6 Ağustos 2011 Cumartesi

Küba ve `Sosyalizmini` Yerinde Görmek-9-10 ve Son

Hep olumsuz şeyleri anlattım. Bunlardan çok var. Peki olumlu, sosyalizme uygun hiç bir biçim ve gelişme yok mu? Devrim bu halka ne verdi, soruları sorulursa, cevap şöyle olabilir. Eğer bizim savunduğumuz sosyalizm, sömürü ve baskıdan uzak özgür demokratik bir toplumsa, burada dolaylı bir baskı var, sömürü yok. Özgür olmayan bir toplum ve kapitalist olmayan bir sistem hüküm sürüyor Küba’da. Eğer sosyalist toplumda yaşayan insanlar eşit ise, evet burada çoğunluk aldıkları maaşın birbirine yakın olması nedeniyle eşit. Ama yukarıda bahsettiğimiz evini kiralayabilen aileler ve üst tabaka devlet bürokrasisi bir eliti oluşturuyor. Devleti bir elit yönetiyor. Eğer yine idealize ettiğimiz toplumda  sermaye ve kâr ilişkileri yok edilmişse, evet burada bu ilişkiler yok. Ancak ne yazık ki bu kriterlerin oluşturulması sosyalist bir toplum yaratmak için yetmiyor. Marksizmin yetersizliği burada kendini gösteriyor.
 
Elbette olumlu taraflar da vardır. Daha önceki bölümlerde anlatmama rağmen, görülmemiş olacak ki yorumculardan bir kaç eleştiri aldım. Yine daha önce bizim istediğimiz sosyalizmin gerçekleşmesi için ekonomik politika ve çarelerin bulunabilme zorluklarını dile getirdim. Tabii eleştiren arkadaşlar sosyalizme teoride inandıkları için bu toplumda var olan sorunları görmek istemiyorlar. Ancak inanmak başka bir şey var olan reel biçimiyle bu `sosyalizmi` savunmak ve toz kondurmamak başka bir şey. Halbuki benim değindiğim `eksik biçimiyle bu toplum şeklini` eleştirmek gelecek nesiller için önemli olacaktır. `Sosyalizmin aslını bulmada yardımcı olacaktır` diyor bana bir okuyucunun gönderdiği bir mail.
 
Küba sosyalizminin olumlu yanlarını bir kaç noktada toplayıp burada tekrar etmek istiyorum. Ve son bölümde de yine bazı tekrarlarla sosyalizmin kolay kolay gerçekleşebilir bir toplum biçimi olmadığını insan karekteriyle ilişkilendirerek açıklamaya çalışacağım.
 
--- Bu  ülkede özel mülkiyet, zengin sınıf ve sahip olduğu sermaye ve kâr amaçlı üretim ve ticaret yoktur.
 
--- Hiç kimse tüm zorluklara rağmen açlık sınırının altında yaşamıyor, Somali, Kenya ve bir çok yoksul Afrika ülkesinde olduğu gibi açlıktan ölmüyor.
 
--- Fidel`in oluşturduğu sistem dünyada hiç bir dayanışma olmadığı günümüzde insanlarını beslemek ve onlara imkan dahilinde bir yaşam vermek için çaba sarfediyor.
 
--- Her çocuk kötü bir eğitime rağmen okula gidiyor ve yirmi yaş altı çocuk ve gençler çalıştırılmıyor.
 
--- Sağlık ve ilaç konusunda eksikler olmasına rağmen ihtiyacı olan her hastaya olanaklar dahilinde tedavi veriliyor.
 
Sosyalizm için temel olan yukarıdaki ilk kritere rağmen ne yazık ki `burada sosyalizm var` anlamına gelmiyor. Sosyalizm tüm sorunların çözülmek üzere olduğu bir toplumsa, burada hiç bir şey tam çözulmüş değil. Belki sadece özel mülkiyetin yok edilişi, sınıf sorunu ve bunların sonucu eşitlik sorunu yüzde yetmiş devrimle halledilmiş, o kadar. Fakat bu olumlu gelişim binlerce yeni soruna yol açmış. İş, maaş ve aş burada en büyük sorun haline gelmiş.
 
Bu sistemin iyi, olumlu yanlarını ve kötü, olumsuz yanlarını konuştuğum her kese soruyorum. Kötü olanı sayıyorlar tek tek. İlk bölümlerde bu olumsuz yanlarınının çoğunu anlattım. Olumlu olanlar hakkında çok şey söylenmiyor. Zorladığımda bir şeyler söylemek zorunda kalıyor insanlar. Çünkü sadece kötü olandan bahsetmek bazen ülkelerini sevmiyorlar anlamına gelebilir, düşüncesiyle iyi olan güvenlikten bahsediyorlar. Hiç sevmediği polisin sağladığı güvenlik onlar için de çok önemli. Bu konuda çok haklılar. Küba`da adam öldürme ve soymak, yaralama çok az. Hırsızlık ve sahtekarlık dışında kriminal olaylar nerdeyse yok gibi. Mesela ben gecenin ikisinde yapayalnız Havanna`nın ıssız sokaklarında çok yürüdüm. Soymak teşebbüssünde bulunan olmadı. Bir çok ülkede belki bunu yapmak kolay değildir. Evet, bu ülkede güvenlik vardır, özellikle ekmek parası getiren turistlerin güvenliğini sağlamak devletin en çok üstünde durduğu meseledir.

Tüm olumsuzluklara rağmen dikkatimi çeken halkın mutlu görüntüsü. Belki bu biraz iklim, Latin kültürüyle, eğlenme, gezme, içmeyle ilgili bir durum. Moral çöküntüsü ve depresyon yok gibi. Çoğunluk sanki hiç bir sorun yokmuş gibi gülümsüyor, tatlı sohbetlere dalıyor. Sıcak insanlar. Sorunlar umurlarında değil. Küba güzel bir ülke, değişik çekici bir ülke. Çekiciliğinin nedeni başka ülkelere benzememesi. Taşı, toprağı ve insanıyla bir defa gideni tekrar gelmesine sebeb olan nedenler var.
 
Her renkten insan var Küba`da. Beyazlar galiba çoğunlukta. Statistik elimde olmasa da tahminen yüzde otuz siyah ve belki yüzde onbeş mulat-melez renkli insanlar yaşıyor Küba`da. Tek tük çinli­ tipi insanlar da görmek mümkün.
 
Siyah beyaz ayırımı fazla olmasa da var. Çünkü polis konrollerinde en çok siyahlar üzerinde duruluyor.
 
Kadın ve erkekler arasındaki ilişkiler her yerde olduğu gibi. Erkek ekonomiden daha çok sorumlu. Alışverişi kadın yapar.
 
Yaşı ellinin üzerinde olanların genelde Kürtler gibi altı-yedi kardeşi var. Çünkü geçmiş dönemde çocuklara büyütebilmek için imkanlar daha fazlaydı. Ancak bunların çocukları ise üç-beşi geçmiyor. Ama kırk yaş altı evliler ancak en fazla iki çocuk sahibi olabiliyorlar. Bu durum da ekonominin devrimden sonra her yıl kötüleştiğinin işareti. Mesela bu konu konuşulduğunda sütün pahalılığından söz ediliyor. Bir litre süt yanılmıyorsam bir biçuk doları geçiyor.

 
Küba tüm sorunlara rağmen, gelişmiş ülkelerin ilgilenmediği bir çok geri kalmış üçüncü dünya ülkesiyle dayanışma içinde olmuştur. Afrika`da ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir çok ülkeye 1970`li yıllarda yardım etmiştir. Tabii bu yardım Sovyetler Birliği ile koordineli bir şekilde yapılmştır. Angola`ya o dönemde  yüzlerce doktor ve hemşire göndermiştir. Guanabo kasabasında, Angola`da bulunan altmış yaşlarında bir hemşireyle karşılaştım. Şimdi bile bir çok ülkeyle dayanışma içindedir. Hergün bir çok ülkeden delegasyonlar buraya geliyor ve dünya sorunları tartışılıyor. Dört tv kanalının olduğu bu ülkede bir kanal diğer ülkelerle olan ilişkileri¸ görüşmeleri sık sık veriyor. Ancak Küba halkı bu tür ilişkilerle ilgilenmiyor. Hatta bu halk genelde haberlere bile bakmıyor. Bir kaç tv dizisine kendini kaptırmış durumda. Başka bir ülkenin tv kanalları burada yasak olduğu için seyredilemez. İnternet de çok sınırlıdır.

Bu ülkede kâr yok, kapitalist yok. Kimse kimseyi sömürmüyor. Sınıflar arası uçurum yok gibi. Belki sosyalizme en uygun ilkeler bunlar. Ama bilimsel sosyalizm için, mutlu bir toplum yaratmak için yeterli değil. Devleti elinde tutan elit, güç ve iktidar sahibi. Halkın fazla söyleyebileceği bir şey yok. Seçim yok, çok parti ve temsiliyet yok.
 
Kadir Amaç bir yazısında Frederick Harbison'dan önemli bir alıntıyı aktarırken şöyle diyor: ”Frederick Harbison('kitle iletişim araçları ve kişiler arası iletişim) adlı eserinde, yetmiş beş ülkenin kalkınma gayretlerini ve projelerini inceledikten sonra, aşağıdaki şu yargıyı dile getirir:” ”bir ulusun ilerlemesi her şeyden önce o ulusun bireylerinin gelişmesine bağlıdır. Bireylerin potansiyelini geliştirmeyen ve onların şevkini kamçılamayan bir ulus siyasal, ekonomik ya da kültürel hiç bir yönde kalkınmayı gerçekleştiremez”.
Bir çok geri kalmış ülken için yapılan bu tespit en çok Küba için geçerlidir.
 
Fidel Castro herşeye rağmen genelde seviliyor ya da fazla ciddiye alınmıyor. İlkelerin adamı ve babası, deniliyor. ABD`ye ve emperyalizme boyun eğmediği ve dik durduğu için seviliyor. Ama Fidel`i seven halk ABD`yi de seviyor. Bu durumu anlamak zor değil. ABD zengin olduğu için, tüketebilme koşullarına sahip olduğu için seviliyor.
 
ABD bugün tek süper güç, emperyalist ve sosyalizmin düşmanı. Nasıl oluyor da ABD burnu dibindeki bu ülkenin `sosyalistliğine` göz yumuyor, neden bu ülkeyi yutmuyor ve bu sosyalizme neden son vermiyor, sorusunu kendime soruyorum. Cevabım, niye yapsın ki, oluyor. Bu ülkedeki sosyalizmi adeta dünya sosyalistlerine göstererek ”gidin, bakın ve görün. Böyle bir toplum mu kurmak istiyorsunuz” diyerek bu sosyalizmi bir müze gibi saklayarak dünyaya sanki kötü bir örnek olarak sunuyor ki sosyalizmden yana olanlar akıllarını başlarına toplasınlar ve devrim kararı almasınlar. Ve bu nedenle Küba`da var olan sistemin yaşamasından yana gözüküyor.
 
Ama galiba önümüzdeki on-yirmi yılda Küba kendiliğinden, sorunları çözebilme şartları olmadığı için çökecek, tıpkı Sovyet ve Doğu Avrupa ülkeleri gibi kapitalist üretim biçimini mecburen ülkeye yerleştirecek. Ya da Kuzey Kore`de olduğu gibi daha perişan bir halde sistemini belki bir elli yıl daha sürdürebilecek. Küba`da hayat her ne kadar zor ise de, Kuzey Kore`den on kat daha iyi olduğunu düşünüyorum.
 

Küba ve `Sosyalizmini` yerinde görmek(10)
 
Bu ülkede olumlu şeyler elbette vardır. Ancak bunlar buradaki sosyalizme büyük değer katacak önemde değil. Burası ne sosyalist bir toplum ne de kapitalist bir toplum.
 
Peki sosyalizmin teorik ideolojisine ve bilimine uygun biçimler yok mu? Bu ideolojiden parçalar var. Ancak parçalar birbirleriyle uyumlu olmadığı için bütünlük bozuluyor.
 
Biz Kürdistan’da şartlar ve konum farklı olsa da özgürlüğü esas alıyoruz. ”Özgürlük her şeyden önce gelir, ekmekten de önce” diyoruz ve devletin ”sorun ekonomiktir” yalanını red ediyoruz, Burada ise demokrasi ve özgürlükten bahsedilmiyor. Halk demokrasi bilincinden yoksun. Burada ’yiyecek’ her şeyden önce gelir. Sokakta kulak misafiri olursan her kes yemekten, ihtiyaçtan bahsediyor. Sadece ihtiyaçlar konuşuluyor.
 
Halbuki Küba gelişebilir. Liderlik turizmden gelen gelirle bir kaç fabrika kurup bir şeyler üretebilir. Bu fabrikalarda binlerce insana dolğun bir maaş verip, tüketim sağlanabilir. Gerisi kendiliğinden gelir. Ama sistem bunun kapitalist üretim-tüketim tarzına yol açacağını düşünüyor ve  buna yanaşmıyor. Çünkü korkuyor. Haklı da olabilir. Çin de böyle oluyor.

Kapitalist üretim-tüketim sistemini, özel mülkiyete sınır getirmediği, yüzde birlik kesimi zenginleştirdiği, emeği sömürdüğü, toplumda sınıf ve bunlar arasında uçurumu derinleştirdiği, ekonomide eşitlik sağlamayı hedef edinmediği için eleştiriyoruz. Küba devrimini sağlayanlar da haklı olarak böyle bir sistemi eleştiriyor..
 
Küba`da olduğu şekliyle `sosyalizmi`, halkı baskı altında tuttuğu, ekonomide refahı sağlayamadığı, belli bir eşitlik sağlanmış olsa da, sefaleti ve çürümüşlüğün hüküm sürdüğü ve yöneten siyasi elitin çaresizlikler içinde bir çıkış yolu bulmada yeterli çaba sarfetmediği için de eleştiriyorum.

Bilgi birikimimiz, her ne kadar karşı olsak da özel sektör ve mülkiyetin, kârın olmadığı toplumlar gelişemiyor, kalkınamıyor, dedirtiyor. Kalkınamayan ülkelerde halkın geliri asgaridir, açlık sınırının altındadır.. Asgari gelirle refah ve sosyalizme ulaşılamaz. Reel sosyalist ülkelerden biliyoruz, bu tür sistemler tüketemiyor ve bu nedenle üretemiyor; üretemiyor ve bu nedenle tüketemiyor. Çünkü sadece özel mülkiyet ve sermaye sahibi olanlar yatırım yapabilir. Ve bu yatırım kâr amaçlı olacak ki sermayedar uğraşsın, çalışsın, çalıştırsın.
 
Devletler, sosyalist ekonomik plan ve programlarla bunu başaramadı, başaramıyor. Güçlü gelişmiş ülkelerin güçlü rekabeti de buna engel.
 
Aşırı değil de normal tüketimin sosyalist ekonominin gelişimi için şart olduğunu tekrarlamak istiyorum. Bir tavuğunuz var. Günde bir defa yumurtladığını düşünün. Günde bir yumurtayla yetinirseniz asla iki tavuk sahibi olamazsınız. Ama günde iki yumurta tüketmek  için çabalarsanız, iki tavuk elde etmen olanaksız değildir. Bu iki tavuk elde etme mücadelesi hem ülkeyi geliştirir ve hem de toplum refah yolunda ilerler. İşte Küba`daki dilemmayı bu örnekle açıklamak mümkün. Tüketim için tavukları ikilemeye gerek görmüyorlar.
Burada sanki kapitalist ekonomik biçimini savunuyor gibi oluyorum. Ama öyle değil. Marksist teori ve sol ideolojiyi kitaplarda teorik olarak seviyorum. Ama tarihi gerçekler pratikte bunların artık mümkün olmadığını ortaya koyuyor. Bu mümkünsüzlük insanın bencilleşmiş karekterinin sonucu oluyor. Yani globalizminin insanı, ideal sosyalist toplumda yaşayabilecek kadar temiz ve dürüst değil ve olmayacak, diye düşünüyorum.
 
Kısacası bizim bildiğimiz sosyalizm var olan teorik biçimiyle pratikte uygulanabilir bir sistem değildir. Olmadığını ben söylemiyorum. Sovyet, Çin ve Küba modelinin başarısız pratiği bunu bana söyletiyor.

1848’lerin Komunist Manifesto’suyla bilimsel temeli atılan sosyalizm ve komunizme ulaşma teorileri, kapitalizmin eleştirisi, sınıf, ekonomi tahlilleri gerçekliğini koruyor. Ama sınıflar arası mücadele bugün bulanık duruyor. Ezilenlerin kavgası sosyalizm için değil de durumlarını biraz daha düzeltme şekline bürünmüş.
Halbuki kısmi iyileştirme reformları adaletsiz kapitalizmin ömrünü uzatıyor. Sosyalist devrim için mücadele edilmelidir. Özgürlük isteyen, refah ve eşitlik isteyen her birey ve toplum bu ideal toplumu yaratma mücadelesinde yerini almalıdır. Asıl zor olan devrim değildir, devrim sonrası eşit toplumu yaratmaktır.
 
Bu nedenle okuyucuların canını sıkarcasına ’Küba sosyalizmini’ uzunca anlatmaya çalıştım. Batista diktatörlüğune kolayca son verip bir devrim gerçekleştiren bir halkın devrim sonrası karşılaştığı sorunları dile getirdim ki gelecek nesiller daha düzgün bir sosyalizm inşa etsin. Oluşturulacak sosyalist toplumlarda refah olsun, istiyorum. Refah içinde eşitlik olsun istiyorum. Herkesin temel ihtiyaçlarının karşılandığı bir toplum istiyorum. Polissiz, askersiz, baskıdan uzak bir toplum istiyorum. Bunu yaratmanın kolay olmadığın bilincindeyim. Ama bu tür özgür ve eşit bir toplum için mücadele edilmesi gerektiğini de savunuyorum.

Bilimsel sosyalizme uygun bir toplum yaratmak kolay değildir. Zorluk günumüzün insan olgusunda ve onun bencilliğinde aranmalıdır.
 
Bin insanın ya da ailenin eşit ve özgür yaşadığı bir köy, bir komun düşünün. Sosyalizmin, hatta komunizmin her hali, yönü ve biçimiyle yaşandığı bir komun. Gelişmiş, zengin, üretim ve tüketimin ihtiyaca göre yapıldığı, paylaşıldığı bir komun. Sınıfların olmadığı, birilerinin diğerlerini sömürmediği, baskı altına almadığı, sevginin, dayanışmanın hüküm sürdüğü, insanların eşit ve özgür olduğu bir komun. Böyle bir toplumun inşa edildiğini hayal edelim. Bu toplum ne kadar, ya da kaç sene yaşayabilir, sorusunu da kendimize soralım. Ve şöyle en gerçekçi bir cevap verelim: İnsanoğlu edindiğiyle, sahip olduğuyla yetindiği müddetçe, değil mi? Ama bizim bildiğimiz bir kaç çirkin insan tipi devrim süreci ve sonrasında ne kadar sosyalleşmiş ve eşitlikçi olmuşsa da, fırsatını bulduğunda devrimcilerin yarattığı eşit ve özgür toplumu kendi bencil karekterine ters görür, sahip olduğuyla yetinmez. Daha fazlasını ister. Ve daha fazlasını elde etmek için başkalarını ezer ve onlardan yararlanır. Yalan söyler, birilerin baskı altına alır, diğerlerini döver. Ve sonuç yıkım olur. Kapitalizmin kâr ve ve sömürü sistemine geri dönülür. Emek ve sermaye ilişkisi çirkin hal alır.
 
İşte bin kişinin mutlu, özgür ve eşit yaşadığı bir toplum tek veya bir kaç kişinin bencilliğiyle son bulur. Bu nedenle idealize ettiğimiz toplumu inşa etmek zor olsa gerek.
 
Daha önce devrim yapanlar, Fidel ve diğer ülkelerde arkasından gelen devrimci liderler bu yola baş koyarken muhakkak ki idealize ettikleri bir toplum biçimini kurmayı hedeflemişlerdir. Ancak insan olgusunun değişebilir karekterini ve dünyada hep değişen konjönktürün etkisini hesaba katmamışlardır.

Sayın Mahmut Alınak anayasayla ilgili bir yazısında özel mülkiyetle ilgili şunları söylüyor: "Değeri bir milyon (trilyon) liranın üzerindeki mülk ve servetler kamulaştırılıp halkın ortak mülkiyetine geçirilir. Elde edilen gelirlerle yatırım yapılır, istihdam alanları açılır, halkın ekonomik, sağlık, eğitim, ulaşım, konut ihtiyacı ve sosyal refahı sağlanır".
 
Diğer bir alternatifte aşamalı olarak zengin sınıfın mülkiyetini vergilendirerek alt sınıf yaşam standardına yaklaştırmaktır.
Tek tek toplumlarda bu tür reformları yapmak kolay değildir. Bu millileştirme veya vergilendirme zengin üst sınıfın başka ülkelere mallarıyla beraber yerleşmesine yol açar. Bu bir çok devrim ülkesi tarihinde yaşanmıştır. Zenginler devrim yaklaştığında ülkelerini terk etmişlerdir. Bu gün bile devrim riski olmayan ama vergisi yüksek olan gelişmiş ülkelerden, vergisi az olan veya vergi olmayan ülkelere sermayederler akın etmektedir.
 
Dünyanın tüm toplumlarında insanlar arasında farklılıklar var. Sermaye sahipleri ve özel mülkiyet vardır. Toplumlar bunlarsız üretemez, tüketemez, gelişemez ve refah sağlanamaz.. Yine farklılıklar dini düzeyde, sınıfsal boyutlarda, kültür ve düşünce bazında, eğitim ve yaşam şartlarında görülür. Toplumlarda zengin ve fakirler vardır. Gerici ve ilericisi, liberali, tutucu ve demokratı, dincisi, fanatiki vardır. Hırsızı ve namuslusu vardır. İnsanların dürüstü ve yalancısı ve sahtekarı vardır. Bir insan onlarca kimliğe sahiptir. Demokratik toplumlar bu çoğulcu ve farklı yaşam biçimlerinin çirkin olan yanlarını ortadan kaldırarak doğru, eşit özgür toplumlar yaratmak arayışında olmalıdırlar ve farklı dünya görüşlerini kabul etmek durumundadırlar. Güzeli çirkinleştirmek, doğruyu bükmek kolaydır. Ancak eğriyi düzeltmek ve çirkini güzelleştirmek daha zordur. Ve tüm bu nedenlerle çirkini güzelleştirmek, haksız olanı düzelmek ve farklılıkları kabul edip eşit bir toplumu inşa etmek kolay degildir.
 
Bugün ne ekonomist,  sosyal bilimci ve siyasal bilimciler ve ne de sol ideoloji savunucuları eşitliğin nasıl yaratabileceği hakkında fikir üretebiliyorlar. Sadece kavram olarak eşitlik deniliyor ama nasıl sağlanacağı üzerine klasik görüşler dışında bir analiz yok. Bu eski olan görüş ve analizler günümüz dünyasında geçerliliğini kaybetmiş. Çünku zengin olan bir kaç kisi değil ki malını devlete devredesin. Zengin olan yüzbinler ve halinden memnun milyonlarca orta sınıf zenginleri var. Ve zenginin firmasında çalışan fakir işçi bile işini kaybeder korkusuyla millileştirmeye karşıdır ve var olan kapitalist sistemle bütünleşmiştir.
 
Özetlersek bilim ve sosyalizm bu sorunları çözmede tıkanmıştır. Kapitalist toplum tarzı tekrar gözden geçirilmeli, marksizmin zayıf halkaları incelenmeli, sosyalist sistemlerin çöküş nedenleri ve Küba örneğindeki eksik ayaklar nasıl tamamlanmalı üzerinde düşünülerek marksizmi bütünleştirecek eklerle sosyalizme katkı sağlanmalıdır. Bunun için yeni bir Marks`a ihtiyaç var, dünyayı yorumlamakla kalmayan, değiştirebilen yeni bir Marks, ya da yeni bir peygamber….
 
 
Kürtler özgürleşirken bir çeşit toplum biçiminde karar kılacaklar. Kim bilir belki bu biçim sosyalizm olabilir. Ben Küba tipi bir sosyalizmden yana değilim. Böyle bir toplumda yaşamak istemem. Çünkü burada ne demokrasi var ve ne de ekmek. Başka alternatifler üzerinde düşünmek gerek..
 
Sempatik, idealist, sevgili kardeşimiz, Mahmut Alınak ”Şengal-Tarihin çarmıhında ”Güneş Ülkesi” romanında özgür bir toplumun nasıl oluşabileceğini yazmış. Hâla okuyabilmiş değilim. Galiba eşitlik sorununa bir halkın özgürlüğü açısından değinmiş. İleride yazacağı romanında özgürlüğüne kavuşmuş bir halkın daha ilerideki tarihlerde refah içinde eşit ve özgürce yaşayabileceği bir toplumun nasıl yaratılabileceğini yazarsa belki gelecek nesiller bundan yararlanarak daha namusluca ve mutlu bir toplum kurmada başarılı olur, umudunu taşıyorum……
 
Bitti

cumalicotkar@live.se

Hiç yorum yok: