14 Temmuz 2011 Perşembe

'Her Türk Asker Doğar' Esir Olunca Unutulur

AKP Hükümeti, HPG tarafından esir alınan iki askerine sahip çıkmıyor. Geçmişte yaşanan benzer bir olayda dönemin AKP'li adalet bakanı Mehmet Ali Şahin, PKK tarafından Dağlıca karakolundan kaçırılan 8 askerin serbest bırakılması konusunda, ”Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiçbir mensubu bu duruma düşmemeliydi. Dolayısıyla kurtulmuş olmalarından fazla bir sevinç duyamadım” diyerek ”insanlık” dersine nasıl çalıştığını göstermişti gerçi.

Neden askerlerin haberlerini yapıyorsunuz diye bize kızıyorlar. Hiç sesleri çıkmıyor. Dahası oralı dahi olmuyorlar. Sanki böyle bir olay hiç yaşanmadı. Adeta kaçırılanlar, hiç tanınmayan, bilinmeyen bir ülkenin hiçbir zaman tanınmayacak ve bilinmeyecek askerleri gibi davranıyorlar. Kaldı ki HPG'nin konuya ilişkin iddiaları da çok ciddi. Söz konusu astsubay ve uzman çavuşun kontra faaliyetleri yürüten özel bir birimden olduğu söyleniyor.

Ama belli mi olur, belki de onlara göreve gitmeden önce, ”siz her türlü faaliyette serbestsiniz size hukuk mukuk vız gelir, ama yakalanırsanız sizi tanımayız” dendi. Yani ‘Görevimiz Tehlike'de olduğu gibi, sadece filmlerde tanık olduğumuz hukukun devlet eli ile çiğnenmesi fantezisi bu topraklarda esaslı bir gerçek.

Zira, AKP ve Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir başka ordunun dahi olsa, esir düşen askerler konusunda son derece duyarlı aslında. Kısa bir süre önce yayınlanan bir habere göre, Erdoğan, Hamas’ın elindeki İsrailli asker Gilad Shalit için bir yıldır devrede.

Haberin detayları daha da çarpıcı, ”İsrail’in önde gelen gazetelerinden Yedioth Ahronot, “Türkiye, Shalit’in serbest kalması için çalışıyor” başlıklı haberinde İsrailli Türk iş adamı Eliko Dönmez’in bir süre öne Başbakan Erdoğan ile yaptığı görüşmede Gilad Shalit’in babası Noam Shalit’in bir mektubunu ilettiğini, mektupta Türkiye’den, Hamas’ı, oğlunun karşısında bin tutuklunun serbest bırakılması yönündeki, takas anlaşması önerisini kabul etmeye ikna etmesinin istendiği belirtildi.”

Erdoğan, bir İsrail askerinin bırakılmasına karşılık 1000 Filistinli tutsağın bırakılması için Hamas'ı iknaya çalışıyor. Yani bu arabuluculuğu, AKP'li Başbakan Erdoğan yapıyorsa, esir iki TSK personeli için 2000 PKK tutsağını bırakma garantisi ile görüşme yürütmesi gerekmez mi?

Kaldı ki, küllem yekûn asker bir milletin evladı olan başbakanın hatta her askeri için 2000 PKK'li tutsak bırakması gerekmez mi?

İşin latifesi bir yana, bir İsrail askerine karşılık 1000 tutsak bırakılmasına aracı olunurken, iki TSK personeli, serbest bıraktırma girişimini yada doyurucu bir açıklamayı hak etmiyor mu?

Türk basınında geçmişte hüküm süren ”TSK”ya yakın, MGK bildirilerini ”halkın anlayacağı kıvama” getiren ”köşe yazarlarının” yerini, Polis Akademisi mutabakatından sonra Gülen Cemaati destekli, ”polise yakın yazarlar” aldı. İşte bunlardan biri, köşesinde esir düşen TSK personeli konusuna değinmiş. Uzun uzun, PKK'nin geçmişte gerçekleştirdiği benzer eylemleri anlatıyor. Yazının sonunda da, bir not düşmüş, iki askerin ”büyük olasılıkla öldürüleceği” kehanetinde bulunuyor. Esir iki asker üzerinden boş bir zar atarak, ”ya tutarsa” çirkinliğinden medet umuyor. PKK'nin benzer hiç bir eylemde esir aldığı askerleri öldürmediği bilindiği halde. Şimdi bir köşeye çekilmiş, deri değiştiriyor, o iki askerin ölmesi için dua ediyor. Ölsünler ki, ”ben zaten yazmıştım” diyebilmek için kana ekmek doğruyor Emre Uslu.

AKP'nin hükümet olmaktan, devletin devlet olmaktan kaynaklı sorumluluğunu perdeleyen Uslu, ”devletin ali menfaati ve kendi istikbali” için iki askeri gözden çıkarmanın retoriğini kuruyor.

Polisin istihbarat kırıntıları üzerinden, ”fikir” üretmeye, bu kırıntı bilgilerle Kürt Özgürlük Hareketi'ni ”analiz” etmeye soyunuyorlar. Ama hiç düşünmüyorlar, ”Eğer bu devletin, emniyeti, istihbaratı bu meseleyi çözebilseydi bizim akıl bulandırıcılığımıza ihtiyaç duyar mıydı” diye.

Bu topraklarda faaliyet yürüten hangi legal yada illegal siyasal hareket, ”KCK operasyonu” gibi bir esir alma operasyonu ile üç bini aşkın aktif kadrosunu kaybetseydi ayakta kalmayı başarabilirdi? Ya da hangi devlet kurumu üç bin çalışanı devre dışı bırakılsa faaliyetlerini sürdürebilir? Örneğin başbakanlık veya dışişleri bakanlığı ya da özel sermayeye ait hangi kuruluş bu koşullarda faaliyet yürütebilir?

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin haline bakın. Ergenekon tutuklamaları sonrası, önümüzdeki 30 Ağustos Askeri Şurası'nda ara kademeleri oluşturacak kadro sıkıntısı içinde. Terfiler, emeklilikler birbirine girmiş durumda. Devre dışı kalan kadrolarının yerini dolduracak güce sahip değil. Hava’da neredeyse komutan kalmadı.

Halen Türk cezaevlerinde tutulan PKK tutsakları ile KCK operasyonu bahanesi ile toplanan Kürt siyasal kadrolarının sayısı on bini buluyor. Buna rağmen Kürdistan Özgürlük Hareketi, AKP despotizmi karşısındaki en ciddi muhalif güç olarak ayakta duruyor. Bununla da yetinmiyor, yeniden yapılanan cumhuriyetin oluşmasında en dinamik güç olarak, ideolojik ve politik zeminde inanılmaz katkılar sunuyor. Ülke sorunlarının çözümüne en ciddi katkıyı sunuyor, aktif siyasetin rotasını belirliyor.

Çok açık ki Diyarbakır merkezli DTK hem bileşenlerinin zenginliği hem de demokratik çalışma yöntemleriyle çözüme TBMM'den çok daha yakın duruyor.

Başından bu yana, Özgürlük Hareketi'ni kendi Ankara merkezli siyasal terminolojileri ile izaha çalışan bu cenahların, algı ve kavrama düzeyleri de o siyasetin terminolojik sınırlarının dışına çıkamıyor. Israrla PKK içerisinde var etmeye azmettikleri, ”şahin, güvercin, Kandilci, İmralıcı” ve saçma sapan diğer ifadeleri ile Kürt siyasal hareketi içerisinde kırılmalar, onların tarifindeki rolleri üstlenecek, sığ siyasal sapmalar yaratmayı hesaplıyorlar. Siyasetin salt kişisel en fazla dar grupsal çıkarlara dayalı örgütlendiği Türk siyasetinden edindikleri ”fikriyatla” Özgürlük mücadelesinin yapılanmasını ve örgütsel mekanizmalarını yorumlamaya girişiyorlar.

PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın, yaklaşık bir ay önce İmralı Adası'nda avukatları ile yaptığı görüşmede dile getirdiği, "Bütün yük benim omuzlarıma yükleniyor. Ben buradan her şeyi yüklenemem. Kandil'in koşulları ayrı, demokratik siyaset koşulları ayrı, benim koşullarım ayrıdır. Her kurum kendi çözüm politikalarını kendi belirler ve bunları hayata geçirmeye çalışır. Ayrıca her üç kurum kendi kanallarını kendisi yaratabilir. Her kanal üzerinden görüşmeler yapılabilir” ifadeleri Kürt Özgürlük Hareketi'nin özgün yanlarını göstermesi bakımından oldukça dikkat çekici.


Mehdi Atay

Hiç yorum yok: