Tarihte kavimler dinsel sorunların yanısıra kendi içlerinde mezhep
sorunları da yaşadı. Dinlerin kardeşlik, bütünlük ve barış vaatleri
maddi çıkarlar karşısında sınırlı bir etkiye sahipti. Toplumda gelişen
sınıfsallık aynı kavmi çoktan sorun ve kavga yumağına dönüştürmüştü.
Yahudilik gibi çok küçük ve sıkı bir kabile içinde daha Musa zamanında
en yakınları arasında çok sert kavgalara yol açmıştı. Musa’nın
kardeşleri Harun ve Maryam’la çekişmeleri enteresandır. İsa yoksul
Musevilere öncelikle sesleniyordu. Muaviye Ehli Beyt’e karşı üstünlük ve
hanedan savaşına daha Muhammed ölmeden başlamıştı. İslam’da Hariciler
iki başlı, hatta üç başlı halifeliği Ali, Muaviye ve İbni As’tan
kurtarmak için ölüm kararı alacaklardı. Muaviye’nin oğlu Yezit Kerbela
çölünde Ehli Beyt’in en seçkin evlatlarını koyun boğazlar gibi
boğazlayacaktı. Her İslamlaşan halk hem kendi içinde, hem kendi
aralarında çığ gibi yeni sorunları beraberinde getirecekti. Köklü İran
uygarlığı İslam Arapları karşısındaki yenilgisine Şia mezhebini
türeterek yanıt vermek isteyecekti. Türk Selçuk ve Osmanlı hakim boy
beyleri çıkarlarını İslam’ın hakim geleneği Sünnilikte bulacaklardı.
Yoksul kesim Türkmen daha çok Şia ve Aleviliği seçecekti. Kürtler benzer
bir bölünmeyi yaşayacaktı. İktidarlı beyler Sünni olup Arap, Türk
sultanlarıyla işbirliğini esas alırken yoksul ve onurlu kesim Alevi ve
Zerdeşti olacaktı.
Sınıf ve kavimler çıkarlarını mezhep kılıfı altında sürdürdü
Sınıf ve kavimler çıkarlarını mezhep kılıfı altında sürdürdü
Hıristiyanlığın ilk üç yüz yılı mezhep bölünmeleriyle de doluydu. Sınıf ve kavimler çıkarlarını mezhep kılıfı altında sürdürmek durumundaydılar. Her kavmin bir mezhebi oluşmuştu. Latinler Katolik, Grekler ve Slavlar Ortodoks, Ermeniler Gregoryan, Asuriler Nasturilik başta olmak üzere çok parçalı mezheplerle kurtuluş arayacaklardı. Ayrıca imparatorluk dini olup olmamak arasında da ciddi parçalanma sorunlarını yaşayacaklardı. Yahudilik genel anlamda Hıristiyanlık ve Müslümanlık dinlerini içinden çıkarmakla yetinmedi kendi içinde kabilelere dek bölündü. Yahudiye ve İsrailiye bölünmesi yetmezmiş gibi Fars ve Grek yanlıları olarak da bölündü. Daha sonra Doğu ve Batı Yahudileri (Eskanazi ve Sefarat) olarak ayrı bir bölünme yaşadı. Kapitalist uygarlık çağında laikçilerle birlikte sekülerci aydınları da bağrından çıkardı. Bu dönemde Hıristiyanlık büyük reformasyondan geçti. Protestanlık doğdu, ulusal kiliseler oluşturuldu. Uzak Doğu uygarlıklarında Hindistan ve Çin başta olmak üzere benzer dinsel ve mezhepsel bölünmeler yaygınlaşıp yeni sorunları beraberinde getiriyorlardı. Tüm bu mezhep ve din sorunlarının maddi temelini araştırdığımızda yaygınlaşan ve yoğunlaşan baskı ve sömürü aygıtlarının temel rol oynadığını görmekte zorluk çekmeyeceğiz. İç içe geçen maddi ve ideolojik tekellerin topluma karşı yürüttükleri baskı ve sömürü savaşları söz konusudur. Daha Sümer ve Mısır rahip devletinden beri bu sorunlar oluşturulmuş ve savaşlarla daha da büyütülmüşlerdi. Bu da, yaşadığı büyük deneyimden sonra “ateşi ateşle söndüremezsin” derken büyük bir gerçeği dile getiriyordu. İktidar savaş demekti. Savaş ise sömürüydü. Dolayısıyla iktidar ancak iktidarla savaşırdı. Çünkü tatlı karın başka yolu yoktu.
Tarihin sonu geldi denirken hakikate daha fazla yakınız
Böylelikle 5.000 yılı aşan uygarlık tarihi bir yandan günlük sorun üreten tarih iken, çözüm aracı diye ortaya atılan hayali çözümler de sadece sorunları yaygınlaştırıp yoğunlaştırmış oluyordu. Sümer rahiplerinin ne görkemli tanrılar mitolojisi, ne aynı kaynaklı tek dinlerin tanrı ve peygamberleri ne de çok başlı mezhep parçalanmaları derinleşen köleliğe çare olamıyordu. Hayali çözümler maddi çözümlere dönüşemiyordu. İktidar ve sömürü tekelleri tüm kavimlere taşmakla yetinmeyip ulus-devlet temelinde toplumun en temel hücrelerine kadar sızdığında oluşan tablo sorunların tüm topluma yayılması anlamına gelir. 5.000 yıllık zulüm ve sömürü tekellerinin artık sorunları sızdıracak dolayısıyla karlarını arttıracak başka toplum gözenekleri kalmadığına göre gerçekten de sonları da gelmiş veya gözükmüş olmaktadır. Bu anlamda tarihin sonu gelmiştir derken belki de her zamankinden daha fazla hakikate yakınız.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder