9 Ocak 2016 Cumartesi

Prof. Dr. Çağlar: Kürtlere Karşı Yürütülen Saldırı Faşist Çılgınlıktır

ANKARA (DİHA) - Sosyal hareketler ile faşizm üzerine araştırmalar yapan Prof. Dr. Gazi Çağlar, Kürtlere yönelik saldırıların "konjoktörel" olmadığını belirterek, saldırıları "Kürtlerin bütün kazanımlarını bertaraf etmeye yönelik faşist çılgınlık" olarak nitelendirdi. Kürtlerin özerklik taleplerini ve yöntemlerini "Fatsa" örneğine benzeten Çağlar, Kürtlerin taleplerinin "bölücülük" olarak nitelendirilmesinin ırkçılık olduğunu söyledi.
Türkiye'de iktidar lehine yaşanan dönüşümler toplumun diğer kesimlerine ölüm, katliam, yoksulluk, işsizlik olarak yansıyor. İstikrar ve güveni taahhüt etmiş bir iktidarın ülkeyi kaosa sürüklerken, Kürtlere karşı yürüttüğü savaş ise mağdur kesimleri biraz daha arttırıyor. Konuya ilişkin DİHA'nın sorularını cevaplandıran Prof. Dr. Gazi Çağlar, AKP'nin içte ve dışta savaş partisi olduğunu söyledi.

* Türkiye'de yaşananları ve iktidarın yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP, çözüm partisi değil, içte ve dışta savaş partisidir. AKP'nin emperyalizmin desteğiyle "Ilımlı İslam projesi" olarak iktidara getirildiği günden bu yana kapsamlı bir projesi var. Halen devam etmekte olan 12 Eylül rejiminin yasa ve kurumlarının kolaylaştırıcılığına sığınarak devleti tüm kurum ve kuruluşlarıyla ele geçirmek, parti-devlet bütünleşmesini sağlayarak otoriter bir disiplin mekanizması oluşturmak. Yine toplumu tüm alanlarda devlet destekli, çoğu kez yukarıdan aşağı oluşturulan İslamcı STK'ler aracılığıyla kuşatıp teslim almak ve giderek lidere tapınan, sıkı hiyerarşiye dayanan, organizist-faşizan bir devlet-millet bütünleşmesiyle laik cumhuriyet ve parlamenter sistemin yerine mezhepçi faşizan bir ümmet toplumu inşa etmek.

* Peki bu nasıl bir proje?

Bu proje özellikle üç işlevi nedeniyle hem transnasyonal hem de yerel sermayenin de sıkı sıkıya sarılıp desteklediği bir proje.


1. Yolsuzluklarla iç içe yürüyen özelleştirmeler ve kamu kaynaklarının özel sermayeye pürüzsüz ve itirazsız peşkeş çekilmesiyle neoliberal talan ve birikim süreçlerini müthiş fırsatlarla kolaylaştırıcı bir proje. 

2. Sermaye-emek ilişkilerinde organizist bir modeli pohpohladığı için emekçi kesimlerin direnişini kıran, örgütsüzlüğünü pekiştiren, şükürcü bir işçi modelini üreten, sosyal haklara dayalı modern bir sosyal devlet yerine sadaka odaklı bir işveren modelini, hayır vakıflarını vb. hayata geçiren, özetle sınıf çelişkilerini İslamcı ümmet tonlarına boğarak pasifize eden bir proje. 

3. Kuvvetler ayrılığı ilkesini ve parlamenter denetimi ortadan kaldırdığı oranda talancı sermayenin ihtiyaç duyduğu karar süreçlerini hızlandırıp denetimsiz, merkezileştiren, neoliberal devlet modelinin yerleşmesini sağlayan bir proje.
* Bunca demokratikleşme söylemi, açılımlar vs.

AKP'nin Türkiye'deki köklü sömürge tipi açık veya kapalı faşist devleti tasfiye edip demokratikleştirici bir işlev görmesi mümkün değildi. Devlet ve toplumda iktidarını pekiştirme, hedeflerine ulaşma sürecini pürüzsüz düşünmek yanlış olur. Önündeki engelleri aşmak için nısbi "demokratik açılımlar" söylemi şarttı. İslami tonlara boğduğu her açılım söylemini muhalefeti pasifize etmek, kısmi destek sağlamak, parçalamak, birbirinin karşısına dikmek, özetle zaman içerisinde eritmek için kullandı. Örneğin "Alevi açılımı" Sünni İslam'a tabi bir ''AKP Aleviliği'' oluşturma projesi oldu. "Romen açılımı", Romen halkını yerinden yurdundan eden kentsel talanı perdeleyen "AKP Romenleri" yaratma projesiydi vs. "Açılım" ve "çözüm" diskurları asıl projenin güçlendirilmesini ve pekiştirilmesini perdeledi.

* Peki ya askeri vesayeti sona erdirdiği söylemi?

AKP gerçekte askeri vesayete karşı mücadele vermedi, devasa bir militarizasyon ile ordu da modernizasyon gerçekleştirdi. Tam ve en modern silahlarla donanmış bir polis devleti kurdu ve ikisini de kendine bağladı. Onay mekanizmasını güçlendirmek için büyük mali olanaklarla ve devasa personel sayılarıyla Diyanet'i, cemaatleri, İHH vb. gibi paravana yardım kuruluşlarını, gençlik ve kadın teşkilatlarını, sayıları on binlere varan dernek ve vakıfları oluşturdu ve tek seslileştirilen bir savaş medyasıyla tamamladı. Özetle devleti ve toplumu pratikte ve zihniyette otoriterleştirerek dönüştürdü. Projenin kalemşörlerinden Abdurrahman Dilipak'ın da vurguladığı gibi "mikro çetelerden olimpik halkalara" uzanan ve giderek mafyavari ilişkilere dönüşen rüşvet ve yolsuzluk sarmallarının normalleştiği, toplumsal ahlakın elementar ölçülerinin çökertildiği, dolayısıyla kelimenin tam manasıyla soygun ve şiddete hazır bir toplum yaratıldı.

* Kürdistan'da yürütülen savaş konseptini nasıl değerlendiriyorsunuz? 2015 yılının başında çözüm süreciyle başlamıştık ve Dolmabahçe Mutabakatıyla da barış umutları artmıştı. Ne oldu da bu duruma geldik?

Tüm saydığım nedenlerden dolayı AKP'nin ne işlevleri, ne mezhepçi ideolojik zihniyet tablosu ne de bütünleştiği faşizan devlet yapısı Türkiye'nin 100 yıllık en can alıcı sorunu olan Kürt halkına demokratik statüye açık değil. Ben başından itibaren Kürt halkına sunulan "çözüm süreci"nin, Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesini hedefleyen bir süreç olduğunu düşünenlerdenim. Sünni İslam şemsiyesi altında sınırlı anadil özgürlüğünü vb. kapsayan, "çözüm sürecini" mümkün olduğunca muğlaklaştırıp zamana yayarak Kürt özgürlük hareketinin zaman içinde tasfiyesini hedefleyen, aynı zamanda askeri-polisiye gücü olası bir nihai hesaplaşmaya hazırlayan, AKP'nin Müslüman Kardeşler, Suud'lar, Katar vb. ile bölgede geliştirdiği "stratejik derinlikli" mezhepçi hegemonya politikalarını kolaylaştıran her alanda çelişkili bir "çözüm süreciydi" söz konusu olan. Şeffaflıktan uzak, bırakın halkların özgürce tartışmasını ve katılımını meclisin dahi bilgilendirilmediği, yürütülüş tarzı tamamen şu an saraydaki şahsın vicdanına terk edilmiş, özetle tamamen anti-demokratik bir süreçten "demokratik çözüm" beklenemezdi, çıkmazdı. Çözüm sürecinin şeffaflaştırılması, meclise getirilmesi vb. talepleri hem Türkiye'de geniş çevrelerce dile getirildi hem de "çözüm süreci"nin muhatabı Kürt hareketi tarafından izlediğim kadarıyla sürekli vurgulanarak istendi. AKP, kulakları tıkadı. Dolmabahçe mutabakatıyla çözüm ve statü konusunda somut yasal adım atılması noktasında da masayı devirdi. Özetle bu kadar ciddi ve can alıcı bir konuda tarihsel beklentileri ve barış ümitlerini yerle bir edeceği, "çözüm sürecinin" antidemokratik yapısında zaten gizliydi.

* Neden şimdi?

Kanımca üç sebebi var.  


En başta AKP projesinin Kürt sorunu dahil hiç bir sorunda demokratik çözümünün olmadığı gerçeği geliyor. AKP zihniyeti, devlet ve toplum projesi bakımından demokrasinin karşıt cephesinde konumlanmaktadır. Kendi içerisinde bile biat ve kulluk projesidir. Kürt sorununa dayattığı çözüm de bu nedenle ancak kendisine biat eden kullaştırılmış Kürt halkı olabilir. Bunu da Kürt halkı kabul etmez. 

İkinci nedeni, AKP hegemonyasının Gezi isyanıyla birlikte çökmüş olmasıdır. Hegemonya, toplumda muhalefetin de kısmi onayını gerektirir. Gezi isyanı, AKP'nin tüm hegemonik perdelerini yırtıp attı ve gerçek yüzüne kavuşturdu. Demokratik ve gönüllü onay mekanizmalarından yoksun, salt devletin zor aygıtlarına dayalı, tüm çürümüşlüğü ortaya çıkan ve dünya çapında yankı bulan bir parti. Bu AKP'yi artık sadece kelimenin geniş anlamıyla devlet terörüyle ayakta kalabilecek bir parti haline getirdi.  

Üçüncü neden AKP'nin "stratejik derinlikli" Ortadoğu politikasının Suriye'de ve özellikle Kobanê direnişinde çökmüş olmasıdır. Kürt sorunu bağlamında Kürt özgürlük hareketinin Rojava'da IŞİD'e karşı direnişi ve tüm insanlık tarafından alkışlanan başarısı, Rojava'da giderek kurumlaşması ve uluslararası alanda da destek bulması AKP'yi tam bir hüsran olan yenilgi pozisyonundan saldırıya geçmeye zorladı. AKP'nin Suriye ve Irak'ta artık elde edebileceği herhangi bir başarı yoktur. Rojava'nın Türkiye'de tekrarlanması, Kürt halkının özellikle Kobanê direnişiyle artan özbilinci ve artık kendisini oyalattırmama kararlılığı, sarayı masayı devirmeye ve çözüm sürecine ait tüm söylemlerini terk etmeye itti. Binlerce polis tarafından korunan saraylı, kitlesel ölümden başka bir sonucu olmayan askeri-polisiye metodu dayattı.
* Bu sürecin hiç mi kazanımı olmadı?

Silahların susması, insanların ölmemesi, silahsız siyasal çözümün Türkiye cephesinde demokratik bir güç tarafından ciddi ve şeffaf yönetildiğinde elbette mümkün olabileceğini gösterdi. Geniş kesimlerin Kürt sorununu kavramasına yol açtı vb. Şu andaki milliyetçi-şoven hava elbette bu kazanımları da zihinlerde yerle bir edebilir. Bu tehlike ne yazık ki yüksek.

* Genelde bu olan bitenin seçimlerle bağlantısı kuruldu. Nihayetinde 1 Kasım seçimleri üzerinden bu yapılanların AKP açısından sonuç verdiği görülüyor. Ama saldırılar seçimlerden sonra bitmedi aksine arttı. Siz saldırıların seçimler nedeniyle başlatıldığını düşünüyor musunuz?

Elbette AKP'nin 7 Haziran seçim yenilgisi, sopalı-katliamlı seçimlere yönelmesini, Kürt halkına karşı sert söylem ve savaş ile milliyetçi oyları devşirme politikasını gündeme getirdi. Bu politika AKP açısından sonuç da verdi. Demokratik seçimin özgür, eşit, gizli gibi tüm kriterlerinden yoksun 1 Kasım seçimlerinde kaybettiği oyları devşirmeyi başardı. Yine de kanımca çözüm masası yukarıda saydığım sebeplerden dolayı eninde sonunda devrilecekti. Yani tek başına seçimlere bağlamak doğru değildir. Öyle olsaydı 1 Kasım'dan sonra derhal masaya dönerdi. Kürt sorununda özgürlükçü demokratik çözümler AKP zihniyetine içkin değildir.

* Bu saldırıların asıl sebebi nedir?

AKP'nin iktidarını uzatması. Kürt halkına yönelik demokratik çözümü olmayışıyla ilgili. Türkiye'nin tüm antidemokratik güçlerinin onayıyla ve savaşın ardına dizilmesiyle askeri-polisiye metotlara kilitli. Kürt özgürlük hareketinin silahlı güçlerinin tam tasfiyesini hedefleyen, AKP'nin Sünni İslam çatısı altında öngördüğü "ümmet" çözümünü dayatmanın temellerini hazırlamaya yönelik bir savaş. Kürt özgürlük hareketinin Türkiye Kürdistan'ında çözüm sürecinde ve sonrasında edindiği tüm mevzilerin imhasına yönelik bir savaş.

* Bir ülkede yönetimin şehirlerini kuşatmaya alması ve tanklarla vurmaya çalışmasını nasıl tanımlamak lazım?

Resmi rakamlara göre 50 bin insandan fazla kayıba yol açmış, ağır travmalar ve her alanda korkunç yıkımlar üretmenin dışında her hangi bir pozitif getirisi olmayan askeri-polisiye metotlara dönmenin, Kürt halkı yoğunluklu şehirlere ve ilçelere tankla-topla, özel askeri-polisiye güçlerle girmenin bir tek tanımı olabilir. Faşist çılgınlık. Ülkeleri bölen demokrasi ve siyasi çözümler değil, emperyalizmin yanı sıra, tamamen Türkiye haklarının çıkarlarına da aykırı faşist çılgınlık rejimleri ve kör şiddet politikalarıdır. Adeta Kürt halkına "siz bizden değilsiniz, düşmansınız" mesajı vermekte yarışıyorlar. Bir yanda "bin yıllık kardeşlikten" bahsediyor, diğer yanda ise demokratik siyasal statüyü hor görüp imhada çözüm arıyorlar. Bu savaş mantığı, sadece Kürt halkının travmatik sivil ölümlerine, ilçelerinin yıkımına, savaş korkusuyla göçlere neden olmuyor, tüm Türkiye insanını da insanlıktan çıkarmaya yönelik bir girişim olarak beliriyor. Bu türlü savaşlar tüm toplumu zehirler, zafer çığlıklarıyla perdelenen bu zehirlenme on yıllar boyunca tüm toplumdan öç alır, oradan buradan patlar. Kürt halkına verilen mesaj, diz çökme mesajıdır. Bu zihniyet çözüm üretemez.

* Türkiye bu politika ile nereye gidecek. Nasıl bir durum bekliyor Türkiye'yi?

AKP, Türkiye'yi her alanda derin bunalımlara zorluyor. Ekonomiden kültüre, siyasetten ahlaka, dış politikadan mezhep çatışmalarına, bilimden sağlığa, özetle her alanda tüm toplumsal fay hatlarıyla oynuyor. Türkiye'ye bu politika dayatılmaya devam edilirse gidebileceği iki seçenek var. 


Birincisi ekonomi dahil her alanda yıkımla eşleşip reel bir tehlikeye dönüşecek Suriyelileşme süreci. Bosnavari bir boğazlaşma tehlikesi en büyük korkum olmaya devam ediyor. 

İkincisi Türkiye'nin sosyalist, gerçek anlamda sosyal demokrat güçlerinin Kürt halkının barış ve demokratik güçleriyle beraber gerçekçi bir Kürt sorunu çözümü dahil, emeğin ve doğanın acil sorunlarını da kapsayan asgari bir demokrasi, barış ve özgürlük programı etrafında alternatif oluşturmaları.

Kimsenin farklılığını ret etmeyen, toplumu ve devleti demokratikleştirmeye dönük, AKP egemenliğine son verecek bir iktidar alternatifinin oluşturulması. Birinci süreci, Suriyelileşme diye kabaca tarif ettiğim süreci engelleyebilecek tek muhtemel çözüm bu olsa da izlediğim kadarıyla gerçekleşme şansı da zayıf. Ama bugün zayıf olan ihtimalleri güçlendirme zamanı.

* Özyönetim konusuna esas olarak nasıl bakıyorsunuz ve DTK'nin özyönetim deklarasyonundan sonra Kürt siyasetinin hedef haline getirilmesi neyin işaretidir?

Türkiye tarihinin tek halkçı özyönetim deneyi Fatsa'dır. Fatsa, sözün, yetkinin, kararın ve iktidarın halkta olduğu bir Türkiye perspektifinin Karadeniz'de uygulanma deneyimiydi. Halk bir nevi kendi kaderini kendi eline almış, iyi bir yönetimin nasıl olacağını tüm Türkiye'ye göstermişti. Fatsa'da istenilen özgürlükçü ve eşitlikçi sosyalist toplumun bir nüvesi olarak ortaya çıkmıştı. Korkusunda boğulan oligarşik yönetim, tanklarıyla, yüzü maskeli faşistleriyle, karadan ve denizden gerçekleştirdiği "Nokta operasyonuyla" Türkiye'nin aydın geleceğine güçlü bir çağrı olan Fatsa'yı fiziken ezdi. Bu halkın kendi kendini yönetme arayışının, Fatsa Fikri'nin yenilgisi değildi elbette. Nerede halklar bu uğurda mücadele başlatsalar, Fatsa fikri yeniden doğmaktadır. Tüm kıtalarda da benzer örnekleri yaşanmıştır ve yaşanacaktır.

Mücadele eden Kürt halkının en örgütlü güçleri Türkiye'nin 100 yıllık, kelimenin tam manasıyla en can alıcı sorunu olan Kürt sorununa da şimdi özyönetim perspektifiyle yaklaşıp özyönetim deklarasyonu yayınladılar. Özyönetim ve özerk bölgelerle ilgili 14 maddelik, Rusya, İspanya, İsviçre, Azerbaycan dahil dünyanın birçok bölgesinde de facto çeşitli şekillerde uygulanan özerklik açıklaması, kamuoyuna büyük bir milliyetçi-şoven yaygarayla "bölücülük" olarak sunuluyor, açıklamanın okunmasına ve tartışılmasına dahi müsaade edilmiyor.

* Siz ne görüyorsunuz 'bölücülük' olarak ilan edilen bu maddelerde?

14 madde Türkiye içinde özyönetimi öngörüyor. Türkiye içinde özyönetim isteyenlere ise iktidarın, psikolojik savaş aygıtı medyanın, ulusalcı-milliyetçi tüm gericilik kuvvetlerinin verdiği tek yanıt ise Fatsa'ya reva görülen yanıtın aynısı. Tüm zor ve psikolojik savaş aygıtlarını devreye sokarak "kökünü kazıyacağız" söylemi ve pratiği. Yani can almaya, tahrip ve imha politikasına devam. Kirli savaşın askeri-polisiye metotlarına güvenmek, halkları onarılmaz oranda düşmanlaştırmak, giderek derinleşecek bir iç savaşa zorlamak. Bölgede ve ülke içinde tüm hegemonik öğelerini kaybeden, devletin artık sadece çıplak zor aygıtlarına dayanan AKP'nin mezhepçi faşizminin iktidarını sürdürmek için başka "çözüm" bulamadığını gösteriyor. Özetle özyönetim ve özerklik talebi, "terörist" bir talep değil, demokratik siyasi çözüm talebidir. Tüm Türkiye'nin özgürce ve korkusuzca tartışmasının zararı değil, faydası olur. Ben tartışmaktan, savaşa karşı siyasi çözüm aramaktan yanayım.

* Hitler Almanya'sının modellenerek sunulduğu başkanlık sistemi tartışılırken özyönetimin ihanet olarak sunulmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Her ne kadar sonradan düzeltilmeye çalışılsa da "Hitler Almanya'sının başkanlık sisteminin" örnek verilmesi dahi tüm insanlık önünde hiç de hafife alınamayacak büyük bir suçtur. Hitler faşizminin yol açtığı 50 milyona yakın ölü insanın anısı önünde de affedilmez bir saygısızlıktır. İslamcı hareketlerde ve liderlerinde Hitler özentisinin, antisemitizmin, şiddet tapınmacılığının, üstünlük söyleminin, hiyerarşik kulluk sisteminin derin kökleri olduğunu biliyoruz. AKP yönetiminde demokratik anayasa da hayaldir, yapılmaz. Hitler'e atıfta bulunulurken bir demokratik talep olan özyönetim ve özerkliğin şeytanileştirilmesi, düşmanlaştırılması, terörize edilmesi ise demokratik ve hümanist perspektiften anlaşılamaz.

Prof Dr. Gazi Çağlar kimdir?

Gazi Çağlar, 12 Eylül askeri darbesinden bu yana Almanya'da yaşayan, 1980'li ve 1990'lı yılları Kenan Evren darbesinin baskı ve işkencelerine karşı insan hakları ve demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelesinde geçiren, sosyal hizmet, siyasal bilimler, tarih ve din bilimleri okumuş, doktorasını uluslararası politika alanında Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye'de devlet ve sivil toplum üzerine yapmış bir profösördür. Samuel Huntington'in "Medeniyetler Çatışması" kitabının en kapsamlı eleştirisini içeren Belge Yayınları'nın çıkardığı "Uygarlıklar Arası Savaş Miti - Dünyanın Geri Kalan Bölümüne Karşı Batı" gibi çok sayıda Almanca ve Türkçe kitabın ve makalenin yazarıdır. Ayrıca Türkçe de "12 Eylül Yargılanıyor - Askeri Rejime Karşı Uluslararası Mahkeme" adlı halen örnek alınabilecek bir derlemesi de bulunmaktadır. 4 yıl dekanlık görevinde de bulunan Gazi Çağlar, bir süre Birgün Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapmıştır. Kapitalizm ve emperyalizm, ırkçılık, göç, uluslararası ilişkiler, sosyal hareketler tarihi ve faşizm araştırmalarına devam etmektedir.



http://www.diclehaber.com/tr/news/content/view/493395?from=1815887918

Hiç yorum yok: