Türkiye’nin temel hassasiyeti Kürt sorununun ‘günün birinde ülkeyi
böleceği’; dolayısıyla da Türklerin Anadolu’daki ‘bin yıllık’
egemenliklerine son vereceği ve Türkiye’nin ‘stratejik önemini’ işlevsiz
hale getireceği endişesidir.
Kaygı, korku ve suçluluk duygusunun kaynaklık ettiği bu ‘bölünme’ hassasiyeti yüzünden ister içeride, ister dışarıda olsun Kürtlerle ilgili yaşanan her gelişme Türkiye’yi derinden etkiliyor.
Kürt dendi mi sistemin kimyası bozuluyor. Ülke bu yüzden sık sık sendrom; ‘Kürt sendromu’ geçiriyor.
Son günlerde Suriye’yle ilgili yaşanan gelişmeler de ‘Kürt sendromundan’ kaynaklanıyor. Olaylar Türkiye’nin tansiyonunu yükseltmişe, sistemin kimyasını bozmuşa benziyor.
Suriye rejiminin çöküşe geçmesi ve Irak Kürdistanı’ndan sonra Suriye Kürdistanı’nın da Kürtlerin eline geçme ihtimalinin belirmesi; Kürdistan’ın iki parçasının birleşeceğinin görülmesi Türkiye’yi alt üst etmiş görünüyor.
Kürdistan’ın iki parçasının birleşmesi ve Kerkük’ten Akdeniz’e uzanan koridorun Kürtlerin eline geçmesi ihtimali açık ki ‘derin kaygı’ yaratıyor.
Türkiye’nin Başbakanı Erdoğan, „Suriye meselesi bizim iç meselemizdir“ derken ve Suriye’yi ‘sabrın sonuna’ gelmekle tehdit ederken asıl olarak bu ‘kaygıdan’ hareket ediyor.
Tabii, Irak gibi Suriye de tarihi dinamiklerin ‘ulusal’ temeller üzerinde şekillendirdiği bir ülke değil. Millet ve milliyetçilik bilinci gelişmemiş olduğundan egemen olan aşiret ve aile ilişkileridir.
Irak gibi Suriye de İngiltere-Fransız ikilisinin yerli halkların başına bela ettiği aile devletleridir. Bu ülkelerin sınırları emperyalizmin çıkarlarına göre çizilmiştir. Bunlar ‘böl-yönet’ politikası ülkeleridir.
Ancak artık devir değişmiştir.Birinci Paylaşım Savaşı sonrası ‘böl-yönet’ politikasıyla oluşturulan statüko çökmüştür. Aile devletleri çözülmekte, despotik rejimler peş peşe devrilmektedir. Nesnel süreç emperyalizmin halkların arasına çektiği duvarları yerle bir etmekte, baskıcı rejimleriyse tasfiye etmektedir.
Nesnel süreç aynı zamanda 100 yıl öncesi dört parçaya bölünen Kürdistan’ın birleşmesini ve özgürleşmesini de mümkün hale getirmektedir.
Bu da Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesi sayesinde ‘jeopolitik önem’ kazanan Türkiye’nin tansiyonunu yükseltmektedir. Kürdistan’ın birleşmesi, özgürleşmesi ve Akdeniz’e uzanan hattın Kürtlerin eline geçmesi, ‘Türkiye’nin stratejik önemini’ ciddi manada darbeleyecektir.
Türkiye bunu bilmekte ve bunun yarattığı ‘kaygıyla’ hareket etmektedir. Suriye’yi tehdit etmesi ve ordusuna ‘hazır ol’ emri vermesi bu yüzdendir.
Dünyaca ünlü Yahudi kökenli Amerikalı akademisyen George Friedman, yıllar öncesinden şunları yazmıştı;
„Suriye ve Irak’taki istikrarsızlık Türk çıkarlarını doğrudan etkileyecek. Özellikle Kürtler bir kez daha kendi devletlerini kurmayı düşünürken… Türkler güneye doğru ilerleyecek ve hakim olacaktır!“ (Gelecek 100 Yıl, Pegasus Yayınları, Sayfa: 209)
Arap Baharı Türkiye’nin ‘güneye doğru ilerlemesini’ kaçınılmaz hale getirmiştir.
Fakat onun Irak’a ve İran’a olduğu gibi Suriye’ye giden yolu da Kürdistan’dan geçmektedir.
Bu da Türkiye’yi Kürtlerle topyekün savaşmak ya da uzlaşmak seçeneğiyle yüz yüze getirmektedir.
Nesnel süreç, Türkiye’nin bölgesel ve küresel hedeflerini gerçekleştirebilmesi için Kürtlerle uzlaşmadan geçtiğine işaret etmektedir. Süreç ona inkar ve imhadan vazgeçmeyi; Kürt ve Kürdistan sorununu barışçıl- demokratik yöntemlerle çözmeyi dayatmaktadır.
Türkiye’nin bundan kaçma şansı da bulunmamaktadır. Son yüzyılı direnişle geçiren Kürdistan halkının binbir bedel ödeyerek yarattığı birikim Türkiye’ye Kürtleri bir kez daha tepeleme şansı vermemektedir.
Türkiye’nin bütün yolları Kürtlerle uzlaşmaktan geçmektedir. Bu ülke artık Kürtsüz ve Kürdistan’sız olmuyor, olamıyor.
Ikrçı zihniyetinden ve eskinin tepkici alışkanlığından kopmamış da olsa, coğrafyanın gerçeğine, bölgesel dengelere ve reel politikaya kayıtsız kalamayan Türkiye, bu sorunu çözmeye mecbur olduğunun farkında.
Bütün mesele bunu ‘ucuza kapatmak’, Kürtleri dalgalandırmadan yapmak istemesinden kaynaklanıyor. Suriye hesapları da buradan kaynaklanıyor. Pazarlık masasına güçlü oturmaya; iç ve dış dinamikler karşısında avantaj kazanmaya çalışıyor.
Ancak ne yaparsa yapsın her iki tarafın; Türkiye ve Kürdistan’ın çıkarlarını gözeten hakkaniyetli bir çözümden kaçması da mümkün görünmüyor.
Türkiye’nin oturup bunu hazmetmesi gerekiyor.
Hazmettiği; Kürtlerle ilişkilerini eşitlik, özgürlük ve gönüllü birlikte temelinde yenilediği gün, Kürt sorununun ‘ülkeyi böleceği’ kaygısından kurtulacaktır. ‘Kaygı’ yerini motivasyona bırakacaktır.
Kürt dinamiği o güne değin dik durmalı, birliğini kalıcılaştırmalı ve elindeki kartları iyi kullanmalıdır...
GÜNAY ASLAN
gunayaslan@hotmail.de
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder