GÜNAY ASLAN
Geride bıraktığımız Pazar günü AKP yandaşı Star Gazetesi'nde, Türkiye'nin yeni yetme iç savaş ideologlarından Sedat Laçiner'in 'Arafta Kalmak' başlığıyla bir yazısı yayınlandı.
Çanakkale Üniversitesi'nde rektör de olan Laçiner, "Osmanlı yıkılınca Türkiye'nin en önemli sorunu yalnızlığı oldu" diyor.
Dokunaklı bir tonla ülkesinin Doğu'da olduğu gibi Batı'da da gerçek bir dostunun olmadığından yakınıyor.
İç savaş ideologu rektöre göre Batı, Türkiye'yi 'yabancı', Doğu ise 'Batı ajanı' olarak görüyor ve bu yüzden de ülkesi 'ne yaparsa yapsın' kimseye yaranamıyor.
Gerçi, halkını katliamdan geçirmiş Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir'in varlığı bu durumu vahim olmaktan çıkarıyor ama, rektör- yazar onu görmezden geliyor.
Böylece Türkiye'nin dünyadaki en yakın dostu El Beşir'e ve onunla muhabbeti ve münasebeti takdire şayan olan Erdoğan'a haksızlık ediyor!
Bu bir yana Laçiner, ülkesinin derin yalnızlığının nedenlerine de değinmiyor.
Alışıldık refleksle sadece işin kolayına kaçıyor ve Amerika'dan İran'a, İsrail'den Rusya'ya sorumluluğu başkalarına yüklüyor.
Oysa Türkiye'nin içine düştüğü derin yalnızlığının biricik nedeni başkaları değil, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendisi; onun kuruluş felsefesidir.
'Arafta kalma'nın nedeni; çok uluslu, çok dinli ve çok kültürlü yapıya sahip Osmanlı İmparatorluğu'nun kalıntıları arasından etnik (Türkçü) tekele dayanan katı bir ulus devlet kurmak ve bunu da Batı vesayetine teslim etmektir.
Türkiye'nin temel meselesi tek tipçi üniter cinneti ve Batı vesayetidir.
Osmanlı sonrası kurulan 'ulus devletin' misyonu Lozan'da 'tampon ülke' yani 'ileri karakol' olarak belirlendi ve içeride de buna uygun olarak bir 'özel savaş rejimi' inşa edildi.
Lozan'la birlikte Türk ulus devletine bölgesinde Batı'nın 'bekçisi ve tetikçisi' görevi verildi. Yeni devletin dış ve iç siyaseti buna uygun olarak dizayn edildi.
Bu yüzden içeride normal bir hukuk düzeni yerine halkı baskılayan 'çete sistemi' tercih edildi.
Türkiye Cumhuriyeti bu temelde kuruldu ve varlığını sürdürmesine bu nedenle izin verildi.
Türk devleti yaptığı 'tetikçilik ve bekçilik' karşılığında Batı'dan askeri, ekonomik ve siyasi destek sağladığı, kendini bu yolla güvenceye aldığı için de yeni devletin ihtiyaç duyduğu reformları yapmak yerine, Osmanlı'dan devraldığı kurum ve araçları bir parça rötuş yaparak halka dayattı ve yoluna öyle devam etti.
Yeni devlet kurulurken iç birikime dayanmak yerine, başkalarının çıkarlarına dayanmayı esas aldığından kurulur kurulmaz da vatandaşlarıyla çatışmaya girdi.
Kimini şapka takmadığı, kimini Kürtçe ıslık çaldığı, kimini cem yaptığı, kimini çan çaldığı için ezdi ve düzeni sağlama adına şiddeti 'tek meşru araç' haline getirdi.
Bu nedenle rejim kendisini evrimle yenileyecek iç dinamizm kazanamadı ve dolayısıyla da sorunlarını daha da ağırlaştırdı.
Fakat, Türkiye Cumhuriyeti ağır yapısal sorunlarına rağmen Batı adına yaptığı 'tetikçilik' sayesinde varlığını Soğuk Savaş'ın sona erdiği 1990'lı yıllara kadar devam ettirmeyi de başardı.
Ne var ki Soğuk Savaş bitince 'ileri karakol' görevi de bitti. Böylece Türkiye, Batı nezdindeki önemini yitirdi.
Ayrıca pahalı bir 'paralı askerdi!' Bu yüzden Batı onun yükünü daha fazla çekmek istemedi.
Batı dünyası Türk devletini hem kendi halkına hem de bölge halklarına karşı yüz yıla yakın bir zaman kullandı; işi bitince de kaderine terk etti.
O gün bu gündür Türkiye derin bir yalnızlık ve ürkütücü bir beka sorunu yaşıyor.
Türkiye'de hiçbir süreç doğal mecrasında yaşanmadığı, Türk toplumu 'tasada ve kıvançta ortak şuuru olan' bir millet dahi olamadığı için, bu sorun gün geçtikçe daha bir ağırlaşıyor.
Tarikatlar, cemaatler, mezhepler, abiler, ablalar, dini önderler, hocalar, medyumlar, hacılar, türbeler, paşalar, derin yapılar, çeteler derken birbirine paralel toplumlar ile devlet içinde birbirine paralel yapılar oluştu!
Ve, şimdi bunlar birbirinin gözünü oymaya çalışıyor!
Laikçiler İslamcılarla, İslamcılar farklı etnik, dinsel, mezhepsel ve kültürel dinamiklerle, Sünniler Alevilerle, ırkçı Türkler Kürtlerle, milliyetçiler herkesle kavga halinde!
MİT polisle, polis MİT'le, asker hem polis hem MİT'le, bürokrasi bütün toplumla mücadele ediyor.
Türkiye'nin yüz yıl sonrası geldiği yer burasıdır! Herkes bir diğerini 'öteki' saymaktadır. Buradan birkaç adım ilerisiyse Osmanlı gibi dağılmak ve tarihe karışmak olacaktır.
Türkiye, Osmanlı gibi dağılmak ve tarihe karışmak istemiyorsa şayet, geçmişine bakmak; kuruluş felsefesiyle yüzleşmek ve elbette hesaplaşmak zorundadır.
Bu sayede ancak kendi halkıyla ve coğrafyanın kadim halklarıyla barışabilir ve onlarla ortak bir gelecek inşa edebilir.
Kürt halkının özgürlük kavgası Türkiye'yi tam da buna zorluyor.
Laçiner gibi yeni yetme savaş ideologları aksini iddia etseler de, Kürtlerin mücadelesi Türkiye'ye araftan ve yüz yıllık yalnızlıktan kurtulması için önemli bir şans sunuyor...
Geride bıraktığımız Pazar günü AKP yandaşı Star Gazetesi'nde, Türkiye'nin yeni yetme iç savaş ideologlarından Sedat Laçiner'in 'Arafta Kalmak' başlığıyla bir yazısı yayınlandı.
Çanakkale Üniversitesi'nde rektör de olan Laçiner, "Osmanlı yıkılınca Türkiye'nin en önemli sorunu yalnızlığı oldu" diyor.
Dokunaklı bir tonla ülkesinin Doğu'da olduğu gibi Batı'da da gerçek bir dostunun olmadığından yakınıyor.
İç savaş ideologu rektöre göre Batı, Türkiye'yi 'yabancı', Doğu ise 'Batı ajanı' olarak görüyor ve bu yüzden de ülkesi 'ne yaparsa yapsın' kimseye yaranamıyor.
Gerçi, halkını katliamdan geçirmiş Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir'in varlığı bu durumu vahim olmaktan çıkarıyor ama, rektör- yazar onu görmezden geliyor.
Böylece Türkiye'nin dünyadaki en yakın dostu El Beşir'e ve onunla muhabbeti ve münasebeti takdire şayan olan Erdoğan'a haksızlık ediyor!
Bu bir yana Laçiner, ülkesinin derin yalnızlığının nedenlerine de değinmiyor.
Alışıldık refleksle sadece işin kolayına kaçıyor ve Amerika'dan İran'a, İsrail'den Rusya'ya sorumluluğu başkalarına yüklüyor.
Oysa Türkiye'nin içine düştüğü derin yalnızlığının biricik nedeni başkaları değil, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendisi; onun kuruluş felsefesidir.
'Arafta kalma'nın nedeni; çok uluslu, çok dinli ve çok kültürlü yapıya sahip Osmanlı İmparatorluğu'nun kalıntıları arasından etnik (Türkçü) tekele dayanan katı bir ulus devlet kurmak ve bunu da Batı vesayetine teslim etmektir.
Türkiye'nin temel meselesi tek tipçi üniter cinneti ve Batı vesayetidir.
Osmanlı sonrası kurulan 'ulus devletin' misyonu Lozan'da 'tampon ülke' yani 'ileri karakol' olarak belirlendi ve içeride de buna uygun olarak bir 'özel savaş rejimi' inşa edildi.
Lozan'la birlikte Türk ulus devletine bölgesinde Batı'nın 'bekçisi ve tetikçisi' görevi verildi. Yeni devletin dış ve iç siyaseti buna uygun olarak dizayn edildi.
Bu yüzden içeride normal bir hukuk düzeni yerine halkı baskılayan 'çete sistemi' tercih edildi.
Türkiye Cumhuriyeti bu temelde kuruldu ve varlığını sürdürmesine bu nedenle izin verildi.
Türk devleti yaptığı 'tetikçilik ve bekçilik' karşılığında Batı'dan askeri, ekonomik ve siyasi destek sağladığı, kendini bu yolla güvenceye aldığı için de yeni devletin ihtiyaç duyduğu reformları yapmak yerine, Osmanlı'dan devraldığı kurum ve araçları bir parça rötuş yaparak halka dayattı ve yoluna öyle devam etti.
Yeni devlet kurulurken iç birikime dayanmak yerine, başkalarının çıkarlarına dayanmayı esas aldığından kurulur kurulmaz da vatandaşlarıyla çatışmaya girdi.
Kimini şapka takmadığı, kimini Kürtçe ıslık çaldığı, kimini cem yaptığı, kimini çan çaldığı için ezdi ve düzeni sağlama adına şiddeti 'tek meşru araç' haline getirdi.
Bu nedenle rejim kendisini evrimle yenileyecek iç dinamizm kazanamadı ve dolayısıyla da sorunlarını daha da ağırlaştırdı.
Fakat, Türkiye Cumhuriyeti ağır yapısal sorunlarına rağmen Batı adına yaptığı 'tetikçilik' sayesinde varlığını Soğuk Savaş'ın sona erdiği 1990'lı yıllara kadar devam ettirmeyi de başardı.
Ne var ki Soğuk Savaş bitince 'ileri karakol' görevi de bitti. Böylece Türkiye, Batı nezdindeki önemini yitirdi.
Ayrıca pahalı bir 'paralı askerdi!' Bu yüzden Batı onun yükünü daha fazla çekmek istemedi.
Batı dünyası Türk devletini hem kendi halkına hem de bölge halklarına karşı yüz yıla yakın bir zaman kullandı; işi bitince de kaderine terk etti.
O gün bu gündür Türkiye derin bir yalnızlık ve ürkütücü bir beka sorunu yaşıyor.
Türkiye'de hiçbir süreç doğal mecrasında yaşanmadığı, Türk toplumu 'tasada ve kıvançta ortak şuuru olan' bir millet dahi olamadığı için, bu sorun gün geçtikçe daha bir ağırlaşıyor.
Tarikatlar, cemaatler, mezhepler, abiler, ablalar, dini önderler, hocalar, medyumlar, hacılar, türbeler, paşalar, derin yapılar, çeteler derken birbirine paralel toplumlar ile devlet içinde birbirine paralel yapılar oluştu!
Ve, şimdi bunlar birbirinin gözünü oymaya çalışıyor!
Laikçiler İslamcılarla, İslamcılar farklı etnik, dinsel, mezhepsel ve kültürel dinamiklerle, Sünniler Alevilerle, ırkçı Türkler Kürtlerle, milliyetçiler herkesle kavga halinde!
MİT polisle, polis MİT'le, asker hem polis hem MİT'le, bürokrasi bütün toplumla mücadele ediyor.
Türkiye'nin yüz yıl sonrası geldiği yer burasıdır! Herkes bir diğerini 'öteki' saymaktadır. Buradan birkaç adım ilerisiyse Osmanlı gibi dağılmak ve tarihe karışmak olacaktır.
Türkiye, Osmanlı gibi dağılmak ve tarihe karışmak istemiyorsa şayet, geçmişine bakmak; kuruluş felsefesiyle yüzleşmek ve elbette hesaplaşmak zorundadır.
Bu sayede ancak kendi halkıyla ve coğrafyanın kadim halklarıyla barışabilir ve onlarla ortak bir gelecek inşa edebilir.
Kürt halkının özgürlük kavgası Türkiye'yi tam da buna zorluyor.
Laçiner gibi yeni yetme savaş ideologları aksini iddia etseler de, Kürtlerin mücadelesi Türkiye'ye araftan ve yüz yıllık yalnızlıktan kurtulması için önemli bir şans sunuyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder