7 Aralık 2011 Çarşamba

Rantın Olağanüstü Hali: Van Depremi ve Sonrası

Depreme hazırlığın OHAL yasası olarak duyurulan “dönüşüm yasası” ile; ya güzellikle şehirlerin belirli yerlerinde cazibe alanları yaratılarak konut değiştirme teşvik edilecek, binalar belirli bir bedel karşılığında vatandaşın elinden alınacak veya imar hakkı transferi yapılarak vatandaşın sürece gönüllü katılımı sağlanacak ya da vatandaşın güzellikle ikna edilemediği ve mahkemeye gitmeyi seçtiği durumlarda ise sürecin yavaşlamaması için ilgili yasalarda değişiklik yapılacak

17 Ağustos depreminin yarattığı maddi-manevi yıkım henüz tamir edilmemişken, Van’da yaşanan deprem çürük sistemimiz yüzünden yeniden canımızı aldı. Yine sesimiz karanlık boşluklarda çaresizce yankılandı, orada kimse var mı diye! Aradan geçen 12 yıla, tek başına iktidar olma imkânını 9 yıldır kullanan bir hükümete ve bu süre zarfında tüm yurttaşlardan toplanan 44 milyon liralık deprem vergisine rağmen, yine değişen hiçbir şeyin olmadığını gördük.


Hükümet yine organize olamadı. Kızılay yine çuvalladı. Dış yardım önerileri, kaç cana mal olacağı düşünülmeden, “önce kendi gücümüzü sınamak istiyoruz” denilerek hükümet tarafından geri çevrildi. Yurttaşlar ortak acıyı dindirmek üzere bireysel yardımdan yardım kampanyalarına, konserlerden gönüllü kurtarma ve çalışmaya kadar organize olurken, hükümetin valisi belediye başkanı ile ortak çalışmayı reddetti. Bütün bunların sonucunda depremzede Vanlılar iki haftaya yakın bir süreyi çadırsız ya da yazlık çadırlarda geçirdi. Bütün bir kışı nasıl geçirecekleri de ayrı bir muamma!


Bütün bu olağanüstü hali organize olarak olağanlaştırmayı başaramayan hükümet ise, iki haftanın ardından söz konusu rant olunca anında organize oldu. Ve başbakanın ağzından yapılaşmaya ilişkin olarak yeni bir kanun tasarısı hazırlığında olduklarını ilan etti.


Erdoğan’ın kaçak yapılaşma üzerinden tüm yetkiyi Şehircilik Bakanlığı’nda toplayarak gerekirse mülk sahiplerine sormadan bu tür binaların kamulaştırmasını yaparak bunları yıkacaklarını açıklamasının ardından, bir taraftan tasarının ayrıntıları medyaya yansımaya başladı, bir taraftan da hükümetin bu hamlesini sektör açısından bir milat olarak değerlendiren müteahhitlerin kaç milyon konutun yenilenmesi gerektiğine ilişkin gözü dönmüş tahminleri havalarda uçuşmaya başladı.


Depreme hazırlığın OHAL yasası olarak duyurulan “dönüşüm yasası” ile; ya güzellikle şehirlerin belirli yerlerinde cazibe alanları yaratılarak konut değiştirme teşvik edilecek, binalar belirli bir bedel karşılığında vatandaşın elinden alınacak veya imar hakkı transferi yapılarak vatandaşın sürece gönüllü katılımı sağlanacak ya da vatandaşın güzellikle ikna edilemediği ve mahkemeye gitmeyi seçtiği durumlarda ise sürecin yavaşlamaması için ilgili yasalarda değişiklik yapılacak. Yani vatandaş mülkünü değerinin altında güzellikle devretmezse, hükümet hukuk aracılığı ile zora başvurarak liberal düşüncenin mihenk taşı olan özel mülkiyet hakkını gasp edecek. O da yetmeyecek merkezileşmeye karşı yerelleşmenin, bürokratik vesayete karşı yetki dağılımının bayraktarlığını yaparak iktidar olan hükümet yeni düzenleme ile Şehircilik Bakanlığı’nı yerel yönetimlerin tüm denetim ve izin yetkilerini tırpanlayan, süper yetkilerle donatılmış, alabildiğine merkezileşmiş bir bakanlık olarak yeni baştan yaratacak. Kısacası kentsel dönüşüm ile başlangıcı yapılan soylulaştırma adı altında şehirlerin eski yerleşim yerlerinin artan rantını yoksulların elinden alıp zenginlere ve zenginleşmesi istenen müteahhitlere transfer etme süreci, bu kez deprem bahane edilerek çıkarılacak söz konusu yasa ile tüm ülke çapına yaygınlaştırılacak.


O nedenle hükümetin bu önerisine ilk destek, ödediği 44 milyonluk deprem vergisi oy rantı uğruna hükümet tarafından hovardaca duble yollara harcanan halktan değil, bu hovardalıklar sayesinde küpünü dolduran müteahhitlerden geldi. Üstelik müteahhitler sadece plana desteklerini açıklamakla kalmadılar, tam bir müteahhitlik örneği sergileyerek hiçbir ihtiyaç, ölçüm, etüt, maliyet ve olanaklar hesabı yapmadan, planın kapsamını ve yapılması gerekenleri kendi kâr ve çıkar planları doğrultusunda bir çırpıda sıralayıverdiler. Kimine göre İstanbul’daki konutların % 50’sinin, Türkiye genelinde ise % 40-45’inin yenilenmesi gerekiyordu; kimine göre ise Türkiye’deki 18 milyonluk bina stokumuzun % 40’ı dayanıksızdı. Ama en kapsamlı plan son dönemde sektörün vitrinine oynayan Ali Ağaoğlu’ndan geldi. Ona göre de sadece kaçak yapıların değil, eski binaların da yıkılması gerekli. Bu çerçevede de % 70’i güvenli olmayan 18-19 milyon konutun asgari % 50’si yıkılıp yeniden yapılmalı.


2009 yılında “1970’li yıllarda İstanbul’un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara Denizi’nden demirleri hurdadan çektik. Deprem olursa İstanbul’a ordu bile giremez, ölen şanslıdır” itirafında bulunan Ali Ağaoğlu gibi müteahhitlerin, beklenen büyük İstanbul depreminde çadır kentlerin kurulması için ayrılan alanları Trump Towers’lara, Ağaoğlu Mycity’lere, TOKİ’lere, Kiptaş’lara, Dap Royal Center’lere, Forum AVM’lere, Zaman Gazetesi’ne peşkeş çeken büyükşehir belediye başkanlarının ve vatandaşların 1999’dan beri ödediği deprem vergilerini duble yollara harcayarak oy avcılığı yapan bir hükümetin, gerçekten depreme hazırlık olsun diye 19 milyon binanın 10 milyonunu yenilemeye yönelebileceğine inanabiliyor musunuz?


Bu koşullar dahilinde hükümetin ilk etapta 10 yılda 5 milyon konut yapılacağına ilişkin açıklamasını, rantın olağanüstü hali olarak tanımlamayıp da ne yapacağız? Zaten son yıllarda toplumca içine itildiğimiz olağanüstü hâl bu olağanüstü rantların elde edilebilmesinin zeminini döşemedi mi?


* Yrd. Doç Dr. Evren Haspolat
Ordu Üniversitesi Ünye İktisadi İdari Bilimler Fakültesi

Hiç yorum yok: