini de gösteriyor.
Dolayısıyla yapılması gerekenin kendi başına yapılması, siyasal, askeri bütün önlemlerin özgüce dayalı olarak alınması gerekiyor.
Bu coğrafyada ayakta kalmanın başka bir yolu bulunmuyor.
Her halkın örgütlü ve askeri gücü kendi varlığına endeksli kıldığı Ortadoğu coğrafyasında Kürt halkı ve siyasetinin de bunun gerektirdiği hamleleri yapması, birliğini yaygınlaştırıp kurumlaştırması ve demokratik halk ordusunu kurması gerekiyor.
1’inci Paylaşım Savaşı’nda Kürtle birlik olamadılar ve dolayısıyla güçlü bir ordu da kuramadılar. Bu yüzden ülkeleri ellerinden alındı ve parçalandılar. Şimdi birleşir ve birlikte hareket eder; siyasi ve askeri birikimlerini ciddi manada takviye ederlerse ülkelerini geri alacak, özgürlüğe kavuşacakladır.
Kuzeyi ve güneyiyle Kürt siyasetinin bu bilinçle hareket edeceğine inanıyorum. Ulusal Konferans etrafında birleşme ve güçlü bir ordu yaratma çabası son olaylardan sonra daha da hızlanacaktır.
40 milyona yaklaşan nüfusuyla Kürt halkının ordusuz; savunmasız ve korumasız kalması hayatın gerçeğine aykırı olacağından Kürt siyaseti üzerine düşeni yapacak, tarihi sorumluluğun gerektirdiği adımları atacaktır…Gunay Aslan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder